30 Ekim 2018 Salı

Kısa bir aradan sonra... YELKENLER FORA!


Gene bir ara vermeden sonra yazılması gereken bir yazıya başlıyorum. Bu ara vermeler küskünlük ya da umut yitiminden oluyor çoğu kez. Nasıl mı? Kimi zaman önem verdiğiniz bir yazıyı kimse iplemiyor. Kimi zaman da bir arpa boyu yol gitmediğinizi sanıyorsunuz. Dağ dağa küsmüş dağım haberi yok misali bir şey yani. Böyle ruh hallerinde de Blues Perişan paylaşımlarına ara veriyorum. 
Bu seferki ara verme biraz daha farklı oldu hani. 5 Ekim'den sonra donmuş gibi yazılara ara verdim ve hiç birşey paylaşmak istemedim açıkcası. 5 Ekim tarihinde Blues Perişan radyo programına başlayacağımı duyurmuştum ama bu sözümü yerine getiremedim. O günden bu yana donmuş vaziyetteyim ve ne yazabildim ne de paylaşabildim. Neyse fazla uzatmaya gerek yok yeniden toparlanıp, devam ediyoruz işte. Radyo programı mutlaka olacak ama ne zaman onu şimdi ben de bilemiyorum. En azından şu an eldeki tekne olan blog'dan yola devam edeceğim. Bu arada başka tekneler de alma niyetim var onları da zamanı gelince açıklarım. Madem nefes alıp, veriyoruz yapacak bir şey yok pupa yelken yola devam. Hiç bir şey olmazsa tekneyi bir ıssız adaya çeker, orada yazıp çizdiğimi bir kağıda döker, boş bir şişenin içine koyup denize atarım, artık kim bulur okursa. İşimiz yazıp çizip paylaşmak olmuş bir kere... iyi ki de olmuş.
Her neyse ara bitti, yolculuk devam ediyor. 
Blues Perişan blog'da yenilikler var. Yazarlarımızdan Cenk Akyol artık dünya çapında tanınıyor. Şaka bir yana bu hafta Cenk Akyol dış basında bir röportajda yer aldı. Bu konu ile detayları bir sonraki yazıda paylaşacağım.
Blues Perişan yazarı Meral Akman yeni bir yazı hazırladı, onu da ilerleyen günlerde okuyabileceksiniz. 
Son sürprizimizde yeni bir yazar daha aramıza katılıyor. Kim mi? Biraz merak edin bakalım. Pek yakında diyelim ve bir virgül atalım. 
Tekrar merhaba. Blues Perişan'ı takip edin, okuyun , okutun, paylaşın, duyurun! Amaney. 

Aptulika

21 Ekim 2018 Pazar

JOURNEY'in Vokalisti Steve Perry'nin Dönüşü




Seksenlerin simgesi olmuş hard rock grubu Journey'in efsane vokali Steve Perry uzunca bir aradan sonra yeni bir solo albümle geri döndü. 5 Ekim 2018 günü piyasaya çıkan "Traces" albümü ile ilgili birşeyler yazayım dedim. Buyrun o halde aşağıda okuyabilirsiz.  



Eski rock gruplarının yeniden dönüş albümleri çoğu zaman hayal kırıklığı yaratabilir. Genellikle herkes o grubun efsane dönemini tekrar yaşamak ister ama bu artık olasılık dışındadır. Heraklitos'un dediği gibi "Bir nehirde iki defa aynı su ile yıkanılamaz." Zaman  değişmiştir, ne biz ne onlar aynı değilizdir ama hayranlığın kuralıdır bu, o günler tekrar yaşansın istenir.  Hoş bunu başaranlar da vardır hani. Halk arasındaki deyimi ile esnaf maharetiyle o çeyrek asır öncesi bir tiyatro sahnesi gibi günümüze taşınır ve böylece alan razı, veren razı hesabıyla olay tatlıya bağlanır. Ancak o eski samimiyetten eser yoktur yani sahici değildir ama kimin umrundadır ki?
Eskiden heyecan verici olsa da yeniden dönüş haberleri artık benim ilgimi pek çekmiyor, hatta biraz da pazarlama faaliyeti gibi geliyor. 
Melodik hard rock'ın müstesna grubu Journey'in efsanevi vokalisti Steve Perry'nin çeyrek asır aradan sonra yeniden dönüş yaptığı solo albümü "Traces"in haberini de yukarda yazdığım kuşkularla karşıladım. Açıkcası albüme elimi bile sürmedim. Herşey eskisi gibi kalsın dedim, eh öyle ya şimdi kalkıp dinlediğimde eskinin o devi bir anda kavır repertuar yapan bir bar müzisyenine dönebilirdi. Bu düşünceler içindeyken "Traces" albümünün kapağı ilgimi çekecekti ve böylece müziğe de biraz kulak kabartacaktım. Belki bir çok Journey tutkunu, "Ne olmuş o eskilerin efsanevi sesine" diyecek olsa da bu benim için en ideal sonuç olacaktı. Yeniden dönüş için bir pazarlama değil yepyeni bir albümün doğuş sancılarının sonucuydu bu. Sözün özü, bu yeniden dönüş, eski günleri hafızalarda canlandırıp, efsane yılların parsasını toplamak için değil; yepyeni bir çalışma fikrinden kaynaklanıyordu. 
Steve Perry'nin solo albümü "Traces"in ne mene birşey olduğunu anlatmaya biraz ara verip, şöyle bir eskilere gidelim. Steve Perry 1977 yılında Journey grubuna vokalist olarak katılmıştı. Vokalindeki kendine has tavrı ile dikkat çeken Perry, hard rock grupları içinde Journey'e de melodik tavırlı bir ayrıcalık kazandıracaktı. Rock vokalinin ayrıcalıklı seslerinden olan Perry grubu Journey ile birlikte seksenli yıllara damgasını vuracaktı. 1986'ya kadar bu efsane grubun vokalistliğini yapan şarkıcı 1996'da Journey'in yeniden kuruluşunda da yer alacak ama 1998'de sağlık sorunları sebebiyle sessizliğe gömülecekti.  
O sessizlik döneminden bu yana 20 yıl geçmiş ve Steve Perry ile "Traces" isimli bir solo albümle yeniden karşılaşma imkanı bulduk. Şimdi gelelim yazının başında bahsettiğim konuya. Albüm eski günlerin coşkusunu yaşatmayı amaçlayan hatta efsaneyi harlatıp, milletin gazını almaya çalışan yeniden dönüş albümü değil. "Traces" albümünün öyküsü şöyle gelişmiş... Steve Perry 2012 yılında yaşam arkadaşı Kellie Nash'ı kanser hastalığı sonucu yitirmişti. Sanatçı bu acı olayın ardından içine kapanıp, inzivaya çekilmek yerine Nash'a olan sevgisini müzikle yaşatmak istemiş. Böyle olunca da 2014 yılından itibaren içindekileri şarkılara dökmüş ve bu albüm ortaya çıkmış. Bu nedenle "Traces" albümü yumuşak dokunuşlu baladlardan oluşmuş. 
5 Ekim 2018 günü piyasaya çıkan "Traces" albümü o eski Journey günlerinin gölgesini temcit pilavı gibi sunmuyor. Bu nedenle derin dondurucu da bekletildikten sonra çıkarılıp, mikro dalga fırında ısıtılıp sunulmuyor. Böyle olması da bana daha samimi geldi. Albümde benim için can alıcı bir diğer nokta da Steve Perry'nin sesinin bugünkü tadı. Tanımlamam gerekirse Mayıs ayında çıkan ve 15 gün sonra aynı ekşi tadı bulamayacağınız can eriği gibi. O erik tuza banılarak yenir ki, yanında bir de rakı olunca tadına doyum olmaz. İşte ben de Steve Perry'nin yeni solo albümü "Trace"yi öyle dinliyorum şimdilerde. O eriğin o tadı 15 gün sürerdi en babasından, sonrasında yumuşar ve aklı başınızdan alan eksiliği giderdi... Oysa Perry'nin bu albümü çıkalı 15 gün oldu olacak ama tadı hala devam ediyor. 

