27 Temmuz 2023 Perşembe

Yılmaz Hocam, Sistem Çöktü!



Sanatçıların yaşamının her anında üretken olması ve de çok farklı alanlarda başarılı işler yapması her zaman iyi bir şey değildir. Neden olacak ki, sizi herkes en son yaptığınız işle anar ve öyle bilir. Bugün Yılmaz Gruda'nın ölüm haberini aldığımda böyle düşündüm ister istemez. 

Yılmaz Gruda'nın asıl alanı tiyatroydu ama aynı zamanda şair, yazar, sinema oyuncusu, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni, televizyon yapımcısı, çevirmen ve böyle devam eden bir dizi maharete sahipti... ama ölüm haberi verilirken herkes onu en son oynadığı televizyon dizisi İşler Güçler'deki Rüstem Abi karakteriyle hatırlayacaktı. Orada eski bir Yeşilçam figüranının yaşlılık halini oynuyordu. Yıllarca hep geri planda kalmış bir figüranının hayallerini öyle güzel canlandırıyordu ki akıllara bu haliyle kazınacaktı. 

Bugün ölüm haberinden sonra bir arkadaşımla konuşurken onunla tanıştığımı ve bir zamanlar aynı dergide çalıştığımızı , onun yazılarına vinyet çizdiğimi söyleyince arkadaşım bana, "Kim bilir ne matrak ne acıklı anıları vardı o yazılarda" demez mi? Şaşırdığımı gören arkadaşım, "Yeşilçam'da figüranlık anıları" demez mi!... O dizideki rolünde o kadar güzel oynamıştı ki, bu yüzden arkadaşım Yılmaz hocayı eski bir  Yeşilçam figüranı sanmaktaydı. 

Yılmaz Gruda'yı ben ilk olarak 1970'li yılların TRT televizyon yayınlarında tiyatro oyunlarından aklıma mıh gibi kazınan bir tiyatrocu olarak tanıyacaktım. Gene aynı dönemlerde Ayşen Gruda ile evliliğinde bu ilgi devam edecekti. Ancak bir de radyoda yaptığı "Naftalinli" dediği eski anılarını anlattığı bir program kafamda yer edecek ve çıkmayacaktı. Yeşilçam'a gelince bir figüran değil ama sevimli, babacan ve ağdalı konuşan bir karakter oyuncusu olarak hatıralarımıza oturacaktı. Tiyatro oyuncularının diksiyonu çok önemlidir ve Gruda bu konuda büyük bir hoca sayılır ve o sesi radyo tiyatrolarından ve dublajlardan da biliriz. 

O davudi sesi duyduğumuzda hemen elinde piposuyla "monşer" edasıyla bir imaj yüklenirdi kafamızda. Hoş eski fotoğraflarında elinde bir pipo da mutlaka bulunurdu. Bıyıklarıyla pipo ve o ses adeta onun bir alameti farikasıydı. 15 yıl önce onunla tanıştığımda da hala o pipo, bıyık ve sese eşlik ediyordu. 

Hayat bu ya o çocukluk, gençlik devimle aynı dergide çalışır olmuştuk. Üstüne üstlük onun yazdığı yazılara vinyet (dergide ya da gazetede yazıya eşlik eden çizim) yapıyordum. Hatta ustanın yazdığı bir kitabı da resimlemiştim. 

O zamanlar çalıştığımız o dergi sosyalist bir dergiydi. Gene öyle bir dergi çalışmasında Yılmaz Gruda genç çocuklardan birinden bilgisayarla ilgili bir yardım istemişti. Saatler geçiyor bir türlü hocanın istediği şey gelmiyordu. Piposu elinde Yılmaz Gruda, "Ne oldu bizim iş, bulamadın mı evladım?" diye koridorda yankılanacaktı. O sıra utangaç bir şekilde gelen çocuk, "Yılmaz hocam, sistem çöktü, o yüzden şu anda bilgisayardan istediğinizi bulamıyorum." Bunu duyan Yılmaz Gruda, "Oh be!" diyecek ve ekleyecekti,  "Biz bu düzen yıkılsın demiyor muyduk? Sistem çöktüyse düğün bayram evladım. Biz bu sistemi yıkmayacak mıydık!"

Sabah ölüm haberini duyduğumda ilk arayan sevgili dostum Murat Beşer olacaktı. "Kerrake abi vefat etmiş" diyecekti. Onun yazdığı ve benim vinyet çizdiğim köşesinim ismi "Kerrake" idi. O başlığı o kadar güzel söylerdi ki adeta üzerine ve sayfaya yapışırdı. Gene benim çocukluğumdaki radyo programında "Naftalinli Muhabbetler" demesi gibi. Bir de yakın dönemde yaptığı televizyon programının açılışında "Bi Dakka" demesi üzerine yapışan bir kimlik kartı olacaktı.   

Bir büyük usta daha hayatımızdan çekip gitti ama bizlere çok şey kattı. 

Aptulika

26 Temmuz 2023



26 Temmuz 2023 Çarşamba

"Orpheus Descending" albümü üzerine izlenimler



"Silahlar ve tüfekler, gerçekten benim hakkım mı..." sözleriyle başlayan albümün açılışını yapan şarkı ile Haziran ayında ilk kez tanışmıştık John Mellencamp'ın yeni albümü "Orpheus Descending" çıkmadan önce.

Etkileyici videosu ile "Hey God"ın ardından ikinci single olan "The Eyes of Portland ile merakımız daha da arttı ama Mellencamp bizi daha fazla bekletmedi ve albümü yayınladı. 

Albümü dinlediğimde bir şeyler yazmak istedim ama bu sadece müzik olarak yapılacak bir analiz olamazdı bu, zira albümde her şarkı sözleriyle de önemliydi ve bunu görmezden gelmek haksızlık değil, kelimenin tam anlamıyla hödüklük olurdu. 

Bu seferki yazı bir albüm analizinden çok şarkı sözü analizi olacak. Ancak albümdeki şarkı. sözlerini tümüyle yazmam imkansız zira her biri oldukça uzun. Böyle bir işe kalkışmış olsam, bir değil bir hafta sürecek yazılar olurdu. O nedenle şarkı sözlerinden ufak ufak alıntılar yapacağım ama siz bu sözlerin tümünü bulursanız okuyun derim, açıkcası boş yok ve her bir dize anlamlı. 



"Silahlar ve tüfekler, gerçekten benim hakkım mı..." : Hey God

Bir siren gibi, bir çığlık gibi başlayan "Hey God" için fazla söz söylemeye gerek yok hani zaten o video klibi izlenmesi bile yeterli. Şair Mellencamp'ın dediği gibi "Biz bu silahlarla dolu dünyayı hakettik mi?"

Seni Takip Eden Gölge : The Eyes Of Portland

İkinci parça "The Eyes of Portland" dünyanın her yerinde kapitalizmin sonucu olarak yaşamımıza giren "evsizler"... kim zaman onları daha cakalı oluyor diye İngilizce vurgusuyla "homeless" diye seslendiririz. Eh böyle olunca hem daha bir havalı hem de bizlerden uzak olur. Bir yandan "efsane"leştirir görmezden geliriz, oysa hepimizin çok yakınındadır o "evsiz" olma hali... Ama efsane haline getirip bizden ırak olmasını sağlarız ama nafile o hal bir gölge gibi bizim ardımızdadır. 

Efsane yap ... mit haline getir ve korkularını ötele. Bu kaçış ne yazık ki evsiz olma halinin müsebbibi olan kapitalizmi gizlemekten ibaret bir korku... adeta kuyruğunu kovalayan kedi gibi o gölgeyi ötelemek çabasındayız. İşte Mellencamp , "The Eyes of Portland" isimli parçasında bakın neler diyor:

 "Bir gün Portland'ın gözünden baktığım gibi

Ne çok evsiz vardı, hepsi çaresiz,

Gün boyu köşelerde uyumuşlar

 ...

Gidecek yeri ve yapacak hiçbir şeyi olmayan..."

Ardından can alıcı soruyu soruyor John Mellencamp, 

"Bütün bu evsizler, nereden geliyorlar?"

ve ardından ,

"Hiçbir şeyin yapılmadığı bu bolluk diyarında

Koşamayacak durumda olanlara yardım etmek için

Gözyaşların ve duaların evsizlere yardım etmez"

diye devam ederek asıl noktaya dikkatimizi çekiyor.

 

"Sevdikleri nerede, kimsenin umurunda mı?

Hiçliğin ortasında kaybolmak ve yalnız kalmak

...

 Düşmüşler ve unutulmuşlar diz çökmüşler

Bu özgürlük diyarında burada lağımlarda yaşıyorlar


Evsizler ya da homeless...Bu arada bu tanımı İngilizce haliyle yaptığımızda biraz daha havalı oluyor ve bizden uzak bir tehlike üzerine sosyolojik tartışmalar ve analizler yapıyoruz. Belki de onlara eskisi gibi "Parkta yatan", "sokakta kalmış" desek biraz daha yakınlaşacağız ve içimiz burkulacak. 

ABD'de katı liberal politikacılar, "homeless" kavramına bir sorun değil insanların "tercih"i diye de bakabiliyorlar. Yani "fırsatlar ülkesi"nde bazı insanlar bu fırsatları tepip, evsiz yaşamayı tercih ediyor. Kapitalizmde yalan bitmez, hatta o makine yalan mazotuyla çalışıyor. 

Mellencamp "The Eyes of Portland" parçasını İrlanda folku ritminde açarken bizi bu huzursuz konuyu düşünmeye zorluyor... ama ağlayıp, dua ederek değil, sistemin kendisini sorgulayarak.  Parçanın arasındaki gitarın bir ambulans sesi gibi tınlaması harika bir etki yaratmış. 



 Sözde Özgür :  The So - Called Free 

Melodisi ile sizi ilk anda çarpan bu parçada Troye Kinnett'in org ile yaptığı katkı dikkate değer. Yazının burasında bir ara verip, bir anektodu vurgulamak isterim... Mellencamp şarkı sözlerini çok uzun tutuyor ama hiç birinde boşa olan bir şey yok. Şarkı sözlerindeki tepkisellik, karşı duran tavır onu destansı bir çağdaş asi konumuna sokuyor. Ama bu destansılık, hamaset, kahramanlık içermiyor; o sade hatta bezgin sesiyle bir hikaye anlatıcısı konumunda. 

"Long Island'a gittim

bir elmas alyansa bakmak için

Camekanda göz alıcı parlıyorlardı

Ama benim için hiçbir anlamı yoktu"

sözleriyle başlayan "The So - Called Free" şarkısında iki aşık insanın yeni bir aile kurmaya adım atarken, 

 "Alyans Ve içimde gördüğün

tehlikeyi fark ettin 

Böylece ikimiz de farklı bir yoldan eve gittik" 


Ve "Merhaba" ve "Hoşçakal" dedik 

Sözde özgürler diyarına 

Şimdi biraz bozuk paran var 

Çantanda şıngırdayarak 

sen bana aksi yaşlı moruk  derdin 

ama işleri daha da kötüleştiren şey 

sen de benim kadar deliydin 

Benim kadar deliydin 

İki canavar çırılçıplak uzanmış....

