27 Şubat 2017 Pazartesi
John Lee Hooker'ı 100 yaşında Anmak için Albüm
Blues'un büyük ustası John Lee Hooker, 22 Ağustos 1917'de doğmuştu. Dolayısıyla 2017 yılı John Lee Hooker'ın 100. doğum yıldönümü olacak. Bu nedenle yıl içinde büyük ustaya saygı niteliğinde birçok etkinlik planlanıyor. Bunlardan ilki de Mart ayınının sonunda çıkacak olan bir albüm.
"Whiskey and Wimmen: John lee Hooker's Finest" adıyla 31 mart 2017'de piyasaya çıkması planlanan albümde sanatçının kariyerinin ilk yıllarında yaptığı kayıtlarından seçilmiş 16 parça yer alacakmış. Müzik yazarı Bill Dahl'in seçtiği bu çalışmaların yer aldığı albümde Hooker'ın "Boom Boom", "Dimples", "Whiskey and Wimmen", "It Serve Me Right to Suffer" gibi unutulmaz klasikleri yerini alacakmış.
26 Şubat 2017 Pazar
Teneke Trampetle Nümayiş
Geçen haftanın sonunda tanıdığım bir grup, Teneke Trampet.
Ben
onları daha yeni tanıdım ama bugüne kadar iki albüm çıkartmışlar. “Olmaz” adıyla çıkan
çalışmalarının ise daha dumanı üzerinde. Hoş iki albümden öncesi de bir hayli
heybeti varmış da ben uyumuşum. Ama grubun sadece bir şeyini biliyorum. Hem de
grup elemanlarından önce.
Daha henüz ilkokula gidiyorum ve bir kitap herkesin elinde. Pos bıyıklı bir adamın resmi kitabın arkasında duruyor. O yıllardan aklıma kazınan bu adam Günter Grass’dı. Alman bir yazar ama sanki mahalleden bir abimiz gibi, tanıdığımız biriydi sanki. 1954'te yazdığı meşhur romanının ismi ise “Teneke Trampet”ti ve bizim ülkede de 1972 yılında yayınlanmış, bir hayli de moda olmuştu. Sonrasında Milliyet Sanat Dergisi’nin sayfaları içinde o romanın filmininin yapıldığını öğrenecek, film karelerinin resimlerini görecektim. Peki bu kadar laf ettim de o kitabı okudum mu? Hayır… Ya filmi? Valla onu da hayır. Dedim ya, o kitabın arkasında resmi olan Günter, sanki bizim mahallede oturan bir abi gibiydi ama nereye gider ne yapar bilmezdik. İşte öyle birşey idi benim bağlantım.
1972 yılıda Türkiye'de çıkan ve best seller olan romanın kapağı |
Daha henüz ilkokula gidiyorum ve bir kitap herkesin elinde. Pos bıyıklı bir adamın resmi kitabın arkasında duruyor. O yıllardan aklıma kazınan bu adam Günter Grass’dı. Alman bir yazar ama sanki mahalleden bir abimiz gibi, tanıdığımız biriydi sanki. 1954'te yazdığı meşhur romanının ismi ise “Teneke Trampet”ti ve bizim ülkede de 1972 yılında yayınlanmış, bir hayli de moda olmuştu. Sonrasında Milliyet Sanat Dergisi’nin sayfaları içinde o romanın filmininin yapıldığını öğrenecek, film karelerinin resimlerini görecektim. Peki bu kadar laf ettim de o kitabı okudum mu? Hayır… Ya filmi? Valla onu da hayır. Dedim ya, o kitabın arkasında resmi olan Günter, sanki bizim mahallede oturan bir abi gibiydi ama nereye gider ne yapar bilmezdik. İşte öyle birşey idi benim bağlantım.
Aradan bir tomar yıl geçti, Günter Grass’ın “Teneke
Trampet”i geçen hafta karşıma bir müzik
grubu olarak çıktı.
Günter Grass |
Teneke Trampet grubu albümler yapmazdan önce, sokak
müzisyenliğinden geliyormuş. Kendilerine
verdikleri isim de Günter Grass’ın “Teneke Trampet”inden çıkmış. Tesadüfi
falan değil ha onlar ciddi ciddi kitabı okumuşlar ve sevmişler kendilerine isim
yapmışlar. Kitabın kahramanı Oskar’ın baskılara karşı çocuk kalmakta direnmesi, onların kurdukları grubun itici gücü olmuş.
