"The Art Of Time Travel" albümü bu yıl çıkan bir albümdü ama Pat Travers sanki yeniden zirvede olduğu yıllara geri dönmüş gibi.
Foto: Larry Sabo (2014) |
Çoğu zaman eski gruplardan bahsettiğim yazılarımda hep "Zaman Makinesi" lafını kullanırdım. Şimdi Pat Travers'ın yeni çıkan "The Art Of Time Travel" albümü bu zaman yolculuğunu garanti ediyor. Bunun için albümü dinlemeye başlamanız yetiyor. Albümü bitirdikten sonra Pat Travers'ın bir fırtına gibi estiği yılların albümlerini dinlemeye başlıyorsunuz. Bu yolculuğu öyle basite almayın derim hani, zira işin içinde 1970'li yıllara kadar gitmek var. Bu yüzden Pat Travers'ın albüme verdiği isim boşuna değil doğrusu, çünkü bu zaman yolculuğunun sanata döndüğü bir seyahat. Bir de unutmadan bu yolculuğun çok fazla durakları var: en sertinden hard rock gitarına ve oradan blues tınılarının en harbisine kadar yüzlerce durak.
1970'lerin sonlarında, Pat Travers ismiyle tanışacaktı rock dünyası. Bu Kanadalı gitarist, kısa sürede büyüyen bir hayran kitlesi ile isim yapmaya başladı. Pat Travers Band zirve yaparak, 80'li yıllarda da esti. O dönem heavy metalin yükseliş yıllarıydı ve Pat Travers'ın sert gitarı dikkat çekecekti. Ancak onun meziyeti sadece hard rock yönünde değildi, blues rock'ın da zirvesiydi. Pat Travers'ın bugüne kadar 25 stüdyo albümü ve bir çok da konser kaydı bırakacaktı.
19 Ağustos'ta (2022) çıkan "The Art Of Time Travel" albümü fikir olarak Covid karantinası döneminde oluşmuş. 10 yeni şarkının yer aldığı bu albümü dinlerken açıkcası zamanı karıştırdım... evet bu yıl çıkan bir albümdü bu ama Travers sanki yeniden zirvede olduğu yıllara geri dönmüş gibiydi.
Göze çarpan şarkılardan biri, Travers'ın dostu ve yoldaşı Ronnie Montrose'a duygusal bir gönderme. 2012'de kaybettiğimiz, rock gitarının bir başka devi olan Montrose, Travers için önemli biriydi. Bir gitarist ve grup lideri olarak Ronnie Montrose'dan çok etkilendiğini belirten Pat Travers, "Onu ilk kez Edgar Winter'ın grubunda gitar çalarken gördüm. Gitarist olarak tavrını çok sevdim. Baş gitarist olarak tavrını sevdim. Her an dumanı tüten bir gitar riffini patlatmaya hazırmış gibi gözlerinde yoğun bir bakış vardı." sözleriyle onu anlatıyor.
Albümdeki parçalara şöyle bir bakarsak, Black Sabbathvari girişlerle işlenen ama Grand Funk dokunuşlarıyla işlenen "Move On" ilk dikkatimi çeken işlerden biri oldu.
80'lerin hard'n heavy girişlerini (Özellikle Great White, Crimson Glory gibi) hatırlatan bir girişle başlayan "No Worriers at All" alçalıp, yükselen yapısıyla tam tansiyon ilacı gibi.
Nefeslilerin katıldığı 70'lerdeki çalışmaları andıran "Full Spectrum"ı dinlerken aklıma o yıllardan Alexis Korner'ın CCS denemeleri geldi. Bu seferkinde enstrümantal olarak takılıyorlar. Caz rock fusion'un heavy gitar tınılarıyla buluşması kayda değer bir şey olsa gerek.
"I Feel Good"da kesik kesik gitar tınılarıyla funk'a da göz kırpan ve baterinin harika trampet vuruşlarıyla güzelleşen bir çalışma.
Slow bir enstrümantal olan "Natalie" hem enstrümanların mahir uyumunu gösterirken hem de finale çok güzel oturuyor.
"The Art of Time Travel" albümü 10 parçada neredeyse o yıllardan yüzlerce ismini hatırlatıyor. Ancak bu yansıtma taklit olarak olmuyor, bütünüyle Travers imzasıyla karşımıza çıkıyor. Bugün hard'n heavy örneklerdeki karanlık atmosferin aksine o 70'lerin blues tınılı aydınlık atmosferini buluyoruz. Gitar soloları yoğun olmasına rağmen sizi hiç sıkmıyor, çünkü her zaman değişebiliyor. Daha net söylemek gerekirse her parçanın ruhuna göre atılan gitar soloları bunlar. Albümde dikkat çekebileceğim bir noktada geri vokallerin kullanımı, adeta bir ders niteliğinde.
1970'lerin sonu ve 1980'lerin kıyafetleriyle sokağa çıksanız elbetteki garipsenirsiniz ve herkes sizi alaya alır. Ama Pat Travers'ı o şekilde görseniz, hiç garipsemezsiniz, çünkü o yılların zerafeti onun üzerine güzel oturur. O yılları fena halde hatırlatan "The Art of Time Travel", 2022'de hiç garip gelmiyor. Neden mi? Çünkü bugün eksik kalan, ihtiyaç duyulanları bir nefes gibi bizlere sunuyor. Retro denilen ve geçmişi taklit eden işlerden değil bu çalışma. Pat Travers o yılları taklit etmiyor, çünkü o hep bu duyguda yaşadı ve yaşıyor. Zaten ondan güzel ve keyifli geliyor.
Açıkcası blues ile beslenen, rock'n roll özlü heavy ve hard rock'ı çok özlemiştim.
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder