31 Mart 2022 Perşembe

Steve Morse, Deep Purple'a Ara Veriyor


Steve Morse, eşinin kanser tedavisi nedeniyle Deep Purple ile çalışmalarına ara veriyor.



Usta gitarist, kanserle mücadele eden karisının yanında olmak için, Deep Purple ile olan birlikteliğine geçici bir süre ara vereceğini açıkladı. Morse, "Uzun bir aradan sonra grubumla konserlere çıkıyor olmak ve bir araya gelmek çok güzel olacaktı ama eşim Janine şu anda kanserle savaşıyor ve onun yanında olmak istiyorum. Bu rahatsızlık sebebiyle  o kadar çok komplikasyon çıkıyor ki, hayatımızda ne kadar zaman kalırsa o kadar zaman onun yanında kalmak istiyorum." diye sosyal medya hesabından durumu özetleyecekti. 

Deep Purple'dan ayrılmadığını özellikle vurgulayan Steve Morse, karısının temiz bir sağlık raporu alması durumunda konser turlarına katılabileceğini söyledi.

Deep Purple'ın Mayıs ayında başlayacak turnesinde Simon McBride gitarist olarak  Steve Morse'dan boşalan yeri dolduracak. Grubun, Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarındaki konserlerinde çalacak olan McBride, daha önce Ian Gillan'ın solo çalaışmalarında ve klavyeci Don Airey'in konserlerinde de eşlik etmişti.

Deep Purple grubu yaptığı açıklamada, "Hepimizin aklı Janine'in kansere karşı verdiği mücadelede. Karısının bu zor günlerinde onun yanında bulunan ve destek olan arkadaşımız Steve'i gayet iyi anlıyoruz. Janine'in sağlık durumuyla ilgili iyi haberlerin gelmesini bekliyoruz. " dedi.


30 Mart 2022 Çarşamba

Uzun Yol Gitaristi


 Amerikalı blues rock gitaristi Mike Zito'nun yeni çıkan konser albümü  "Blues For The Southside" usta gitaristin 26 Kasım 2021'de St. Louis, Missourie'deki Old Rock House'da verdiği konserin kayıtlarından oluşuyor.  



 Amerikalı blues rock gitaristi Mike Zito'nun yeni çıkan konser albümü  "Blues For The Southside" usta gitaristin 26 Kasım 2021'de St. Louis, Missourie'deki Old Rock House'da verdiği konserin kayıtlarından oluşuyor. 2 saate yakın, 16 parçanın yer aldığı bu ikili albümde Mike Zito'ya daimi kadro olarak, Matthew Johnson (davul), Lewis Stephens (piyano ve org), Doug Byrkit (bas) eşlik etmiş. Ayrıca bu konserde Mike Zito, üç parçada ayrı ayrı üç gitarist arkadaşı , Tony Campanella, Dave Kalz ve Eric Gales'i  konuk ederek, birlikte çalmış. 

"Blues For The Southside" kelimenin tam anlamıyla bir gitar albümü ama grup elemanlarının da kişiliğinin öne çıkması  ihmal edilmemiş. Blues'ta istediğiniz kadar usta gitarist olun teknik gösteriler ve becerileriniz tek başına yeterli değildir... Bunun yanında mutlaka duygunuzun olması ve kişiliğinizin de yoruma yansıması gerekir. İşte bunun en bariz örneğini de konserde yer alan Stevie Ray Vaughan klasiği "Texas Flood"un yorumlanışında görüyoruz. Mike Zito bu parçada SRV'un gitar rifflerinin izinden sadakatle gidiyor  olsa da bunları farklı yapıya taşıyarak kendi kişiliğini sunuyor. Stevie Ray kavırı yapıyorum diye SRV hayranlığı içinde bire bir taklit etmek yerine ona duyduğu saygının ifadesi olarak kendi cümlelerini oluşturuyor.  Salya sümük hayranlık ne kadar taklitçilik ise, gerçek anlamda saygı duymaksa  ustanın yaptığının aslını özümseyip, bunun ardından kendi fikirlerini ortaya koyabilmektir. Mike Zito, işte bu ikincisini yapıyor. 

Albümde yer alan bir diğer kavır da Jimi Hendrix'in unutulmaz parçası “Voodoo Chile”.  Mike Zito bu yorumda konuk olarak gitarist arkadaşı Eric Gale'i sahneye alıyor. Sahnedeki iki gitaristi aynı anda dinlerken, her birinin ayrı cümlelerini birbirine karışmadan duyabiliyorsunuz. Bu iki gitaristin yarışması ya da bir beceri gösterisi değil; iki ayrı kişilik birbirinden farklı yanlarını yani kişiliklerini öne çıkararak bunu parçanın yorumuna taşıyarak iki karşıt fikirden bir bütüne varıyorlar... İşte bu bütün yorumun selameti oluyor. Sonuçta kazanan biz dinleyiciler oluyoruz. Ben buna keyfin diyalektiği diyorum. İki gitaristin atışması ya da yarışması tek sesli ve kırsal (feodal) bir yaklaşımken; kendi kişiliğini koruyan iki gitarist "karşıtların birliği" çok sesli ve çağdaş yapıyı oluşturur. Bu özelliği sadece Eric Gale ile birlikte çalınan parçada değil, Dave Kalz'ın konuk olduğu "Road Never End" ve Tony Campanella'nın Zito ile birlikte sahneye çıktığı "Highway Mama"da da görüyoruz. Üç gitarist üç parçada Mike Zito'nun sahnesine konuk olurken her bir gitaristin çalış kişiliklerini hissediyoruz.  

Bu konser gitarın ve tabii ki Mike Zito'nun öne çıktığı bir etkinlik ama grubun elemanlarının da maharetleri hissediliyor. En azından birini yerinden alsanız aynı tadı bulamazsınız. Mike Zito konserin dördüncü parçasından sonra grup elemanlarını tek tek tanıtırken klavyelerde yer alan Lewis Stephens'ın büyük blues devi Freddie King'in grubunda da çaldığını öğreniyoruz. Stephans'ın heybetli piyano tuşeleri, "Life is Hard"da gayet güzel algılanıyor. Finale bir kala çalınan "Road Never Ends" de ise adeta bütün grup elemanları resmi geçit yapıyor gibi. 

Gitarın adeta dile geldiği ritmik yapılı "Back Problems",  savaştan medet uman dünya yöneticilerine bir cevap niteliğindeki "Make Blues Not War", gitarla yazılan bir şiir diyebileceğimiz enstrümantal parça "Blues For The Southside" aklıma ilk işlenen güzel yorumlardan. 

Mike Zito'nun bu konser albümünü sadece dinlemiyor adeta oradaymış gibi yeniden yaşıyoruz. Konserde Jimi Hendrix, Stevie Ray Vaughan ve Tampa Red'in parçaları yorumlanmış ama en muhteşemi ise en sona yerleştirilmiş. Kelimenin en uygun haliyle bir rock'n roll tutkunu olan Zito finalde yer verdiği "Johnny B Goode" ile Chuck Berry'i yorumlamıyor bu mütevazı konser salonuna devasa bir heykelini dikiyor. 

"Blues For The Southside" konser albümünü dinlemenin kalıcı bir hasar verebileceğini söyleyip, buradan uyarmalıyım. Bu albümü dinledikten sonra Mike Zito'nun bütün albümlerini baştan sona dinleme isteğiniz artabilir. Uyarmadı demeyin. 

APTULİKA  




27 Mart 2022 Pazar

Duke Robillard ve Arkadaşları ile BLUES BASH!



 Duke Robillard'ın son albümü "They Called It Rhythm & Blues" keyfimi yerine getirdi ve bununla da kalmayarak çalışma odamı bir caz bara döndürdü. Her gece başlıyorum albümü dinlemeye, ortalık bambaşka oluyor. Bu arada her şey ateş pahası, bundan önce de barda bir şey içip, canlı müzik dinlemeye gidenin vay halineydi zaten, sizin anlayacağınız yeni durum daha da katmerli oldu hani. Böyle olunca da Duke Robillard imdadıma yetişti. 

Bu gün bir değişiklik yapayım dedim ve Duke Aga'nın bir önceki "Blues Bash!" albümüne bir bakayım dedim ve yeniden olan oldu. Adamımız 2020'de yaptığı bu albümde "They Called It Rhythm & Blues'un ilk sinyalini vermiş. "Blues Bash!" yeni albümün bir ön hazırlığı gibi. Konuyu biraz daha açarsak, "They Called It Rhythm & Blues" u dinlerken nasıl ki 60 yıl öncesine gitmiş gibi oluyorsak, "Blues Blash!" da ise köklere dönen ama bugün yapılan bir albüm havasında buluyoruz. Beni boş boş konuşturmayın, oturun bir zahmet dinleyin! Burada lugat patlatacağım diye canım çıkıyor. 


"Blues Blash!" albümünde Roomful of Blues'un kadrosundaki emektar nefesli ekibi saksafonlarıyla yerini alıyor; sırasıyla onların isimlerini ilk ayaktan zikredelim: Rich Lataille , Greg Piccolo ve Doug James. Gene eski dostlarından Michelle "Evil Gal" Willson ve "They Called ItR&B" da vokaliyle artık tanıdığımız Chris Cote da burada.  Armonikasıyla Mark Hummel , piyanoda  Mark Braun,  klavyeci Bruce Bears , davulcu Mark Texiera ve basçılar Jesse Williams ve Marty Ballou ile ekip tamamlanmış. Bu arada gitarda tabiki Duke Robillard.

Albüm Ike Turner'dan bildiğimiz klasik, "Do You Mean It" ile zımba gibi açılıyor. Bu arada parçada Mark Texiera'ını davulu taramalı tüfek gibi giderken, Mark Braun'un piyanosu ona mermi yükler gibi ve tabii Chris Cote'un vokali canalıcı. Ardından gelen "No Time" ise Mark Hummel'in bir armonika ziyafeti. Üçüncü sırada Roy Milton'un "What Can I Do", Jump blues havasında bizi ister istemez dansa davet ediyor. 

Al King'in 1966'da plak yaptığı "Everybody Ain't Your Friend" ile biraz duruluyor ve kendimiz blues'un dingin havasına bırakıyoruz. Enstrümantal olarak "Rock Alley" ile devam ediyoruz... Piccola'ın tenor solosu genzimi yakıyor, içimizi bir hoş ediyor ve tabi Robillard'ın inceden tınlayan ama tane tane gitarı içimiz bir hoş ediyor, ama be kardeşim o ne davuldur sanırsın tören bandosunda trampet çalıyor ama öyle güzel bir ritm tutturuyorki anlatılamaz. "You Played On My Piano" ile yeniden pistlere dönüyoruz. Wilson'un gönül telimizi titreten vokali ile ardından gelen Robillard'ın akışkan gitarının sonrasında James'in bariton saksafon solosu insana ağır ol da molla desinler der gibi.


"Ain't Gonna Do It" ile albüm devam ediyor; bu sefer kahraman piyano ve öyle görkemli ki...   "You Don't Know What You're Doin"e geldiğimizde ise Chris Cote'un vokaline bir kez daha hayranlık duyuyoruz. Bu parçanın bir başka özelliği de T - Bone Walker'a ait olması yani Robillard'ın gitar kahramanı ve bir çok caz , blues gitaristine ilham veren kişi olması. 

Ve geliyoruz albümün finalinde yer alan "Just Chillin'"e. 10 dakikalık muhteşem bir parça. Klavyeci Bears'ın orguyla ortalığı sisli bir ortama sokan bu parçada Robillard'ın gitarına kendimizi veriyoruz, öyle dumanlı ve caz havasındaki geceyi hissederek noktalıyoruz. 

Albüm bitiyor ama tadını hiç unutamıyoruz. Bunca hay huyun arasında dünyada kulak verilesi güzel şeyler de var dedirten bir albüm. Büyük ihtimal başka geceler de evimi canlı müzik yapılan bir bar havasına sokacak. Ama son olarak bir kaç kelam etmek isterim. Buyrun bakalım bir yol dinleyin... Duke Robillard usta bir gitarist kendi hayallerini her iki iki albümde de gerçekleştiriyor. Evet bu Robillard albümü ama aynı zamanda Cote'un ya da saksafoncu ya da piyanistin de albümü. Her yerde ben görüneyim demeden çıkması gereken yerde çıkıyor Robillard, ama bir o kadar da geriye çekilip diğer arkadaşlarına yer veriyor. Bu iş bir ekip çalışması. İşte blues ve cazdaki bu havayı çok seviyorum. 

Teşekkürler Duke Robillard ve tabii ki s(caz). arkadaşları. 

APTULİKA

26 Mart 2022 Cumartesi

Çocuklar Koşun... Kampa Cazbant Gelmiş!


Duke Robillard 2020 yılında yaptığı "Blues Bash!" ın ardından verdiği bir röportajda, "Düz ve yalın bir blues albümü yapmak istiyorum... Dans edilebilir bir blues... Çocukluğumdaki plaklardaki gibi..."demişti.

 Robillard'ın iki yıl önceki hayali, bu yıl çıkan "They Called It Rhythm &Blues" albümüyle  gerçeğe dönüşmüş.

Fotoğraf: Greg Johnson


Bu albümün kapağına baktığınızda zaten olan oluyor. Kadın ve erkek iki figürün dans eden halleri belden aşağı karşımıza çıkıyor. Soldaki kadının ayakkabısı ve bacak hareketleri bizi bir dans etkisine sokarken, zaman makinesinde bir yolculukla 1950'lere hatta belki de 40'lara gidiyoruz... o ayakkabılarla ve kumaş kıvrımlarıyla 1970'lerin çocukluk günlerine dönüveriyorum. O günlerin düğün salonlarında "cazbant" denilen orkestralar çalar ve biz çocuk duygumuzla "cazbant gelmiş" der ve önlere giderdik. O dönem çocuk olanlarda hep böyle olmuş mudur bilemem ama benim yaşamımda ilk müzik aşkı böyle başlamıştı. Bu sararmış fotoğraflardaki o naftalinli görüntü beni ister istemez o günlerin coşkusuna götürür. O gün kimi bir düğünde kimi zaman bir banka kampında kimi zaman da okul çayında çıkan o "cazbant"lara büyükler bu ismi vermişti ne onlar ne de biz cazdan haberdardık ama onların ismi öyleydi o yıllarda, eğer biraz gürültülü, hareketli çalarlarsa onlara "yeyeci" ya da "bitliler" de derlerdi. 

Yazımın başında çocukluğumdaki o "cazbant"ları hatırlamam gibi Duke Robillard da 2020 yılında yaptığı "Blues Bash!" ın ardından verdiği bir röportajda, "Düz ve yalın bir blues albümü yapmak istiyorum... Dans edilebilir bir blues... Çocukluğumdaki plaklardaki gibi..." Robillard'ın iki yıl önceki hayali, bu yıl çıkan "They Called It Rhythm &Blues" albümüyle  gerçeğe dönüşmüş

 Duke Robillard'ın yeni albümü, "They Called It Rhythm &Blues"un bu kapağını görünce ilgisiz kalamazdım. Hele bir de dinlemeye başlayınca geçmişe (hatta benden önceki) yolculuğa çıkacaktım. Sanki bu albüm 2022'de değil de 60 yıl önce çıkmış gibi. 

Duke Robillard ismini ilk olarak Fabulous Thunderbirds gitaristi olarak duymuştum. Bu grubu belki de yeterli dikkatte dinlemediğimden olacak pek ısınamamıştım. Daha sonra tek başına yaptığı işlerde bu gitariste oldukça ısınacaktım. Blues ve blues rock alanında çok zevkli işler yapmasının yanısıra swing etkili ve caza meyleden arayışlarıyla ilgimi fena halde çekecekti. Elbetteki bu yeni çıkan albüme de kayıtsız kalamazdım ve kalmadım da.



18 parçanın yer aldığı bu albümde eski R&B, blues ve caz ezgilerini bünyesinde toplamış. The Duke Robillard Band'de de şu elemanlar yer almış:

Vokal: Chris Cote

Piyano ve org: Bruce Bears

Bas: Marty Ballou

Davul: Mark Teixeire

Saksafon: Doug James

Saksafon: Mark Earley

Hammond Org: Mike Flanigin

Gitar ve vokal: Sue Foley

Armonika: John Hammond. Jr.

