20 Eylül 2022 Salı

James LaBrie'ın yeni solo albümü "Beautiful Shade Of Grey"


 

Progresif metal grubu Dream Theatre'ın vokalisti James LaBrie'ın beşinci solo albümü "Beautiful Shade Of Grey"de insan ilişkilerinin karmaşıklığı üzerine sosyolojik bir tez yazmış gibi.  Melodik rock soundunda ve progresif bir anlayışla bir birini takip eden bütünlüklü anlatımdaki  albümde LaBrie'ye eşlik eden ekibe baktığımızda: gitarist Marco Sfogli, basçı/akustik gitarist Paul Logue, Eden's Curse'den tanıdığımız klavyeci Christian Pulkkinen ve LaBrie'nin oğlu Chance baterist olarak yer aldığını görmekteyiz.

James ve Chance LaBrie

"Beautiful Shade Of Grey"in açılışında yer alan "Devil in Drag", albümün sonunda da elektrikli versiyonu ile yorumlanmış. Bu genellikle aynı parçayı hem akustik haliyle hem de daha hard yorumuyla iki farklı şekilde bir albüme yerleştirme alışkanlığından farklı ve daha doğru bir tavır olmuş. Neden, derseniz... açılışta yer alan yorum bir senfoni misali üvertürü yani açılışı yaparken sonda bulunan elektrikli  versiyonu ise finali oluşturan bir etkide görevi üstleniyor. Bu arada diğer parçaların baştan sona yerleşimi bir konsepti oluşturacak şekilde geçişlere sahip. Bu yüzden de albümü aradan bir şarkı seçerek dinleme yerine baştan sona gözlerinizi kapayıp, bir öyküyü takip edercesine dinlemek daha keyifli. 

İkinci sırada gelen "SuperNova Girl", hafiften gitar solosu ile dikkat çekici. Bu arada Labrie'in oğlu davulda bir hayli maharetli.   Ardından gelen "Give and Take", albümdeki en sevdiğim şarkılardan biri. Özellikle basçı Paul Lougue'ın akustik gitarı alarak yaptığı flamenko üsluplu vuruşları etkileyici. Pulkkinen'in klavyesi ve Chence Labrie'ın davulla yaptığı bando etkili trampet vuruşları görkemli bir etki bırakıyor.  

basçı Paul Logue, akustik gitarda da harikalaşmış

Burada biraz daha basçı Paul Lougue'den bahsetmek isterim. Bana geçmişten iki ismi hatırlattı. Bunlardan ilki The Doors'un gitaristi Robby Krieger... O her ne kadar elektro gitar kullanıyor olsa da geçmişinde flamenko gitaristliği vardı. Bu nedenle The Doors'ta bazı parçalarda İspanyol etkisi Krieger sayesinde girmişti. Paul Logue'yi dinlerken aklıma gelen ikinci gitarist de Yes'ten Steve Howe olacaktı. Progresif rock'ın bu muhteşem grubunun elemanı 1971 tarihli "Fragile" albümünde yer alan "Mood for a Day" isimli parçada tek gitarla flamenko ile rock'ı buluşturmuştu. 

Albümün dördüncü sırasındaki "Sunset Ruin" keman seslerinin öne çıktığı orkestrasyonu ile çok alışıldık bir parça. Şarkı sözleri melankolik izler taşıyor. Gitarın tane tane dokunuşları parçayı biraz kurtarıyor. Labrie'ının sesini farklı farklı kullandığı "Hit Me Like a Brick" , gitar solosuyla durumu kurtarırken klavyenin progresife çaktırmadan evirdiği bölümler kayda değer. 

Christian Pulkkinen

Burada gene bir parantez koyarak, bir elemana daha göz atalın derim. Klavyeli çalgılarda yer alan Christian Pulkkinen, kelimenin tam anlamıyla gizli bir kahraman gibi. Öne çıkmadan, rol kapmadan yaptığı her tuşesi parçalara adeta can veriyor. 

 "Wildflower"da da akustik gitarın parçayı nefes alır hale getirdiğini görüyoruz. A capella bir korodan oluşan kısa parça "Conscience Calling'in hemen ardından gelen "What I Missed" Labrie'ın etkileyici sesi ile altta akan piyano harika bir giriş sağlıyor. Bu arada albümde en etkilendiğim eleman gene basçı Paul Logue'ın flamenko tınılı akustik gitarı oldu. Artık anlaşıldı bu Logue ismini yakın takibe alacağım.... bu arada yazıyı okurken sizi bıktırmış olabilirim ama adamı çok tuttum. Ardından gelen "Am I Right"ta da aynı akustik gitar vokalle uyum içindeyken, Pulkkinen'in piyano tuşeleri aradan akıyor ve bateri de harika bir ritim kombinasyonu sağlıyor. 

 Sondan bir önceki parça ise bir Led Zeppelin kavırı olan "Ramble On" ve finale oturan "Devil in Drag "ın elektrik versiyonu. 

 James LaBrie vokali Dream Theater'ın için bedene göre dikilmiş gibidir, ancak onu solo albümlerinde dinlediğimizde ise daha farklı renklerine de şahit olabiliyoruz. Zaten söz konusu solo albümde Dream Theater izlerinden çok kendi dünyasını koyuyor. Kendi adıma bir yargı yapmam gerekirse, Dream Theater'ın virtüozite ve neredeyse her notayı klasik müzikçiler gibi basma alışkanlıklarında sınırlanmış bir dinleme alışkanlığında olabiliyoruz. Orada LaBrie'ni bu şekilde dinlemeye alışkınken, solo albümünde daha sakin, keyifli bir dinleme şansı bulabiliyoruz. Bunu albümde yer alan besteler için de söyleyebiliriz. "Beautiful Shade Of Grey" biraz metalden uzaklaşsa da progresif tarza ve konsept albüm fikrine daha bir meyil edebiliyor. James LaBrie'ın solo albümlerinde yeni dinleme keyif ve keşiflerine çıkabiliyoruz, hele ki "Beautiful Shade Of Grey"bu konuda bize tam isabet şansını fazlasıyla sunuyor.

Aptulika




Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...