Böyle olunca da müziklerindeki anlattıkları aşktan, dostluktan, zamandan
yana ama onlar da Oskar gibi yasaklara isyandan hala sokak müzisyeni olmak da
direniyorlar. Tabi şimdi albümlerle oradan uzaklaşsalar da içlerinde sokak fena
halde duruyor. Aslında biraz da bu direnme onların farklılığını oluşturuyor.
Filmden bir sahne |
Teneke Trampet, şu anlarda ikinci albümü “Olmaz”ı Kalan Müzik
etiketiyle çıkardı. Albümde 7 şarkı bulunuyor.
teneke trampet
Cem Pulathaneli: akustik gitar, elektro gitar, vokal
Egemen Özaltınkol: davul
Ergin Kandemir: akustik gitar, elektro gitar, vokal
Koray Bulut: bas
Oğuz Tarihmen: akustik gitar, flüt, mandolin, mızıka, vokal
Teneke Trampet’in
albümü hakkında uzun uzun bir şey yazmayacağım. Çünkü ben onları hala sokak müzisyenlerinden oluşan bir gup gibi
dinlemeyi tercih etmek niyetindeyim. Hani sokaktan geçerken duyduğun müziği
bir arkadaşına anlatırsın ya, onun gibi. Albümlerinde yer alan “Elif” ile “Devri Alem”
şarkılarını sanki sokakta duymuş, durup dinlemişim gibi. Özellikle "Devr -i Alem" şarkıları üzerine bir kaç kelam etmek isterim. Bu şarkı Eminönü iskelesinden binilmiş bir şehir hatları vapurunda giderken, martılara simitinden koparıp atma tadında diyebilirim. Bu ve diğer parçalardaki empresyonist ressam fırçasının verebileceği izlenimci etkiyi çok sevdim.
Eh onların albümündeki diğer parçalarla başka bir sokak gezintimde karşılaştığımda yazarım. Artık o gezinti nerede olur ve onlarla rastgelebilirim, bilinmez. Belki bir meyhaneden çıkışta sallanarak çakırca keyif yürürken ya da bir kitapçıdan Red Kit çizgiromanı almış mutlu bahtiyar yürürken ya da odamın içindeki gezintilerde onlarla karşılaşıp dinlediğimde yazarım ama siz onları "Olmaz" albümlerini edinerek bulabilirsiniz.
Eh onların albümündeki diğer parçalarla başka bir sokak gezintimde karşılaştığımda yazarım. Artık o gezinti nerede olur ve onlarla rastgelebilirim, bilinmez. Belki bir meyhaneden çıkışta sallanarak çakırca keyif yürürken ya da bir kitapçıdan Red Kit çizgiromanı almış mutlu bahtiyar yürürken ya da odamın içindeki gezintilerde onlarla karşılaşıp dinlediğimde yazarım ama siz onları "Olmaz" albümlerini edinerek bulabilirsiniz.
Aptulika
25 Şubat 2017 Cumartesi
BOB DYLAN CAZ YAPARSA … YAPTI BİLE !
Bob Dylan, Mart ayının sonunda caz standartlarından
oluşan üçlü bir albüm çıkartmaya hazırlanıyor.
Geçtiğimiz yıl Nobel Edebiyat
Ödülü’nü alan Dylan, "Triplicate" ismini verdiği albümle “American
Songbook” diye tanımlanan Amerikan caz klasiklerini seslendirecek.
Geçtiğimiz yıl Nobel’in Bob Dylan’a verilmesi ortalığı sarsıcı bir şekilde haber
merkezlerine düşmüştü. Bu ödüller verildikten sonra her daim tartışmalar olurdu
ama bu sefer olmadı. İnsanlar şaşırdı ama Nobel’in edebiyat ödülünün Dylan’a
verilmesi üzerine kimse tartışmadı. Bu ödül sanatçının şarkı sözlerindeki edebi
güç ve ABD halk şiirinin izlerini takip etmesi nedeniyle verilmişti ve bu
konuda herkes hem fikirdi.
