28 Nisan 2021 Çarşamba

Ölümünün ikinci yılında Meral Akman'ın kaleminden Jak Kohen



Geçen yılın yaz aylarında biraz bezmiş ve blog yazılarını kesmiştim. İşte o zaman diliminde Meral'in çok önemli bir yazısı da güme gitmişti. Sonradan toparlanıp yeniden yazılar yazmaya başladım ama Meral'in o yazısına bir türlü yer verememiştim. Meral o yazıyı ustası Jak Kohen için yazmıştı. Bugün Jak Kohen'in doğum günü ve  aramızdan ayrılışının da ikinci yıldönümü. 26 Nisan 2019 tarihinde kaybettiğimiz Jak Kohen'i Meral'in yazısıyla anıyoruz. 

Aptulika




Sevgili Jak Usta


Peter Green de sahneyi terk etti! Haberi okuduğumda aklıma ilk gelen, “Gitaresk hem öksüz hem de yetim kaldı” oldu. Her Salı saat 21:00’de Supernatural ile başlar, 22:00’de yine Supernatural ile biter Gitaresk’imiz. Arada Ustamız Jak Kohen seçtiği birbirinden güzel parçalar yer alır. Yıllarca Jak Kohen hazırladı ve sundu Gitaresk’i, sonra bayrağı bizimle, Gonca Açıkalın ve bendeniz Meral Akman ile paylaştı. 

Aptulika uzun süredir “Jak Kohen hakkında iki satır yaz” diyor, her seferinde “tabi tabi yazayım mutlaka” diyordum ama itiraf edeyim bir türlü elim varmıyordu, Jak Baba’nın “ardından” bir şeyler yazmak bana çok zor geliyordu. Fakat Peter Green de aramızdan ayrıldıktan sonra Jak Kohen daha çok aklıma düşer oldu ve bu yazıyı yazmak artık farz oldu. 

Jak Baba ile yüz yüze görüşme sayımız iki elin parmaklarını geçmez, ben Jak Kohen’i ilk önce sesiyle tanıdım. Sonrasında da telefonda “güzel kızım, eline sağlık”, “kız J.J. Cale İngiliz mi, nereden çıkarttın onu”.

Henüz yeni geldiğim ve trafiğinde her seferinde dehşete düştüğüm İstanbul ile kulaklıklarım ve müzik ile savaşmaya çalışıyordum. Zor bir günün sonunda, günün kirini üstümden atmak için yine kulaklıklarıma sarılmış, kendimi trafiğe bırakmıştım. İlk gitar solo duyduğum kanalda kaldım, daha önce hiç duymadığım sesler duyuyordum, oysa o güne kadar bütün rock müziği yalayıp yutmuştum, benim bilmediğim bir gitar solo atmaya kim cüret etmişti acaba?  Dört kulakla çalan şarkının bitip anonsun başlamasını bekliyordum ki, tok sesli bir adam, “işte rock’n roll böyle bir şeydir, (hafif bir iç çekiş) çok kadını dul bırakmıştır” dedi. Sanırım o ana kadar radyoda duyduğum en ilginç cümleydi. O güzel sesli adam, bütün rock müzik dinleyicilerinin hislerine tercüman olmuştu ya da hiç kimseyi takmadan sadece içinden gelenleri söylüyordu. Her koşulda o anda büyülenmişti. Dinlediğim grup, “Wishbone Ash”, o tok sesli adam “Jak Kohen, yani Ben”, program Açık Radyo’da Gitaresk’di. O anonstan sonra, Salı akşamları işten özellikle mesai saatimi uzattım ve İstanbul trafiği sıkışsın diye içimden dua ettim. Küçük bir not defterim ve kalemim vardı, çalan her grubu, her sanatçıyı not ettim. Widespread Panic, Mick Karn, Ana Popovic, The Tangent, Umphrey's McGee, Gov’t Mule, Alvin Lee, Warren Haynes, Bruce Katz Band, Jack Bruce, John Mayall, Jeff Beck, Trey Anastasio, Vanilla Fudge, Frogwings….. Daha sayayım mı? 20‘li yaşlarının sonunda olmasına rağmen “ben rock müziği bitirdim, bilmediğim kalmadı” ergen tripleri atan biri için büyük şok değil mi? Bilmediğim ve öğrendikçe daha çok öğrenmek istediğim ne kadar çok şey vardı. Neyse ki kurumsal hayatta çok az kişinin rock müziğe ayıracak vakti vardı ve eksiklerimi kimse fark etmedi. Ben de yıllarca Jak Kohen’in radyodan paylaştığı arşivini sömürdüm de sömürdüm.

