Dostoyevski'nin, "Biz hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık" lafının ne kadar değerli olduğu aradan yüzyıl geçse de ortaya çıkıyor. Sergey Dovlatov'u bu kitabıyla okurken Nikolay Gogol'un mimarlığının ne denli kalıcı olduğunu bir kez daha anladım.
Dovlatov, Sovyetler Birliği döneminde Leningrad (şimdiki St. Peterburg)'da 1941'de doğmuş bir Rus yazar. Rus Yahudisi olan babası tiyatro yönetmeni ve Ermeni kökenli annesi de bir tiyatro oyuncusu. Bu yüzden sanatla küçük yaşlardan itibaren bir bağı olmuş olsa da Dovlatov, Fin dili üzerine üniversite eğitimini tamamladıktan sonra gazetecilik üzerinde yoğunlaşmış. Bu sıralarda öyküler yazan ve bunları dergilerde yayımlatan yazarımız rejime muhalif düştüğü gerekçesiyle eserleri kaçak olarak basılacak ve el altından yayınlanacaktı. 1976 yılında Sovyet Yazarlar Birliği'nden atılan Dovlatov, 1978 yılında da Sovyetler Birliği'nden ayrılıp, ABD'ye göç edecekti. Burada basılan eserleriyle seksenli yıllarda tanınacaktı. 12 romanı olduğu söylenen yazarın dilimize iki romanı çevrilmiş (1) ve ben onlardan sadece orijinal adı " Inostranka" olan "Yabancı Kadın"ı okudum.
Alkolle arası gayet iyi olan Sergey Dovlatov, yaşamı boyunca bu problemle boğuşmuş ve 1990 yılında da kalp yetmezliği sonucu 48 yaşında New York'ta hayata veda etmiş. ABD'ye göç eden ve burada yaşadığı 12 yıl boyunca 12 kitap çıkartan yazarın bu kitabı 1986 yılında çıkmış. Kendisi gibi Sovyet Rusya'dan göç eden ve hepsinin de kökeni Yahudi olanların yaşadığı bir mahalleden insanların hayatlarını izliyoruz. Bu göç için "üçüncü kuşak" deniliyor ve bunun bir başka örneğini de 1920'de göçen Yahudilerden biri olan Arkadi Averçenko'nun "Bir Safdilin Hatıra Defteri" eserinden hatırlıyorum. (2) Averçenko'nun eseri daha önceki kuşak göçlerinden birini anlatırken İstanbul'un Galata semtini mekan tutuyordu, burada da ABD'nin Yüz Sekizinci Caddesi'ndeki bir semti merkez alıyor. Averçenko'nun eseri zaten başlıbaşına mizah niteliğindeydi, burada da Dovlatov'un ironik ve mizahi gücüne şahit oluyoruz.
Fotograf : Mark Serman |
Romanın ana kahramanı Marusya Tataroviç’te bu mahallede ve o da göç edenlerden biri. Ancak o ne rejim muhalifi (Hatta ailesinin yönetimle arası çok iyi) ne de Yahudi. Ortada hiçbir neden yokken ülkesinden kalkıp, ABD'ye iltica etmiş. New York’ta cümbüşlü bir Rus mahallesinde bir türlü yerini bulamayan biri. Zaten kitaba ismini veren "Yabancı Kadın" iması da oradan geliyor. Göçmenlerin ve de Tataroviç’in “özgür yeni dünya” aldatmacasına ve "fırsatlar ülkesi" kavramlarında düşülen hayal kırıklarına şahit oluyoruz. Tabi Marusya Tataroviç'in hem Sovyetler'de hem de ABD'de yaşadığı fırtınalı aşklar romanın örgüsünü oluştururken, dönemin politik atmosferini de izleyebiliyoruz.
Bunca lafı dedim diye "Yabancı Kadın" romanını sıkı bir Sovyet sosyalizmi eleştirisi ya da ağır bir politik roman sanmayın. Oldukça eğlenceli ve mizahi bir bakış hakim. Bunda da başlangıçta dediğim gibi Gogol'un "Palto"su hala Rus yazarlarını ısıtıyor. (4) En ağır, en acılı konuları bile mizahın süzgeçinden geçirip sunabilmelerine hayranlık duyuyorum. Bu yüzden Gogol yüzyıllar sonrası da okunabilecek bir yazar. Tabi bunları dedim diye Sergey Dovlatov'u ve eserini Gogol benzeri diye düşünmeyin. Zira Dovlatov kendisi gibi bir yazar.
Siz iyisi mi, benim dediğim lafları bir kenara bırakın ve hemen Sergey Dovlatov'un "Yabancı Kadın"ını alın okuyun.
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder