Bayramın ikinci günü kendime bir iyilik yaptım.Delice bir
rüzgarla kendimi İstanbul’un adalarından Burgaz’a attım. Ada vapuru yandan
çarklı değildi ama tıkabasa doluydu. O devasa kalabalık insana kıpırdama imkanı
vermese bile gidecektim. Yolculuğun ilk durağı Kınalı’ya geldiğimizde büyükçe
bir kalabalık boşalıverdi. Zaten görünüm olarak bir plajı andıran yekünunu
tutmuştu. Bu arada Kınalı ada batar mı diye de korkmadım değil hani.
Vapur biraz hafiflemişti ama gene de hatırı sayılır bir
doluluk vardı. Bir ara etrafı saran konuşmalardan birine kulağımı verdim. İki
genç “Aman Burgaz çok sıkıcı” diyorlardı. İşte o an emin yere gittiğime iyice
kanaat getirdim.
Ve beklenen an geldi. Vapur Burgaz’a yanaşıyordu. Halat
atıldı. Fakat içimde bir korku da yok değildi. Kınalı’da olduğu gibi bir insan
güruhu inerse diye içime bir kurt da düşmüştü.
Vapur yaklaştı ve indik. İnen miktarı nerdeyse okey
oynayacak kadardı, rahatlamıştım. Lepelep dolu vapura içimden nanik yaparak, el
salladım.
Küçücük adanın küçümen meydanına çıktığımda beni bir sıcaklık
karşılayacaktı. Burgaz’ın meydanında bir Sait Faik Abasıyanık heykeli
duruyordu. Bundan güzel bir şey olur mu? Bir insana yapılabilecek en sıcak
karşılama, bir çocuğa verilmiş en yüksek bayram bahşişi ya da bir dost
sıcaklığı. Yani güzel olan ne varsa o andaydı. Çılgınca bir hisle denize menize
girmeden Sait Faik müzesine gitmeliydim. Hatta sığınmalıydım. Bir daha da
oradan çıkmamalıydım. Oradaki bir kaç
esnafa delice müzeyi sordum. Garip ama müze kapalıymış.
Etrafı gezdim bu süre boyunca Sait Faik yanımda bana eşlik
ediyordu. Denize de gittim tabii. Marmara’mın özlediğim ve
bana çocukluğumu hissettiren sularına girecektim. Oraya gittiğimde Sait Faik
beni bıraktı. Tabi çıkışta, rakı içmeye doğru beni bulacaktı.
Öyle de oldu, denizden çıkıp, merkeze doğru yürürken yolda
göründü Sait Faik. Şöyle güzel bir Rum meyhanesine oturduk. Yoğurtlu patlıcan,
fava, peynirle doldurulmuş kırmızı biber ve Rum böreği. Çocukluğumda Rum
komşularımdan dolayı Rum yemeklerini bilsem de bu böreği bilmiyordum. (Belki
yemiştim de unutmuşumdur.) icinde peynir olan börek patlıcan kızartmasının
üzerine oturtulmuş ve ortaya çıkan harika bir tat. Mezelerden sonra bir de
istavrit geldi mi benim keyfe diyecek yok.
İşte böyle bir güzellik yaptım kendime. İstanbul’a
döndüğümde de bende olan Sait Faik kitaplarına tekrar bir daldım. Olmayanları
da en yakın zamanda tamamlayacağım.
Burgaz Ada’ya indiğimde Sait Faik heykelini gördüğümde
aklıma birşey geldi. Bu usta öykücümüz yaşarken böyle bir şeyi tahmin bile
edemezmiş. Rassam ve şair Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun anılarında okumuştum. Sait Faik öldüğü gün onun hikayeciliği
hakkında övgü dolu yazılar yazılmış. Bunlardan biri de Talat Halman’ınmış.
Bedri Rahmi , “Sait Faik, bu yazıyı görseydi öyle sevinir ve şaşırırdı ki.”
diye söylemiş anılarında.
Küçükken Sait Faik’in adaya kaçmasını bir sanatçı kaprisi
sanırdım. Oysa ki öykücümüz parasızlıktan annesinin yanında kalıyormuş.
Sait Faik kitaplarını okumak kadar onunla ilgili anıları da
okumak keyifli. Ben bunlardan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yazdıklarından başka
Rıfat Ilgaz’ın anılarında onunla ilgili bölümleri de okudum. Gerçekten biraz
üzülüyor, biraz kırılıyor ve hatta duvara bir yumruk atacak kadar
sinirleniyorsunuz da ama böylesi önemli bir insanın ve yeri dolmaz bir
öykücünün buralarda yaşaması da insanı
gururlandırıyor. Keşke onun dilimize
verdiği hikaye keyfinin minnetini yaşarken ödeyebilseydik.
Burgaz Ada ve Sait Faik her ikinize de binlerce teşekkür.
Bana bu bir bayram hediyesiydi.
Sait Faik önemli bir hikayecimiz. Siz bakmayın benim
tanışıkmış gibi anlattığıma. 1954’de ölmüş bu güzel insan ve ben daha dünyada
yokum. Bir başka güzel insan Fikret Mualla. Onu da Paris’e gittiğim günlerde
tanımışım gibi bir duyguya kapılmıştım. Oysa o da öldüğünde ben yeni doğmuştum.
Ama Paris’te onun izleri vardı. En azından ben öyle hissediyordum. Her ikisi de
önemsenmedi ama bu ülkenin en önemli insanlarıydı. Neden bu denli yıpratırız bu
güzellikleri bilinmez ama ben her iki gezimde de çok mutlu oldum onların
yaşadıkları yerlerde gezinmekten.
Bu blogda “Pazar Keyfi” ya da “Pazar Yazıları” diye medya
borazanları gibi bir köşe yapıyorum. Sebep nedir o yazılarda … Tatildeyiz,
kahvaltı ederken,koltuğumuzun altına yarısı reklam olan bol sayfalı gazeteleri
sıkıştıracağız ve pazar zartu zurtu denen eklerini okuyacağız. İşte onun gibi
birşey bu benim pazar keyfi ya da yazıları. Ancak bizdekii bilinçsiz,
hesaplanmamış ve en önemlisi kaybettiklerimiz. Şimdi de bir bayram günü bir
sığınak ararken Sait Faik’le buluşmak. Onun yaşadığı yerlerde gezinmek duygusu.
Bence kendinize bir iyilik yapın (bu laf da bize reklamcılardan mı kaldı nedir)
Sait Faik Abasıyanık öykülerindeki güzelliği yakalayın.
Aptülika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder