31 Aralık 2018 Pazartesi

Yeni yılın ilk haftasına başlarken


Haftaya Başlarken yazımız bugün aynı zamanda yeni bir yılı karşılama yazımız olacak. 
Yeni bir yılı karşılamaya hazırlanırken bu hafta sonu hayat bana bir sürpriz yaptı. Lise ve Üniversite yıllarımdan kalma kitap, dergi ve bilumum döküntülerimi annemin evinden almak için gittim. Bir sürü şeyle eskilere gidiyor insan. Benim için en önemlilerden olan 1970'lerin başından 1980'e kadar olan 16 ciltlik Milliyet Sanat dergileriydi. Onları babam biriktirmişti ve benim için babamdan kalan miras gibiydi onlar, iki gündür bayram çocuğu gibi bakıp bakıp duruyorum. Hatta oradan bir kaç alıntı yapar buralardan paylaşırım diye 42 yıl öncesinin bir sayısını açtım. Haftalık olarak yayınlanan derginin 2 Ocak 1976 tarihli sayısıydı ve kapakta "Yılın Sanatçısı Bedri Rahmi Eyüboğlu" yazıyordu.  Dergi yılın en iyi sanatçısını okuyucu oylarıyla seçiyordu ve 1975 yılının sonunda da bu büyük ressamımız seçilmişti. Aradan kırk küsur yıl geçmiş şimdi böyle bir anket yapılsa acaba sonuç ne olurdu, düşünmek bile istemiyorum. Gene aynı dergiye şöyle bir baktım her hafta bol bol resim sergisi haberleri, heykel, müzik, sinema , tiyatro ve daha nicesi dolu dolu kültür ve sanat. 
Bu hafta yapılan bir araştırmada ülkemizde kitap okuma oranı bin kişide bir kişi olurken, kültür ve sanat haberlerine ilgi on binde bir. Oysa çocukluğumun ve ilk gençliğimin geçtiği yıllarda her gazetenin mutlaka bir kültür sanat sayfası olurdu. Şimdi böyle sayfayı sadece iki gazetede buluruz ancak... hoş onlar da kültür ve sanat üzerine yapılan etkinliklerin info ya da basın bültenlerinden kes- yapıştır yazılarından ibarettir. 
Durum vaziyet böyleyken yeni yılın yani 2019'un akıl, bilim, sanat dolu bir yıl olmasını isterim. Bu size "çok uçuk" hatta "nafile" bir istek gelebilir ama hepimiz buna kitap okuyarak, tiyatroya... konsere giderek başlayabiliriz. Mesela ben üniversite yılarımdan sonra neredeyse hiç tiyatroya gitmez oldum. En son izlediğim oyuna bakarsak o da 5 yıl önceydi. Bu yıl mutlaka tiyatroya gitmeyi planlarım arasına aldım. Sözün özü aydınlık günler istiyorsak önce biz aydınlanmalıyız. 
2019'un akıl, bilim, sanat dolu bir yıl olmasını arzu ediyorum... evet "nafile" de olsa... Peki ya siz?


Blues Perişan blog'a başladığımda bana yazılarıyla destek veren can dostum Geronimo Yalnızkartal vardı. Uzunca bir zaman geçti dostlardan Yiğit Elvis İlgü'den yazı istedim. Onu takiben müzik yazarı Cenk Akyol yazılarıyla bizlerle birlikte oldu. Böyle bir kadro oluşturduk. Bu yılın son aylarında Açık Radyo'da programlarını tutkuyla dinlediğim Meral Akman yazılarıyla birlikte olmaya başladı. Meral'in yazılarını okumak beni öyle keyiflendiriyor ki. Her bir yazı yeni bir kıtanın keşfi gibi oluyor benim için.
Radyo benim için bir büyük tutku...hem dinleyici hen de programcı olarak. Blues Perişan radyo programımı yaptığım Rock FM'den dostlarımı da yazılarıyla burada görmek istedim ve ilk önce Sezen Aladağ sonra da Okan Meriç beni kırmayarak yazmaya başladı. Ha unutmadan söyleyeyim Sezen'in yeni yazısı bu hafta Blues Perişan'da olacak. 
Bu yıl neredeyse Blues Perişan radyo programına başlıyordum. İnternet radyosu olarak yayın yapan Radyo Dinlemek İçin Bir Site ne yazık ki yılın onunda yayın hayatına son verince hayaller suya düşecekti. Ancak bu radyonun kurucusu Andaç Işık yazılarıyla bizimle birlikte olacaktı. 
2018'de yeni yazarlarımız oldu ama bu kadar mı? Ankara'dan Bülent Seyitdanlıoğlu her hafta müzik tarihinden dokunuşlarıyla bizlerle birlikte oldu. Son olarak da Byfuss yazılarıyla albümler üzerinde yürüyerek hiciv dolu yazılar yazdı. 