...."


 "Sözde hürler diyarında" aşkın da iki kişinin özgür kararından ibaret olmayıp, onu saran tüketimi, yalanı bütün bok püsürüyle sistemin yalanı dolanıyla yok etmesi anlatılıyor. Çünkü, 

"Tehlikesinin farkındayım 

Sadece köşedeki bir bastona yaslanıyorum 

Sözdeler diyarında özgür 

Sözde özgür denilen ülkede"

 

  


"The Kindness Of Lovers"  

"Önemli olan sadece iki sigara vardır,
İlk içtiğin ve son içtiğin,
Gözüne giren dumanın,
Boğulduğun dumanın,

Sadece iki çeşit sevgili vardır,
Sevdiğin ve daha da çok sevdiğin
 gerisi sadece senin yaptığın bir şey
Ve onlar her zaman kapıdan çıkıp gidenlerdir..."

sözleriyle başlayan parça anlaşıldığı gibi bir aşk şarkısı ama gene orada kalmıyor ve onu saran sarmala giriyor. Parçanın ikinci yarısında giren Lisa Germano her zaman olduğu gibi kemanıyla yeni boyuta taşınmamıza yol açıyor. 
 


"Amen"  

 Kilise orguna benzeyen bir tını ile davul ritminde akan parça son bölümde  gitarlarla artan bir rock etkisinde finali oluşturuyor. Parçada temiz ve can alıcı tınısıyla davulcu Dane Clark albümün tümünde başarılı bir etki sunmuş. 
Şarkının sözlerine gelince son bölümünden ufak bir alıntı yapacağım, 

"... Başlarını kumda tutmak
Ve üç parçalı takımın açgözlülüğü
Ellerinde imzaları ve silahlarıyla
Amin ve Amin
Söyleyeceklerimiz bu kadar"




 Ön sıralardan bir koltuk: "Orpheus Descending"

Albüme ismini veren parçanın sözlerine şöyle bir girişten bakalım:

"Buraya gidemezsin
Ve oraya da gidemezsin
Polis hiçbir yere gidemezsin diyor
Cennete gidemezsin 
İnecek yerimiz yok
Silahlar ve savaş
Ve ellerinde sopalar..."


Böyle başlıyor "Orpheus Descending" ve devamında "Işığı görme"nin ağır bedeline vurgu yapılıyor. 
Şarkı sözünde harika ironiler ve metaforlar da var...

 
"...Salaş bir kulübe var  
Alpha caddesinde
"Desire" isimli bir tramvaya bin
Eğer sıcağa dayanabilirsen
Sarı saçlı bir yılan var
Bizi bedavaya sokabilir..."
 
 
Ya da şöyle muhteşem bir teatral sahne ile devam ediyor, 

"...Tencerede bir gelinciğimiz var
Kirli bir  romantizm her yere
çöküyor 
Orpheus
şehrin cehennemi tarafında 
Kendimize ön sıradan bir koltuk
bulmaya çalışalım..."
 

Bu arada bahsetmem gereken bir ayrıntı da, parçanın arasında kemanın yaptığı klasik ezgi muhteşem bir boyut katıyor.



Saygıda kusur etmeyelim: "Understated Reverence"
 
Piyano, keman ve John Mellencamp sesi... Yani üçlü bir harika. Şimdi şarkının sözlerine   bir bakalım,

"Şimdi sekiz topun abartılı saygısı içinde
Belki de hava durumudur ajanslarda
Ya da bir şekilde geçtiğimiz yollar
Bukka White'ı
on iki telli gitarını çalarken Abartılı bir saygıda
Gerçekte kim olduğumuzu
bulduğumuz yerde 
Odanda tamamen güvendesin 
Varlığının kırılganlığı 
Hiç bu kadar çabuk gelmeyen 
 ....

Üzerine gök gürültüsü gibi inecek
Kendi mezarını kazdıracak

Abartılı saygı
Kıyamet gününün başka bir adı"







Bunların Numaraları Hiç Bitmez: One More Trick   

 
"Sonunda o ilmiği boynuma doladılar 
Kazanacaklarını bildiğim için
artık benim için fark etmiyor .
Buna bahse girebilirsin
Ama elimde bir numara daha var Elimde

bir numara daha var
Ayrılmadan önce
elimde bir numara daha var

Hayatım boyunca ne yapacağım söylendi
Ve bu dünya beni tüketti
Belki evet, belki hayır
Ama elimde bir numara daha var..."
 




Şimşekler Çakınca Şansımız Varsa: "Lightning And Luck" 

"Şimşek gelip beni görmez
Asla geri dönmeyeceğini söyledi
Bu dünya korkaklarla dolu
Ve buna katılmıyorum
Parasını saymakla çok meşguldü
Ne pahasına olursa olsun kazandığı para
Onlardan yapılmıştı.
Kaybettikleri savaşlarda bizi koruyan

O yüzden elinde ne varsa kullan
Her istediğini elde etmek için
Fark etmek için çok sert görünmene gerek yok
Biraz şimşek ve şans kullanabiliriz Kahramanlar, savundukları..."

diye başlayan parça, 
 
"Kibirlerimiz ve kafa karışıklığımız
Ve insanlar hakları olduğunu düşünüyorlar
 Ve onlara sahip olduğumuzu düşündüğümüz hakların tamamen gittiğini
söylediğimde bana tükürdüler ..." 

 devam ederken biraz ihtiyacımız olan şanstan bahsediyor


Mükemmele yakın bir dünya bile olur:  Perfect World 
 
Armonikanın katıldığı parçadan ufak bir alıntı daha, 

"Sevgililer Günü'nde her aşık bir gül alırdı
Ve her sokak köpeği yolunu bulurdu 
Bu gece senin kapında diz çökmektense
 bu gece senin kollarında olmak
 Mükemmel bir dünyada 
Hadi o da olmadı
Mükemmele yakın bir dünyada..."  
 




Omurgalı Adam Olmak: "Backbone"  

Albümün kapanış parçasında John Mellencamp 70 yaşına gelmenin duygularını da paylaşıyor. Öyle anlatım, öykü dolu bir çalışmaki "Orpheus Descending", adeta bir yaşam gibi. 

 
"...Tüm hayatımız boyunca yaşadığımız
yozlaşma ve nefret 
Sonsuza dek peşimizi bırakmayacak 
Sabah, öğle ve akşam 
Omurgama yaslandım 
Böylece gururum devam edecek 
Beni ölüme yatırdıklarında 
Eh Yetmiş küsur yıldır buradayım 
En iyisini ve en kötüsünü gördüm 
Burada sahip olduğumuz 
Sevdim ve yaşadım 
Kazandım 
Ama çoğu zaman kaybettim 
Umarım mutluluk vardır 
Bir ara paylaşabilirim 
Omurgama yaslanayım ki hala gururum kalsın

Beni yatırdıklarında
Ölmek için..."


***



John Mellencamp'ın son albümü "Orpheus Descending", öyle bir dinlenip geçilecek bir albüm değil. Baştan sona bir hayat gibi dinliyorsunuz. Aradan bir parçayı alıp, "çok sevdim" de diyemiyorsunuz... Oturup baştan sona dinlemeniz  ve kafa yormanız. gerekiyor. 





John Mellencamp'ın son albümü için ne dediler...



 Silahlı şiddet dolu bir dünyada yaşamaktan kurtulmak için yapılan sorgulayıcı bir yakarış olan "Hey God" ve 20'li yaşlarında evsiz bir kadınla karşılaşmasıyla ilgili bir hikayeden yola çıkan şarkısı "The Eyes of Portland" ile bahar aylarında John Mellencamp'ın yeni albümünün çıkışından önce iki single olarak tanışacaktık. Sadece bu iki parçada bile yaşanan sosyal ve politik trajedilere çözüm olarak sunulan günü kurtaran politikalara sert ve sinirli bir karşı çıkış göze çarpıyordu. Sonra Haziran ayına geldik ve Mellencamp'ın "Orpheus Descending" albümü yayınlandı. Albümün tümüne bir baktığımızda 11 parçanın tümünde, toplam 50 dakikalık albümün her saniyesinde bir karşı duruş ve sinirli bir başkaldırış vardı. 

 Albümle ilgili bir Los Angeles gazetesi,  "Ayakları yere basan ve acı verecek kadar dürüst" olarak tanımlıyordu bu albümü. 

 

New Yorker dergisi Mellencamp'ın 2022 tarihli  albümü için "Strictly A One-Eyed Jack" için şu kritiği yapmıştı:

"Mellencamp dertlerin şairi, bu da onu bizim için uygun bir sözcü yapıyor."

 Biz gene John Mellencamp'ın yeni albümü "Orpheus Descending" ile ilgili yorumlara bakmaya devam edelim...

“Mellencamp bir sanatçı olarak kesinlikle uzlaşmaz ve boyun eğmez.”— Forbes

“Dinlemek için harcanan zaman kesinlikle boşa harcanmış zaman olmayacaktır.”—Associated Press

"Sesinin yanında slide gitar ve kemanla vintage tarzı bir blues durağı ve acı yalnızlığını ilan etse de, sonunda yanında bağıran bir kalabalık var."

— The New York Times

 

“Mellencamp, sorgulayıcı duygular uyandıran, müzikal açıdan zengin bir kayıt yaptı." — Rolling Stone

 

Mellencamp'ın müzikteki bu duruşu ona Amerikan folk müziğinin muhalif, protest abidesi Woody Guthrie adına verilen ödülünü takiben,  John Steinbeck Ödülü,  Americana Music Association'ın Yaşam Boyu Başarı Ödülü'nün sahibi  de olmuştur. 