Piyano: MattMcCabe

Armonika: Sugar Ray Norcia

Geri Vokal: Anita Suhanin

Vokal: Michalle Wilson

Trompet: Doug Woolverton

Gitar: Duke Robillard


Bu albümü dört gündür her gece dinliyorum ve doyamıyorum. Bu belki Duke Robillard'ın çocukluk günlerindeki plaklara dönmek hayaliydi. Onun dediği gibi  dans edilebilir  bir blues yapmak arzusuydu bu. Gerçekten de albümü dinlerken dans etmesem de mutfağa içkimi yenilemeye giderken ister istemez  swing etkisiyle çeşitli figürler yaptığım da oldu. Size tavsiyem yanınızda eşiniz veya sevgiliniz varsa kimseyi umursamayın ve dans edin... şu "sert erkekler dans etmez" lafını kim ettiyse gerçekten halt etmiş. 

Duke Robillard'ın "They Called It Rhythm & Blues" albümü beni 1970'lerdeki çocukluğuma götürdü. Babamın çalıştığı bankanın yaz aylarında kampı olurdu. Her yıl 15 gün süreliğine kamp çıkardı, artık hangi aya rastgelirse. O kampın sonuna doğru bir gecede balo olurdu ve tabi o gece için bir orkestra da gelecekti. Bunu haber alan çocuklar bir birimize seslenerek, "Koşun cazbant gelmiş!" diye bağırarak koşardık. Bu böyle bir duygu ve içimde bir sel gibi akarken, kolonlarda Duke Robillard Cazbantı çalıyor. 

APTULİKA


 Albümden çıkan ilk klip



Bu da benim en sevdiğim parçalardan biri: Here I'm Is





Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 190


Safveti Ziya
 "Salon Köşelerinde"
İş Bankası
 (2. Basım:  Ocak  2020)


Safveti Ziya ismi size ne anlam ifade eder bilemem ama Servet-i Fünun dersem, lise edebiyat derslerinden biliriz. İşte Safveti Ziya da Servet-i Fünun içinde yer alan roman, öykü ve oyun yazarlarından biri olmaktadır. 1875- 1929 yılları arasında yaşamış olan yazarımız, bu romanını 1898'de yazmış ve ilk olarak da Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiş ama bir süre sonra da sansürün hışmına uğramış. Bundan beş yıl sonra 2. Meşrutiyet döneminde sansürlenen bölümler de eklenerek, 1912 yılında roman tam haliyle yayımlanabilmiş.
Hem siyasi hem de toplumsal hayatımıza "Tanzimat Aydını" diye eleştirel bir tanım yerleşmiştir. Yer yer haklı bir eleştirel bakış da olsa çağdaşlaşma yolundaki her adıma bir çelme gibi takılır. Batılılaşma ile Batı hayranlığı ikileminde bir dizi eleştiri bombardımanı alır başını gider doludizgin. Oysa ki Osmanlı'nın içindeki bu "Çağdaşlaşma" atağına bir şekilde gözlerimizi kapamışızdır. Safveti Ziya'nın "Salon Köşelerinde" romanı bu eleştirel gözle bakılana (ama çok fazla bilinmeyen bu döneme) ışık tutuyor. Yüzyıl önce yazılan bu roman Cumhuriyet döneminde yasak falan değildi ama günümüz Türkçesine adapte edilmediği için bir bilinmezlik içinde kalıp dikkat çekememişti. 
"Salon Köşelerinde" romanını okurken aklıma bir anda Fitzgerald'ın "Muhteşem Gatsby" romanı ve Oscar Wilde'ın Dorian Gray'in Portresi" geliverdi. Batıdaki bu örnekler gibi Rus edebiyatında da yansımalarını bulabiliriz. Bizde Batılılaşma, Avrupa'da modernleşme diye tanımlanan kavramın ilk oluşumu da diyebiliriz. Osmanlı'nın ilk modernleşme adımında (biraz karikatürize de olsa) batıdan adapte asilzadelik, bir şekilde snop yaklaşımlarla kendini bulacaktı. Elbetteki bu yenileşme İstanbul'un Beyoğlu'sunda ve Pera Palas civarında kendini bulacaktı ama bu küçük coğrafya dışında halka yansımayacaktı. İşte Safveti Ziya'nın da bu romanı Beyoğlu ve Pera Palas civarında geçiyor. 
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın en başındaki Batılılaşma hareketi içindeki seçkin Osmanlı aydının Pera ortamında kısıtlı gündelik yaşamından kesitler sunuyor.  Tahir Alangu'nun tanımlamasıyla "Osmanlı'da yabancı aileler çevresindeki bir Türk'ün yaşayışını tasvir" ediyor. 
Yazarın hayatından izleri de taşıyan (otobiyografik) bu romanda kahramanımız Şekip Bey'in yaşamı o dönemin İstanbul'unda yaşayan  ve Pera Palas'ta ikamet eden yabancı ailelerin arasında geçer. Dans partileri, balolar ve bir İngiliz kızına duyulan aşk çevresinde gelişen olaylar romanı örer. 
"Salon Köşelerinde" Batı tipi yaşamı Osmanlı'ya taşımayı amaçlayan Şekip Bey'in ve yaşadığı aşkın romanı. Kahramanımız bir Tanzimat aydını ama ülkesi ile aşkı arasında kalmış biri. O ülkesini Batı'daki gibi çağdaş değerlere taşımak istiyor hatta bu arzusu aşkı ile arasına duvarlar da örüyor. Roman, İstanbul'un seçkin çevresinin dışına pek çıkmıyor ama bir bölümünde alt katmanlarda yaşayan insanlara da kısa bir bakış yer almakta. 
İş Bankası Yayınlarının Türk Edebiyatı Klasikleri kapsamında çıkan bu romanların günümüz Türkçesiyle çıkmasını çok önemsiyorum. Bu yaşadığımız coğrafyanın kaybolmuş, önemsenmemiş ya da okuma olanağı artık kalmamış eserlerine bir keşif gezisi gibi. Özellikle bu romanı sosyoloji ve tarih konusunda araştırma yapacak olanlara da zihin açıcı olacağı için öneriyorum. 

APTULİKA
 

25 Mart 2022 Cuma

Willie Nelson and Family Outlaw Music Festival Tour 2022



 Ne yalan söyleyeyim folk müzik, country ile pek muhabbetim yoktur hani... ama bir kaç örnek ayrıcalıklı olmuştur o kadar. Willie Nelson'u ise bir genel kültür bilgisi edinecek kadar dinlemişimdir, onun ötesinde bir albümünü baştan sona dinleyeyim diye bir gayretim olmamıştır. Ancak son iki gündür Willie Nelson dinleyip duruyorum. 

Bununla da kalmadı, kalktım bir de adamın portresini çizdim. Hoş benzemedi ama siz bunu çok dinlememekten kaynaklandığına verin. O kadarla da kalmadı bu çizimi yazının kapağına görsel olarak kullanmaya bile cüret ettim. Aslında bu tip kendi çizimlerimi koymak daha iyi galiba. Zira bir görsel bulup kullandığımda bir iki arkadaş bu benim sitemden alınmış diye kafa tutmaz. Hoş şimdi de bu  benim çizimi gören bir uyanık da alıp kebapçı reklamında kullanırsa, yandı nane keten helva. Abartmıyorum, Metallica'nın İstanbul konseri için Metallica elemanlarını İstanbul siluetinde ve bir şehir hatları vapurunda çizdiğim çizimi daha sonrası internetten indirilip, bir çanta satıcısı tarafından üzerine İstanbul yazısı nakşedilerek bir pazar çantası haline getirilmişti. Şimdi de Willie Nelson bir kebapçı reklamında "Urfalı Vili Usta" diye karşımıza çıkabilir. 

Yazıya böyle bir giriş yaparak uzatıyorum, çünkü haber çok uzun değil. Şimdi gelelim, Willie Nelson'a son iki günde olan ani ilgime...  

