30 Nisan 2020 Perşembe

1 Mayıs İşçi Bayramı ve Nazım Hikmet


1 Mayıs İşçi Bayramı, neredeyse ömrümün 40 yılını almıştır. O kana bulanan 1 Mayıs katliamından bu yana bir türlü gönül rahatlıyla kutlayamadığımız bayram. Taksim'de izin verilecek mi verilmeyecek mi? diye geçip, giden yıllar. 
Şimdi bir salgın hastalık tüm dünyayı sardı, sadece kendi sağlığımız için değil, dünyadaki bütün insanlar için evlerimizde kalacağız. Bu yüzden kendi adıma 1 Mayıs için bir şeyler yazayım dedim. Hani o sosyal paylaşım sitelerinden bir video paylaşma çabasına da girmeye niyetli değilim. Zaten olur olmaz bir yerlerde temcit pilavı gibi Cem Karaca'dan "1 Mayıs Marşı" paylaşılacak. Ben bu yıl ( ve sanırım bundan sonraki yıllarda da) her yıl 1 Mayıs'ı işçi sınıfı mücadelesinden bir isme adayacağım. 
İlk olarak da Nazım Hikmet'e adıyorum. Yıllar içinde baktığımda 1 Mayıs için en anlamlı isim odur. Bir ömrü İşçi Sınıfı'na adamış, büyük şairimizin, "Türkiye İşçi Sınıfına Selam" şiirini hep dimağımda tutmuşumdur ama bugün onun "Yaşamaya Dair" şiirinden küçük bir bölüm paylaşmak istiyorum: 

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

İşçi sınıfının şairi böyle dile getirmiş, "Yaşadım diyebilmek için"in özünü. Evet bugün de çalışan sınıfın öyle çok çıkmazı ve sorunları var ki...ama çıkış yolu aklın ve bilimin yanında olmak. Bu yüzden bugün birileri beyaz gömleği ile yüzünü bile görmediği insanlar için ölebiliyor. Sağlık çalışanları en başta da doktorlar, "hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken" yaşamını ortaya koyuyor. Bugün bütün sağlık emekçilerine, doktorundan, hasta bakıcısına, eczasına ve tabi bilim insanlarına minnettarız. Bir yanda biraz daha kar edebilmek için işçinin sağlığını feda edenler bir yanda yaşam için kendi hayatını feda edenler. Bu yüzden 1 Mayıs, akıl demektir...bilim demektir. 

Bu 1 Mayıs'ta Nazım Hikmet'i anmayı uygun buluyorum. O da ömrünü işçi sınıfına adadı ve bize öyle büyük bir miras bıraktı ki, onun şiirleri yıllar geçtikçe daha da büyüyor ve anlam kazanıyor. 

Yaşasın 1 Mayıs
Selam olsun emekçilere, işçi sınıfına 
Selam olsun bilime, akla ve aydınlanmaya.

Dünyaya emek veren insanlar hepinizin 1 Mayıs Bayramı kutlu olsun.




Koronavirüs Günlerinde Hatırladıklarım ve Keşifler 47


Blues Magoos... bugün bilinmedik 1960'ların gruplarından biri. Oysa albümü dinleyince bu grubun ilerki yıllarda yapılacak olan yeni türlere ( özellikle de punk'a) nasıl bir ilham kaynağı olduğunu görüp şaşırıyoruz. Hani bir zaman makinesi olsa o yıllara gidip, organizatör olarak insanın bu gruba yüklenip, cevheri ortaya çıkarası geliyor. Ama bu ilk albümden sonrakiler bu kadar güzel olmamış. Tabi bir ara onları da dinleyeceğiz ama bu albüm başlıbaşına büyük bir referans. 


Lolipop deyip geçmeyin




Blues Magoos
"Psychedelic Lollipop"
 (1966)
Mercury

Blues Magoos, bugün kimsenin bilmediği bir grup ama onları dinlemeye başladığınızda hayrete düşerek şarkıları tanıdığınızı bile sanıyorsunuz. Hatta bazı parçalarda nakaratlara bile katılıyorsunuz ama bir süre sonra bu parçayı ilk defa dinlediğinizin farkına varıyorsunuz. 
İsmi sizi yanıltmasın başlıbaşına bir blues grubu diyemeyiz onlar için. Saykodelik ile garaj rock arası bir tarzda müzik yapan grup ilerde çıkacak olan bir çok rock tarzına da öncülük etmiş. Onlar için proto - punk tarzı ismi de zikrediliyor ki çok da haksız sayılmaz bu tanım, zira Blues Magoos verdiği tınılarla punk'a çıkacak merdivenleri kurmaya başlamış 60'larda. Ancak onların tümüyle punk'a zemin hazırladığını söylemek eksik olur. Parçalar arasında öyle fikirler görüyoruz ki, ilerde glam'de , heavy metal'de göreceğimiz şeyleri de bulabiliyoruz. Mesela "Love Seems Doomed" parçasının girişi Iron Maiden'ın ilk albümünde yer alan ( ve benim için bütün zamanların en iyisi olan) "Remember Tomorrow" için ilham olmuş gibi. Ancak şunu da belirtmeliyim ki, sakın ola Iron Maiden bu parçayı araklayıp, "Remember Tomorrow"u yaptı dediğim anlaşılmasın. Buradaki benzerlik bire bir notalardan değil, anlayıştan kaynaklanıyor. Blues Magoos'un burada girişte yaptığı yeni bir bakış ve bu ilerde sadece Iron Maiden değil, bir çok heavy grubunun slow ya da balad girişli alçalıp yükselen parçalarında görülen yapının ilk örneği gibi. Yani Blues Magoos'un getirdiği yapı evrene konduktan sonra o fikir ilerlemiş ve seksenlere fikir vermiş. Sadece bu değil, Blues Magoos'un her parçasını dinlerken ilerde olacak tınılardan bir çok şeyi bulabiliyorsunuz ama bu şu parçada şu var falan gibi değil; kimi zaman bir nakaratta kimi zaman ufak bir davul atağında bunları görebiliyorsunuz. 
Blues Magoos'u ben daha yeni keşfettim ama hala herkesin bildiği bir grup da ben daha yeni farketmişim endişesine de kapılmıyor değilim. Melodileri o kadar iyi tanıyor gibiyim ki hatta dinlerken bazı parçaların nakaratlarına bile katılıyorum. Hani bir zaman makinesi olsa o yıllara gidip, organizatör olarak insanın bu gruba yüklenip, cevheri ortaya çıkarası geliyor. Ama bu ilk albümden sonrakiler bu kadar güzel olmamış. Tabi bir ara onları da dinleyeceğiz ama bu albüm başlıbaşına büyük bir referans.
"Psychedelic Lollipop", Bluees Magoos'un 1966 tarihli ilk çalışması. Albüm piyasaya çıktığında grubun gitaristi Emil 'Peppy' Theilhelm daha henüz 16 yaşına yeni girmiş. Yaşı böyle ama çıkan gitar tınılarını duyunca inanasınız gelmiyor. Hem o hem de Mike Esposito gitarlarıyla aklınıza yer ediyor. Dönemin yapısına uygun iki dakikalık kısa parçaların işlenerek etkisi uzun hale gelmesi dikkat çekici. Ralph Scala klavyesiyle ana yapıyı maestro etkisinde sürüklerken, Ron Gilbert bas gitarıyla dolgun ritmi oluşturuyor ve davuluyla Geoff Daking patlamalarıyla uyumu sağlıyor. 
Blues Magoos'un bu ilk albümünün başarılı olduğu, sonrakilerin aynı başarıyı yakalayamadığı söylense de onlara da şöyle bir kulak kabartıp ufaktan dinlediğimde bu yargılara pek katılmadığımı söyleyebilirim. Bir ara onları da dinlerim ama şimdilik "Psychedelic Lollipop" albümünü dinlemenizi öneririm. 


