4 Şubat 2024 Pazar

En sonunda İzledim.




"İnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste
Yalanda olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be!" 

Nazım Hikmet Ran



Popüler olandan, eski kutsamasından gına geldiği için Barış Manço, Erkin Koray ve Cem Karaca üçlemesiyle ilgili bir şey yapıldığında her daim bir bomba atılmış gibi hemen bir sığınak ararım. Hele bir de devamında "Anadolu Rock" denilirse afakanlar tepeme basar. Can Yücel'in "sanat seviciler" diye tanımladığı şey entelektüel aleme nasıl bir göndermeyse,  bu "Anadolu Rock Sevicilik" de öyle bir şeydir. Vıcık vıcık bir kutsama adeta bir sis bombası gibi ortalığı sarar ve  bombanın etkisi öyle kuvvetlidir ki, övüleni imha eder, başkalaştırır, ortaya çıkan sonuçta da herkes aslında aynadaki görüntüsüne methiyeler düzer. Bir ressamımızın ölümünün ardından sanatçı dostlarının onun hakkında  dediklerinden oluşan bir kitap yazılmıştı. Orada yazılanlarda "O da benim gibi renkçiliğe önem verirdi" vesaire gibi övgüler diziliyordu. Bizim diktiğimiz övgü heykelleri, övüleni imha etmektedir aslında.  

Yazıya böyle girdim diye o ülkemizin öncü rock üçlüsü için hiç mi bir şey yapılmasın dediğim sanılmasın. Ancak yapıldığında içim ürperiyor ve eyvah diyorum. Geçtiğimiz hafta vizyona giren "Cem Karaca'nın Gözyaşları" sinema filminin çekildiğini öğrendiğimde de aynı tedirginliği hissettim. Yapacağım iki şey vardı, ya izleyecektim ya da yok sayacaktım. Yok saymak da pek kurtuluş değildi; üzerinden aylar geçecek ve bu film you tube vesairede yayına girecekti. İşte o zamanda vakit geçirmek için bir bakacaktım. Yani çamurlaşmış bir izleme olacaktı. Bu yüzden kendime "be adam gir sinemada izle ve defet" dedim. 

Bu arada film vizyona girmesinin üzerinden bir gün bile geçmeden mahkeme kararı, yayın durdurma gibisinden yeni bir film daha olacaktı. Üstelik bu filmi izlemekten de kurtulamadık, kendimizi direkt içinde buluverdik. Bu nedenle filmi izlemek zorunluluk oldu, hem de gecikmeden, bir an önce.  

Bir cumartesi matinesinde filmi izlemek için salona girdiğimde sanki bana özel gösteri yapılıyor gibiydi. Yalan değil koskoca salonda tek başınaydım. Saat 14.00 olduğu için böyle olmuş olabilir ama bir iki dakika sonra arka koltuklara 4 -5 kişi daha geliverdi. Bu arada sinemayı daha çok gençler takip ediyor onu da belirteyim. 

Yazının bu bölümünde ufak bir hatırlatma yapayım ki sonradan bir maraza çıkmasın: Öncelikle ben hiç iyi bir sinema izleyicisi değilim. Benim birinci sıramda tiyatro gelir. Sinemanın yüksek bütçeyle yapılması ve dolayısıyla gişeyi hesaba katan popülizmi beni eskiden olmasa da şimdi fena halde itiyor. Bu nedenle de bir sinema eleştirmeni değilim ve böyle bir yazı da benden beklemeyim. 



Filmi izlemeye başlamamla bitene kadar benim için en olumlu yanı oyuncularının başarılarıydı. Hemen lafı dolandırmadan, tek tek saygı duruşunda bulunalım derim:

YASEMİN YALÇIN - Bizim ülkemizin değişmez kaderidir, bir oyuncu komedi oynarsa ayvayı yemiş demektir. Onu kimse başka bir rolde görmek istemez. Tiyatro geleneğinden gelen usta oyuncu Yasemin Yalçın'ı TV'de "Yasemince" dizisiyle tanıdık. Evet çok sevdik, ilgiyle izledik ama onun değerini hakkıyla veremedik. " Cem Karaca'nın Gözyaşları" filminde onu Toto Karaca rolünde izledik ve bu kadar mı uygun bir seçim olur demeden de edemedim. Sahnede ve siyah beyaz televizyon programlarında izleme imkanı bulduğum Toto Karaca neredeyse canlanmış gibiydi. Ancak bu başarıyı sağlayan Yasemin Yalçın bunu taklit yeteneği ile değil, oyunculuk gücüyle sağlıyordu. 

