17 Mart 2014 Pazartesi

Anita O’Day’in Davulculara İlgisi



Siyahi kadın vokallerinin hakim olduğu 50’li yılların caz müziğinde bir beyaz olarak ayrıcalıklı bir yer edinen isimdir, Anita O’Day. Çıkışının müzikten önce dansçılık kariyeriyle yapan sanatçı, Gene Krupa’nın grubunda şarkıcılık yaparken, dünyaca tanınacaktı. Bu orkestrada trompet çalan Roy Eldridge ile düet yaptığı “Let Me Of Updown” adlı şarkısıyla dönemin sevilenleri arasındaki yerini alacaktı. Bu şarkı sadece dönemin popülerlerinden olmasıyla kalmayarak, ırk ayrımına da ilk şiddetli tepkilerden birini verecekti. O yılların ABD’sinde siyah - beyaz ayrımının had safhadayken beyaz bir kadın şarkıcı, siyahi bir trompetçiyle birlikte düet yapması bir ilki oluşturuyordu. O günün televizyonlarında bu parça seslendirilirken yer alan iki dansçı da dans ediyordu. Onlar  da siyah ve beyaz danscı ikiliden oluşuyordu. Bu olayın ertesinde muhafazakar çevrelerin tepkisi de gecikmeyecekti. Ama Anita O’Day böylece bir ilki gerçekleştirerek ırk ayrımcılığına karşı tepkisini verecekti.
Çizimler: APTÜLİKA

Big Band dönemlerinin vazgeçilmez şarkıcısı olan Anita O’Day, Woody Herman, Stan Kenton orkestralarında da çalıştı. Ama onunla birlikte akla gelen tek orkestra ise Gene Krupa Orkestrası’ydı.  Anita O’Day’in davulculara özel bir ilgisi vardı ve onlarla iyi anlaşıyordu. Gene Krupa ile uyumlu çalışması da bundan kaynaklanıyor olabilirdi. İlk eşi Don Carter ve uzunca bir sure çalıştığı arkadaşı John Poole da bir davulcuydu. 
2006 yılında 87 yaşında kaybettiğimiz sanatçı, 80 yaşına kadar şarkı söylemeye devam etti. Onun hayatında müziğini sekteye uğratan alkol ve uyuşturuçcu bağımlılığıydı. 1947’de ikinci kocası Carll Hoff’la birlikte mariuana bulundurmak suçundan gözaltına alınacaktı. 1952’de de aynı suç nedeniyle hapis yattı. 1960 yılında yüksek dozdan az daha ölüyordu, son anda kurtarıldı.

Anita O’Day ayrıcalıklı sesiyle   caz kadın vokallerinde önemli bir yere sahiptir.

Çizimler: Aptülika
bluesperisan@gmail.com

16 Mart 2014 Pazar

Pazar eskizleri 16 Mart 2014

ELVIN JONES


İlk konuğumuz davulu ritm ve eşlik enstrümanı olmaktan çıkarıp, solo çalgıya döndüren Elvin Jones. 
Farklı ritmleri bir arada çalma anlayışını getiren sanatçı müziğe yeni bir yaklaşım getirerek mdern düşünceler katmıştı.






Billie Holiday 



1915 Baltimore doğumlu blues ve caz vokalinin unutulmaz ismi: Billie Holiday.
Lester Young'un deyimiyle,
Lady Day

Bu unutulmaz vokalistin 1939'da yaptığı "Good Bless The Child" şarkısı çileli çocukluğundan izler taşır.






James Brown

Bu pazar üçüncü konuğumuz ise Soul müziğin devi James Brown.