Aptulika
Koronavirüs Günleri












28 Nisan 2020 Salı

MERAL AKMAN'dan Koronavirüs Günlerinde Keşifler: BLACKFEATHER


"Bu yazıda  Down Under rock sahnesinden bir grup daha paylaşacağım sizinle. 1970 yılında, Sydney’de, vokalist  Neale Johns'un teşvikiyle bir araya gelen  Blackfeather."  








Bu yazıda “Down Under” rock sahnesinden bir grup daha paylaşacağım sizinle. İngiltere ve Amerika’da rock’n roll ve rock bütün hızıyla devam ederken, dünyanın dibindeki bu ada da fırtınadan nasibini almıştı. “Madder Lake”, “Bakery”, “Coloured Balls”, “Sebastian Hardie”, “Billy TK’s”, “Ariel” ve “Billy Thorpe” blues’dan, progressive rock’a, hard rock’tan heavy metal’e kayda değer, hatta üzerinde düşünülecek parçalar üretiyorlardı. 
Bunlardan biri de 1970 yılında, Sydney’de, vokalist “Neale Johns”un teşvikiyle bir araya gelen “Blackfeather”. Bu yıldan günümüze kadar grup henüz sahneleri bırakmış değil. Ancak, grubun kadrosu hiç aynı kalmaz, kimi kaynaklara göre 41, kimi kaynaklara göre 54 eleman değiştirir. En uzun süreli eleman ise, vokalist “Neale Johns”
Grubun ilk albümü “At the Mountains of Madness” Nisan 1971’de piyasaya çıktı. Albüm her müzik yazarı tarafından farklı bir türde değerlendirildi, kimine göre sıkı bir “hard rock” albümü, kimine göre son derece sofistike bir “progressive rock” albümü, kimine göre “blues” desenleriyle bezenmiş bir “saykedelik rock” albümü…  
Fraternity (sağ baştaki Bon Scott)

Albüm kayıtları sırasında, gitarist John Robinson şöhret basamaklarını tırmanmakta olan başka bir Aussie rock grubu “Fraternity” elemanlarından, klavyeci “John Bissett” ve vokalist “Bon Scott (evet, bir süre sonra AC/DC solisti olacak)” dan destek ister. İkili, vokalist “Neale Johns” ve gitarist “John Robinson” tarafından yazılmış olan "Seasons of Change" parçasının kayıtlarında yer alırlar. Bon Scott albümde parçaya geri vokallerde eşlik eder. Parçayı çok seven ikili, Blackfeather elemanlarından parçayı yorumlamak için izin ister ve grubun izniyle, Bon Scott bu kez ana vokalde olacak şekilde parçayı yeniden, bu kez kendi deyimleri ile “King Crimsonvari” bir tarzda kaydederler. Parça, Fraternity grubunun yaşadığı yer olan Adelaide listelerinde bir numaraya yükselir. Her iki grubun sözlü anlaşması olmasına rağmen Blackfeather’ın bağlı olduğu plak şirketi hiç zaman kaybetmeden "Seasons of Change"i, Blackfeather yorumu ile piyasaya sürer ve çok da tutulur. Böylece, belki de ilk kez, farklı gruplar tarafından söylenen bir şarkı aynı dönemlerde listelerde yükselir. 

Albümün çıkışından, liste ve ticari başarılara rağmen grup elemanları kendi yollarında gitmeye kararlıdırlar. 1972 yılında vokalist Johns, yepyeni elemanlarla, yeni bir albüm için kolları sıvar.  Neale Johns, grubun hem sahnedeki hem de albümdeki başarılarının arkasındaki kişidir. İlk kadrodan gitarist Robinson denemelerde Johns’u dinledikten sonra “Büyük bir sesi olan küçük bir adam. Blues’un tam ortasında ve inanılmaz bir ses aralığı var” diye yorum yapar.
Johns’un bu “blues aralığı” grubun bir sonraki 45’liğinde ön plana çıkar. 1972 Temmuz ayında çıkan “Boppin’ the Blues” parçası, bir hard rock (ya da progressive rock) grubu olan Blackfeather’ı bir “boogie-woogie” grubuna çevirir ve listelerde bir numara olmasını sağlar. Parça “Carl Perkins” ve “Johnny Cash” tarafından yazılmış aynı isimli parçanın grup tarafından tamamen farklı bir şekilde düzenlemiş halidir. O dönemde bir rock grubunun olmazsa olmazı elektro gitar olmasına rağmen, Blackfeather’ın, piyano-bas-davul dizilimi oldukça radikal bir girişimdir. Bunda, piyanist “Paul Wylde”ın ve onun etkili klavye sololarının yeri çok büyüktür. 
Aynı yılın Aralık ayında, canlı kayıtlardan oluşan ikinci albüm “Boppin' the Blues” çıkar. Albüm kayıtlarından sonra gruptan ayrılan Paul Wylde yokluğunu iki gitarist ile dolduran Blackfeather, eski hard rock günlerine görkemli bir dönüş yapar. 
1974 yılında, yine canlı kayıtlardan oluşan “Live! (Sunbury)” albümünden sonra grup dağılır.
İlerleyen yıllarda, Johns’un çabalarıyla, Blackfeather farklı elemanlarla birkaç kez daha kurulur ancak, hiçbiri uzun ömürlü olmaz. 
2003 yılından beri, “Neale Johns”, çeşitli Blackfeather elemanlarıyla birlikte canlı performanslarını sürdürüyor, ancak, henüz hiç albüm çıkartmadılar.

Blackfeather - Seasons Of Change

Fraternity - Seasons of Change

Blackfeather - Long Legged Lovely


Blackfeather - Mango's Theme

Blackfeather - Boppin The Blues

Blackfeather - Callin'

Blackfeather - Live in Melbourne

KAYNAKLAR
https://australianmusichistory.com/blackfeather/
http://www.milesago.com/artists/blackfeather.htm
http://www.australianmusicdatabase.com/bands/blackfeather
https://nostalgiacentral.com/music/artists-a-to-k/artists-f/featherblackfeather/
https://startsat60.com/discover/opinion/nostalgia/on-this-day-in-1972-the-band-blackfeather-had-you-boppin-the-blues
https://web.archive.org/web/20040429141417/http:/www.geocities.com/~blackfeathermp/autobiography.htm

Koronavirüs Günlerinde Hatırladıklarım ve Keşifler 46


The Flower Kings, yeni keşfettiğim İsveçli progresif rock grubu. Hatta dinlemeye başladığımda,"vay be yeni gruplardan ama harika bir sound" demiştim. Oysa kim bilir bunu okuyan kaç kişi içinden gülüyordur.... Çünkü bu grup, 25 yıllık ve de on küsur albüm yapmış. Korona günlerinde keşfetmek varmış.


Kapağından takıldığım, gecikmiş keşfim




The Flower Kings
"Waiting For Miracles"
 (2019)
Inside Out Music

Bu korona günlerinde sadece kapaktan fit olduğum grup. Dinleyince bir anda tutuldum ve yepyeni bir grupla karşılaştığımı sandım. Oysaki bu İsveçli grup 1995'ten bu yana 13 stüdyo, 4'te konser albümü yayınlamış. Hele ki grubun kurucusu Roine Stolt'un eski grubunun Kaipa olduğunu da öğrenince işin ucu 1970'lerin sonuna kadar gidiyormuş hani. 
Ronie Stolt

Gitarist, şarkıcı ve besteci Roine Stolt, Kaipa'dan sonra solo karyerine adım atmış ve 3 albüm yapmış. 1994'te yaptığı "Flower Kings" için konser turnesinde çalacak olan bir grup kurmaya karar verir. Kurulan bu grup ile çıkılan konserlerde güzel bir uyum yakalanınca Ronie Stolt yola böyle devam etmeye karar verir. İşte böylece The Flower Kings grubu kurulur. 

"Waiting For Miracles" grubun 13. stüdyo albümü. Double ( 2 CD'den oluşan) albüm 85 dakikalık bir progresif rock ziyafeti sunuyor. Çalışmada ilk anda Yes etkisi görülse de 70'lerin progresif yapısının harika bir özümsenişini görüyoruz. O etki öylesi eklektik bir yapıda değil, oldukça rafine bir tavırda sunulmuş. Ruh ve birikim olarak 1970'leri hissettirdiği gibi bugünü de yansıtıyor. 

Yazının bundan sonrasında parça listesini ve kimlerin çaldığını yazacağım ve sonra albümü dinlemeye devam edeceğim. Bana kalırsa siz de öyle yapın. 

Aptulika
Koronavirüs Günleri 


CD 1 (63:28)
1. House of Cards (1:58)
2. Black Flag (7:42)
3. Miracles for America (10:03)
4. Vertigo (9:59)
5. The Bridge (5:32)
6. Ascending to the Stars (5:45)
7. Wicked Old Symphony (5:47)
8. The Rebel Circus (5:50)
9. Sleep with the Enemy (6:02)
10. The Crowning of Greed (4:50)

CD 2 (21:28)
11. House of Cards Reprise (1:21)
12. Spirals (5:06)
13. Steampunk (6:34)
14. We Were Always Here (7:35)
15. Busking at Brobank (0:52)


The Flower Kings
- Hasse Fröberg / vokal
- Roine Stolt / electrik, 12 telli (2,13) & akustik (5,7,9,14,15) guitarlar, keyboards, sequencer (4), Taurus Moog (8),  org  (9), Mellotron & ukulele (10,12), synth (14), lead vokal (3)

- Zach Kamins / Hammond, Mellotron, MiniMoog, synths, Rhodes, piano, Wurlitzer (7), Yamaha GX1 organ (8), glockenspiel & marimba (10,12), gitar & orkestrasyon (6), Theremin & harmonium (15)
- Jonas Reingold / acoustic (5), fretless (4) & elektrik bas gitar
- Mirko DeMaio / davul (3), timpani (3,6)

Konuklar:
- Michael Stolt / bas & Taurus Moog (1,2,7), geri vokal (3)
- John "Zach" Dellinger / keman(6)
- Paul Cartwright / keman (6)




27 Nisan 2020 Pazartesi

Koronavirüs Günlerinde Hatırladıklarım ve Keşifler 45


İtiraf etmem gerekirse, hadi şöyle bir Hall & Oates dinleyeyim demişliğim olmazdı ama bu korona günlerinde bir çalayım dedim. Amanın aman bir 70'ler rüzgarı esti ki, sormayın gitsin hani.


Arif Mardin'in sihirli değneği




Hall & Oates
"Abandoned Luncheonette"
 (1973)
Atlantic

Bu albüm bir anlamda Arif Mardin'in prodüktörlüğünün ne mene bir sihirli değnek olabildiği konusunda değerli bir örnek oluşturur. Hall & Oates bir yıl önce yaptığı ilk albüm "Whole Oats" ile beklenen etkiyi verememişti. Bir yıl sonra ikinci albüm için hazırlıklara başlayan ikili ilk albümde olduğu gibi gene Arif Mardin'le çalışacaklardı. Usta yapımcı hazırlanan parçalar için gruba, müzikal yapıyı ticari ve moda alışkanlıklardan uzaklaşmayı önerir ve kayıtta her şarkıya gerekli dokunuşları yapacaktı. Albümde çalacak müzisyenleri en uygunundan seçecekti. Böylece ortaya Hall & Oates'in kendine özgü yanları çıkarken müzik sahnesinde farklı imzalarını oluşturmaları sağlanacaktı. Ortaya çıkan müzikte karşımızda bir ikili değil de katılan bütün müzisyenlerin birlikteliğinde bir grup havası da yakalanacaktı. 

Yazıya apar topar daldım ama Arif Mardin'in prodüktör dehasını anlatmadan bu albüme girilemezdi doğrusu. Böyle bodoslama daldık da nedir bu Hall & Oates ? Daryl Hall ve John Oates'tan kurulu bir ikili bu. Bu tip ikili çalışmalar genelde pop tarzında ve sadece ikili vokal yapmaktan mürekkep olsa da, burada Daryl Hall piyano ve kavyeleri çalarken John Oates akustik ve elektro gitarı üstleniyor... bütün bunları yanında "duo" şeklinde ikili vokallerini de yapıyorlar.  