Bu ödülden önce asıl tartışma
konusu Dylan’ın Frank Sinatra
şarkılarını yorumladığı albüm üzerineydi. Bir çok kişi tarafından Dylan’ın sesinin Sinatra şarkılarına
uymadığı üzerine eleştriler geliyordu. Sanatçı bu eleştrilere inat, Frank Sinatra şarkılarının ikinci
albümünü de çıkartacaktı. İşte bu sıralarda Nobel ödülü geldi ve bu tartışmaları unuttuk. (Aslında o iki
albümün travmasından da kurtulduk. Kendi adıma söylemek gerekirse çok sıkıntılı
iki albümdü ve yok gibi düşünmeyi tercih ediyorum. Seven olabilir ama onca
başarılı ve tarihi Bob Dylan çalışması arasında düşünmek bile istemiyorum).
Bütün bunların ardından şimdi yeni bir haberle Bob Dylan şaşırtmayı sürdürüyor. Sanatçı şimdi de caz
klasiklerinden oluşan bir albümle karşımıza çıkmaya hazırlanıyor.
Bob Dylan Mart ayının sonunda
caz standartlarından oluşan üçlü bir albüm çıkartacakmış. "Triplicate" adını taşıyan bu albümde Dylan, “American Songbook” diye de tanımlanan Amerikan
caz klasiklerini seslendirecek. Columbia plak şirketi tarafından
çıkartılacak olan 3 LP setin her biri ortalama 10 Amerikan caz standartını Dylan’ın yorumuyla sunuyor. Frank Sinatra`nın "My One and Only Love" , Hogay Carmichael`ın "Stardust", Herman Hupfeld`in
"As Time Goes By" gibi klasikleri Bob Dylan’ın yorumuyla geliyor. Mart
sonunu bekleyeceğiz. Bekleyelim ve görelim, yani dinleyelim.
Aptulika
24 Şubat 2017 Cuma
Caz şarkıcısı Esra Kayıkçı'dan ilk albüm ve konser
Caz şarkıcısı ve vibrafoncu Esra Kayıkçı ilk albümü
“Bozgun Hatıra’yı yayınladı. Esra Kayıkçı, 25 Şubat 2017 tarihde Saat 20.00’de Bahariye’de
Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Ruhi Su Salonu’nda albümün ilk konserini verecek.
Esra Kayıkçı ilk solo albümü “Bozgun Hatıra”yı Ocak ayının
sonunda çıkardı. Sanatçı şarkı sözlerindeki masalsı havanın yanına müziğinde
pop, rock ve swing ögelerini caz çatısı içinde toparlıyor.
1999 yılında müzik teorisi ve gitar eğitimine başlayan
Kayıkçı, daha sonra Elif Çağlar ve Randy Esen ile caz vokali üzerine çalıştı.
Sheila Jordan ve Mark Murphy, Judy Niemack gibi isimlerin workshop’larına
katıldı. 2011 yılında Akbank’ın düzenlediği “Jamzz” adlı yarışmada yarı finale
kalan sanatçı, 2013 yılında Anadolu Üniversitesi 11. Amatör Caz Müzisyenleri
Festivali’nde yer aldı. 2016’da Angelique Kidjo’nun jüri başkanı olduğu
Montreux Caz Vokal Yarışması’nda yarı finalist olarak sahne aldı.
Esra Kayıkçı,
sözlerini Mehmet Karadağ ile birlikte yazdığı, kendi bestelerinden oluşan
albümünde 9 parçaya yer vermiş.
Aranjörlüğünü ve müzik direktörlüğünü Ercüment Orkut'un üstlendiği
albümde Ediz Hafızoğlu, Volkan Hürsever,
İmer Demirer, Engin Recepoğulları, Cenk Erdoğan, Bulut Gülen, Seçil Kuran,
Eylül Biçer gibi birbirinden değerli müzisyenler katkıda bulunmuş.
Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 42
Siyah Beyaz Kalamış
Yazar: Mehmet
Bedri Muharrem
Son yıllarda çok iyi filmler
çevriliyor olabilir ama ben hep eski filmleri seyretmekten zevk alıyorum.
İzlemekten artık her sahnesini bilsem bile, yeni görüyormuş gibi
heyecanlanıyorum. Hatta bu gitgide çok eskilere, siyah beyaz filmlere varır oldu. Sadece film mi? Eski bir
fotograf da bende böyle bir etki
bırakabiliyor.