Aptulika








5 Ekim 2018 Cuma

Sahte Rakı, Arsen Lupen Taksim Sahnesinde!


Blues grubu Sahte Rakı konserlerine devam ediyor. Grup bu gece saat 22.00'den itibaren Arsen Lupen Taksim Sahnesinde konsere çıkacak. 
Sahte Rakı grubunun armonikacısı Dinçer Tuğmaner, 
"İlk defa sahne alacağımız için heyecanlandığımız Arsen Lupen Taksim konserimize hepinizi bekliyoruz. Muhteşem bir Blues & Rock'n Roll bombardımanına hazır olun. " sözleriyle konseri heyecanla beklediğini belirtiyor. 

Arsenlüpen taksim
Mis Sokak no:15/4, 34000 Beyoğlu

4 Ekim 2018 Perşembe

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 79


Geçen yıl  "Sait Faik'ten Kafka'ya" sergim nedeniyle bir ay boyunca Ankara'daydım. Nereden bakarsanız bakın çeyrek asırdır buralara gitmemiştim. Oysa doksanların başında Ankara'ya mekik dokurdum. Kimi zaman bir konser kimi zaman da Mavi Tren aşkı bu yolculuklara vesile olurdu. Ha bir de o yıllarda yılda bir defa TRT TV'sine konuk olmak için giderdik. Tabi Hıbır Mizah dergisi adına gittiğimiz üniversite söyleşilerinin haddi hesabı yoktu hani. Bu arada ODTÜ söyleşisindeki öğrencilerden kim bilir kaçı şimdilerde profesör olmuştur bilemeyiz. 

Ankara benim için anılarda kalmıştı. 25 yıldır, bir iki istisna hariç ( o da dostlar alışverişte görsün hesabı) ayağımı sürmedim. Hem zaten o eski yolculuklarımın Mavi Tren'i ve lokantası da yoktu artık. 
Geçen yıl İstanbul'daki sergiden sonra Ankara değil İzmir'de devam edecektik ama her ne hikmetse olamadı. Yani kafamda Ankara sergisi yoktu hani... can dostum Gonca (Kayabekman) ne yaptı etti, bu sergi gerçekleşti ve bunca yıl aradan sonra ben de Ankara'ya gidebildim. Gittim ama biraz da tedirgindim doğrusu ; çeyrek asır sonra vakti zamanımın tutkunu olduğum şehrini bambaşka bulabilirdim diye. Açıkcası korktuğum olmadı ve aynen buldum başkenti. Ha bu arada eskiden de bütün Ankara diye turladığım ve bildiğim Çankaya belediye sınırlarındaymış ya neyse.
Ankara'da sergi için bir ay boyunca kaldım. Akşamları otele gitmeden önce Kızılay'da gezinip, demlenmek için bir yer ararken gözüme İstanbul'dan bildiğim bir yer takıldı. Burası Nazım Hikmet Kültür Merkezi'ydi ve bir kaç kez oraya takıldım. Bir gün bir de baktım ki yanında Yenişehir Meyhanesi var. Tabiki oradayım, bulduğum masalardan birine oturdum. Karşıma da Nazım Hikmet'in bir resmi rast gelmez mi, işte o an keyfe diyecek yoktu. Hemen bir şişe rakı ve yanına eşlik eden meze söyledim. O gece orada benden başka üç kişinin oturduğu masa vardı ve gecede böyle geçti gitti. İçimden hafta içi pazartesi gecesi diye bu kadar tenha diye geçirdim. Güzel bir gecenin ardından hesabı istedim. Hesap geldi gelmesine ama hesap pusulasının yanında bir de kitap vardı. Nazım Hikmet Kültür Merkezi'ne bağlı bu meyhanede kitap hediye ediliyormuş. İşte yukarda resmini gördüğünüz kitap o geceden güzel bir anı ve bunu sizlerle paylaşayım dedim. 
Dilerim bu uygulama diğer meyhanelere de sirayet eder. Düşünsenize içtikten sonraki sabah uyandığınızda bir kaç şiirle çakır keyifliğiniz devam ediyor. Bu kafayı cacığa düşüren içmelerden daha iyi değil midir? Valla yayınevleri bunu bir düşünsün derim, şairlerin seçme şiirlerinden ince kitaplar basılabilir. Hatta eskiden gazetelerin ilk baskılarına "meyhane baskısı" denirdi bunlara da aynı isim verilebilir hani. Kimbilir belki içmeler de adam gibi olur böylece... ne dersiniz?



O gün meyhanede hediye edilen Edip Cansever kitabı tam isabet olmuştu. Bir hayli şiir külliyatım olsa da Edip Cansever şiiriyle pek buluşmamıştım. Böyle olunca da o hediye bana yeni kapı açacaktı. 

Edip Cansever'in "Masa da masaymış hani" şiirine kulak aşinalığı dışında başka bir tanışıklığım olmamıştı. Hatta on yıl önce bir dergi de yazılara eşlik eden (vinyet) çizimler yaparken bu şairimiz karşıma çıkmıştı. Tabi Cansever'in güzel bir çizimini yaptım ama yayınlanamadı. Ben şairimizin portresini gülümser bir şekilde çizmiştim. Bunda ne gariplik vardı derseniz, ben de o gün öyle demiştim. Editörüme çizimimin neden yayınlanmadığını sorduğumda ise yaptığım vahim hatayı anlayacaktım... Edip Cansever'in güldüğü pek görülmemiş. O günden sonra şairin bütün fotograflarına birbir baktım, tek bir kare olsun gülerken bulamadım. Hâlâ arıyorum ama nafile bulamadım. Aslına bakılırsa o gece hediye edilen kitabın sayfalarını ertesi gün uyandığımda şöyle bir  çevirdiğimde bu gülemeyişin cevabını "Mendilimde Kan Sesleri" şiirinde bulacaktım. 
Buyrun bakalım o şiirden bir bölümde ne diyormuş Cansever, 


" Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir "

Cansever bu şiiri 1970'lerin acılı günlerinde 12 Mart cuntası dönemi için yazmış. Gülememesi o günlerden mi baki kalmış bilinmez ama şiirine uzak kalmak büyük kayıpmış. Ben şimdi bu açımı kapamaya çalışıyorum. Size de önerim şiir hayatımızdan ne kadar uzaklaştırılsa da şiirsiz kalmayın derim. 
APTULİKA

3 Ekim 2018 Çarşamba

MOJO TOWN bu cumartesi Kadıköy'de BLUES rüzgarı estirecek!


Ekim 2011'de Murat Çayır, Bora Biçer, Ulaş Tercan ve Coşkun Kanlıkoyak tarafından kurulan Mojo Town ülkemizde  Blues'un seçkin örneklerini sunan gruplarımızdan. 
Mojo Town şu sıralar Kadıköy AĞAÇ EV'de vereceği konsere hazırlanıyor. 
6 Ekim 2018, cumartesi saat 21.30'da başlayacak konserde Texas blues tarzındaki örneklere yer verecek olan grup, daha önceki konserlerinde çaldıklarından tamamen farklı bir repertuarla dinleyicisinin karşısına çıkacakmış. 




ULAŞ TERCAN - Bas Gitar
MURAT ÇAYIR - Vokal / Armonika / Akustik Gitar
BORA BİÇER  - Vokal / Elektro Gitar
COŞKUN KANLIKOYAK - Davul




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...