Hall & Oates'in müzikal tarzına soft rock ile R&B/ Soul birleşimi diyebiliriz. Hani onlar için dönemin disko kralları Temptation'un yanına koyarsak rock; Rock gruplarının yanına koyduğumuzda da soul kalır demek tam tamına uygundur. Yani çizginin tam orasında bir yerlerde oldukları için o dönemin rock dinleyici de bu gruba kulağını kapalı tutmazdı hani. 

İtiraf etmem gerekirse, hadi şöyle bir Hall & Oates dinleyeyim demişliğim olmazdı ama bu korona günlerinde bir çalayım dedim. Amanın aman bir 70'ler rüzgarı esti ki, sormayın gitsin hani. "Lady Rain" albümden ilk ve dayanılmaz favorim, ardından "She's Gone geliyor ki o zaten albümün liste parçasıydı. 

Hall & Oates'in "Abandoned Luncheonette" albümünde kapaktaki fotoğrafı Barbara Wilson çekmiş. Burası Pennsylvania'nın 40 mil dışında "Rosaldale isimli avcıların gittiği bir kırsal lokantaymış. Çekildiği dönemde terkedilmiş halde bulunan bu yapı albümün kapağı olmuş ve bunun yüzü suyu hürmetine 1983'e kadar orada kalmış. 

Daryl Hall ve John Oates yani Hall & Oates ve 1973 tarihli "Abandoned Luncheonette" albümü bu korona günlerinde değişik bir tat yakalamak isteyenler için bir fırsat olabilir.  

Aptulika
Koronavirüs Günleri









26 Nisan 2020 Pazar

KULAK MİSAFİRİ Playlisti - Parça Listesi


Radyo ODTÜ'de yayınlanan KULAK MİSAFİRİ programında bu pazar gecesi "Koronavirüs Günlerinde Hatırladıklarım ve Keşifler" yazılarımda yer alan grup ve albümlerden bir seçki yer aldı. 
Bülent Seyitdanlıoğlu'nun hazırladığı ve Bengi Dolgun ile birlikte sunduğu KULAK MİSAFİRİ radyo programında seçtiğim parçalarla konuk olmak harikaydı. Şu evde kalma günleri bittiğinde bir an önce Ankara'ya gidip bu güzel programda fiziki olarak da konuk olacağım. Ama playlisti yaparak da konuk olmak kıvanç vericiydi, böylece radyo hasretimi de giderdim diyebilirim. 
Bülent Seyitdanlıoğlu, Bengi Dolgun ve Radyo ODTÜ'ye beni konuk ettiği için teşekkürler.

Programın çalma listesini sırasıyla aşağıda görebilirsiniz. 


MERAL AKMAN'dan Koronavirüs Günlerinde Keşifler: BUFFALO



Bu yazıda, size Avustralya’nın ilk heavy metal gruplarından, Buffalo’dan bahsedeceğim.
Grup,  gözlerini kapatıp haritada parmaklarını değdirdikleri yerin ismini almaya karar verir. Tesadüf bu ya, parmak, Victoria bölgesinde bir kasaba olan Buffalo üzerinde durur. Böylece 1971 yılında Avustralya heavy metal efsanesi resmen kurulur. 





B harfiyle başlayan gruplar tutar kehaneti



Avustralya’lı müzisyenler denince aklınıza ilk kimler geliyor? 
“Nick Cave”, “AC/DC” ? Hadi “müzisyen” kısmını biraz daha özelleştirelim, Avustralyalı “rock” müzisyenleri deyince aklınıza kimler geliyor? AC/DC, Midnight Oil ve yakın zamanlardan INXS mi? Bir de yazılarımızı okuyanlar bir süre önce “Tamam Shud” ile tanıştılar veya hatırladılar. 
Avustralya “Oz (Aussie)” rock, İngiltere ve Amerika gibi 50’lerde başlayıp 60’larda iyice hızını alıp, bu ada/kıtayı sallayıp yuvarlamaya başladı. Başlarda “pub rock”, “surf rock” grupları vardı. Easybeats, The Atlantics, The Seekers, Little Pattie, Bee Gees, sonrasında işler ciddileşmeye başladı, Billy Thorpe & the Aztecs, The Masters Apprentices, The Missing Links, Kahvas Jute, Blackfeather, Rose Tattoo gibi gruplar Aussie rock’ı daha “blues”, daha “progressive”, daha “saykedelik” ve daha “sert” yerlere taşıdılar. 80’li yıllarda bunlara Yothu Yindi, Warumpi Band ve Coloured Stone gibi Avustralya Aborigin rock grupları katıldı.

Bu yazıda, size Avustralya’nın ilk heavy metal gruplarından, Buffalo’dan bahsedeceğim. Grup, 70’lerin başında, “Head” ismiyle Dave Tice, John Baxter, Paul Balbi, Alan Milano ve Peter Wells tarafından kurulur. Yaşadıkları bölge olan Queensland’de yeteri kadar şöhrete kavuştuktan sonra grup başarılarını “büyük şehre”, Sydney’e taşımaya karar verir.
Sydney’de tanıştıkları bir ajans, isminin başında “B” olan grupların daha hızlı ünlendiklerini söyler ve onlara “Beatles” ve “Beach Boys” u örnek olarak gösterir -gerçi Rice’ın tercihi daha çok Rolling Stones’tur-. Grup, “Balladong”, “Bundanoon” veya “Burrumbuttock” isimleri arasında düşünür taşınır ve sonunda gözlerini kapatıp haritada parmaklarını değdirdikleri yerin ismini almaya karar verir. Tesadüf bu ya, parmak, Victoria bölgesinde bir kasaba olan Buffalo üzerinde durur. Böylece 1971 yılında Avustralya heavy metal efsanesi resmen kurulur.
"Dead Forever" albümü

1972 yılında grup ilk 45’liğini çıkartır. John Baxter ve Peter Brett tarafından yazılan “Suzie Sunshine”’ı bir ay sonra ilk albümleri “Dead Forever...” takip eder. Grup o dönemde, dünyanın hemen hemen her yerinde olduğu gibi, sert tarzı nedeniyle resmi radyoların kara listesinde olsa da albüm satışları gayet güzel gider. Dave Rice, albümün kayıt sürecinde neredeyse hiç uyumadıklarını, konserler ve stüdyo arasında koşturup durduklarını anlatıyor bir röportajında, “tabi oldukça da sarhoştuk” diyor.