Willie Nelson bu yıl yapacağı yeni bir konser turuna hazırlanıyor. Outlaw Müzik Festivali adıyla yapılacak bu konserlerde de müzisyen tek başına olmayacak ve Willie Nelson ve Ailesi ismiyle sahneyi bir çok isimle paylaşacak. Bu isimler arasında ZZ Top, Steve Earl and The Dukes, Gov't Mule gibi  grup ve sanatçılardan oluşan bir çok isim sahneye çıkacak.  

Bu konser turnesiyle ilgili Willie Nelson, "Outlaw Müzik Festivali Turu her zaman aile ve arkadaşların harika bir müzik ve eğlence günü için bir araya gelmesiyle ilgili olmuştur ve şimdi de ailem diyeceğim müzisyen ve grupların benimle birlikte olmasıyla  bu yılki  en özel turne olacağına eminim," dedikten sonra basın duyurusuna " tekrar yola çıkmak için sabırsızlanıyorum." diye eklemiş. 

Turne ( yani festival) 24 Haziran'da St. Louis'de başlayacak ve yaklaşık üç ay sonra 13 Eylül'de Bridgeport, Conn'da sona erecek.  

APTULİKA



  Willie Nelson and Family Outlaw Music Festival Tour 2022





 

24 Mart 2022 Perşembe

Kirk Hammett'in solo albümü



Bir çok insana garip gelebilir ama ünlü ve tanınmış grupların elemanlarından biri solo albüm yaparsa seviniyorum. Açıkcası eskiden bu tip solo çalışmaları pek sevmez hatta sinir bozucu bile bulurdum. Oysa şimdilerde bu gelişmeler benim için heyecan kaynağı oluyor. Bu arada bu konuda tek bir grubu ayrı tutacağım ki o da Jethro Tull olsa gerek... Bu hakkını fazlasıyla kullanan Ian Anderson solo albüm yapınca artık sürpriz olmuyor, sadece "şaşı bak şaşır" gibisinden bir aptallaşma yaşıyoruz ve  hangisi Jethro Tull hangisi Ian Anderson diye sorular yumağına bulaşıyoruz (ki artık o da olmuyor.)

.

Elemanlarının yaş ortalaması fena halde yarım asrı devirmiş (hatta bir çoğu için 70'leri aşmış bile denilebilir) ve efsaneleşmiş grupların elemanları solo albüm yapınca sürpriz olabiliyor. Kendi adıma yeni bir keşifle karşılaşmış gibi oluyorum.

.

 

Şu sıralar Metallica yeni bir albüm haberiyle karşıma çıksa değil heyecan duymak, ilgilenmem bile. En son çıkan albüm 2016'daydı ve ondan hiç bir iz taşımıyorum bile. Bu arada belki bana güleceksiniz ama grup üçüncü bir Garage Days ile bir cover albümü yapsa sevinçten zıplayıp, tavana bile çarparım. 

Metallica'nın gitaristi Kirk Hammett'in solo bir albüm ( bu bir kısa albüm yani EP) yapacağı haberi benim gözlerimi uzun bir aradan sonra gene grubun üzerine çevirdi. Bu Kirk Hammett'in gruptan ayrı çıkaracağı ilk albüm olacak. "Portals" ismini taşıyan ve 4 parçadan oluşan bu mini albüm 23 Nisan 2022 tarihinde çıkacakmış. 

APTULİKA

  

 

Hisli Gangster


 

Yazının başlığına bakıp, "Hisli Gangster ne alaka?" diyebilirsiniz ama şu Popa Chubby'e bakıp bu adamdan bu kadar güçlü blues duygusu nasıl olup da çıkıyor yollu soru işaretini hiç bir zaman cevaplayamadım. Artık öyle bir sorunun cevabını falan aramıyor, yeni bir çalışması çıktığında teklifsiz dinliyor ve bahtiyar oluyorum.

Popa Chubby'nin yeni albümü "Emotional Gangster" geçtiğimiz cuma günü piyasaya çıktı. Tabiki bu buluşmada da sağlam bir blues rock yolculuğuna hazırlıklı olmalıydık. 

Popa Chubby yani namı diğer Ted Horowitz, New York sokaklarında başlayan punk yaşam biçimi blues'a evrilerek bu günlere gelmiş. O müzikle iletişimini kuran bir bilge ya da deli ama politikadan aşka ve deha nice konuya blues ile elini sürerken sokak insanı olmasından gelen hissini hep koruyor. 

Yeni albümünde Popa'nın blues'un köklerine inişine şahit oluyoruz. Bu seferki buluşmada çılgınlık biraz daha dingin olsa da Howlin Wolfsal kükreyiş derinlerde gizlenmiş. Popa albümlerinde hep bir iki cover olur ve şaşırtıcı bir şekilde seçimler olur bunlar, tıpkı Leonard Cohen parçalatını blues hamurunda yoğrması gibi. Bu serkinde ise Muddy Waters, Willie Dixon ve Howlin Wolf etkili coverlar yerini almış. İşte bunlardan ilki Willie Dixon bestesi olup, Muddy Waters ile özdeşleşmiş olan "Hoochie Coochie Man" olurken bir diğeri de "Dust My Broom".  Robert Johnson'un klasiği "Dust My Brown"un Elmore James yorumuyla yüceleşmiştir ve öyle çok rock yorumu yapılmıştır ki, hiç biri bir diğeriyle karışmaz ki bu seferkinde de Popa Chubby ile buluşmuş. 

Albümü dinlerken hep Howlin Wolf etkisini hissettim, oysa ki hiç Wolf coverı yoktu. Sonrasında "I'm The Dog" parçasını dinlerken Howlin'in kurt kükreyişlerine bir gönderme gibi hissettim. Ardından gelen "Doing OK" ise bir anda bizi soul etkisine sokuveriyor ve gitarlardaki funk etkisi de harika. Bütünüyle 1970'lerin tadına bir "Motown" etkisiyle duhul ediveriyoruz.  

Finale doğru "Fly Away" ile yumuşak tonlarda bir duygu seline giriyoruz. Öyle ki tam anlamıyla 1980'lerin son yarısına özgü bir hard'n heavy balad tadında.  Albümde yer alan parçalar arasında hem İngiliz hem de Fransız versiyonu ile yer alan "Why You Wanna Make War" günün anlam ve önemine büyük ve güzel bir gönderme; evet "neden savaş yapmak istiyorsun!"

Hep albümün açılış parçasından başlanmak adetimdir ama bu sefer tersine göndük galiba. Açılış parçası " Tonight  I'm Gonna Be the Man" o güzelim slide gitarla ne güzel akılabileceğini gösteren güzel bir başlangıç. "New Way of Walking" ve "Equal Opportunity" güzelliklerin ilk adımı.

Bu adamı yolda görseniz yol değiştirmeniz akıl işidir ama bu adamın yani Popa Chubby'nin albümlerinden uzak durursanız bu tam anlamıyla akılsızlıktır. 


APTULİKA




23 Mart 2022 Çarşamba

John Mayall ya da yaşamın her yanının değerli olduğu hali.



John Mayall'ın yeni albümü "The Sun is Shining Down" ile ilgili yazıyı geçen hafta yazmıştım. O günden bu güne neredeyse durmaksızın dinliyorum. Bununla da kalmayıp, yeniden yazı yazmak bile istiyorum. İngiliz Blues'unun Büyükbabası John Mayall tam anlamıyla asırlık bir dev. Doksan yaşına gelmesine çok az kalan bu usta yeni yaptığı albümlerle bizi yeni güzelliklere götürüyor. 

Neyse yeni bir yazı hazırlayıp, sizi yormayayım. Mademki bir çizerim ve o zaman bu büyük ustayı çizgiyle anlatayım derim. 

APTULİKA

Graham Nash: "Dünyayı değiştirebileceğimiz umudu, bugün hala geçerli değil mi?"


"Dünyayı değiştirebileceğimiz umudu, bugün hala geçerli değil mi? Müziğimin bu kadar uzun sürdüğü için çok gururluyum, ama aynı zamanda 'Military Madness' gibi bir şarkıyı bugüne kadar söylemeye devam etmemiz gerektiğinden de biraz üzgünüm. "



Bundan tam 50 yıl önce yapılan bir şarkı hala güncelliğini koruyor ve ısrarla dinleniyorsa bu şarkıyı yapan kişi bundan üzüntü duyar mı?