14 Mart 2014 Cuma

Jay McShann'ın talihi



Caz'daki orkestra döneminin bitmesi bir çok ismin yok olmasını ya da zamana ayak uydurup, yollarına öyle devam etmelerini sağlayacaktı. Ancak bu dönemde askere alınan bir siyahi müzisyen, bu değişimi asker dönüşü farkedecekti ki artık çok geçti.
Piyano'nun yanında vokalistiliğiyle de bir hayli şöhreti olan Jay Mc Shann12 Ocak 1916'da Oklahamo'da doğmuştu.1936'da Kansas City'de bir orkestraya katılarak müziğe başladı. Bu orkestra tümüyle siyahlardan oluşuyordu ama çaldıkları klübe sadece siyahlar girebiliyordu. Çünkü ABD'de ırk ayrımının en yoğun yaşandığı bu dönemlerde bu alışılageldik bir durumdu ve beyazların girdiği yere siyahların girmesi yasaktı. Sadece çalanlar siyah olabilirdi.
Jay Mc Shann, piyanoyu radyoda Earl Lines dinleyip, klisedeki piyano ile kendi kendine çalışarak öğrendi. Ühliü olduğu ilk zamanlara kadar da nota bilmiyordu. Ünlü olduktan sonra da nota okuma dersleri alarak bu açığı kapatacaktı. 1939'da kendi orkestrasını kurdu. Mc Shann artık bir orkestra şefiydi ve günden güna da şöhreti artıyordu. Buna karşılık sanatçı orkestrasında gençlerin önünü açıyor ve imkanlar sağlıyordu. İşte bunlardan biri de caz müziğinin bugüne kadar gelmiş geçmiş en önemli saksofoncusu Charlie Parker'da ilk çıkışını bu orkestrda yapacaktı.
İlk albümünü 1941'de yapan Jay Mc Shann, albümde yer alan "Confessin' The Blue" ile bir hayli meşhur olacaktı. Böylece aranılan bir piyanist ve orkestra lideri olan sanatçı klüp ve konser salonlarını tıka basa dolduracaktı. Fakat bu sefer onun kötü talihinin rolü başlayacak hazin sonu hazırlayacaktı. Jay Mc Shann, 1944 yılında bir gün, önemli bir klüpte çalıyordu. Alkışlar eşliğinde sahneden indiğinde soyunma odasına giderken izleyenlerden biri kendine yaklaşarak, "Bizimle geleceksiniz." diyecekti. Görevliler eşliğinde bir araca bindirilerek askere alındı.
Çizim: Aptülika
Sanatçı askerden döndüğünde ise kötü bir sürprizle karşılaşacaktı. Artık caz orkestralarının dönemi bitmişti. O da küçük gruplarla çalışmak için Kaliforniya'ya gitti. 7 Aralık 2006'da yitirdiğimiz Jay McShann, Kansas City ile özdeşleşmiş bir piyanistti.

Jay Mc Shann ile ilgili saksofoncu Boby Watson şöyle diyor;
"Swing ile bebop arasında bir köprü gibiydi."

Bir başka önemli müzik insanı Bruce Ricker ise,
"En rahat ettiği tarz blues olmasına karşın aynı Oscar Peterson gibi sakin bir çalış tarvrı vardır. O her zaman parmaklarıyla düşünen bir insan olmuştu." 
sözleriyle tanımlıyordu, Jay Mc Shann'ı.

11 Mart 2014 Salı

Robben Ford'un Nashwille'de Bir Günü

Robben Ford yeni albümü “A Day In Nashwille” bugünlerde çıkardı. Hazırlanan 9 parça ilk önce bir konserde çalınmak için tasarlanmış. Sonradan bunu bir albüm olarak çıkarma fikri oluşunca  bir konser gibi bir seferde stüdyoya girilip, bir günde kaydedilmiş.


14 yaşında ilk albüm kaydına giren Robben Ford, blues rock’ın önemli gitaristlerinden biri. Sanatçı, kariyerine adım attığı günlerden itibaren bir çok ünlü ismin ve ustanın da aranılan gitaristi olmuştu. Çocukluğundan itibaren müziğe  başlayan ilgisi onun blues rock gitaristliğine caz birikimlerini de taşıyacaktı.
Robben Ford yeni albümü “A Day In Nashwille” bugünlerde çıkardı. Hazırlanan 9 parça ilk önce bir konserde çalınmak için tasarlanmış. Sonradan bunu bir albüm olarak çıkarma fikri oluşunca  bir konser gibi bir seferde stüdyoya girilip, bir günde kaydedilmiş.
“Musician Magazine” dergisine göre “20. Yüzyılın 100 Büyük Gitaristi” arasında gösterilen Robben Ford, müziğe 10 yaşında saksofonla başlamış. Gitara geçişi ise 14 yaşında olacaktı. Onun gitara yönlenmesine sebep ise The Paul Butterfield Blues Band’in gitaristleri Michael Bloomfield ve Elvin Bishop olmuş. Ford çocukluk yıllarında Dave Brubeck gibi caz ustalarını,  BB King gibi bluescıları ve Cream, Jimi Hendrix gibi rock müzisyenlerini dinlemiş. Böyle olunca da onun müzikal yelpazesi genişlerken, birikimli bir müzikal bakışı olmuş. Bugün de onun müziğine baktığınızda blues, rock ve caz ögelerini bulursunuz. Ancak gitar stilindeki ağırlık blues rock tarzında bir duruştur.
Kaliforniya’da 1951’de doğan Robben Ford’un ailesi müzisyenlerden kurulu. Gitaristimiz 14 yaşına geldiğinde de babasının Charles Ford Blues Band isimli grubuna giriyor ve burada ilk albüm kaydını da gerçekleştiriyordu. 18 yaşına geldiğinde ise blues armonikasınının ustası Charlie Musselwhite ile çalacaktı.  Gene aynı yıl blues vokalinin ustalarından  Jimmy Witherspoon’la Montrey Caz Festivali’nde sahneye çıkacaktı. Ardından onu kurduğu caz fusion grubu L.A. Express’le görecektik.
Robben Ford’un çok erken yaşlarda blues’ın usta isimleriyle çalması bir tesadüf değildi, öyle ki o 20 yaşına geldiğinde ise birçok ismin aradığı can kurtaran simidi gibi bir gitarist olacaktı. George Harrison ve Joni Mitchelle’in albüm ve konserlerinde çalan gitarist, 1976’da L.A. Express grubundan ayrılarak “The Inside Story” isimli ilk albümüyle solo kariyerine adım attı. Hemen akabinde onu caz fusion grubu Yellowjacket  grubunda bulacaktık.  
Ford’u 1982 yılında gene rock ama farklı bir kulvarda Kiss grubunun albümünde çalarken görecektik. Hard rock ve heavy metal grubu Kiss’in “Creatures Of The Night” albümünde iki parçada konuk olarak çalacaktı. Bu çalışmanın sonunda da Kiss”in “Still Love You” isimli başyapıtı ortaya çıkacaktı. 1986 yılında Miles Davis’le çalışan Robben Ford, 90’larda Blue Line isimli grubuyla harika albümler yaptıktan sonra kariyerine solo olarak devam edecekti.
Bu ay piyasaya çıkan “A Day In Nashville” albümü, bir konser düşüncesinden oluşmuş. Robben Ford bu parçaları bir konserde seslendirerek çıkarmayı düşünmüş. Daha sonra bu fikirden vazgeçilerek stüdyo kaydı yapmışlar. Ancak kayıtları günlere bölmek yerine bir defa stüdyoya girip, konser verirmiş gibi çalarak, bir günde kaydetmişler. Nashville’deki Sound Kitchen Stüdyoları’nda kaydedilen bu albümün ismi de “Nashville’de Bir Gün” olmuş. Böylece albümü dinlerken hem konserin tazeliğini hem de stüdyo kaydının verimlerini bulabiliyorsunuz.