İkinci albüm kayıtlarına başladıklarında Alan Milano ve davulcu Paul Balbi gruptan ayrılır. Balbi’nin yerine Jimmy Economou davulların başına geçer. 1973 yılında Buffalo, “Black Sabbath”ın “Volume 4” turnesinin Avustralya ayağındaki iki konserin alt grubu olur. Gruba göre Black Sabbath onların “kurtarıcısı” olmuştur. Grup dağılmayı düşünürken plak şirketi, turnedeki performanslarını örnek göstererek onları devam etmeye ikna eder ve daha da iyisi, bu turnede grup “Vertigo” plaklarının dikkatini çeker ve grubun bundan sonraki albümleri “Vertigo Records” etiketi ile çıkar. “Vertigo” etiketi grubun İngiltere’deki bilinirliğine ciddi katkı sağlar.
"Volcanic Rock"

Vertigo ile çıkan ilk albüm, Volcanic Rock 1973 yılında yayınlanır. Bu albüm, bir önceki albümden oldukça daha “sert” ve daha “ağır”dır. Sadece hard rock ve heavy metal değil, aynı zamanda saykedelik ve progressive öğeler de albümü süslemektedir. Albümde yer alan “Freedom”, “Sunrise (Come My Way)” gibi listelere giren şarkılar gibi “Shylock” ve “Till My Death” zamanın, hatta günümüzün bile ötesinde parçalardır. 
Üçüncü albüm çalışmaları sırasında Buffalo, “Status Quo”, “Slade”, “Ritchie Blackmore’s Rainbow”, “Lindisfarne” ve “Caravan” gibi grupların Avustralya turnelerinde verdikleri konserlerde bu gruplarla birlikte sahne alır.
“Only Want You For Your Body” 

1974 yılında “Only Want You For Your Body” albümü çıkar. Bu albümde, grup saykedelik ve progressive etkileri bir tarafa bırakır ve son notasına kadar “heavy metal” bir albüm çıkartmayı tercih eder. “Dune Messiah” ve “What's Going On” benim bu albümde favori parçalarım.

1976 yılında “Mother's Choice” ve 1977 yılında “Average Rock 'n' Roller” albümleri piyasaya çıkar. Ancak, grup elemanları ufaktan kendi yollarına gitmeye başlamışlardır bile. Dave Tice, Paul Balbi’yi de yanına alarak memleketi Londra’ya döner ve birlikte “The Count Bishops” grubunun temellerini atarlar. Paul Welles bir başka Oz hard rock efsanesi “Rose Tattoo”yu kurar.

Avustralya’nın kısa ömürlü olmasına rağmen etkili ve gürültülü hard rock efsanesinin hikayesi böyle. Grup hakkında internette çok fazla bilgi bulunamıyor. Sizinle ilginç bulduğum iki yorumu paylaşmak istiyorum.

İlki, Dave Tice ile yapılan bir röportajdan: “Bize anlatacak çılgın hikayelerin var mı?” sorusuna Tice’ın cevabı,
“Dürüst olmak gerekirse o günler biraz bulanık ve her şey çılgıncaydı. Bir Ford Transit minibüse dört çılgın müzisyeni doldur, onları bir şeyler fırlatan kızlarla dolu yollara gönder ve üzerine canlandırıcı “baharatlar” ekle ve bir sirk elde et. Buffalo “kötü çocuklar” olarak ünlendi ve bunu hak ediyordu...”

Diğeri Classic Rock dergisi yazarlarından Geoff Barton’ın 2015’de yazdığı bir yazısından:
“Politik olarak yanlış 70’lerin ilkel Avustralya’sının ağır toplarından Buffalo’nun dünyasına hoşgeldiniz. AC/DC’yi “The Seekers*” gibi icra eden, Black Sabbath’ı sahnede sollayan bir grup. Ritchie Blackmore’un sabote etmek istediği grup. “I’m A Skirt Lifter, Not A Shirt Raiser” söylemini benimseyen ve öyle de kalan grup. Büyük ihtimalle duyup duyacağınız en iyi grup…” 

*The Seekers, Avustralya’nın sevimli mi sevimli bir pop-folk grubu 


Buffalo hakkında fikir edinmek isterseniz, sevdiğim birkaç parça aşağıda.

Buffalo - Freedom

Buffalo - Sunrise (Come My Way)

Buffalo - Shylock

Buffalo - What's Going On


KAYNAKLAR
https://ultimateclassicrock.com/buffalo-volcanic-rock/
https://www.loudersound.com/features/were-buffalo-the-original-aussie-heavy-metal-band
https://www.psychedelicbabymag.com/2011/08/buffalo-interview-with-dave-tice.html
http://www.i94bar.com/interviews/flashback-buffalo


25 Nisan 2020 Cumartesi

Rock Gruplarından Yardım İçin Maske



We Got Got Covered aracılığıyla satın alınan maskeler aracılığıyla elde edilen gelirlerin% 100'ü MusiCares COVID-19 yardım fonuna gidecek . Ulusal Kayıt Sanatları ve Bilimleri Akademisi'nin bir üyesi olan kar amacı gütmeyen kuruluş, vakfını koronavirüs pandemisi tarafından harap olmuş sanatçıları ve müzik endüstrisi profesyonellerini desteklemek için kullanıyor.

Kaynak ve haberin detayları için:
https://ultimateclassicrock.com/rock-band-face-masks/ 



24 Nisan 2020 Cuma

Koronavirüs Günlerinde Hatırladıklarım ve Keşifler 44


Al Kooper'a sıkı bir muhabbet duysam da nasıl olmuşsa bu grubu kaçırmışım. Ama neyse ki Korona Günleri'nde keşfetmek nasipmiş.  Blues ve rock'ın harika bir birleşimini sunan The Blues Project, "Projections" albümünde rock'n roll, saykodelik katılımlı ve 70'lerin pop tadını da hissettiren bir tadı bizlere sunuyor. 


Langırt faça, Atlantik'ten fıçı bira




The Blues Project
"Projections"
 (1966)
Verve / Folkways

Bu grupla ilk kez tanıştım ama grubun klavyecisi Al Kooper çok keyif aldığım ve dinlemekten vazgeçemediğim biridir. Hele ki onun Mike Bloomfield'la birlikte yaptığı bir albüm vardır ki, vazgeçilmezimdir. Ancak Kooper'ın bu grubuyla tanışmam bu korona günleri evciliğinde olacaktı. Sonuçta keşifleri severim, bu da çok güzel oldu hani. 

Bob Dylan'ın ikon başyapıtı " Highway 61 Revisited" albümünde çalan Al Kooper, o dönemin tanınan ve aranılan bir müzisyeniydi.  Ancak o plak kayıtlarında prodüksiyonda bulunmak ve aranılan bir stüdyo müzisyeni olmakla yetinemiyordu; farklı, kendine ait ve kafasındaki müziği yapmak istiyordu. İşte tam bu sırada, 1965'te gitarist Danny Kalb'ın kurduğu The Blues Project'e katılacaktı. Bu  dönemin saykodelik yapısını hissettiren bir blues rock grubuydu. Blues standartlarını canlı çalıp, doğaçlamalarla işlemek onları mutlu ediyordu. Zaten ilk albümleri GreenwhichVillage'daki Cafe Au Go Go'da yapılan bir konser kaydı olarak çıkacaktı. Bunun ardından da burada bahis konusu yapacağımız "Projections" isimli albümlerini yapacaklardı. 

Prodüktörlüğünü Tom Wilson'un yaptığı "Projections' albümünde The Blues Project kadrosuna şöyle bir bakarsak, 
Danny Kalb - gitar , vokal
Al Kooper - keyboards, vokal
Steve Katz - gitar , armonika , vokal ( "Flute Thing" de bas gitar)
Andy Kulberg - bas , flüt
Roy Blumenfield - (davul)
kadroda yer alıyordu. 

Bu zevkli albümün çıkışından sonra Al Kooper gruptan ayrılarak Blood, Sweat And Tears'a katılacaktı. Tabi bu grup da harikaydı ama The Blues Project için açıkcası talihsizlik olmuş demeden de edemiyorum. Grubun daha sonraki albümlerini de bir ara dinlemeye çalışacağım, bakalım Kooper olmadan nasıllarmış diye. 

Şimdi de albümdeki parçalara şöyle bir göz atalım ve haddimizi aşmaksızın not düşüp, bir iki kelam edelim...

"I Can't Keep From Crying Sometimes" : Albümün açılış parçası ve iyi bir davet etkisi yapmış diyebilirim. Kooper'ın bu parçası saykodelik ve gospel birleşiminde enerjik bir çalışma. 

"Steve's Song" : Andy Kulberg'in flütü ve Kooper'ın klavyesiyle harika bir barok motifle yapılan introdan sonra başlayan parça gitarist Steve Katz tarafından yazılmış.  

"Two Trains Running" : Muddy Watrers'a saygı niteliğindeki bu parça 11 dakikayı aşan süresiyle albümün en uzun çalışması. Bu parçanın konser yorumlarında doğaçlamalarla daha da uzayacağını düşününce insan, o yıllarda orada olmadığına yanıyor. Bu harika blues yorum albümden en çok dinlediğim ve doyamadığım parçası. Bu çalışmada da hissedildiği gibi Ten Years After tadında bir yaklaşımları var. 

"Wake Up Me, Shake Me : O dönemde grubun konserlerini kapatırken çaldığı geleneksel bir şarkıymış. 

"Flute Thing" : Caz yapılı bir Kooper çalışması ama parçanın kahramanı flütçü Kulberg. Parçada Kulberg'le birlikte Kooper, Kalb ve davulcu Roy Blumenfield'in soloları birbirinin ardısıra geliyor. 

"Caress Me Baby":  Yedi dakika 19 saniye ile albümün "Two Trains Running" den sonraki ikinci uzun parçası ve en az onun kadar etkileyici bir blues yorumu. 

Albümün kapağında The Blues Project elemanları beşi bir yerde dizilip poz vermişler ve Jim Marshall'da fotoğraf makinesiyle bu anı sabitlemiş. O yıllarda çok önemsenen bir görsel olamayabilir ama aradan 54 yıl geçmiş ve şimdi önemi büyüyor... zira Marshall o anı ve tabi 60'lı yılları sabitlemiş ve bugüne izini taşımış. Bu görüntü Amerika'da ama sanki o yılların Beyoğlu'nda da olabilirdi. Sınırları aşan ve o dönemi yansıtan bit fotoğraf. Aklıma Suavi Karaibrahimgil'in " Sene 1965" şarkısı geliverdi ve başlığa, "Langırt faça, Atlantik'ten fıçı bira" demek geldi ve tabi dedim de.

Blues ve rock'ın harika bir birleşimini sunan The Blues Project, "Projections" albümünde rock'n roll, saykodelik katılımlı ve 70'lerin pop tadını da hissettiren bir tadı bizlere sunuyor. Sizi bilmem ama ben bir haftadır onları dinlemekten burada takılı kaldım ve yeni albüm yazamadım. Yani The Blues Project aklınızda olsun derim. 

Aptulika
Koronavirüs Günleri





Koronavirüs Günlerinde Keşifler KULAK MİSAFİRİ'nde


Bir hafta sonra Ankara'da "Cem Karaca'dan Zappa'ya" sergimi açacaktım. Ve tabii oraya gidince ilk hasret gidereceğim dostum Bülent Seyitdanlıoğlu'nun harika radyo programına konuk olacaktım. Bunları aylarca planlıyor ve günleri iple çekiyorduk... Ancak korona günleri gelecek ve hayallerimiz suya düşecekti. ( Ha bu arada şu günler geçsin gene olacak) 
Bütün bunlara rağmen Bülent'in radyo programı KULAK MİSAFİRİ'ne bu pazar konuk oluyorum. Nasıl mı? Onu da Bülent Seyitdanlıoğlu bizlere anlatsın.
APT


Bu Pazar KULAK MİSAFİRİ'nde

Her an izini sürdüğüm ve içerisinde yer almaktan onur duyduğum müzik bloğu Blues Perişan, bir Aptülkadir Elçioğlu alamet-i farikasıdır.
Türk Karikatürünün olduğu gibi aynı zamanda yazı ve çizgileriyle rock'n'roll tarihimizin de önemli figürlerinden can dost Aptülkadir Elçioğlu, bu olağanüstü koronavirüs günlerinde 60 ve 70'lerin izini sürdü; olağanüstü şarkıları ve mücevher değerinde toplulukları günyüzüne çıkararak bunları Blues Perişan'da yazdı ve yazmaya devam ediyor.
İşte, bu keşiflerin izinde bu hafta Aptülkadir Elçioğlu'nun seçtiği şarkılara yer veriyoruz Kulak Misafiri'nde; başka bir ifadeyle bu hafta Kulak Misafiri can dosta emanet.
Teşekkürler Aptülika...