Blues Perişan blog'da  
Geronimo Yalnızkartal , 
Yiğit Elvis İlgü, 
Cenk Akyol,  
Meral Akman,  
 Sezen Aladağ,  
 Okan Meriç,  
 Andaç Işık,  
Bülent Seyitdanlıoğlu,  
Byfuss,
ve ben yani 10 yazarlık bir kadroyuz.  

2018'i böyle noktalarken, yeni gelecek yılın hepiniz mutluluk getirmesini dilerim.

Aptulika




28 Aralık 2018 Cuma

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 83


2018 yılında okuduğum kitaplardan bazılarını hep yazmak istedim ama o "daha sağlam bir yazı olsun, biraz erteleyeyim haftaya yazarım" çelmesi yok mu, işte o bir çok kitabı paylaşmama engel oldu. Ben de o halde yıl biterken 2018'de okuduğum ama sizlerle paylaşamadığım (yani Blues Perişan Kütüphanesine katamadığım) kitapların yıl sonu dökümünü yapayım dedim. Hani bakkal "sayım" yapar onun gibi bir şey olsun yani. Kim bilir bunlardan bazılarını seneye uzun uzun da yazarım belki.  
Evet... Haydi buyrun bakalım.


Blues Perişan Kütüphanesi Yıl Sonu Dökümü

* Ters(ine) Yazılar - Özdemir İnce
* Babıali Anılarım - Osman S. Arolat
Hayat Olduğu Gibi - Krikor Zohrab
* Best Seller Okuma Klavuzu - B. Sadık Albayrak
* Nora'ya Mektuplar - James Joyce
* Aylak Köpek - Sadık Hidayet

Burada biraz duracağız, konu Sadık Hidayet. Açıkçası bu yıl böyle güzel bir öykücü ile tanıştım. Bu tanışmaya vesile olan kişi de sevgili dostum Geronimo Yalnızkartal'dı. Bana bu kitabı doğum günü hediyesi olarak hediye etti ve ben bu İranlı güzel yazarla tanıştım. 

Hercümerç  -  Ogan Güner
* Hacı Aga - Sadık Hidayet
* Yedinci Adam - John Berger
* Portreler - Yusuf Ziya Ortaç
* Yazmak Doludizgin - Orhan Kemal
* Ça - Özdemir Asaf
* Şimdi Saat Kaç - Ferit Edgü
* Atölyede Söyledikleri/ Notlar ve Düşünceler - Jean Auguste Dominique Ingres


Janus isimli yayınevi plastik sanatlar (güzel sanatlar) üzerine nitelikli çeviri kitaplar yayınlıyor. İlk olarak bu kitapları okudum, diğerlerini de 2019'da okumak için ayırdım. Sakın ola ben resim ve heykelden anlamam, bu kitaplar ağır gelir demeyim. Bu kitaplar size yeni pencereler açacak. 

* Sermaye Dini - Paul Lafargue 
* Onlardan Çok Var - Hakan Zal
* Resimde Ve Heykelde Biçim Sorunu - Adolf Von Hildebrand
* Geçmişe Yolculuk - Stefan Zweig
* Kızıl - Stefan Zweig



Stefan Zweig'in biyografi kitapları dışında bütün yapıtlarını 2017'de okudum bitirdim demiştim ki yeni çıkan bu iki kitapla daha karşılaştım. Yahu adam ne kadar çok yazmış. Bunlar dışında da bir iki kitap daha gördüm ama artık ben noktayı koymak niyetindeyim.