FİKRET KUŞKAN - Benim kuşağımın çıkardığı en muhteşem oyuncu olan Fikret Kuşkan'a bir kez daha hayranlık duydum. Bence sadece Türkiye'de değil, dünya sinemalarında da başarı hanesi yüksek bir oyuncu. Adam öğütmeyi yaşam biçimi haline getirmiş sinema sistemimiz işi zora düşünce derhal ona başvurur. Ama iş normale döndüğünde ise gene popüler alemin gözdelerine tahtlar kurarlar. 



İSMAİL HACIOĞLU - Filmi izlerken görüntüde ve ses tonunda Cem Karaca yaşıyor zannettim. Sadece o kadarla kalsa iyi hareketleri, jestleri her şeyi ile Cem Karaca gibiydi değil, ta kendisiydi. Bu arada filmin çekimi başlarken Cem Karaca rolünde İsmail Hacıoğlu oynayacak dediklerinde, "Hadi be!" diyecektim. O zaman bu rolü oynayacak bir ton isim sayardım. Ancak filmi izleyince, iyi ki o isimler olmamış dedim. Bu arada şarkıları seslendirmede de şaşırtıcıydı. Çok başarılıydı ama dilerim bu rol üzerine yapışmaz, işte o zaman harika bir sinema oyuncusu kazandık demektir. Ben bu rolün üzerine yapışacağını da pek sanmıyorum, zira aklı başında biri olduğuna kanaat getirdim. Bu oyuncudan kuşkum yok ama bizim popüler ortamımız adamın başını aklından alır ona göre. 



"Cem Karaca'nın Gözyaşları" bir sinema filmi, dolayısıyla ondan bir Cem Karaca biyografisi beklemememiz gerekir. Bu filmin yönetmeni Yüksel Aksu'nun Cem Karaca üzerine bir yorumu olacağına kendimize inandırmalıyız. Filmde de bence bu başarılmış. Öncelikle Cem Karaca'yı tanıtmak için bir çabaya girmiyor. Cem Karaca ile ilgili her şeyi verebilen bir film yapmak zor değil neredeyse imkansız gibidir. Onu rockçı yönünden işlemeye kalksanız başka başka anlayışlarda onlarca film çıkar. Politik kişilik olarak ele alsanız, bir birine karşıt filmler de çıkabilir. ( Bunu derken Cem Karaca'nın siyasi duruşunun dalgalanmalar göstermesi yolunda bir tanımlama getirmiyorum. Solun her anlayışı onu farklı farklı değerlendirecektir. İşin içine bir de popüler kültür girdi mi çık o zaman işin içinden). 

Bence film Cem Karaca'yı tanıtma sevdasından uzak, sadece bir kesite bakış sunmuş. Tabi rock müzik dinleyenler bu filme gittiklerinde o dönem gruplarının Kardaşlar, Moğollar, Dervişan, Edirdahan 'ın detaylarını bulmak istiyor ama film bunları vermeye kalksa iş başka bir duruma yol alırdı. Hem böyle bir şeye kalkılsa her Cem Karaca dinleyicisi de kendi yönettiği bir film yapmak isterdi. Filmde gene de Kardaşlar elemanları isimsiz kahramanlar olarak geçip giderken Mehmet Soyarslan'ı falan da hissediyoruz. Sonrasında Yavuz Plak'ın sahibi Yavuz Asöcal'ın darbesiyle  Cem Karaca ve Moğollar'ın bir araya getirilmesi sıkmadan akıcı bir yapıda verilmiş. Bu arada insanlar o yok bu yok diyebilir ama dediğim gibi film belgesel sunmanın dışında bir amaç hedeflemiş. 

Filmde bazı bölümler tiyatro dekoru misali yapılmış. Özellikle konser verilen alan hep aynı. Buna bir alternatif olarak Cem Karaca Moğollar'ın Fitaş konseri, Beyoğlu Fitaş Sineması görünümünde verilebilseydi güzel olurdu gibi geliyor, zira konser öncesi yeni parça yapmadıkları için tekneyle balığa çıkmaya hazırlanan Cem Karaca'yı parça yapsın diye tekneye hapsetmeleri sahnesinden sonra 1970'lerdeki Fitaş konserinde olan izdiham ve konser görüntüsü bir parça verilebilseydi iyi olurdu. 