Can Gox'tan Yeni İngilizce Şarkı




Can Gox’un yeni şarkısı ‘Only The Pain’ bugün, Universal Müzik Türkiye ve 1877pm iş birliğiyle tüm dijital platformlarda yayınlanıyor. 
Can Gox’un bir şehir şarkısı olarak tanımladığı ‘Only The Pain’in sözleri ve bestesi James Önder’e, düzenlemesi de Erdem Tarabuş’a ait.
Can Gox, bu şarkıyla birlikte korona virüs salgını sebebiyle öncelikle tüm sağlık personeline olmak üzere hayat döngüsünü sürdürebilmemiz için temel gıda malzemelerimizin tedarik aşamasında emek vererek toplum adına çalışan herkese teşekkürlerini de bu şarkı vasıtasıyla ilettiğini belirtti.

‘Only The Pain’i dijital platformlar üzerinden dinlemek ya da satın almak için: 
https://UMGTurkey.lnk.to/OnlyThePain

‘Only The Pain’in videosunu izlemek için: 
https://youtu.be/5EpV4u63R5I



23 Nisan 2020 Perşembe

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 143




Alice Cooper, Neil Gaiman, Michael Zulli
 "Günaha Son Çağrı"
Çeviri: N. Aslı Can
Marmara Çizgi
 (İlk Baskı: 2015)


Aptul beni kitaplar, özellikle fantastik kitaplar hakkında yazmaya teşvik edince, ben de yüz buldum bir de çizgi roman yazayım dedim. 

Şanslı bir çocuktum, ailem çizgi roman okumama karşı çıkmak şöyle dursun, beni bu konuda cesaretlendirdi. “Teksas, “Tommiks”, “Mandrake”, “Atlantis” derken, zaman içinde grafik roman ile tanıştım. Çok da sevdim. 
İlk okuduğum grafik roman kahramanı “Sandman” oldu. O günden beri “Neil Gaiman”’ın sıkı bir takipçisi olmaya çalışıyorum. Hakkında bir şeyler paylaşmak istediğim kitap da Neil Gaiman eli değmiş bir grafik roman, “Günaha Son Çağrı”. Kitaba geçmeden önce, yazarlar, çizerler ve “Şovmen” hakkında birkaç kelam edeyim. 
Yazar, “Neil Gaiman”, fantastik edebiyatın rock starı, şapkanın hiç yakışmadığı adam. Yazmaya gazeteci olarak başlayan Gaiman’ın ilk kitabı “Duran Duran”ın biyografisi. “Alan Moore” hayranı, kitaplarının cinsiyetleri olduğuna inanıyor, konuşan bir kedisi var ve Terry Prtachett’in söylediğine göre arabasında on beş günden fazla kalan bütün kasetler karışık Queen kasetine dönüşüyor. 
Neil Gaiman

Çizer, “Michael Zulli”, rock müzik dinleyicisi, yeni nesil (karanlık) “Ninja Turtles” çizgi romanlarının çizeri ve çevre savaşçısı.
Şovmen, “Alice Cooper”, dünyalılar arasında “Vincent Damon Furnier” olarak biliniyor. “Metalin Babası”, biraz “Frankenstein”, az bir şey “Dracula”, her şovun sonunda kafası kesilerek infaz ediliyor ve her seferinde yeniden doğuyor.
Alice Cooper ve Neil Gaiman

Cooper ve Gaiman, bir telefon konuşmasıyla tanışır, bir otel odasında bir araya gelir ve kıtalararası görüşmeler sonucunda, Alice Cooper’ın ana hatlarını anlattığı bir hikâye çıkar ortaya. Mike Zulli çizimleri, “Sandman” serisine eli değmiş “Todd Klein”da kaligrafileri tamamlar ve 1994 yılında “Alice Cooper” aynı isimli albümü “The Last Temptation” ile eşzamanlı basılır.
“The Last Temptation” 

Kitabın hikayesi bilindik bir hikâye. Kahramanımız “Steven”ı, Alice Cooper dinleyicileri tanıyorlar. İlk olarak 1975 yılında “Welcome to My Nightmare” albümünde, kabuslar gören küçük bir çocuk olarak tanıştık onunla. “Steven”, sıkıcı kasabasında, ufak tefek ve silik olmanın ağırlığıyla, okulun zorbalarının baskıları altında ergenliğe geçmektedir. Cadılar Bayramından bir gün önce, “Şovmen” tarafından, daha önce orada olmayan bir tiyatroya, “Gerçeğin Tiyatrosu (Grand-Guignol)”na girmesi için ikna edilir. Sınırlı sayıda kişinin içeri girebildiği bu tiyatroda her şey “bedava”dır. Steven orada geleceğini görür. Büyük şehirde öldüğünü, küçük kasabasında çürüyüp gittiğini, makineler, arabalar tarafından ezildiğini, güvendiği ailesinin dağılıp gitmesini, kendisine ait olmayan fikirleri kafasına sokmaya çalışan medyayı izler. Oyunun sonunda “Şovmen” Steven’ı eve yollar ve söz verir, “Şimdi git, ama kaygılanma Çocuk, fazla uzağında olmayacağım”. 

Cadılar Bayramı gecesi Steven tiyatroya geri döner. Gerçekte ne istediğine, hayatına nasıl devam edeceğine karar vermiştir. Yıllardır kasabaya kabuslar yaşatanın ne olduğunu anlamıştır ve “korkak” olmadığını kendine ispatlamaya kararlıdır.
“Günaha Son Çağrı”, bir rock’n roll, baştan çıkarılış ve geleceğe dair kararlar verme hikayesi. “Alice Cooper’ın “yeniden doğuş albümü”, “The Last Temptation” eşliğinde okuması da ayrıca keyifli. Okuyup bitirdikten sonra, çizimlerdeki detaylara, tabelalara, tişörtler üzerindeki yazılara bakmak için geri dönmenizi tavsiye ederim çünkü tahmin edilebilir olsa da sizi sürprizler bekliyor.
Çizgi roman’dan sahnelerinde yer aldığı “Lost In America” parçasının klibi de aşağıda.
https://www.youtube.com/watch?v=8g6zV-FIxGU

KAYNAKLAR
https://kayiprihtim.com/liste/neil-gaiman-hakkinda-bilmediginiz-14-sey/
https://a4d.fandom.com/wiki/Steven_(Alice_Cooper_character)
https://kahramangiller.com/cizgi-roman/gunaha-son-cagri-alice-cooper-ve-neil-gaiman-bir-araya-gelirse/


Meral Akman





Marian Faithfull, Covid 19 tedavisinden iyileşerek çıktı.


Marian Faithfull, üç haftalık tedavi sonrasında iyileşti

Son günlerde malum virüs yüzünden popüler müzik dünyası bir çok kayıp verdi.

Ancak dün gece Londra'dan çok güzel bir haber geldi.

Geçtiğimiz günlerde Covid 19'u pozitif çıkan rock dünyasının ikonik şarkıcısı Marian Faithfull, Londra'da bir hastanede tam üç haftalık tedavi sonrasında iyileşerek taburcu olmuş.

Avusturya'lı bir baronesin kızı olan Marianne Faithfull, Rolling Stones denilince ilk akla gelen isimlerden. Brian Jones, Keith Richards ve Mick Jagger, O'nun peşinden epey yuvarlandı; O'da Rolling Stones'un. 

Rolling Stones klasiği olarak belleklere kazınan" Sister Morphine" O'na ait. Mick Jagger Keith Richard ikilisinin ilk bestesi "As Tears Go By" la çıktığı müzik yolculuğunda, kült bir şarkıcı ve şarkı yazarı olarak yoluna devam ediyor ve an itibarıyla da tam 73 yaşında.

Biz buradan Marianne Faithfull ve rock dünyasına geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz.


22 Nisan 2020 Çarşamba

Sadece bizim değil DÜNYANIN ÇOCUKLARI için



Bu 23 Nisan ve ellili yaşlarımı tamamlayacağım bir çocuk gibi hala heyecanlanabiliyorum. Aslında bu heyecan hiç bitmedi, her 23 Nisan geldiğinde sanki şiir okuyacak, folklor ekibiyle alana çıkacak bir bayram çocuğuna dönerim. Bir bayram, insanın çocukluğuna bu denli oturur ve onun hayatında iz bırakır mı? 
İlkokuldayken hep üzülürdüm, dünyadaki başka ülkelerin çocukları ne bahtsız diye. Öyle ya Çocuk Bayramı olan tek ülkeydik. 
İlkokul bittiğinde 23 Nisan'ın aslında Meclis'in kurulduğu yıl olduğunu kavrayacaktım. Peki neden çocuk bayramı? Kurtuluş Savaşı'nın kararları bile oradan alınmış, bir ülkenin bağımsızlığının ve egemenliğinin simgesi... Çocuk ne alaka?  İşte bu soruya eskiden beri bildiğimiz bir fotoğraf cevap verecekti.  İsterseniz şimdi fotoğrafın öyküsünü dinleyelim, hem de oradaki çocuğun dilinden...

”Fotoğrafın çekildiği gün okuldaydım. İkinci sınıftaydım. Atatürk Konya Mevlana Türbesi’ne yakın bir yerde olan Şems isimli güzel okulumuza geldi. 1922 senesiydi. Yengem ve dayılarım benim için şapka yaptırmışlardı. Atatürk geldiğinde o şapkayı takmıştım. Öğretmenlerim Atatürk’e götürmem için bana bir buket çiçek verdiler, yanına gittim, korkuyla çiçekleri takdim ettim.
Bana kimin kızı olduğumu sordu, sevinçle beni kucağına alarak ‘Aferin, ilk şapka giyen sen oldun. Arkadaşlarını, çocukları, okulunu seviyor musun?’ diye sordu. ‘Çok seviyorum Paşam’ dedim. Atatürk de ‘O halde her sene dünyanın her yerinden çocukları davet edelim birlikte oynayın, kaynaşın’ dedi. 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın oluşumunda benim Atatürk ile olan bu diyaloğumun da payı olmasının sevinç ve gururunu yaşıyorum.

O fotoğrafta Atatürk'ün yanındaki sevimli küçük çocuk Nuriye İdil böyle anlatmıştı. Doksanlı yaşlarının son çeyreğinde Nuriye İdil, 23 Nisan 1922’de Konya’daki okullarına gelen Atatürk ile yaşadığı o anı pırıl pırıl bir zihinle en ince ayrıntısına kadar hatırlayıp, bizlere anlatıyordu. 

İzmir’in Urla ilçesinde 2013 yılında, 102 yaşında kaybettiğimiz Nuriye İdil,  kendisiyle yapılan son röportajda Atatürk’ün fotoğrafı daha sonra Konya’ya kendisine hediye olarak gönderdiğini söyleyerek;

”Fotoğraf çekilirken Atatürk’ün yanında olduğumdan çok heyecanlıydım, zangır zangır titriyordum. Atatürk öyle bir adamdı ki gözlerine bakamazdınız. Projektör gibi gözleriyle içinizi okuyan çok yakışıklı, çok güzel bir adamdı. Sesi gayet mülayim, otoriter bir asker sesi değil, tatlı bir sesi vardı” diye konuşmuştu.

Bir devlet adamı olmanıza bile gerek yok, bir yetişkin olarak bir çocuğu böylesi ciddiye alıp, ona fotoğrafı ulaştırmak bile başlıbaşına büyük incelik. Mustafa Kemal, çocukları önemsiyordu çünkü bir ülkenin geleceğiydi onlar. İlericilik bu demekti ve TBMM'nin kurulduğu günü çocuklara bayram olarak adıyordu. Çünkü o aydınlanma devrimini yeni nesiller ileriye taşıyacaktı. Nuriye İdil'in röportajında, "Atatürk de ‘O halde her sene dünyanın her yerinden çocukları davet edelim birlikte oynayın, kaynaşın’ dedi." bölümü de can alıcıydı hani. Mustafa Kemal, sadece bizim çocuklarımızı değil tüm dünyanın çocuklarını, renk, dil, ırk, sınıf ayrımı yapmaksızın kavrayan bir devrimciydi. Hani bizim hamaset dolu nutuklarımızda savaşlardan bahsederiz ama Mustafa Kemal bağımsızlık ve kurtuluş için savaşmıştı. O savaş bitince de tüm dünyanın (hatta savaştığı ülkelerin bile) çocuklarını sevgiyle kavrayacaktı. Çünkü çocuklar yarın demekti. Kurtuluş Savaşından sonra uygarlık, aydılanma için mücadele edilecekti. 23 Nisan benim aklıma hep bunları getiriyordu ve şimdi bu yüzyıl önceki fotoğraf da bunu iyice netleştirdi. 

Yazının başında Nuriye idil'in o yüzyıl önceki resminin yanına son fotoğrafını da koydum. O hamasi nutuklardan daha çok şey anlatıyor. Hiç bir zaman geçmişe değil ileriye bakmak ve tabi ilerici, devrimci olmak. Çok teşekkürler Nuriye İdil, bizlere 23 Nisan'ın önemini hatırlattığınız için. Saygılarımla

Aptulika 
22 Nisan 2020
23:29
(Yüzyıla yarım saat kala)


Nuriye İdil röportajının yer aldığı kaynak :
https://mustafakemalim.com/ataturkun-kucagindaki-sevimli-kiz-nuriye-idil/



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...