Crosby, Stills, Nash and Young dörtlüsünün keyboard ustası, gitaristi ve vokalisti Graham Nash,  1971 yılında yaptığı solo albümü "Songs For Beginners"ta yer alan "Military Madness" şarkısına yer vermişti. O günlerde Vietnam savaşı nedeniyle yapılmış olan savaş karşıtı bir parçaydı. Nash yeni çıkacak solo konser albümüyle ilgili bir röportajda bu parça ile ilgili şöyle diyecekti:

 "Tarihten ders almamız gerekiyor ama biz hala pek bir şey öğrenemiyoruz, açıkcası öğrenmeye de niyetli değiliz galiba." dedikten sonra sözü 50 yıl önce yaptığı şarkıya getirerek, "Benim 1970 yılında yaptığım 'Military Madness' ın bugünle ilgisi yok mu? Dünyayı değiştirebileceğimiz umudu, bugün hala geçerli değil mi? Müziğimin bu kadar uzun sürdüğü için çok gururluyum, ama aynı zamanda 'Military Madness' gibi bir şarkıyı bugüne kadar söylemeye devam etmemiz gerektiğinden de biraz üzgünüm." diyerek sözlerini noktalayacaktı.

Graham Nash, "Military Madness" isimli şarkısına 1971 yılında çıkan ilk solo albümü "Songs For Beginners"ta yer vermişti. Bu şarkıda Nash, Blackpool bombalar altındayken doğduğunu anlatır. Babası askerde ve annesi onu kuzey sahilinde İngiltere semalarında savaş uçakları dönüp dururken doğurur. Bu anlatımla devam eden şarkıda Nash, savaşın yıkıntıları arasından sonra okul yılları ve ardından yepyeni bir ülkeye gidişini anlatır. Oysa bu yeni geldiği Amerika'da da savaş çılgınlığı sürecekti. Vietnam'a saldıran Amerikan uçakları askeri deliliği sürdürüyordu. 

"Ve savaşlar bittikten sonra

Ve ceset sayımı sonunda dosyalandı

Umarım Adam

insanları neyin çılgına çevirdiğini keşfeder.

Askeri delilik ülkeni öldürüyor,

seninle benim aramda çok fazla üzüntü

Savaş, Savaş, Savaş, Savaş, Savaş, Savaş"

sözleriyle devam eden şarkı 1968'li ve 70 yıllarına damgasını vurup, savaş karşıtlarının marşı haline gelecekti. 

6 Mayıs 2022 tarihinde solo konser materyellerinde oluşan bir konser albümü yayımlayacak olan Graham Nash, yeni albüm öncesinde  “Military Madness”ın yeni versiyonunu yayımladı. Şarkıcı, single'a eşlik eden bir açıklamada, savaş karşıtı şarkının yazıldıktan 50 yıldan fazla bir süre sonra yankılanmaya devam ettiğini kaydetti.

Şimdi bu parçanın sözlerini yazalım, ardından da yeniden çıkan single yorumunu dinleyelim...

In an upstairs room in Blackpool

By the side of a northern sea

The army had my father

And my mother was having me

Military Madness was killing my country

Solitary Sadness comes over me

After the school was over and I moved

To the other side

I found a different country but I never

Lost my pride

Military Madness was killing the country

Solitary sadness creeps over me

And after the wars are over

And the body count is finally filed

I hope that The Man discovers

What's driving the people wild

Military madness is killing your country

So much sadness, between you and me

War, War, War, War, War, War




 

22 Mart 2022 Salı

Tommy Castro'dan bir Blues Rock Öyküsü



 Bugün televizyonu izlemeyi bırakıp bir öykü dinleyeyim dedim ve Tommy Castro'ya kulak verdim.  
Tommy Castro'nun 2021'in Ekim ayında piyasaya çıkan albümü "A Bluesman Came To Town" kelimenin tam anlamıyla bir güzel öykünün içine girmemizi sağlıyor. Bu kasabaya gelen bir bluesçunun oradaki bir  çocuğun hayatını değiştirmesi üzerine giden bir serüven.
Çok küçük yaşlarda semtimizdeki açık hava sinemasında verilen bir konserde çıkan Erkin Koray'ı görmemiş olsaydım, belki de bugün evimde oturan, rock'tan bi haber olan bir emekli yaşlıydım. Hepimizin böyle bir rock ile buluşma noktamız olabilir... işte usta gitarist Tommy Castro da böylesi bir öyküyü albüm boyunca anlatıyor. Zaten albümün ismi de bir film afişi gibi:

Tommy Castro İftiharla Sunar

Kasabaya Gelen Bluesçu!



 "Bu sefer daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapma ihtiyacı hissettim." diyen Tommy Castro, "A Bluesman Came To Town" ile bize bir hikaye anlatan şarkılardan oluşan bir albüm yapmış. Bu küçük bir kasabada genç bir adamın hikayesi. Bir gün kasabasına gitar çalan bir blues'cu gelir. O andan itibaren genç adamın hayatı asla eskisi gibi olmayacak. Bu  bir kahramanın yolculuğuna, bir müzisyenin hayatının serüvenine dayanıyor. Bundan sonra o genç gitarda ustalaşır ve şöhret ve servet arayışıyla yola çıkar, sadece aradığı hazineyi geride bıraktığını bulmak için yola çıkar. Castro , “Bir Bluesman Came To Town benim hakkımda bir hikaye değil” diyor . “Yine de bazı arkadaşlarımın ve benim deneyimlerimden alındı. Yolda olmanın nasıl bir şey olduğunu yıllardır ilk elden gördüm.” diyerek ekliyor. 

Tommy Castro'ya her zaman olduğu gibi Painkillers eşlik ediyor.  The Painkillers kadrosunda basçı Randy McDonald, davulcu Bowen Brown ve klavyeci Michael Emerson yer alırken, Deanne Bogart (saksafon), Keith Crossan (saksafon), Jimmy Hall (armonika) konuk olarak yerini almış. "Child Don't Go"da ise Oakland'ın "blues kraliçesi" diye adlandırılan Terrie Odabi vokaliyle destek vermiş. 

 Alligator Rcords etiketiyle çıkan albümde Tommy Castro, 13 parça ile bizi 50 dakikalık uzun bir öyküye sürüklüyor. Sözü fazla uzatmayıp, sizi bu öyküyle baş başa bırakayım. 

Aptulika




21 Mart 2022 Pazartesi

Duran Duran



 Geçen gün müzik haberlerine göz atarken, bir anda Duran Duran'ın 2022 konser turnesi haberini görünce bir anda durup bakacaktım. 

Tabii o malum soruyu sorarak: 

"Hadi ya, Duran Duran devam ediyor muymuş!"

Devam etmek bir yana geçen yıl bir albüm bile çıkartmışlar. Üstelik bu yaz başlayacak konser turneleri de 2021 tarihinde çıkan "Future Past" albümü için olacakmış.  Hemen albümü dinlemek için kolları sıvayacaktım. Bu belki de ilk defa oluyordu. Hayatım boyunca hiç bir Duran Duran albümünü dinlemek için özel bir çaba ve gayret göstermemiştim. Çünkü bu grubun çalışmaları ben istesem de istemesem de bir şekilde karşıma çıkardı. Hele o 1980'li yıllarda radyoda, televizyonlarda mutlaka çalardı. Şimdi aradan onca yıl geçmiş ve ben Duran Duran albümü dinlemek için özel bir çaba gösteriyorum.

"Future Past"i şöyle bir iki parça dinledim ve tabii hemen eskilere dönecektim. "Rio", "Notorious" ve o konser albümü "Arena"yı dinlemeye koyulacaktım. 

1980'lerin müzikal ortamında her ne kadar rock dinlemek için radyoyu açsak popçular daha fazla yer alıyordu ve biz de bir iki gitar sesi duyma arzusuyla metozori dinliyorduk. Duran Duran'ın hiç bir zaman posteri falan odamda olmadı ama sadece bir albümünü kaset olarak almışlığım vardır... o da "Notorious"tur ve aynı adı taşıyan parçayı, itiraf etmeliyim ki severim. Aynı dönemin Alphaville grubunu daha çok severdim. Hatta Laura Branigan'ın ciddi ciddi hayranıydım (ki hala da öyleyim). Bu arada madem itiraflara başladım,  Kim Wilde'ı da buradan zikredeyim. 