Albümün genel karekterinden bahsedersek, blues etkili soul havasını caz’ın “big band” özellikleriyle hissedebildiğimiz bir çalışma diyebiliriz. Özellikle 40 ve 50’lerin “big band” tadına erişmemizi sağlayan trombon’un katılımı. Bu konuda da tromboncu Barry Green’in payı çok büyük olmuş. Çalışmada Robben Ford, gitar ve vokalde yer alırken, Audley Freed ikinci gitarlarda yerini almış. Tuşlu çalgılarda yer alan Ricky Peterson ise tromboncu Green’den sonra albümün ikinci göze çarpan elemanı. Her parçadaki klavye akışlarıyla tutkulu bir dinleyişe sebep oluyor. Basta Brain Allen, davulda da Wes Little bütünlüğün diğer önemli parçaları olarak yerini almış.
“A Day In Nashville”i ilk dinlediğinizde klasik caz’a yönelme isteği gibi bir durum hissediyorsunuz. Ancak Robben Ford bunu bir nostalji yaratma etkisinden çok eskiyi (yani klasiği) bugünü besleyen bir birikim olarak kullanmış. Onu bir mimar olarak düşünürsek, Selimiye Camii’ni tekrar yapmak yerine Mimar Sinan’ın bu yapıdaki fikrini alıp, günümüze onu taşımak gibi bir çabadan bahsetmemiz gerek. Kasiklerin izinde giden “Aint Drinking Beer No More”da eski Broadway müzikallerinin tadını hissederken, müziğin swing kombinasyonlu akışı ile Ford’un sesi ile geri vokallerin uyumu harika bir etki yaratıyor. Albümün iki enstrümantal parçası olan “Top Down Blues” ve “Thump And Bump” da caz ve swing etkisi sürdürülüyor. “Cazcı Kardeşler” filminden de aşina olduğumuz “Peter Gunn Theme” yapısına benzer bu parçada funk gitar tınılı harika bir blues enstrumantaliyle buluşuyoruz. Allen’in bas tonu güzel bir etki yaratırken, trombonun solosu ile de büyülü bir ortama giriyoruz. Ford’un gitar solosu için ise günün moda deyimiyle “bonusu olmuş” diyebiliyoruz. Chicago stili “Cut You Loose”, caz ve R&B’un harika buluşması “Just Another Country Road”ın yeraldığı albümde “Green Grass, Rainwater”da ise Southern (Güney) Rock ile R&B izdivacına şahit oluyoruz. Joe Bonamassa’vari gitar ritmi ve Ford’un minor akorlarıyla “Midnight Comes Too Soon”da albümde harika bir blues baladı olarak yerleşiyor.
Robben Ford, “A Day In Nashville” albümüyle günümüzün kimyasal alışkanlıklarına karşı doğal bir sadeliği ve müzikal renklerin birikmini sunuyor.
Çizim ve Yazı : APTULİKA
bluesperisan@gmail.com
aptulelcioglu@gmail.com


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...