Sonra bir gün sosyal medya icat oldu. Önce ilkokul arkadaşlarımızı bulduk, sonra bizimle aynı zevkleri paylaşan insanların kurduğu gruplara üye olduk, hiç erişemeyiz sandığımız ünlü insanların sosyal hesaplarını takip edip, dün ne giymiş, akşam ne yemiş takip etmeye başladık. Tam bu zamanlarda Jak Kohen’in sosyal medya hesabını keşfettim. Bir ay kadar düşündüm, “acaba bir davet göndersem mi” diye, “rahatsız eder miyim”, “kabul etmezse rezil olur muyum”, “olur mu olmaz mı” derken, cesaretimi toplayıp bir davet gönderdim. Heyecanla sonucu beklerken, hop, cevap geldi, “ne kadar çok ortak noktamız var, aynı şeyleri dinliyoruz, aynı şeyleri okuyoruz. Ben hiç Neil Gaiman okumadım, tavsiye eder misiniz?” 

Buyurun, radyodaki tok sesli adam, çeyrek seviyedeki müzik bilgimi tamamlayan, hiç tanışmasam da akıl hocam bana “Neil Gaiman” soruyor, ne diyeceğim şimdi ben? Şaka yapmıyorum, ne dediğimi ne cevap verdiğimi hiç hatırlamıyorum, ama her ne dediysem Usta’nın içine sinmiş olacak ki, müzik, fantastik edebiyat, diziler derken muhabbet koyulaştı ve bir gün o ışıklı, yanar döner, gözlerime inanamayıp tekrar tekrar okuduğum mesaj geldi, “birlikte bir Meralesk yapmanın zamanı gelmedi mi?” Bilmem, geldi mi? Usta geldi dediyse, gelmişti tabi, ben hazır mıyım? Kendimi bildim bileli kafamda listeler uçuşur, “keşke radyoda şunu çalsam da sonra da bunu çalsam, üstüne bir de bunu çaldık mı, ooohhh, ben bile dinlerim bunu…” ama iş ciddiye binince işler öyle olmuyormuş, 45 dakikan ama 45 yıllık parçaların var kafanda, epey bir kısmı da Jak Baba’dan arşivlenmiş. Sancılı bir parça eksiltme sürecinden sonra bir liste çıktı ortaya ve Jak Kohen’e gitti. Cevap: “6 Kasım’da İstanbul’dayım, şarkılarını da al gel”. 6 Kasım geldi, ben de şarkılarımı aldım gittim. Jak Usta (Justa) ile sadece 1,5 saat geçirdik, fakat o sürede, hayatında, ilkokulda şiir okumak için bile mikrofon karşısına çıkmamış birine kırk yıllık radyocuymuş gibi program yaptırdı, hem de tek kelime etmeden, bakışlarıyla, baş sallamasıyla, yüzüme bakarak ya da teknik masayı işaret ederek. O gün Jak Kohen benim hayatımı bir daha hiç kimsenin yapamayacağı gibi değiştirdi, 90 dakikada, müzik, edebiyat, yaşam, İstanbul, Bodrum, Baba olmak ve çocuk olmak hakkında konuştuk. Harbiye’deki Açık Radyo binasının üst katında, İstanbul damlarına bakıp birer sigara tellendirdik. Sahnedeki personasına hayran olduğunuz biriyle tanışıp, rol yapmadığını gerçekten öyle biri olduğunu anladığınız bir an vardır ya, işte o anı ben 6 Kasım gecesi yaşadım.