Bu arada bu yazıyı yazarken bir yandan da Duran Duran'ın son albümünde dördüncü parça "Anniversary" çalıyor. Sanki pek bir zaman geçmemiş ve seksenlerde gibiyiz. 

Alternatif Rock ve grunge tutkunları beni affetsin... Bu arada söylemeden edemeyeceğim: Bana iki seçenek sunsanız ve "Radiohead mi Duran Duran mı deseniz... cevabım net olur: Tabii ki Duran Duran. 

Duran Duran seksenlerin simge grubu... Hayatımızda bir şekilde yer alıp, anılarımıza yerleşmiştir. O zaman sizden bir isteğim olacak, sizin en sevdiğiniz Duran Duran parçası hangisi? Yorum bölümüne yazarsanız, biz de en iyi Duran Duran parçasını seçeriz. Evet bekliyoruz. 

APTULİKA

 


 




18 Mart 2022 Cuma

Rock Pavyonunda Assolist kapışmaları!



Rock dünyasında acayip bir tartışma ve rekabettir başladı. Hani bu yeni çıkan gruplar arasında olsa bir şekilde anlayacağım ama bu kapışma seksenine merdiven dayamış elemanlardan kurulu, 60 yıllık dünya devi gruplar arasında oluyor. 

Aklıma 

"bu da mı bir reklam oyunu hakim bey... bu da mı!" 

tiradını haykırmak geliyor ama bu neyin reklamı ola ki?

Neyse sözü uzatmadan konuya girelim:

İlk önce The Who’nun elemanı Roger Daltrey, kalkıp bir anda Rolling Stones için, "vasat bir bar grubu" diyecekti.  

 Ardından Paul Mc Cartney, sazı ele alıp, Rolling Stones için, "Onlar, bir blues cover grubu." diyecek ve Beatles'ın daha iyi bir grup olduğuna yakın şeyler söyleyecekti. 

 Yeni çıkan grupları tanıtmak için, bu tip atışmalar falan kullanılan eski bir yöntemdir. Bana her daim komik ve ucuz bir yöntem gelmiştir. Hani o eski gazino kültüründe assolist kapışmaları gibisinden bir pavyon alışkanlığı. Hala devam eder mi bilmem ama eskiden bizim rock gruplarımızda da bolca görülen bir vakaydı. Peki şimdi bunlar eski dev gruplar arasında da mı oluyor? 

Kendi adıma hem Who'yu hem de Beatles'ı severim. Rolling Stones'u ise blues yaptığı zaman daha bir severim. Keşke bir blues cover grubu olsa da bol bol dinlesem. 

Bana bu reklam kokulu tartışma , atışma yöntemlerinden artık gına geldi. Sanırım müzik endüstrisi iyicene kapitalizmin batağına battı, çıkış bulamıyor  ve bu pavyon yöntemlerini deniyor ya da artık kabul edelim ki yaşlanıyoruz ve bunuyoruz galiba. 

APTULİKA

 

15 Mart 2022 Salı

George Benson ve "Weekend In London"



George Benson ve caz gitaristliği söz konusu olunca popüler piyasada olma isteği en sıkı caz  dinleyicisinin bile tepkisini çeker. Gitaristliğindeki ekol olmuşluğuna rağmen her türlü tavizi verebilecek gibidir. Hani iyi bir satış grafiği yakalayabilecek olsa arabesk bile yapacak esnaflıkta olduğuna eminim. 

Yazıya böyle bir giriş yaptım diye George Benson'u yerden yere vuracağımı sanıyorsanız, feci halde yanılıyorsunuz. Öncelikle belirtmeliyim ki uzun senelerdir Benson ile ilgili hangi albüm elime geçerse zevkle dinlemişimdir. Gitaristliğine gelince benim fikrime göre bir ekoldür ve ondan etkilenen bir çok gitaristin olduğunu da bilirim. Onun gitar tınılarını öyle severim ki çoğu zaman vokalini biraz eksik tutsa ve gitarla işlemelerine devam etsin bile derim. Vokalini de es geçtiğim sanılmasın... öyle ki gitarıyla uyumlu tınlamalar içindedir. Benim için tek sıkıntılı yanı o esnaf işi popülerliği hesaplamasıdır ama artık onun da George Benson markasının olmazsa olmazı olduğuna kanaat getirdim. Hani onu gizli gizli dinlerim desem yeridir hani. 

Yeni albümlere bakıp, ne dinlesem acaba derken Benson'un yeni yayımlanan "Weekend In London" albümünü görünce dinlemek için hemen yönelecektim tabii ki. Albüm, Ronnie Scott's Jazz Club'ta 2019 yılında verilen konserin kayıtlarından oluşuyor. Bu klübün Benson üzerinde etkisi çok büyük zira sanatçı müzikal kariyerine başladığı yıllarda Avrupa'da tanınmasını burada sağlamıştı. Provogue Records etiketiyle çıkan bu konser albümünde 14 parça yer alıyor. Bu parçaların seçimi de pop ağırlıklı ve bunu ilk parçadan anlıyoruz. "Give Me The Night" ile açılan albümde kendimizi hemen seksenlerin disko ortamına atıyoruz. Zamanında liste başı olan bu pop parçasında soul ve funk etkisini hemen hissediyoruz.  "Turn Your Love Around", " Love X Love" ile liste başı pop parçaları birbiri ardına geliyor. Sonrasında gelen "In Your Eyes" ile içim bayılmaya başlayacakken kendimi harika piyano tuşelerine bırakıyorum. Bu arada konserde yer alan piyanist Randy Waldman'ı çok tuttuğumu söylemeliyim. Piyanonun güzel güzel aktığı "I Hear You Knocking"te biraz blues havasına giriyorum. Sonraları "Don't Let Me Be Lonely Tonight"ta hafiften gitarın tadını almaya gayret ederek kulak kesiliyorum. Elvis Presley'e saygı niteliğinde gelen "The Ghetto"da Benson gitarının izlerini sürmeye devam ediyorum. Eh biraz keyfim yerine geliyor. "Love Ballad"da Benson imzalı scat'larını dinliyoruz arada. 

Benson gitarının keyfini hissettirmek için konserin sonlarına bırakmış her şeyi. Sona bir kala gelen "Affirmation" ile istediğim oluyor hani. Bir saatlik albümde 7 dakikayı enstrümantal bir parçayla gitarına ayıran bu adama şaşırıyorum. İnsan bu kadar keyifli gitar çalıp, bunu bizden neden uzak tutar diye iç geçiriyorum her zaman olduğu gibi. Konserin finaline oturan "Cruise Control"da vokal yerine scat'larını yapan George Benson'un gitar keyfini yaşamayı sürdürüyorum. 

George Benson böyle bişi yapacak bir şey yok. 

APTULİKA





Bu soğuk havalarda John Mayall ile güneş parladı.


"Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır" özdeyişini bile şaşkına döndüren bu günlerde, ne yazık ki "kapıdan" bile bakamadık gelen bahara. Bu soğuklarda John Mayall'ın yeni albümü "The Sun is Shining Down" biraz olsa da güneşi parlattı içimizde. 



 İster "Beyaz Blues" isterseniz "İngiliz Blues" ya da daha havalı duran haliyle "British Blues" deyin... her ne derseniz deyin akla gelecek tek isim John Mayall'dır. Bugün 88 yaşında olan Mayall, çok zaman öncesinden "British Blues'un Büyükbabası" ünvanını çoktan haketmişti. Onun 60 yıllık müzik yaşamında Mick Taylor'dan Peter Green'e ve oradan Eric Clapton'a kadar bir çok rock ve blues ustası onun rahle-i tedrisatından geçecekti. 

90'a iki kala böyle bir ustanın yeni albümü saygı sebebiyle önemsenir diyeceğim ama hala heyecanlandırıyor dersem hiç ama hiç abartmış olmam hani. Bundan üç yıl önce çıkan "Nobody Told Me" albümünün şaşkınlığını üzerimden daha atamamışken şimdi de "The Sun is Shining Down" isimli yeni albümüyle bu asırlık çınara şapka çıkartıyorum. 

John Mayall hem grubu Bluesbreakers'taki dev gitaristlerle hem de duruşuyla zaten bir okul, şimdi bu yeni albümde katılan konukları doktora çalışmasından geçiyor gibi. Son yılların genç ve müthiş yeteneği Marcus King'in konukluğu da böylesi bir şey hani. Müzikal kariyerine 16 yaşlarında başlayan Marcus King, Mayall'ın albümünde "Can't Take No More"da konuk oluyor. Gene Amerikalı ama bu sefer kadın bir gitarist olan Carolyn Wonderland ise finalde albüme adını veren parçada eşlik ediyor. Her iki isim de ustanın karşısında kendi kişiliklerini en hassas şekilde gitar tınılarına yansıtarak doktora tezlerini veriyorlar. Özellikle Wonderland'ın gitar tınıları  "The Sun is Shining Down"da harika bir etkiye sahip olurken, soyadı gibi bizi de "Harikalar Diyarı"na götürüyor. 

Albümün konuk listesinde eski baba isimler de yerini alıyor. Bunların başında da Chicago Blues'un ikonik ismi Melvin Taylor yerini alıyor. "Hungry and Ready"de Mayall'ın armonikasıyla harika bir vals yapan usta gitarist, "Driving Whell"de tane tane dökülen cümleleriyle nefaseti bol bir etki yaratıyor. Bu yeni valste ise John Mayall'ın orgu ile nefesliler güzel bir zemin oluşturuyor. 

Konuklar arasında Melvin Taylor gibi ünlü bir diğer isim de Mike Campbell. Tom Petty'nin Heartbreakers grubundan tanıdığımız gitarist, "Chills and Thrills"te çığlıksı etkili seslerin helezonunda akıp gidiyor. Buddy Miller'in konuk olduğu "I'm As Good As Gone"da ise gelen konuğun kalın tonlardaki ( horozvari) gitarıyla Mayall'ın vokali de kendisini keskin tonlarda yükseklere çıkartıyor. "One Special Lady"de ise ukelele ile katılan Jake Shimabukuro, bizleri blues ile Havai etkisine alıveriyor. 

Bob Dylan'ın grubundan tanıdığımız Scarlet Rivera kemanıyla "Got to Find a Better Way" ve "Deep Blue Sea" parçalarında katılarak nefis açılımlar sağlıyor. 

Kırk üç dakikalık bu müzik ziyafetinde daimi eleman Greg Rzab ve davulcu Jay Davenport'un etkisini de yok saymayız hani. Tabii ki Mayall'ın vokalinin yanısıra Hammond B3, piyano, Wurlitzer elektrikli piyano ve armonikasının keyfini de saymadan edemeyiz. Bu güzelim albümde Ron Dziubla (saksafon), Mike Pender (trompet), Richard A. Rosenberg (trombon) gibi isimler ise nefesli enstrümanların harika etkisini sunuyorlar. 

"Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır" özdeyişini bile şaşkına döndüren bu günlerde, ne yazık ki "kapıdan" bile bakamadık gelen bahara. Bu soğuklarda John Mayall'ın yeni albümü "The Sun is Shining Down" biraz olsa da güneşi parlattı içimizde. 

APTULİKA




14 Mart 2022 Pazartesi

Atlanta Rhythm Section'ın gitaristi Barry Bailey Öldü



 Southern (Güney) Rock'ın unutulmaz grubu Atlanta Rhythm Section'ın gitaristi Barry Bailey, 73 yaşında hayata veda etti. Yıllardır multipl skleroz yani MS hastalığı ile mücadele eden gitarist, 12 Mart, cumartesi gecesi uykusunda öldü. 

1970 yılında Rodney Justo (vokal), Barry Bailey (gitar), Paul Goddard (bass), Dean Daughtry (keyboards), Robert Nix (davul) ve James B. Cobb, Jr. (gitar) tarafından kurulan grup, Studio One için yapılan plak kayıtlarında çalmak için kurulmuştu. Aralarında Roy Orbison'un da olduğu albüm kayıtlarında çalan grup Decca plak şirketinin dikkatini  çekecek ve kendi besteelerinden oluşan ilk albümleri 1972 yılında çıkacaktı. Ardından "Back Up Against Tha Wall" albümünü yapan grup, 1976'da yayımlanan " A Rock and Roll Alternative" ile yüksek bir satış yapacak ve listelere girecekti. 1978 yılında çıkan "Champagne Jam" ile başarıyı daha da yükselten grup, yüksek albüm satışıyla platin plak alacaktı. “So in to You,” "I'm Not Gonna Let It Bother Me Tonight," "Imaginary Lover," "Do It or Die" ve “Spooky.” gibi parçalarıyla listelere giren grup, Who, the Rolling Stones, Bob Seger, Foreigner, Heart, Cheap Trick ve Aerosmith gibi gruplarla birlikte konserlere çıkacaktı. 

Atlanta Rhythm Section'ın bugüne kadar yaptığı 18 albümde eksiksiz yer alan gitarist Barry Bailey, temiz soundu ve ölçülü (ama kalbe işleyen) sololarıyla unutulmayacaktır.


APTULİKA  




13 Mart 2022 Pazar

Kulak Misafiri'nde Chicago dinlerkene...

 


Sabah Kulak Misafiri'nde Chicago'nun olacağını öğrenince çok sevinmiştim ama yayın başlayana kadar bu kadar keyif alacağımı ummamıştım. Şu anda programı dinlerken kelimenin tam anlamıyla 1975 yılında ve o konserdeymişim gibi hissettim. İtiraf etmeliyim ki en büyük isteğim bir Chicago konseri izleyebilmiş olmaktı ama ne yaş olarak ne de parasal imkan olarak 1970'li yıllarda böyle bir şeyi yaşamam imkansızdı ama iddia ediyorum en keyifli konser Chicago konserleri olsa gerek. 

Evimin içinde şu anda gözlerimi kapamış konseri yaşıyorum. Ve tabii her zaman olduğu gibi bir yandan da çiziyorum. Teşekkürler Bülent ve Bengü... Çok teşekkürler. Kulak Misafiri gene bir pazar gecemi şenlendirdi. 

APTULİKA

Bu Gece Kulak Misafiri ile 1975 yılına Chicago konserine gidiyoruz.



 1960'ların sonunda İngiltere'de Alexis  Korner, Graham Bond gibi isimler Britanya Blues'u oluşturuyorlardı. Ancak onların bir başka hayalleri daha vardı, o da 1950'lerin Amerikan caz orkestralarını yani caz big band'lerini oluşturmak.  Nefesli enstrümanların tekmili birden yer aldığı İngiliz big band'lar kurulsa da bu denemeler yerini bir süre sonra blues rock'a doğru yönünü değiştirecekti. 



Graham Band bu konuda gönül koyup, güzel işler yaptıysa da İngilizlerin big band'ler gene de geçmişin nostaljik canlandırılmasından öteye gidemeyecekti.  İşte bunlar olurken kıtanın öteki yanında kurulan Chicago Transit Authority, 1968 yılında bu hayali ABD'de gerçekleştirecekti. Sonradan kısaca Chicago ismini alacak bu grup, nakliye şirketine benzer adıyla rock'n roll'un en görkemli big band'ını kuracaktı. Onların da bir ayağı elbet caz'a dayanıyordu ama 1970'lere damgasını vuracak caz rock füzyonlarının da ilk habercileri oluyorlardı. Bir yanda nefesli enstrümanlardan kurulu bir kadro bir yanda da rock'ın en sert tınılarını harmanlayan klasik rock dörtlüsü. Hazin bir kaza sonucu hayata erken yaşta veda eden gitarist Terry Kath'in de ismini zikretmeyi ihmal edersek bu grubu yeterince tanımlayamamış oluruz hani. 

İlk albümlerini 1969'da "Chicago Transit Authoritiy" adıyla yapan grup, bir yıl sonra "Chicago" adıyla yapacakları ikinci albümle devam edeceklerdi. Grubun bir başka güzel yanı da albümlere isim vermek yerine "Chicago III", "Chicago V " diye numaralar vererek devam etmeleriydi. 

1970'li yıllarda ülkemizde de plakları çıkan ve sağlam bir dinleyicisi de olan bu grubun ilk albümü çekme bir bir kaset sayesinde benim de elimden düşmeyecekti. 

Bu sabah uyandığımda günümü gene bu güzel grupla açacaktım. Aziz dostum Bülent Seyitdanlıoğlu radyo programı Kulak Misafiri'ni bu pazar Chicago grubuna ayırmış. İşte programın alttaki duyurusunu görünce bu gruba olan düşkünlüğüm yeniden alevlenecekti.


Şimdi sözü Bülent'e bırakalım ve bu geceki Kulak Misafiri programında neler var ona bir bakalım:

1975 yılı Haziran'ında üç gece efsane Chicago sahneyi bir başka efsane grupla paylaştı; bu özel konser rock tarihinde yerini Beachcago ismiyle aldı.

Kulak Misafiri, tam 47 yıl öncesine gidiyor ve bu özel gecelerde Chicago'yu ağırlıyor.

Peki, bu konserlerde Chicago hangi efsane grupla sahneyi paylaşmıştı.

Bu sorunun cevabı ve konserlerle ilgili diğer ayrıntılar Kulak Misafiri'nde.

Kulak Misafiri Radyo ODTÜ'de...

Canlı dinlemek için: www.radyoodtu.com.tr


Programın bu tanıtımından sonra akşamı bekleyelim derim ve Kulak Misafiri'ndeki bu güzel buluşmayı bekleyelim derim.

APTULİKA

12 Mart 2022 Cumartesi

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 189


Orhan Kemal
 "Baba Evi"
Epsilon Yayınevi
 (17. Basım:  Mart 2005)


İnsan çoğu kez gençken okuduğu ve sevdiği yazarları yıllar geçip, orta yaşı da fena halde aşınca eski bir hatıra olarak görür. Kimi zaman artık eskisi kadar etkili bile gelmeyebilir size. Söz konusu Orhan Kemal olunca bu geçerli olmuyor, hatta tam tersine sanki ilk defa keşfettiğim bir yazarı okuyormuş gibi bile oluyorum.  
Son yıllarda Orhan Kemal'in okuduğum romanlarını tekrar okuma ihtiyacı bile duyuyorum. Neyse ki arada sırada daha önce okuma imkanı bulamadığım, gözümden kaçmış romanlarını buluyorum da okuma zevkini yaşıyorum. İşte bunlardan biri de "Baba Evi" olacaktı. 
"Baba Evi" bir anlamda Orhan Kemal'in kendi çocukluğunu ve ilk gençliğini roman kurgusuyla anlattığı bir otobiyografi de diyebiliriz. Bu aynı zamanda "Küçük Adam'ın Romanı" isimli dizinin de ilk kitabı ve ardından "Avare Yıllar" geliyor. 
Orhan Kemal'in babası Avukat Abdülkadir Kemali, Kurtuluş Savaşı'na gönüllü olarak katılmış ve ardından da TBMM'nde birinci dönem (1920 - 1923) milletvekilliği yapmış.   Ancak Abdülkadir Kemali bir süre sonra muhalefet etmeye başlar ve ailesi ile birlikte Beyrut'a kaçmak zorunda kalır.  İşte Orhan Kemal bu otobiyografik romanında çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını anlatır. Varlıklı bir yaşamdan yoksulluğa geçen aile sürgün yaşamında bir çok zorluk yaşar. Baskıcı bir babanın güdümünde yaşanan çocukluğa bir de okuldan ayrılmak durumu da eklenecektir. 
Orhan Kemal'in "Baba Evi" romanı bir çırpıda okunacak ve devamı fena halde merak edilecek bir dizi film tadında. 

APTULİKA
 

11 Mart 2022 Cuma

Stüdyo FM'in merak edilen cingılı !

 


Yavuz Aydar  ve Şebnem Savaşçı'nın efsane radyo programı Stüdyo FM'i dinlerken en merak ettiğimiz açılıştaki cingıl'da çalan parçanın kime ait olduğuydu.  Klasik müzikten caz rock'a evrilmiş bu parçayı her daim merak ederdim. Çoğu kere bir programda bu parçayı tümüyle çalar diye beklemişliğim de vardır. Bu parça Stüdyo FM'in cingılı olduğu için başka programlarda da çalmazdı ve biz o cingıl haliyle kısa bir bölümünü duyardık.  



Her Cuma saat 18.00'i gösterirken radyo başına oturup, dinlemeyi adet haline getirdiğim, "Stüdyo FM" programından biri röportaj diğeri de anıdan oluşan iki yazıya yer verdim. Yavuz Aydar' ve Şebnem Savaşçı'nın bu efsanevi radyo programı denilince bir kuşak için akla hemen programı açan müziği gelir. Öyle ki ister programın ismi, isterse Yavuz Aydar ismi zikredilsin kulaklarımızda hemen o açılış müziğini duyarız. Bizi öylesine etkilemiştir ki şu an bile bir yerde o müzik çalsa elimizde olmadan "Stüdyo FM" programı başlıyor sanırız. 

Daha önceki yazımda Stüdyo FM'i dinlerken bir yandan da çalan parçaları kasede kaydettiğimiz de söylemiştim. O kayıtlarda Yavuz Aydar'ın sunumlarını almamak için elimiz pause tuşunda beklerdik ama her programda açılış müziğini kaydetmişimdir. Klasik müzikten caz rock'a evrilmiş bu parçayı her daim merak ederdim. Çoğu kere bir programda bu parçayı tümüyle çalar diye beklemişliğim de vardır. Bu parça Stüdyo FM'in cingılı olduğu için başka programlarda da çalmazdı ve biz o cingıl haliyle kısa bir bölümünü duyardık. 


İtiraf etmem gerekirse aradan yarım asra yakın zaman geçmiş olsa da bu parçanın kime ait olduğunu bilemedim ve tam olarak da dinleyemedim. Hani tam halini dinlesem ne olacağını da bilemiyordum, kim bilir belki de o büyü bozulacak ve sevmeyecektim. 

Bu soru işaretleri yıllar sonra Yavuz Aydar üzerine yazıları hazırlarken son bulacaktı. Aydar'ın röportajında bu cingıl'ın Bob James'in bir Bizet yorumu olduğunu öğrenecektim. Bu ipucu yetecekti ve o ipe asıldığım gibi gidecektim keşif yolculuğuna ve karşıma dinlenmeyi bekleyen bir albüm çıkacaktı. Bu ünlü caz piyanisti Bob James'ın ikinci stüdyo albümü "Two" idi ve burada yer alan dördüncü parça olan "Farandole" de yıllardır merak ettiğim Stüdyo FM'in açılış cingılının tam haliydi. George Bizet'nin klasik müzik yapıtı burada Bob James'ın yorumuyla bir caz fusion harikasına dönüyordu.


1975 yılının Mayıs ayında çıkan "Two" albümü çıktığı dönemin caz albüm listelerinde bir numaraya yükselmiş. Bob James'in piyano, klavsen, org çalmanın yanısıra besteci ve inanılmaz düzenlemeleriyle harikalar yaratttığı albümde konuk olan müzisyenler de devler liği gibi.  Bunlar arasında hemen gitarlarda Eric Gale ile davulda Steve Gadd'in yer aldığını söylememiz yeterli olacaktır. 

Albümün bir başka albenisi de kapağı olsa gerek. Nefis bir yorumla sunulan bu kapaktaki maharetinden dolayı Bob Ciano'nun ismini zikretmeden yazıyı bitirseydim  çok ama çok büyük ayıp olacaktı. Bob Ciano bir sanatçı olarak, CTI Records ve Columbia plak şirketlerinde çalışmış ve bir çok albüme kapak ve logo hazırlamıştı. 

Bob James'in "Two" albümüyle altı parçada, kırk dakikaya yakın bir caz fusion - caz funk ziyafetine kendinizi bırakmanız akıl işidir. 

APTULİKA





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...