 

25 Temmuz 2023 Salı

Liste Başı ALBÜMLER - 26 Temmuz 2023

Rock


 1. Orpheus Descending - JOHN MELLENCAMP (1) - 6

2. Bridges - STEVE LUKATHER (3) - 6

3. Other Doors - SOFT MACHINE (4) - 4



4. Peace...Like A River - GOV'T MULE (2) - 6
5. Mirror in the Sky - YES (7) - 10
6. Horns For A Halo - ELEGANT WEAPONS (9) - 7
 7. Every Lose - IGGY POP (10) - 4
 8. Golden Age of Music - Arjent Lucassen's Supersonic Revolation (6) - 9
9. Fauna  - HAKEN (8) - 7
10. Echoes from the Past - ELOY (5) - 5
11. Seven Psalms - PAUL SIMON (12) - 8
12. Wrong Side Paradise - Black Star Riders (15) - 7
13. Police Deranged for Orchestra - STEWART COPELAND (14) - 4
14. Shadow Kingdom - BOB DYLAN (11) - 6
15. Six - EXTREME(13) - 7 
16. Running for a Dream - THE LAST  INTERNATONALE (20) -3
17. Fated - JEAU JAMES (22) - 2
18. Forwards - THE ALARM (24) -  2
19. Black Diamonds - L.A. GUNS (16) - 4
20. Weathervanes - JASON ISBELL (17) - 3
 21. Defiance Part 1 - IAN HUNTER (21) - 4
22. Live At Montreux Jazz Festival '07 - MOTÖRHEAD (18) - 5
23. Tales Of Time - JOE BONAMASSA  (19) - 10
24. Darkfighter - RIVAL SONS (23) - 6 
 25. Take No Prisoners - ALCATRAZZ (25) - 7

 


 


 


  Blues



1. Blood Brothers - MİKE ZITO and ALBERT CASTIGLIA (3) - 7

2. Real Gone - ALLY VENABLE (7) - 6

3. Exorcist - SELWYN BIRCHWOOD (5) - 7




4. Ain't Giving Up - CHRIS DUARTE (4) - 5
5. Ridin' - ERIC BIBB (8) - 7
6. Death Wish -SAMANTHA FISH & JESSE DAYTON (9) - 5
7. Outside The Lines - MISTY BLUES (2) - 6
8. Satisfied - GAYE ADEGBALOLA (1) - 7

9. LaVette! - BETTYE LAVETTE (10) - 5

10. Best of Me - JOANNA CONNOR (11) - 5

11. A Day By The Bay - BACKTRACK BLUES BAND (12) - 7

12. High Rise Blues - BOB CORRITORE & FRIENDS  (13) - 5

13. Moving On Skiffle - VAN MORRISON (6) - 6

14. Lover's Game - THE WAR AND TREATY (15) -3

15. Grovin' at Grove Now! - DOUG DEMING & THE JEWEL TONES (14) - 5

16. Groove Me Baby - LADY J HUSTON  (19) - 4

17. Six Strings of Steel - DUKE ROBILLARD (22) -3

18. Connections - BRUCE KATZ BAND (24) - 4

19. Yellow Peril - NAT MYERS (29) - 2

20. Introducing The Özdemirs - The Özdemirs (21) - 4 

21. Power - ANA POPOVIC (18) - 8

22. Call It Confusion - JOHNNY KING & FRIENDS (25)- 2

23. What Key is Trouble in ? - NICK SCHNEBELEN (17) - 5

24. Live At The Palladium - DAMON FOWLER (23) - 6

25. Super Soul Session - ARLEN ROTH  & JERRY  JEMMOTT (20) - 5

26. Touch My Soul - IVAN NEVILLE (16) - 7

27. The Winding Way - THE TESKEY BROTHERS (Yeni) -1

28. Don’t Wait Too Long - PAUL CARRACK & The SWR Big Band (Y) -1

29. Squareneck Soul - ANDY HALL (Y) -1

30. Get Your Back Into It! - THE NICK MOSS BAND (Y) -1





 


Caz



1. The Power Station Tour (West Coast) - CORY WONG  (4) - 5

2. Chet Remember - ENRICO PIERANUNZI (1) - 8

3. Catalyst - STEVEN FEIFKE (5) - 6



4. I Want More - DONNY MC CASLIN (6) - 6

5. Short Stories - VICENTE ARCHER (7) - 6

6. Conjuring - LAUREN HENDERSON  (13) - 9

7. Dream Box - PAT MATHENY (2) - 6

8. Iroko - AVISHAI COHEN (9) - 4

9. Birds - TINGVALL TRIO (17) - 3

10. Symphony No 4: The Jungle  - WYNTON MARSALIS (3) - 7

11. Things Eternal - DAN WILSON (14) - 3

12. Dolphin - GREG FOAT (15) - 3

13. Book Of Queens - KRASNO/MOORE PROJECT (18) - 2

14. Not Alone - RANDY ESEN (20) - 2

15.  Like Minds - WAYNE ESCOFFERY (8) - 8

16. Savoy - TAJ MAHAL (10) - 6

17. Dance Kobina - JOE CHAMBERS (11) - 7

18. Grateful Deadication 2 - DAVE MC MURRAY (16) - 4

19. Satisfied Mind - JON REGEN (Yeni) -1

20. Moko Jumbie - A PLANE TO CATCH (Y) -1


 


Böyle Bir Dünyada Vicdanlı Adam Elbette Aksi ve Ters Olur!



John Mellencamp'ın yeni albümü  "Orpheus Descending"i dinledikten sonra bir yazı hazırlamaya karar verdim ve yukardaki başlığı buldum.  Ama açıkcası biraz kararsız kaldım çünkü başlık şöyle de olabilirdi:

Böyle Bir Dünyada Adam gibi  Adam Elbette Aksi ve Ters Olur!

Aslında başlığı biraz daha kısaltıp, 

Adam gibi Adam! 

da diyebilirdim. 

 Son günlerde John Mellencamp'a takıntı yaptım, ki bu durumdan bir çoğunuz sıkılabilirsiniz, zira bu adam öyle eğlenceli şeyler anlatanlardan değil. Zaten onunla ilgili yazdığım şeyler, en az tıklanacak ve en az okunacak yazılardan olacağına eminim... siz bana niye bu adamı yazıyor diye kıl olacaksınız , ben de amanın bu millet niye bu adamı, yani John Mellencamp'ı sevmez diye hayıflanacağım. Kahrolası bir kısır döngü ama hayat denilen bu çizgiye bir ufak not düşmek adına nafile bir çaba benimkisi. Ha bu arada Mellencamp bir anda herkes tarafından dinlense ve stadyumları doldursa mutlu olur muyum? Tam tersine kahrolurum. Zaten bu adam öyle biri değil... bir derdi var ve bu derdi olan adamlar her zaman yalnızdır hem de dert ettikleri kitle tarafından umursanmamak kaderleridir. Ama yapacak bir şey yok, 'kavanoz dipli dünya' demiş bundan yarım asır önce bizim diyardan bir akıllı Adem ya da Havva. 

John Mellencamp'ı ilk duyduğum yıl 1987 falandı ve o dönem listelere oturan "Peper in the Fire" parçası aklımı başımdan almıştı. Öyle böyle değil, o dönem birazın altında gaz verilse bugüne dek süren bir efsane olurdu. Hep düşünürüm ve cevabını bulamazdım bu sorunun: John Mellencamp o dönem popülerleşip bir efsane haline gelebilirdi, peki neden olmadı? 

Neredeyse 35 yıldır aklıma takılan (akla ziyan ) bu soru şimdilerde cevabını buldu diyebilirim. Adamımızın bir derdi var ve o dertler popüler kültürü enterese etmez. İşte bu çağın sorunu da belki bu. Ezilenler ezenleri seçer. Ezilenler kendi dertlerini anlatanı umursamaz.  

TRT TV'sinde Rock Market, Helezon ve Dönence programlarında heavy metal klipleri izleme sevdamızda bir gün karşımıza çıkmıştı John Mellencamp ve o ara tutulmuştum. Hoş o zamanlar ona heavy değil rock bile diyemezdik ama country tarzı ritmik havası çok iyi gelmişti. Demeye içim elvermiyordu ama pop da diyebilirdik, o günün keskin çizgilerinde. Ama bu adamı çok sevdim ve "gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür" hesabı bu adamı 35 yıl içinde imkan buldukça takip ettim. 

Onu televizyonda gördüğüm ilk kliplerden biri 1987 tarihli yapıtı "Paper In Fire"dı. O dönem herkes görkemli ortamlarda şaşalı klipler çekiyor ama bu adam siyahların olduğu bir varoşa gidiyor ve çekimi orada yapıyordu. Şimdi bundan 35 yıl öncesine gidelim ve o klibi izleyelim:



Bu klipte bir siyah çocuk Mellencamp gitar çalarken önüne geçer ve tellere merakla vurur. Evet  bugünün aksi ve ters adamı bunu gülerek karşılar ama geçen aylarda verdiği bir konserde çığlık atan seyircileri terslemişti. Bu olayı sosyal medya, "John Mellencamp, izleyicilerini pohpohlamakla ilgilenmiyor." diye vermişti. Hadi bunu biraz daha açarsak, "Bu nasıl aksi bir adamdır" anlamına geliyordu bu... Hani "Canlarım benim, ben sizlerle var oldum" dese ne mutlu olurduk hani. 

O daha küçük, daha samimi mekanlarda çalma kararındaydı ve ,

"İstesem nabza göre şerbet veren bir şov yapabilirim, ama yapmıyorum. Arenalara çıkmayı ve stadyum benzeri yerleri bırakmamın bir nedeni de bu. Müzikle ilgili şeyler değil bunlar, insanı müzik kutusu yapmak istiyorlar... Ben müzik kutusu değilim."  Mellencamp'ın Mayıs ayında Cleveland'daki konserinde seyircinin aşırı çığlığı ve tezahüratına karşılık çeneni kapamazsan konseri yarıda bırakacağım." demesinin ardındam,  "Bakın çocuklar, bu tür sarhoş bir ortamda oynamak isteseydim, dışarıda oynardım ya da bir arenada oynardım" diyecekti.  

John Mellecamp'ın müzik sanayinin oyunlarında müzisyeni müzik kutusu haline getirmesini eleştirerek, "Ben müzik kutusu değilim." demesini ben ülkemizden bir müzisyenin lafına çok benzettim.  Bilmem sizler de hatırladınız mı?.. Evet Erol Büyükburç. Medya bülbüllerimizin akla ziyan programlarından nirinde Büyükburç kızarak, "Ben burada saksı değilim" diyecekti. Bugün bile o lafın gerisindeki gerçeğe değil de bu sözü eden sanatçımıza güleriz hala. (Oysa o Büyükburç ilk rock'n roll bestelerini yaparak bir büyük kapı açmıştı) 


John Mellencamp,  bir pop - country şarkıcısı olarak ortaya çıktıktan sonra yavaş yavaş değişim geçirerek, rock kefesi daha ağır basacaktı. 2000'lere adım attığımızda blues köklerinin birleşiminden oluşan  Americana tarzına oturacaktı.   

2003 yılında onu Robert Johnson, Woody Guthrie ve Memphis Minnie'nin şarkılarını seslendirirken görecektik. Böylece yeni bir kulvar açan Mellencamp, daha blues ve protest işlere imza atmaya başlayacaktı. 

İşte Haziran ayının ortasında çıkan "Orpheus Descending" albümü de baştan sona dünya ahvalinin sorunlarına kafa yoruyor.  Amerika'nın silahlarla karmaşık ilişkisinden ("Hey God") , sokakta yaşayan  evsizlerin yaşamına dikkat çeken ("The Eyes of Portland"), başlarını devekuşu gibi kuma gömen insanların kadere razı olmalarını anlatan  ("Amen") ve dolu dolu bir dizi parça birbiri ardına  "Orpheus Descending"albümünde sıralanıyor. Bu arada Mellencamp harika bir söz yazarı... inanılmaz güzel metaforlarla başkaldıran bir şair edasında. 

Mellencamp müziğinde kemanın yeri de bir başkadır ve 1987'den beri yanında olan kemancı Lisa Germano'nun varlığını görmek çok büyük keyif veriyor.  

"Orpheus Descending", öyle stadyumları sallayacak ya da bütün eller havaya tadında bir albüm değil... buradan retro efsane falan da çıkmaz ama zihin açıcı bir geleneğin devam ettiğini bize müjdeliyor.  

Aptulika




24 Temmuz 2023 Pazartesi

Rock'a Göz Kulak Olmak... Ankara Nazım Hikmet Kültür'deydi: 22 Temmuz 2023!

 



Ankara'da Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde olunca etkinlik sonrası Nazım Ustanın dediği gibi
 "Dostların arasındayız/ Güneşin Sofrasındayız"
 misali oluveriyor insan. 
Tabi o gün hava sıcaklığının yüksekliğinde İstanbul'dan nemli ve hamur misali yola çıkarken Ankara'ya geldiğimizde gene şairin dediği gibi 
"Akın var akın / Güneşi zapt edeceğiz/ Güneşin zaptı yakın" 
diyorduk ve zapt ettik de galiba!
Ankara bir başka ve Ankara'da gene Rock bir başka güzel tınlıyor. 

Ankara'da olunca mutlaka bizi Birsel Harputlu karşılar. 


Trio yani üçlü benim için en ideal rock grubu ölçüsüdür...  ZZ Top, ilk kuruluşuyla Motorhead,  Rush, ELP, Cream, Taste, Police, Grand Funk Railroad ve devamı gelir.

Aklınızda olsun kalabalık bir masada rakı muhabbeti yapmayın. Onun en ideali üç kişilik bir masadır. Eğer her biri filozofsa beş kişi içebilirsiniz ama dört kişi de tehlikeli ve sorunludur. Neden mi? Dört kişi, çiftli rakamdır ve iki taraf birbirine bölünür ve her kafadan bir ses çıkar, muhabbet falan hak getire, kafa çacığa düşer ve ertesi günü baş ağrısıyla kalkarsınız. O zaman üç kişi yani trio harikadır. İşte böyle biz de bir anda BAM oluverdik ve kent kent gezmeye başladık, adeta bir turne gibi. 

Turne gibi dediğime bakmayın topu topu iki şehir, dört etkinlik yaptık ama bu iş bizi fena halde sarıverdi.  Meral'le İstanbul'a dönerken, "bir sonraki etkinlikte şunu da katalım" falan diye sohbetler bile eder olduk. Yani biz bu işi sevdik.


Ankara'da Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde olunca etkinlik sonrası Nazım Ustanın dediği gibi "Dostların arasındayız/ Güneşin Sofrasındayız" misali oluveriyor insan. 

En son geçen Cumartesi Ankara'da Nazım Hikmet Kültür Merkezi'ndeydik ve bizi konuk etmeleri muhteşemdi. Hele o gelenler bize öyle coşku verdiki. Etkinlik sonunda oturup sohbet ettik ve doyamadık.

Birsel gibi Ankara dediniz mi aklıma Mete Öztürk geliverir.

Bu arada bu üçlü ne yapıyor derseniz? Evet ekinliğimizin ismi: ROCK'A GÖZ KULAK OLMAK ! Şimdi bazıları  bizim kendimizi bir halt sanıp "rock'a göz kulak olma" derdine düştüğümüzü sanır. Ama işin aslı benim daha önceden yaptığım "GÖRME BİÇİMLERİ" ile Bülent'in radyo programı "KULAK MİSAFİRİ"nin birleşiminden oluşan bir trio etkinliği. Yoksa kimseye hele ki ROCK'a  "göz kulak olma"  derdimiz yok. 

Bülent bu sefer "Radyo Tadında" sunumunu yenilemiş ve John Lennon'un son albümü üzerine güzel bir dinleti ve söyleşi gerçekleştirdi. 

İşte bu şekilde Ankara'daki etkinlikte Bülent sunumunu yenileyerek bu sefer John Lennon'un son yılları ve son albümünü ele alan dinleti ve sunum yaptı. 

Meral, rock'ın görsel yanını ele alan sahne kıyafetleri, giysiler üzerine güzel bir Görme Biçimleri yaptı. Bu arada pelerinler üzerine hazırladığı bölümde Metin Milli pelerini görselini unutması ayrı bir espri konumuzdu. Kızcağızın üzerine "Metin Milli'yi unutmasaydın" diye İstanbul'a gelene kadar az gitmedik. 


Ankara etkinliğimizi iki Nazım Hikmet Kültür Merkezli kahramanı biri resmin sol yanındaki Jethro Tull tişörtlü Yasin ile resmin en sağ yanında yer alan şapkalı olan arkadaş ( benim sima hafızam iyidir ama isim hafızam çok kötüdür. Bu yüzden çok özür dilerim) bizi inanılmaz bir şekilde ağırladılar. Binlerce teşekkür. 


En son ben de plak kapakları üzerine bir Görme Biçimleri yaptım. Ama en son sahneye çıkmak her zaman "assolist" hesabı olmuyormuş. Bizim çıktığımız sahnede bizden sonra konser olacağı için hızla hareket edecektik. Ara sıra Nazım Hikmet Kültür Merkezi'ndeki arkadaşa "Kaç dakikam kaldı" diye sorup sorup devam edecektim. Ama playlisti tam tekmil sundum, hatta Bis bile yaptım.  

BAM trio olarak "Rock'a Göz Kulak Olmak" etkinliğinde Ankara'da Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde harika anlar yaşadık. Ankara gene de bir başka ve herkese buradan selam ederim. 

BAM Trio'dan Aptulika


18 Temmuz 2023 Salı

Liste Başı ALBÜMLER - 19 Temmuz 2023

Rock


1. Orpheus Descending - JOHNMELLENCAMP (3) - 5

 2. Peace...Like A River - GOV'T MULE (2) - 5

 3. Bridges - STEVE LUKATHER (7) - 5


 4. Other Doors - SOFT MACHINE (8) - 3
 5. Echoes from the Past - ELOY (6) - 4
 6. Golden Age of Music - Arjent Lucassen's Supersonic Revolation (1) - 8
 7. Mirror in the Sky - YES (5) - 9
8. Fauna  - HAKEN (4) - 6
  9. Horns For A Halo - ELEGANT WEAPONS (10) - 6
10. Every Lose - IGGY POP (13) - 3 
11. Shadow Kingdom - BOB DYLAN (10) - 5
12. Seven Psalms - PAUL SIMON (11) - 7
 13. Six - EXTREME(18) - 6
 14. Police Deranged for Orchestra - STEWART COPELAND (17) -3
 15. Wrong Side Paradise - Black Star Riders (20) - 6
 16. Black Diamonds - L.A. GUNS (19) - 3
17. Weathervanes - JASON ISBELL (22) - 2
 18. Live At Montreux Jazz Festival '07 - MOTÖRHEAD (14) - 4
19. Tales Of Time - JOE BONAMASSA  (12) - 9
20 . Running for a Dream - THE LAST  INTERNATONALE (25) -2
21. Defiance Part 1 - IAN HUNTER (21) - 3
22. Fated - JEAU JAMES (Yeni) - 1
23. Darkfighter - RIVAL SONS (16) - 5 
24. Forwards - THE ALARM (Y) -  1
 25. Take No Prisoners - ALCATRAZZ (15) - 6




  Blues




1. Satisfied - GAYE ADEGBALOLA (2) - 6

 

2. Outside The Lines - MISTY BLUES (3) - 5

3. Blood Brothers - MİKE ZITO and ALBERT CASTIGLIA (1) - 6



4. Ain't Giving Up - CHRIS DUARTE (6) - 4

5. Exorcist - SELWYN BIRCHWOOD (7) - 6

6. Moving On Skiffle - VAN MORRISON (4) - 5

7. Real Gone - ALLY VENABLE (8) - 5

8. Ridin' - ERIC BIBB (5) - 6

9. Death Wish -SAMANTHA FISH & JESSE DAYTON (9) - 4

10. LaVette! - BETTYE LAVETTE (27) - 4

11. Best of Me - JOANNA CONNOR (13) - 4

 12. A Day By The Bay - BACKTRACK BLUES BAND (12) - 6

 13. High Rise Blues - BOB CORRITORE & FRIENDS  (14) - 4

 14. Grovin' at Grove Now! - DOUG DEMING & THE JEWEL TONES (16) - 4

15. Lover's Game - THE WAR AND TREATY (22) -2

 16. Touch My Soul - IVAN NEVILLE (10) - 6

 17. What Key is Trouble in ? - NICK SCHNEBELEN (17) - 4

18. Power - ANA POPOVIC (11) - 7

19. Groove Me Baby - LADY J HUSTON  (25) -3

20. Super Soul Session - ARLEN ROTH  & JERRY  JEMMOTT (15) - 4

21. Introducing The Özdemirs - The Özdemirs (19) - 3 

22. Six Strings of Steel - DUKE ROBILLARD (28) -2

23. Live At The Palladium - DAMON FOWLER (18) - 5


24. Connections - BRUCE KATZ BAND (30) - 3

25. Call It Confusion - JOHNNY KING & FRIENDS (Yeni)- 1

26.  Dirt Woman Blues  – GRAINNE DUFFY (21) - 6

27. The Blues, Man, The Blues - MICK CLARKE (24) - 4

28. Raw Blues 2 - DOUG MAC LEOD (26) - 4

29. Yellow Peril - NAT MYERS (Y) - 1

30. High Time - JAY HOWIE (29) -3




Caz


1. Chet Remember - ENRICO PIERANUNZI (2) - 7


2. Dream Box - PAT MATHENY (3) - 5

3. Symphony No 4: The Jungle  - WYNTON MARSALIS (1) - 6



 


4. The Power Station Tour (West Coast) - CORY WONG  (7) - 4

5. Catalyst - STEVEN FEIFKE (6) - 5

6. I Want More - DONNY MC CASLIN (9) - 5

7. Short Stories - VICENTE ARCHER (11) - 5

8.  Like Minds - WAYNE ESCOFFERY (4) - 7

9. Iroko - AVISHAI COHEN (12) - 3

10. Savoy - TAJ MAHAL (5) - 5

11. Dance Kobina - JOE CHAMBERS (8) - 6

12. Linger Awhile - SAMARA JOY (16) - 4

 13. Conjuring - LAUREN HENDERSON  (13) - 8

14. Things Eternal - DAN WILSON (18) - 2

15. Dolphin - GREG FOAT (19) - 2

16. Grateful Deadication 2 - DAVE MC MURRAY (14) - 3

17. Birds - TINGVALL TRIO (20) - 2

18. Book Of Queens - KRASNO/MOORE PROJECT (Yeni) - 1

19. Dokuz 1 - OZAN MUSLUOĞLU(10) - 9

20. Not Alone - RANDY ESEN (Y) - 1


ANYNONE'S DAUGHTER ya da 1970'lerin Alman Progresif Rock Harikası




Blues Perişan yazarlarından Sevgi Yeşilyaprak uzun bir aradan sonra gene bizlerle. Sevgi, bu yazısında çok güzel bir Alman Progresif grubunu anlatmış. 1970'lerin çok önemli ama az bilinen grubu ANYONE'S DAUGHTER'i yazısını okurken o döneme gidecek ve inanılmaz güzel keşiflerle dolu bir yolculuk yapacaksınız. Sevgi oldukça külliyatlı bir yazı hazırlamış ve bundan sonra da bu tarz araştırmalarını belirli periyotlarda yer vermek bize keyif verir. Ancak Sevgi bize prog röportajları da göndereceğini söyledi...Bu keyifli haber beni bir kez daha havalara uçurdu. Şimdi sizleri Sevgi Yeşilyaprak'ın kaleminden bir progresif keşif yolculuğuna çıkartalım... 




Hak ettiği ilgiyi yeterince görememiş gruplardan bir tanesi 
ANYNONE'S DAUGHTER

 




Bu yazımda, benim için özel bir anlamı olan ve çok sevdiğim gruplardan Anyone's Daughter'dan bahsetmek istiyorum. Progressive rock denince ilk akla gelen Pink Floyd, Yes, Genesis, Camel, Eloy, King Crimson, Grobschnitt vb. grupların yanı sıra, Anyone's Daughter'ın da bu kulvarda zamanında, çok iyi müzik yaptığını ama buna rağmen hak ettiği ilgiyi yeterince görememiş gruplardan bir tanesi olduğunu düşünüyorum. İyi müzik yapmak, sadece iyi nota kompozisyonları yazıp, bunları hoş melodiler, karmaşık ya da uzun sololarla süslemek değil elbette; müzisyenlerin ruhundan süzülen notaların, dinleyicilerin kalbine ulaşabilmesi önemlidir. Anyone's Daughter, her biri kendi enstrümanlarında virtüöz olan, uzunca bir dönem sabitleşmiş kadrosuyla bunu başarabilen topluluklardan biri olmuştur. Belirli dönemlerde aynı grubu veya aynı albümü art arda dinlediğimiz, müzikle kurduğumuz ruhsal alışverişin doruk noktasını yaşadığımız zamanlar mutlaka olmuştur. Anyone's Daughter da bu gruplardan birisi benim için. Melankolik zamanlarıma eşlik edebilecek, en güzel seslerden birisi olan Harald Bareth, sanırım bunun en büyük sorumlusudur.

Anyone’s Daughter, Almanya Stuttgart'da, Uwe Karpa ve Matthias Ulmer tarafından 1972 yılında kurulur. Davulda Sascha Pavlovic'in katılımıyla, 14-15 yaşlarında genç bir öğrenci grubu olarak ilk konserlerini, özellikle Stuttgart'daki 'Jugendhaus' (bizdeki eski Halk Evleri gibi) denilen ve Almanya'da, kültür sanat hayatında çok önemli bir işleve sahip olan gençlik merkezlerinde veriyorlar. Bu konserlerde, Deep Purple ve Cream gibi grupların yorumlarıyla birlikte, kendi bestelerini de çalıyorlardı. Grubun adı da Deep Purple'ın,''Fireball'' albümünde yer alan, eğlenceli bir şarkı olan ''Anyones Daughter''dan geliyor. Deep Purple 'ın bu şarkısını düşününce, herhalde grubun adını ilk kez duyan bir çok müziksever, A.Daughter'ı eğlenceli şarkılar yapan bir grup olarak düşünmüştür. Oysaki tam tersi bir durum söz konusudur.

Kuruluşlarına geri dönelim, yerel bir radyo anonsu ile davulcu  Hansi Derer bulunur ve gruba dahil edilir. O da peşi sıra muhteşem sesi ve bas gitarıyla gruba yön verecek olan  Harald Bareth' i getirir. İlerleyen zamanlarda çok defa davulcu değişikliği olur.


A.Daughter'dan söz ederken, grubu iki dönemde ele almak gerekiyor. Grubun kuruluşundan 'Last Track ' toplama albümünün 1986 da yayınlanması ve ardından dağılmasına kadar olan ilk dönem ve sonrasında 2000 yılında tekrar toparlanan ve birçok grup üyesi değişikliğinin olduğu, günümüze kadar devam eden son hali. Progressive-senfonik rock kulvarında, başarılı, deneysel ve özgün çalışmalarının olduğu, özellikle ilk dönemlerine ait albümlerini daha ayrıntılı gözden geçirip, anlatmaya çalışacağım. Toplam 14 albüm (stüdyo ve konser) ve 4 tane tekli çıkarmış olan grubun, birçok albümünün, çok sayıda, yeniden düzenlemesi ve bu yeni versiyonlara ilave edilmiş bonus şarkıları bulunmaktadır. Yazıyı uzatmamak adına bu ayrıntılara değinmeyeceğim. Albümlerin yeniden düzenlemeleri ile ilgili ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz, aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. Yine aynı linkten albümlerde yer alan şarkıların ayrıntılı bilgisine de ulaşabilirsiniz. İkinci dönemlerini ise, daha sonra kısaca ele alacağım.

Grup, 1979-1986 yılları arasındaki bu kısa döneme, toplam altı albüm sığdırmıştır. Bir öğrenci grubu olarak kurulan A.Daughter'un 1979 yılında basılan ilk albümleri ''Adonis'', genç yaşta sahip oldukları profesyonel müzisyenlik becerileri ve yaratıcı dehalarının adeta bir belgesidir. Alman progressive rock tarihinin baş yapıtlarından biri olmuştur.
Grubun klasik ilk dönem kadrosu şu şekildeydi;
Harald Bareth / Lead vokal, bas gitar
Uwe Karpa / gitar
Matthias Ulmer / keyboard, vokal
Kono Konopik / davul

 
1982 yılında yayınlanan ''In Blau''albümüyle, ilk önemli kadro değişikliği gerçekleşir. Daha önce Pancake ve Roxy Elephant'da çalmış olan başarılı davulcu Kono Konopik gruptan ayrılır ve yerine Peter Schmidt gelir. Matthias Ulmer'in bir röportajında söylediği gibi; 1984 yılında, kendisinin ve Uwe Karpa'nın askerlik görevleri sebebiyle müziğe 18 aylık bir ara vermek zorunda kalırlar. Bu görevlerini kamu hizmeti şeklinde yerine getirirler. Bu süreçte vokalist ve basçı Harald Bareth, tüm yaşamı boyunca müziğe profesyonel olarak devam etmek istemediğine karar verir ve içinde bulunduğu şartların da yönlendirmesiyle, Belçika'da tıp eğitimine başlar. Müzikten tıbba geçiş yapan müzisyenlerden birisidir. Halen Almanya'da, ağrı ve ışın tedavisi uygulanan bir klinikte, radyolog doktor olarak görev yapmaktadır. Bir zamanlar sesi ve gitarı ile ruhlara şifa olan Bareth, modern tıp aracılığıyla, artık ağrıları olanlara şifa olmaktadır. Elbette gruptan hiç ayrılmamasını dilerdim. Harald Bareth demişken, bir parantez açmak isterim, onun vokali olmadan. Anyones Daughter başka bir grup sanki. Kadife sesler diye tarif edilen vokaller vardır ya, Harald Bareth'in vokali de bu bağlamda ipek kadifedir...Yumuşak, biraz melankolik ve dokunaklı bir ses, en sevdiğim prog vokallerden bir tanesidir. Grubun ikinci davulcusu olan Peter Schmidt de bu uzun süre boyunca boş durmak istemez ve başka bir gruba geçer.



İlk dönem albümleri


Adonis (1979)

70’lerin sonunda birçok progressive rock grubunun, pop rock, new wave gibi yeni akımlardan etkilendikleri albümler çıkarmaya başladığı bir dönemde, Anyone’s Daughter; katkısız bir progressive rock albümü olan ''Adonis'' i 1979 yılında, ünlü kraut rock müzik şirketi ''Brain'' etiketiyle LP olarak çıkarır. Topluluk 70'lerin progressive ve kraut rock'undan beslenmiştir, zaten o dönemleri yaşamışlardır.

Grup üyelerinin, henüz sadece 17-18 yaşlarındayken çıkarmış oldukları bu ilk albümleriyle, prog rock sahnesinde yakalamış oldukları başarının önemli etkenlerinden biri, 1972'den beri devam eden birliktelikleri ve kendi şarkılarını da çaldıkları konserlerin de katkısıyla, zaman içinde bütünleşerek, kendilerine özgü bir müzik kimliği geliştirmiş olmalarıdır. İçten, yürekten yapılmış besteler, dinlerken bizlere hayaller kurdurabiliyor, zaman zaman tüyleri ürperten şarkılarla, A.Daughter'la samimiyet frekansında buluşuyoruz. Albümle henüz tanışmamış olanlar için söylemek istiyorum, kesinlikle orjinal ve olağanüstü bir yolculuk vadediyor.
Albümde toplam dört şarkı yer almaktadır. Başarılı albüm satışları sonucunda, ilerleyen yıllarda, farklı müzik şirketlerinden, LP ve CD formatlarında yayınlanmış on tane yeni versiyonu olmuştur. Albüm kadrosu ise şu şekildeydi:
Harald Bareth / Lead vokal, Fender bas
Uwe Karpa / 6 ve 12 telli gitar
Mathias Ulmer / grand piano, Fender Rhodes elektrik piyano, Hammond org, ARP Omni&Mini Moog synths, vocal
Kono Konopik / davul

Albümde yer alan şarkılar:
1.Adonis (24:09)
-Part I: Come Away (7:49) 
-Part II: The Disguiese(3:29)
-Part III: Adonis (7:51)
-Part IV:The Epitaph (5:07)
2.Blue House (7:20)
3.Sally (4:22)
4.Anyone's Daughter (9:10)

Albüme adını veren “Adonis” şarkısı, 4 bölümden oluşan 24 dakikalık bir süittir. Şarkıyı dinlemeye başladığınızda, Harald Bareth'in duygu dolu, dokunaklı sesiyle birlikte, bulunduğunuz mekan ve zamanı terk edip, mitolojinin gizemli diyarlarına hızlı bir geçiş yapıyorsunuz. Mesela şarkıyı her dinleyişimde, Adonis'in cansız, solgun yüzünü, o mermer katedralin içinde görebiliyorum... Şarkı, Yunan mitolojisindeki en yakışıklı, ölümlü delikanlı olan Adonis'in hikayesinden bahsediyor. 
Kısaca anlatacağım.
Lanetli bir ilişki sonucunda, bir ağacın gövdesinden doğan Adonis'i tanrıçalar yetiştirir. Göz kamaştıran güzelliği, Aphrodite ve Persephone arasında, Zeus'un hakemlik yaptığı bir kavgaya dönüşür ve sonrasında yılın eşit zamanlarında bu tanrıçalarla zaman geçirmesine karar verilir. Bir av sırasında yaban domuzunun saldırısına uğrayarak ölür genç Adonis. Bu yaban domuzunun öznesi şaibeli birisinin kıskançlığı sebebiyle, Adonis'e musallat edildiği anlatılır. Bu hikayenin farklı sonları bulunuyor. Ayağına diken batan Adonis'in bu yüzden öldüğü ve kanının aktığı yerde laleler (adonis-mersin lalesi) açtığına inanılır. Bir başka sona göre ise, Adonis'in ölümüne çok üzülen Aphrodite'in üzüntüden çirkinleşip, güzelliğini kaybettiğini gören tanrılar, Olympos'da toplanıp, Adonis'e tekrar can verirler. Adonis kültü, Akdeniz coğrafyasında farklı ayrıntılarla varlığını sürdürmüş. Erkek güzelliğinin yanında, yeniden doğuş ve baharı da simgeler.
Tekrar şarkıya dönelim, her bölüm, birbirinden farklı melodiler ve şarkı yapısından oluşmaktadır. Performans harikası olan bu bestenin ilk bölümünde yumuşak, senfonik bir hava hakim. Yüreğinize dokunan clean tonlu gitar soloları ve space tınılı keyboard, bu atmosferin dikkat çeken güzelliklerinden. Birinci bölüm gök gürültülü yağmur sesleriyle bitiyor. 
İkinci bölüm synthesizer ile başlıyor (Moğollar'ı hatırlatıyor bu giriş bana hep). Bu bölüm daha tempolu, davulun zengin, değişken ritimli katkılarıyla devam ediyor.
Üçüncü bölüm, şarkının en dokunaklı bölümü. Etkileyici melodiler, sakin başlayıp, enerji dozu gitgide artan gitar ve keyboard soloları, akılda kalan ayrıntılar. Ayrıca, özellikle 17.dakikadan sonra duyabileceğiniz, deyim yerindeyse, muhteşem bir bas gitar ve keyboard atışması geliyor, davul da yine çok değişken ritimlerde, varlığını devamlı hissettiriyor. H.Bareth'in muhteşem bas gitarı, ayrı bir sevgi hissetmeme sebep olmuştur A.Daughter'a. 
Son bölüm, piyano ile açılıyor ve diğer bölümlere göre daha yalın, vokal severleri mutlu edecek şekilde devam ediyor.
Entrümantal olan ikinci şarkı ''Blue House'' synthesizerdan yayılan derin tınıların, dinleyeni space rock alemlerine götürdüğü sade ve melodik bir clean gitar sound'u olan, duyguları coşturan bir eser. Bu şarkıya adını veren mavi ev, zamanında grubun provalarını yaptıkları evmiş. 
Üçüncü şarkının adı ''Sally'', albümde herhalde diğerlerinden en farklı olan, piyano ve saksafonun birlikteliği ile daha aydınlık, neşeli; dinlerken biraz jazz, biraz da pop-rock diyarlarına uğrayacağınız bir eser. 
Grubun adını taşıyan son şarkı ''Anyone's Daughter'' ise, adeta topluluğun rüştünü ispat ettiği, yaklaşık dokuz dakika uzunluğunda bir eser. Muhteşem bir keyboard ve clean tonlarda etkileyici gitar soloları, sonlara doğru melodik bir gitar, hızlı ve karmaşık bir davul, ben buradayım diyen enerjik bir bas gitar ve progressive rock'un en özgün melodilerini duyabildiğiniz, inişli çıkışlı bir şarkı. Her dinleyişimde farklı yerlerinden kendisine tutulduğum senfonik yapıda, titizlikle örülmüş, mıknatıs etkisi yaratan bir şarkı. 
Adonis albümü,70'lerin sonlarına ait olmasına rağmen, neo-progressive rock'ın habercisi olarak yorumlayanlar da olmuştur. Tüyleri diken diken eden olağan üstü güzel melodi ve sololar, gerçekliği adeta yaşamış, ayrıntıları istif etmiş; bunları sonra dinleyenlere ruhla, hissederek çalınan enstrümanlar ve vokal aracılığıyla, adeta yaşamış gibi aktarıyor A.Daughter.




Anyone's Daughter (1980)

Grup ikinci albümlerinde, Brain'i bırakıp, yollarına yine birçok prog rock albüm yayınlamış olan ''Spiegelei'' ile devam etmiştir. Albümün kaydı, Stuttgart Zuckerfabrik stüdyosunda gerçekleşmiştir. Anyone's Daughter albümünü özetlersek; enfes bir gitar tonuyla çalınan duygusal sololar, güçlü bir bas gitar, klavye ve moogun en büyüleyici tonları, senfonik yapılarda melodik şarkılar ve tabii ki yine Harald Bareth'in değişmeyen, benzersiz güzel vokali. ''Adonis''den sonra oldukça farklı sayılabilir bu albüm, konsept albüm değil ilk olarak, şarkılar daha kısa, en uzun şarkı 8 dakikalık süresiyle 'Another Day Like Superman'. Albümde en sevdiğim şarkıdır; sakin başlayıp, akustik gitar eşliğinde ilerleyen ve sonrasında muhteşem bir gitar ve klavye solosuyla temposu yükselen bu şarkıda, muhteşem elektro, bas gitar ve klavye performansları, bu progressive- senfonik klasik yapıtın, sanki özenle işlenmiş sütun başlıkları olmuşlar. H.Bareth'in, duygu dolu, şarkıdaki hüznü yaşayarak söylediğini duyabildiğimiz vokali de şarkıyı farklı bir boyuta taşımaktadır. İkinci favorim ise, ''Thursday''. Wishbone Ash'ın gitarlarını anımsattığı için belki de, fazladan seviyorum bu rock'n roll ritmli şarkıyı. 'Sweedish Nights', 'Sundance Of The Haute Provence' ve 'Moria' şarkıları, konserlerde her zaman çalınan klasikler arasına girmişler. Moria şarkısı, JRR Tolkien'den ilham alınarak yapılmış ve o yıllarda grubun tanınmasına önemli bir katkı sağlayan, radyolarda hit olmuş eserlerinden bir tanesi.'Azimuth' ise fusion etkili, oldukça kısa, enstrümantal bir eser. Masalsı albüm kapağı adeta grupla özdeşleşmiştir, geride kalmış kraut rock dönemi etkilerini, sanırım en çok bu albüm kapağında görebiliyoruz, grubun en sevdiğim albüm kapaklarından birisidir.





                     Piktor's Verwandlungen (1981)

1981 yılında yine ''Spiegelei''dan LP olarak çıkan bu albümlerinde topluluk, önemli bir değişim gerçekleştirmiştir. Müzikal yolculuklarına İngilizce sözler yerine ana dilleri olan Almanca şarkı sözleri ile devam etmişlerdir. Bu albümün özelliği, epik bir konsept albüm olmasıdır ve A.Dauhter'un en cesur, en deneysel çalışmasıdır. Önemli bir ayrıntı, albümün canlı kayıt edilmiş olmasıdır. Grubun akustiğini çok beğendiği, Heidenheim'daki bir konser salonunda, seyircilerin de olduğu, canlı bir kayıttır. Seyircinin varlığını ancak albümün sonunda duyabiliyoruz; grubun ne kadar başarılı bir performans sergilediklerini ve dinleyiciyi yakalayabildiklerini, seyircinin coşkulu alkış ve çığlıklarından anlayabilmek mümkün. Albüm şirketi, böyle sıra dışı, epik kısmı uzunca, konsept bir albümün, 80'li yıllarda iş yapmayacağını düşündüğü için, grup albüm maliyetini kendileri karşılamış. Albüm şirketine gelen en güzel yanıt ise, herhalde bu sıra dışı albümün başarılı satışları olmuştur.
Önce Beat kuşağı, sonra hippiler, Herman Hesse'yi adeta dönemlerinin ikonu haline getirmişlerdir ve ondan esinlenen birçok müzisyen ve sanatçı olmuştur; Steppenwolf, Santana, Milton Glaser ve Andy Warhol vb. Hesse'nin kitapları 60 dile çevrilmiş, yüz elli milyon civarında baskı sayısına ulaşmıştır. Sadece Avrupa ile sınırlı kalmamış Hesse'ye olan ilgi, ''Steppenwolf'' (Bozkırkurdu) romanı ,1969 yılında A.B.D.'de bir ayda 360.000 adet baskı satmıştır ve Hesse'nin eserleri bu ülkede yaklaşık on bir milyon adet satışa ulaşmıştır. Dünya çapında bu etkileşimler, Hesse'nin savaş karşıtı duruşunun da etkisiyle, ölümünden uzun yıllar sonra da güncelliğini yitirmeden devam ederken, Anyone's Daughter da Herman Hesse'den esinlenen gruplardan biri olmuştur. Herman Hesse'nin 1922 yılında, ''müstakbel'' ikinci eşi için yazdığı ''Piktors Verwandlungen''isimli fantastik masal kitabından çok etkilenirler. Piktor'un dönüşümleri anlamına gelen bu sevgi masalından ilham alan topluluk, bu hikayeyi kendi anlatım ve müzikleriyle birleştirip; albümden çok önce, ilk olarak konserlerinde çalmaya başlarlar. Şarkının, yaklaşık 27 dakikalık bu ham halini ,1977/78 yıllarında demo olarak kayıt ederler. Bu demo versiyonu, albümün 2008 yılındaki genişletilmiş baskısında (Tempus Fugit etiketiyle çıkmıştır), bonus parça olarak ilave edilmiştir. Albümde yer alan şarkıları ise, topluluğun daha önce konserlerde defalarca yorumlayıp, birlikte yer aldıkları sanatsal yaratım ortamı içerisinde, yıllar içinde geliştirme imkanına sahip olduğu, daha zenginleşmiş, yaklaşık 40 dakikalık son halidir.
Haral Bareth'in eşsiz anlatımıyla, epik bir senfonik başyapıta dönüşmüş 'Piktor's Verwandlungen', epik bölümlerde dahil,13 parçadan oluşmaktadır. Masalın seyrine ve ruhuna paralel şekilde, hikaye ile bütünleşmiş enstrümantal şarkılar, epik anlatımları şahane bir uyumla tamamlamaktadır. Matthias Ulmer'in, dinleyenleri düşsel bir yolculuğa çıkaran, -Eloy etkilerini de duyabildiğimiz, muazzam klavyesiyle birlikte; Uwe Karpa'nın ustaca akıp giden, uzun soloları ve benzersiz tınıları, dinleyenleri bu sihirli, gizemli masal dünyasına kolayca taşıyıveriyor. Albümde favori şarkılarım,7 dakika uzunluğundaki ''Der Baum''ve ''Sehnsucht''. Bütün enstrümanlar, yüreklere dokunan melodiler, sıkıcı olmayan, çok değişken bir ritim ve solo örgüsü içinde alıp başlarını gitmişler desem, abartı olmaz sanırım. A.Daughter’un bir konser grubu olduğunu ve konserlerde, albümlerinden daha iyi bir performans gösterdiklerini, becerilerini, bu albümde çok açık bir şekilde görebiliyoruz, duyabiliyoruz. Bir konser kaydı da bulunuyor, izlemenizi öneririm.



Piktor'un hikayesini kısaca anlatmak istiyorum. Yaşamın anlamını ve gerçek sevgiyi arayan Piktor, öldükten sonra cennete gelir, devamlı bir değişim söz konusudur burada, her şey sürekli biçim değiştirmektedir hem erkek hem kadın hem güneş hem ay olan ağaçlar, bütün renkleri taşıyan ve sonra çiçeğe dönüşen kuşlar...Bütün bunlar karşısında büyülenen Piktor, yaşamın kaynağında, yurdunda olduğundan emindir. Karşısına çıkan bir yılanın, hızlıca yanıt istediği bir soruya, Piktor fazla düşünmeden cevap verir ve bir ağaca dönüşür. Kökleriyle toprağa tutunmuş, gövdesinden dallar çıkmış, göğe doğru yaprakları salınan ağaç Piktor mutludur ve geçen yılları saymaz, uzun yıllar geçer ve artık ağaç gözüyle görebiliyordur, üzgündür. Çünkü burada, neredeyse çevresindeki her şeyin, sonsuz bir değişim döngüsü içerisinde olduklarını görmüştür. Ancak kendisi hep aynı kalmaktadır. Bunu fark ettiğinden beri mutlu değildir, yaşlanmaya başlar, daha yorgun, ciddi ve endişeli bir duruşu olur, birçok yaşlı ağaçta görebileceğimiz gibi. İnsanlarda ve tüm varlıklarda bunu görebiliriz, değişim yetisine sahip değillerse, zamanla üzüntü ve körelmeye yenik düşecekler ve güzelliklerini kaybedeceklerdir. Bir gün, cennette yolunu kaybeden, mavi elbiseli, sarışın genç bir kız, şarkı söyleyerek ve dans ederek, ağaçların altında dolaşır. Kızı görür görmez, Piktor'un içini, daha önce hiç hissetmediği kadar, mutlu olma isteği sarar. Kız ağacın altına oturur. Piktor ile aynı duyguları yaşar, yüreğinde aynı titremeyi hisseder, ağır gözyaşları yavaşça gözlerinden süzülür. Bir kuşun gagasından düşürdüğü sihirli taşı kız eline alır ve dileği gerçekleşir, ağaç ile tek bir varlık olarak bütünleşir. Piktor'un gövdesinden, güçlü, genç bir dal şeklinde büyüyerek, ona doğru uzanır. Piktor değişmiştir. Bu kez, doğru, sonsuz değişime ulaşabildiği, yarımdan, bir bütün olabilmeyi başarabildiği için, dilediği kadar değişime uğrayabilir artık. Geyik olmuştu, balık olmuştu, insan ve yılan olmuştu, bulut ve kuş. Fakat her varlıkta bir bütündü, bir çift barındırıyordu içinde, ay ve güneşi, kadın ve erkeği. Ülkelerin içinden, ikiz akan bir nehir olarak geçer ve gökyüzünde çift yıldız olarak durur...



IN BLAU (1982)


1982 yılında LP olarak yayınlanan grubun dördüncü albümü yine ''Spiegelei''etiketiyle çıkmıştır. Bu albümde davulcu Kono Konopik'in yerine, daha önce ''Lazarus'' ve ''Message'' de çalmış Peter Schmidt gelir, grubun profesyonel müzik kariyerlerindeki ilk kadro değişikliği olmuştur bu. Gitarist Uwe Karpa, zaman içerisinde grubun daha açık, esnek yapılarda, nefes alan, hatta biraz ''groove'' bir sounda sahip şarkılar yapma isteğinin giderek arttığını ve ''Kono Konopik''in bu gelişimden maalesef çok hoşlanmadığını belirterek, davulcu değişikliğinin nedenini anlatmaya çalışmıştır.
''Piktor's Verwandlungen '' albümünde Almanca şarkı sözlerine geçiş yapan grup, bir sonraki albümlerinde bir yol ayrımına gelirler. Ya ilk iki başarılı albümlerindeki gibi İngilizce şarkı sözleriyle devam edeceklerdi, ya da cesur bir karar vererek, Almanca şarkı sözlerine geçiş yapacaklardı. Bu önemli kararla ilgili son noktayı koyma işi, çoğunlukla grupta şarkı sözlerinden sorumlu olan Harald Bareth'e bırakılmış. Bununla ilgili düşüncelerine de booklet'de (1993 yılındaki remaster CD'deki) yer verilmiş: ''Piktor's Verwandlungen'', zaten ilk iki albümden çok önce bestelenmişti, sadece albüm kaydı daha sonra yapıldı ve basıldı, bu albümden sonra, ''tekrar İngilizce’ye mi geri dönelim?'' sorusu geldi. Grup olarak Almanca denemek istiyorduk, bu şekilde uluslararası şansımızın az olduğunu biliyorduk, ama bunu hesaba katmıştık. Böyle kararları, iş insanları olarak değil de sanatçılar ve idealistler olarak alıyorduk. Kucağında sözlükle şarkı sözü yazmayı, giderek saçma buldum...''
Daha fazla ayrıntıya girmeden, albüme dönelim. Albümde yedi şarkı bulunuyor.'' In Blau '', albümünün, mavi anlamına gelen adı, bu rengin çağrıştırdığı melankoli ve özlem gibi kavramlar, dinleyicilere albümün içeriği hakkında bir ipucu veriyor. Bu albümde şiirsel şarkı sözleri ön plana çıkmış, tabi ki müzikal olarak da bu şairane havaya son derece güzel uyum sağlanmış; yumuşak, melodik, bazen romantik, duygusal, sözlerdeki sanatsal havaya uygun bir sound ortaya çıkarmışlar. Büyüleyici piyano soloları, 6 ve 12 telli akustik gitarların kullanımıyla, dinleyenleri pamuk bulutların üstünde ağırlayan yumuşak gitar soloları, bunu sağlayan incelikli ayrıntılardan bazıları. Albümde dikkat çeken şarkılar, ''Für ein kleines Madchen '','' Nichts für mich '', enstrümantal bir eser olan ''La La '', güneşi ve ışığını, besteledikleri şarkıyla dinleyenlere göstermek istedikleri ''Sonne '' Albümde en ilgi çeken eser, 3 bölümden oluşan ,15 dakikalık süresiyle albümün en uzun şarkısı '' Tanz und Tod ''. Dans ve ölüm anlamına gelen bu şarkının sözleri etkileyici. Harald Bareth, bu şarkının sözlerini, ünlü yazar, antropolg ''Carlos Casteneda'' (''Lost''dizisinden hatırlayabilirsiniz, izlemedim, merak da etmedim) nın ''Ixtlan Yolculuğu '' kitabını okuduktan sonra yazmış ve bu kitabın etkisini taşıdığını kendisi söylemiş. Beste ise bir kolektif yaratım, ağırlıklı olarak gitarist U.Karpa ve klavyeci M.Ulmer'in  katkılarıyla ortaya çıkmış bir eser. Albümdeki çoğu şarkıda sözler şiir gibi yazılmış. ''Tanz und Tod'' şarkısında, en güzel sözlerden bir kısmı, ilk bölümde yer alıyor ve ölümle ilgili:
  "Kendi ölümüm, sol yanımda sürekli benimle beraber yürümüş
   Ne garip, onu hiç selamlamadım
   Tüm yaşamım boyunca sessizce benimle beraber,
   ve bekliyorum, bugün bana dokunmasını" 
''In Blau ''albümüyle ilgili güzel şeyler yazdım ancak A.Daughter'un en sevdiğim albümü tabii ki Adonis. Anyones Daughter, birçok yönüyle, sıra dışı bir grup; konserlerindeki mütevazi, sade ve gösterişsiz tavırları da mesela bunlardan biri. Kendilerine özgü bir müzikal kimliğe sahipler, özellikle ilk dört albümlerini dinlerken, sıra dışı, sürprizlerle dolu, benzersiz bir progressive yolcuğa çıkıyorsunuz.  Harald Bareth'ın vokali bile daha güzel sanki ilk albümde, ya da bana öyle geliyor.




Neue Sterne (1983)

Grup dağılmadan önce çıkan, yeni yıldızlar anlamına gelen son albümleri,1983'de Spiegelei etiketiyle LP ve kaset olarak dinleyicilerle buluşmuştur. Bu albümde A.Daughter, zamanın müziğine artık büyük ölçüde teslim olmuştur, ama neyse ki henüz ruhunu teslim etmemiştir. Albümde, progressive yönüyle güzellikler yakalayabilmiş, birkaç tane şarkıları bulunsa da, pop, elektronik etkili, standart şarkılar çoğunlukta. Dikkat çeken şarkılar, ''Der Plan '', ''Konsequenzen '', '' Viel Zuviel '' ve '' Das Puppenspiel ''. ''Der Plan '' şarkısının sözleri ilginç, Bulutsuzluk Özlemi'nin 'Acil Demokrasi' sini hatırlatıyor bana. Dünyanın güncel, sosyal, kanlı, canlı sorunlarına, insanların ilgisiz ve duyarsız kalmaları, bir kızın kimliğinde eleştirilmiş, ''Beyrut'da 10.000 ölü, senin umurunda mı?'' gibi şarkı sözleriyle.


Anyone's Daughter Live (1983) 


1983'de, 'Tyrant '', ''Steeler '' gibi, sağlam grupların albümlerinden aşina olduğumuz ''Corona'' etiketiyle, double LP olarak yayınlanır, grubun bu ilk konser albümü. Toplam beş konser albümü bulunan topluluğun, içlerinden en iyisi bu konser albümüdür. Şarkıların seçimi, başka albümlerde olmayan bazı şarkılar ve en önemlisi tüm şarkıların, bulundukları albüm kayıtlarından çok daha iyi performanslarla icra edildiği, her bir grup elemanının, müzisyenliklerindeki ustalıklarının canlı belgesidir adeta.''Neue Sterne '' albümünden şarkılara ağırlık verilmiştir, son albümleri olduğu için herhalde o sırada.''Anyones Daughter '' şarkısının on bir dakikalık muhteşem bir versiyonunu sadece bu albümde dinleyebilirsiniz. Grupla henüz tanışmadıysanız, grubu tanımak için dinlemeye başlanması önerilen iki albümden biri bu konser albümüdür, diğeri de malum,''Adonis 






Last Tracks (1986)


''Last Tracks '', A.Daughter Records etiketiyle 1986 yılında LP olarak çıkan bir toplama albümdür. Live albümünden sonra, grubun iki elemanının askerlik görevleri sebebiyle başlayan kadro değişiklikleri, A.Daughter'ın tamamen dağılmasıyla son bulmuştur. Last Tracks albümündeki ilk beş şarkı, farklı stüdyolarda ve gruba yeni gelen Michael Braun, Götz Steeger ve Andy Kemmer 'in katılımıyla kayıt edilmiştir. Ancak bu yeni kadro, çok kısa ömürlü olmuştur, öyle ki albüm piyasaya çıktığında, Anyone's Daughter diye bir grup kalmamıştır artık. İlk altı şarkı için söylenecek fazla bir şey yok, farklı bir vokal ve bas gitar, duymak istemeyeceğimiz bir davul, bolca zamane, mekanik, vasat elektronik ritmler, vasata yakın şarkılar... Bu sıradanlık içinde kendini gösteren tek şarkı ''Much too late '', onun da alışık olduğumuz A.Daughter sounduyla pek ilgisi yok.
Gelelim albümün son dört şarkısına. Yüzümüzü güldüren bölüm işte burası. Grup 1972 yılında kurulmuştur ve 1978 'deki demolarına kadar herhangi bir kayıtları bulunmamaktadır. ''Zuckerfabrik'' kayıt stüdyosunda, I Hear An Army, Sally The Green, Ma Chére Marquise De Sade, Window Pain ve Anyone´s Daughter şarkılarının kaydı yapılır. Anyone's Daughter ve Sally The Green şarkısının farklı bir versiyonu dışında,1979'de çıkan Adonis albümünde diğer şarkılara yer kalmamıştır ve bu yüzden uzun yıllar, gün yüzüne çıkamamışlardır. Grup dağılınca ve herhangi bir plak şirketinin bağlayıcılığı kalmayınca, bu çok kıymetli şarkılar, sonunda dinleyicilere ''Last Tracks '' albümüyle ulaşabilmiştir. ''Ma Chére Marquise De Sade'' ve ''Window Pain'', en dikkat çeken iki şarkıdır bunların içinde.
Entsrümantal bir eser olan ''Ma Chére Marquise De Sade '', sekiz dakikadan uzun bir şarkı, muhteşem bir müzik ziyafeti sunuyor dinleyenlere. Olağanüstü bir klavye performansı, şarkıda assolist olmuş adeta. Matthias Ulmer'in A.Daughter'un müziğindeki önemi ve yeri tartışılmaz, yedi yaşında klavye çalmaya başlamış bir virtiöz.
 ''Window Pain'' i nasıl anlatabilirim, bilemiyorum. Tozlu sandıklarda gizli kalmış bir progressive rock klasiği, ya da sadece A.Daughter'ın en sevdiğim şarkısı mı desem? Uygun etiketler bulup, anlatmaya çalışarak, büyüsünü bozacağım belki de. Şarkının linkini ekliyorum, henüz dinlemediyseniz, mutlaka dinlemenizi öneriyorum. Yüreğinizde ve zihinlerinizde yer bulacak, en güzel progressive rock klasiklerinden bir tanesi, her yönüyle, mükemmel bir beste. 9 dakikaya yakın bir süre nasıl akıp gidiyor anlamıyorsunuz, zamanı durduran bir şarkı. Bir şarkıyı, art arada dinleme rekor listemde ''Window Pain'' en üst sıralarda, hissettirdikleri ise bana kalsın. Ayrıca, hep merak ettiğim bir konudur, grubun albüm yapımcılarına sormak isterdim; böyle muhteşem bir esere, acaba hangi mantıkla, Last Tracks'da gün yüzüne çıkana kadar, daha önce hiçbir albümünde yer vermediniz? Albüm kapağı ise, yine kraut rock dönemi etkilerini görebildiğimiz, grubun en sevdiğim albüm kapaklarından bir tanesidir.



Grubun ikinci dönemi

1986 yılında tamamıyla dağılan grup, uzun bir sessizlikten sonra, 2000 yılında tekrar kurulur. Bu uzun ara ve sonrasında, Matthias Ulmer, birçok gruba, albümlerin stüdyo kayıtlarında, klavye ve besteleriyle eşlik etmiştir. Saxon, Helloween ve en çok da Blind Guardian ile çalışmalar yapmıştır. Son olarak, yaklaşık yirmi yıllık bir mazisi olan, ''Blind Guardian Twillight Orchestra''nın, Prag Flarmoni Orkestrası'nın çaldığı albümü ''Legacy of The Dark Lands'' de yer almıştır. Bu albümün orkestrasyonu ve aranjmanı, yetenekleri klavye ile sınırlı kalmamış Matthias Ulmer'e aittir. Ayrıca albümdeki bazı bestelere de katkı sağlamıştır. Hangi çalışmalarda yer aldığını merak ederseniz, aşağıdaki linkten ayrıntılı bilgiye ulaşabilirsiniz:



Özgün kadrodan sadece Uwe Karpa ve Matthias Ulmer'in olduğu bu yeni dönemde, ne yazık ki sadece topluluğun adı aynı kalmıştır. Progressive rock çizgisinden ve grubun özgün sound'undan uzaklaşıp; daha çok dönemin pop-rock, new wave, elektronik akımlarının etkisinde kalmışlardır. Sanat için sanat düşüncesini mazide bırakıp, maalesef, daha çok ana akım ekseninde, standart uzunluklarda, dinlemesi kolay, çoğunlukla ticari odaklı şarkılar yapmışlardır.
2001 yılında 'Danger World ' albümü yayınlanır, oldukça sıradan şarkıların yer aldığı, görmezden gelinebilecek tarzda bir albümdür bu. 2004 yılında yine benzer sıradanlıkta 'Wrong 'albümünü çıkarırlar. Bu albümde göze çarpan iki şarkı bulunuyor, ''Far Away '' ve ''Fade Out''. 2018 yılında yayınlanan, topluluğun son albümü ise ''Living The Feature ''. Toplam on iki şarkının yer aldığı albümde, birkaç tane dikkat çeken şarkı bulunuyor.''She is not just Anyone's Daughter'', farklı bir Hendrix yorumunu dinleyebileceğiniz ''Voodoo Child '' ve sosyal mesaj içerikli ''One World for you and me ''. Bu çalışmada ilginç bir sürpriz bulunuyor, ''Ünlü'' grubundan hatırlayacağımız ''Tayfun Ünlü '', şarkının girişinde ve sonunda Türkçe vokal yapmıştır. Çok dilli seslendirilen bu şarkıda, birçok yabancı müzisyen, vokal ve enstrümanlarıyla konuk olarak yer almıştır. Modern popun, arada techno ritimleriyle harmanlandığı, farklı bir çalışmadır. Bu kadar müzisyeni bir araya getirmelerinin hatırına, bir dinlemek lazım diyebilirsiniz. Bir daha dinler misiniz? O da sizin zevkinize kalmış.

Grup, bu yeni dönemde, toplam dört tane konser albümü yayınlamıştır.''Requested Document Live 1980-1983 '' adıyla,2001 ve 2003 de yayınlanan vol.2 konser albümlerinde, grubun ilk dönem ve son dönem şarkılarına ait farklı konser kayıtları yer almaktadır. 2006'da yayınlanan ''Trio Tour '' konser albümünde vokalde ''Andre Carswell '' bulunmaktadır ve albümün adından da tahmin edileceği gibi, grubun klasik enstrüman kadrosu yok bu kayıtta, davul ve bas gitar olmadan icra edilmiş şarkılar. Uwe Karpa'nın akustik gitar performansı, kulaklarımızı şenlendiriyor. Yine, aşina olduğumuz A.Daughter soundundan uzak şarkıların yer aldığı bir albümdür ''Trio Tour''. Bu gerçeği kabul ederek dinleyebilirsek eğer, müzisyenlerin, karmaşık yapılardaki akustik şarkıları icra ederken, ustalıklarını konuşturdukları; elektronik ayrıntıların zevkli ve incelikli bir şekilde, sırıtmadan harmanlandığı şarkılarıyla, keyif alabileceğiniz bir konser albümüdür. ''Calw Live ''konser albümü ise 2011 yılında yayınlanmıştır. Herman Hesse'nin 125. doğum yılı kutlamaları kapsamında, Hesse'nin doğduğu, ''Calw'' (Almanya, kuzey Kara Orman bölgesinde) kasabasındaki konserin kaydıdır, grubun her iki dönemine ait şarkılar yer almaktadır. Bu konserde, kasaba meydanında yaklaşık 9.000 kişiye çalmışlardır.''Piktors Verwandlungen '' daki epik anlatımı ise ünlü Alman yazar ve rock şarkıcısı ''Heinz Rudlof Kunze'' seslendirmiştir. Orjinal albümü ilk kez H.Bareth ' in duygu dolu, sade anlatımıyla dinlemişseniz, Kunze'nin tarzı muhtemelen hoşunuza gitmeyecektir. Konseri sürpriz bir şarkıyla, J.Lennon ''Imagine'' ile bitirmişler.








Grup ayrıca dört tane tekli çıkarmıştır,''Moria ''(1980), ''Viel Zuviel '' (1983), ''Nina '' (2001) ve ''I'll never walk that road again '' (2001)
2015 yılında gitarist Uwe Karpa, solo çalışmaları sebebiyle gruptan ayrılır. Grubun güncel kadrosu, klavyede Matthias Ulmer, gitarda Uwe Metzler, davulda Peter Kump ve vokalde Johny Vooijs'den oluşmaktadır.
Yeni Anyones Daughter, ilk dönemlerinden ve progressive rock’dan uzak bir çizgide, ana akım ekseninde yoluna devam ediyor olsa da yeni tarzlarında da zaman zaman, başarılı işler yapmayı sürdürüyorlar. Şimdilik bir nokta koyalım, kim bilir, belki Anyones's Daughter'la yine karşılaşabilirsiniz burada.





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...