Cem Karaca ile ilgili filmde elbette beklentiler artıyor ama bu filmde Cem Karaca'nın 12 Eylül'den sonra vatandaşlıktan çıkarıldığı Almanya'da kaldığı sürgün dönemi daha çok verilmek istenmiş. Orada da bazı bölümlerde yer yer soru işaretleri olabiliyor. Almanya'da kaldığı dönemde Almanca'yı söken hatta orada bir grup bile kuran Cem Karaca, odasından çıkmayan iletişim kuramayan biri gibi gösteriliyor.  

 



Bizim müzik tarihi yazıcılarımız bir dönemi ya da sanatçıyı yazacakları zaman devlet kütüphanesine kapanıp eski dergileri tarar ve onları harmanlayıp yazıya dökerler. Bu yapılırken kimi zaman müzik göz ardı edilir kim zaman da o insanların hayata bakışı yitirilir. Bunu Cem Karaca'yı takip etmeye çalışan yeni dönem vokalistlerimizde de görürüz. Kimisi 1980'lerden sonraki Cem Karaca'yı ele alır ama daha öncesinden kopartılır. Bir başkası da 1970'lerin sonundaki halini alır ama öncesini ve sonrasını yok sayar. Kimimiz ise onun siyasi dönemini görmek isteriz. Bu filmde her ne kadar 1 Mayıs plağı ve vatandaşlıktan çıkarılması hakim konu olsa da daha önceki sürecinde müziğe başlangıçı dönemindeki evrilmesi de ihmal edilmemiş. Ancak Cem Karaca gibi damga vuran isimlerde herkes kendi Cem Karaca'sını görmek ister. 


Sözün özü "Cem Karaca'nın Gözyaşları" filminin bir biyografi ya da belgesel nitelikte olmaması bence daha iyi olmuş. Cem Karaca'nın hayatından bir kesit ele alınırken yönetmenin yorumuyla bazı vurguları öne çıkararak bu iş başarılmış. Evet bu filmden çıktıktan sonra keşke şu da olsaydı bu da olsaydı diyebilirsiniz. Hatta bu filmi ben çekseydim şöyle çekerdim de diyebilirsiniz...İşte her şey de burada çözümleniyor.  Bu film Cem Karaca üzerine bir şey yazıp, çizmeye ya da film yapmaya engel koymuyor hatta teşvik bile ediyor. Yani Cem Karaca'ya bakışımızı filmle dondurmuyor adeta daha geniş bir bakış açısını açıyor. Kim bilir belki de bol bol aynı şekillerde Cem Karaca kavırları yapıp onu dondurmaktan daha iyi bir çaba olsa gerek. 

Sonuçta bir cumartesi günü sinemaya gittim bir film izledim... Keyiflendim, heyecanlandım, yer yer eksik buldum, duygulandım ve sinemadan çıktım. Sonuçta bir filmden beklediklerimi aldım ama en önemlisi tüm zamanlarıyla bir biriyle yarıştırmadan, çatıştırmadan tüm Cem Karaca çalışmalarını baştan sona dinlemek için içimde bir arzu oluştu. Dilerim bu bir salgına döner de tüm külliyatı ile tekmili birden diskografisi karşımızda görülür. Zira oradan buradan birbirine yapıştırılmış uydur kaydır plaklarından artık gına geldi. 

Noktalarken bu bir film ama Cem Karaca yapıtlarıyla ülkemizde bir dönüm noktası. Eserlerini parça pınçak karmaşada değil, bütünüyle ve dönemine göre kavrayabilmemiz önemli. Bu film buna biraz vesile olabilir gibi geldi bana.

Aptulika


Not: Bu filmden sonra herkesin ayrı bir Cem Karaca filmi isteyeceğine eminim. Bu filmi izledikten sonra Cem Karaca'nın ilk eşi Feride Karaca ile olan aşkının filmini çekmek isterdim. Yani sözün özü Cem Karaca bin film yapılsa yetmez, hep bir şey eksik olur. Ama kimse o aşkın Cem Karaca filmini çekmeye yeltenmez. Aşk devrimcidir, rock da öyle. Ne dersiniz? 



Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...