Psikolojik bir takıntıya
dönen eski , siyah – beyaz film merakı, kaybetteklerimle alakalı gibi. Doğup,
büyüdüğüm hatta yaşlandığım İstanbul, artık benim için yok gibi. Oysa çocukluk
ve gençlik yıllarımda buradan başka bir yerde yaşamayı düşünmek bile aklıma
gelmezdi. Bu şehir bugünkünden ufaktı ama dünyanın yüzölçümünden bin kat daha
büyüktü. Şimdi ise ufacık bir köye sığınmış gibiyim. Orhan Veli’nin “İstanbul’u
dinliyorum, gözlerim kapalı” dediği şiiri, yerle yeksan oldu. Artık
gözlerimi kapadığım gibi kulaklarımı da tıkayarak İstanbul’u dinlemiyor,
hatırlamaya çalışıyorum. Bu yüzden eski filmleri gördüğümde İstanbulu yani kaybettiğimi
bulduğuma seviniyorum.
Mehmet Bedri Muharrem’in yazdığı bir kitap elime geçti. Kalamış’ı anlatan bu kitaba isim olarak
“Siyah Beyaz Kalamış” denilmesi yukarda
yazdığım sebeplerce bana çok güzel ve uyumlu geldi. Kalamış gene de benim kaybolmuş
semtlerime göre renkli fotograf halinde de var,
ama orası da yitmeye hazırlanıyor kuşkusuz.
Benim çocukluğumun geçtiği
semtlere gözlerimi ve kulaklarımı kapayarak bakıyorum. “Şurada şu vardı, burası galiba şeydi” diye olmayan görüntülerde
eski yerleri tahmin etmeye çalışıyorum, Kalamış gene de eski halinde
direnebiliyor ama nereye kadar gider bilemeyiz. Her neyse laf uzatıp, kitaptan
uzaklaşmayalım.
Kitabın yazarı Mehmet Bedri Muharrem, doğup, büyüdüğü
ve hala yaşamaya devam ettiği Kalamış’ı bir güzel anlatmış. Bu anlatıma kimi
zaman sararmış fotograflar da eşlik ediyor. O semtte yaşayan insanlarıyla, yaşanmışlıklarından yola çıkarak Kadıköy'ün Mühürdar, Moda ve devamı
olan Kalamış ile Fenerbahçe sahillerinde geçen ilk
gençlik günlerinden bugünlere kadar olan bitenleri yansıtılmış.
İsterseniz kitabın neleri
barındırdığını yazarın kendi diliyle sunalım. Buyrun bakalım “Siyah Beyaz
Kalamış” kitabının yazarı Mehmet Bedri Muharrem neler söylüyor:
“ Beatles albümlerinin koltuk altında
taşınarak arkadaşların evlerinde dinlendiği, çalınan gitarların eşliğinde en
güzel müziklerin yapıldığı, defter kâğıtlarının üzerine desenlerin çizildiği,
her köşede tütsülerin yakıldığı, güneş ışığındaki prizmadan "Dark Side Of
The Moon" görüntüleri eşliğindeki çay bardaklarından yansıyan gökkuşağı
renklerinden, batan güneşe alkış tutanlardan, ayakkabılarınızı boyarken Kremlin
Sarayı'nda pembe renkli votkaların nasıl yapıldığını anlatacak olan boyacı
Aydın'dan, dört adet zeytinle bir büyük rakının nasıl içileceğini öğretecek
olan Hulusi Baba'dan, diyalektik materyalist felsefenin en ince ayrıntılarından
söz edecek balıkçılarından, denizden ve denizcilerin Orhan Amca'sından, boynuna
bağladığı kırmızı fularıyla İtalyan Komünistlerini aratmayacak olan Ömer
Hayyam'ından, delisinden, akıllısından, Kalamış Sahil Sineması'ndan, Orhan'dan,
Köhne'den söz etmeyen ve çok daha fazlasına olan özlemlerin dile getirilmediği
bir Kalamış asla olmayacaktır.”
Mehmet Bedri Muharrem,
Kalamış’ı anlattığı kitabını yukardaki sözcüklerle böyle özetlemiş.
Bu tip kitaplar günümüz için
fazlasıyla tedavi edici. Şuursuz bir hızla çarpık çurpuk devasallaşma içindeki
İstanbul elimizden giderken, şehrin eski anılarının izlerini sunan kitaplar
tedavi edici ilaçlara benziyor. Onlar bize eskiyi hatırlatırken, yeniyi uygarca
yakalayabilmenin de mümkün olabileceğini gösteriyor (bunu görebilecek gözler
olursa tabi.) Yeniye ulaşmak, gelişmek insanca olursa güzeldir. Beton yığınlarında
çağdaşlık değil, olsa olsa teknoloji soslu mağara devri olur.
Aptulika
24 Şubat 2017
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)