* Karikatürlerde Abdülhamid - Abdullah Görgün
* Umutsuzluk Yakışmaz - Doğan Kuban
* Kadife Bey - Richard Skinner
* Anı Değil Yaşam - Oktay Akbal
* Sözcüklerle Yolculuk - Oktay Akbal
* Kağıt Ev - Carlos Maria Dominguez
* Diri Gömülen - Sadık Hidayet
* Türkiye'nin Kültür Sorunları - Ekrem Akurgal
* Karartma Geceleri - Rıfat Ilgaz




Bu başyapıtı bu yıl okumak nasip oldu ve niye bu kadar geç okuduğum için de kendime kızdım. 1940'lı yılların Türkiyesi'nden bir büyük kesit, solcu bir öğretmenin kaçak yaşayışının romanı. İkinci Dünya Savaşı içinde tarafsız kalıp, savaşa girmemeye çalışan ülkemizde yaşananlar. 
Bu kitabı okuduktan sonra Sabahattin Ali'nin "İçimizdeki Şeytan" romanı aklıma geldi. Yılın sonuna doğru Uğur Mumcu'nun "40'ların Cadı Kazanı" kitabını da okuyunca o dönemi daha iyi anlayacaktım. Bu dönem için bu günlerde o kadar laf ediliyor ama Mumcu'nun dediği gibi "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunuyor." Son olarak da şunu söyleyeyim: Rıfat Ilgaz gerçekten büyük yazarmış. 






* Sineklerin Tanrısı - William Golding
* Dünya Düzdür - Tarık Dursun K
* Çizgilerle Nazım Hikmet - Müjdat Gezen
* İstanbul'da Kayıp Zamanlar - Liji Pulcu Çizmeciyan
* İstanbul'da Kayıp Zamanlar 2 - Liji Pulcu Çizmeciyan
* Çağdaş İspanyol Edebiyatı Öykü Seçkisi
* Devrimci Portreler - Hikmet Çiçek
* Türkiye'nin Yakın Tarihi - İlber Ortaylı
* Kadın Pençesi - Halid Ziya Uşaklıgil
* Savaş Pilotu - Saint - Exupery
* Türkiye'de Siyasal Cinayetler - Alpay Kabacalı
* Nereden Başlayalım - Bozkurt Güvenç
* 40'ların Cadı Kazanı - Uğur Mumcu








1940'lı yılları her açıdan bilmek için ideal bir kitap. Yıllar sonra Uğur Mumcu'nun kitabını okurken belgelere dayalı araştırmaları fena halde özlediğimi anladım. İnatla tavsiye ediyorum. 










*Güleryüzlü Ciddilik - Vedat Günyol
* Karşı Kıyılar - Oktay Akbal
* Tarzan Öldü - Oktay Akbal
* Gitanjali - Rabindranath Tagore
* Gül Ve Yumruk - Mitterand
* Doğduğum Şehir - Mario Vitti 


Bir de çizgi romanlar var ama onlar birz uzun olur ama benim için yılın olayı Red Kit'leri tam seri tamamladım gibi ama eksikler basımı tükenenlerden. 

Aptulika




27 Aralık 2018 Perşembe

2018' in en iyi albümleri



Yılın en iyi albümleri dedik ama bunlar bu yıl benim dinlediğim albümlerden oluşuyor. Açıkcası bu yıl çok fazla yeni albüm de dinlediğim söylenemez. 2018'de daha çok eski albümlerden ya da gruplardan dinleyemediklerimi toparlamakla geçti, diyebilirim. Benim listem böyle sizde bu yıl beğendiğiniz albümü ya da albümleri sırasıyla yorumlarda yazarsanız sevinirim.