Sonra olaylar gelişti. Jak ve sevgili eşi Vivian yazlığımızın olduğu siteye kamp yapmaya geldiler. İçimden sabah altıda gidip yanlarına çöreklenmek, akşam uyuyana kadar hiç ayrılmamak gelirken kendimi tutup, (kendimce) makul saatlerde günü bu iki güzel insanlar geçirdim. King Crimson dinledik, Knidos Afroditi’ni çekiştirdik (Vivian Kohen’in yazdığı “Whispering Stones” isimli kitaptaki öykülerden birinde Knidos Afroditi’nde esinlenen enfes hikâyeyi okuyabilirsiniz). 

Ve sonunda o teklif geldi, “kendi kendine bir program yap artık”. Bir kez daha kafamda listeler uçuşmaya başladı. Gitaresk’e uygun, bol gitarlı, Rare Earth’lü, Ten Years After’lı, Grateful Dead’li, Fleetwood Mac’li bir liste hazırladım, Jak Baba listeye bakıp, “bu sen değilsin” dedi. İşte o zaman bana ilk dersimi verdi. Eğer istediğim gibi bir program yapacak ve Gitaresk’i hak edeceksem, kendim olacaktım. Yıllardır içimde biriktirdiğim, progressive rock listemi açtım Usta’nın beğenisine. “Evet, şimdi oldu” dedi. 


Ve Gitaresk’de 7 yıl neredeyse bitti. Jak Kohen çaldıklarıma hiç müdahale etmedi, her Gitaresk’i özenle dinledi, yanlışlarım olduğunda zarifçe bana doğrusunu anlattı, seçtiğim kimi parçalar için “kız bu iyiymiş, bütün albümleri indirdim, sana da gönderiyorum” dedi, her fırsatta benimle gurur duyduğunu, Gitaresk’in emin ellerde olduğunu söyledi. 


Jak Usta, sadece bir radyocu değil, fotoğrafçı, edebiyatçı, çevirmen, arşivci, Baba (sadece Roksan’ın değil bütün Açık Radyo ailesinin)…. Ama her şeyden önemlisi o bir yol gösterici, ders vermeden, akıl vermeden, günahlarınızı da sevaplarınızı da size gösteren gerçek bir lider. Ondan çok şey öğrendim, müzik paylaşmanın da müzik dinlemek kadar keyifli olduğunu, sen yaptığından memnunsan dinleyicinin de memnun olacağını, dünya üzerinde hem fantastik hem gerçekçi hem yönetici hem koruyucu olunabileceğini Justa’dan öğrendim. Ders verme kaygısı olmadan, ahkam kesmeden, büyüklük taslamadan kendi yöntemler ile doğruları öğretti, söylediğim saçma sapan şeyleri bile ilgiyle dinleyerek, fikrini söyleyerek daha çok düşünmemi, daha başka yerlere bakmayı, baktıklarımdan başka şeyler görmeyi öğretti. Çok sık bir araya gelemesek de tanıştıktan sonra attığım her adımda onun izinde gitmeye gayret ettim.

Benim Jak Kohen ve Gitaresk maceram böyle. Jak Baba’mı ne hasta yatağında görmeye ne de son yolculuğuna uğurlamaya gönlüm el vermedi, kendimi “Jak Baba onu böyle görmemi istemezdi” diye teselli ettim ama işin doğrusu, ben Jak Kohen’in yokluğuna ikna olmadım. Her Gitaresk’i hazırlarken ve sunarken “Jak Baba bunu beğenecek mi” heyecanını yaşamayı tercih ediyorum. Bizi bir yerlerden dinliyorlar mı bilmiyorum ama Sevgili Jak Usta, sevgili Peter Green, Slabo Day çalıp söylerken beni de hatırlayın.

Meral Akman


Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...