1 - Lindsay Beaver  - Tough As Love


2 - Amanda Fish - Free
3 - Sue Foley - The Ice Queen 
4 - Beth Hart - Live At The Royal Albert Hall  
5 - Layla Zoe - Gemini



6 - Anthony Wright - The Way That I Am

7 - Robin Trower - Let There Be A Blues   
8 - Buddy Guy  - The Blues Is Alive And Well
9 - Elvin Bishop's Big Fun Trio - Something Smells Funky 'Round Here 
10 - The Marcus King Band  - Carolina Confessions



11 - Joe Bonamassa - British Blues Explosion Live  

12 - Uriah Heep - Living The Dream
13 - Foreigner -Foreigner With The 21st Century Symphony Orchestra & Chorus
14 - Yes featuring Jon Anderson, Trevor Rabin, Rick Wakeman - Live At The Apollo 


15 - Tinsley Ellis - Winning Hand 

16 - Hawkwind  - Road To Utopia
17 - Bob Daisley & Friends   - Moore Blues For Gary
18 - John Mayall - Three For The Road (A 2017 Live Recording)  
19 - Robben Ford   - Purple House


20 - Dave Hole -Goin’ Back Down

21 - Curtis Salgado And Alan Hage -Rough Cut
22 - Mike Zito - First Class Life
23 - Bernard Allison - Let It Go 
24 - Ana Popovic -Like It On Top


25 - Beth Hart & Joe Bonamassa - Black Coffee 

26 - Tony Joe White  - Bad Mouthin'
27 - Mark Hummel - Harpbreaker  
28 - Bob Margolin - Bob Margolin
29 - Prince  - Piano & A Microphone 1983


30 - Mark Knopfler - Down The Road Wherever  

31 - Joe Bonamassa -Redemption
32 -  Billy F Gibbons - The Big Bad Blues
33 - Steve Perry - Traces
34 - Raul Midon   - If You Really Want


35 - Eric Mcfadden - Does ACDC (Acoustic Tribute)

36 - Beth Hart -Front And Center (Live From New York)
37 - Zoe Schwarz Blue Commotion  - The Blues And I Should Have A Party

38 - Marcia Ball - Shine Bright  
39 - Boz Scaggs - Out of the Blues (Special Extended Edition) 


40 - Mike Zito, Vanja Sky, Bernard Allison  - Blues Caravan

41 - Paul Simon - In The Blue Light  
42 - John Mellencamp -Other People's Stuff
43 - Shemekia  Copeland - America's Child
44 - Janiva Magness  - Love Is An Army


45 - Roger Daltrey - As Long As I Have You 

46 - Ben Harper & Charlie Musselwhite - No Mercy In This Land  
47 - Paul McCartney   - Egypt Station
48 - Oscar Benton - I Am Back 
49 - Ian Moss - Ian Moss 



50 - Kayak - Seventeen 

51 - Martin Barre  - Roads Less Travelled
52 - Judas Priest - Firepower
53 - Joe Perry -Sweetzerland Manifesto
54 - Peggie Perkins - Influences 


55 - Guru Guru - 2018 - Rotate!

56 - Christian McBride  - Christian McBride’s New Jawn
57 - Barry Goldberg - In the Groove  
58 - Terry Blersh - Play It All Day  
59 - Muddy Gurdy - Muddy Gurdy 


60 - Paul Weller  - True Meanings  

 61 - Dana Fuchs - Love Lives On
62 - Mike Moss Band - The High Cost Of Low Living
63 - Billy Walton Band - Soul Of A Man  
64 - Mike Goudreau - Alternate Takes, Vol. 1  
65 - Mick Clarke - Bent Frets 
66 - Rick Springfield - The Snake King 
67 - Ace Frehley - Spaceman 
68 - Dan Patlansky - Perfection Kills 
69 - Tommy DarDar - Big Daddy Gumbo  
70 - Abbe May - Fruit  

Lemmy üzerine: Biyografi değil duygusal bir yazı



28 Aralık 2015 tarihinde Lemmy Kilmister'i yitirmiştik. 
Ölümünün 3 yılında Meral Akman'ın yazısıyla onu anıyoruz.





UMUTSUZ BİR AŞK HİKAYESİ


Ian Fraser Kilmister, resmi kayıtlara göre 24 Aralık 1945 yılında Burslem, Stoke-on-Trent İngiltere’de doğdu, ama hepinizin bildiği gibi eski çağlardan beri Odin, Zeus, Seth ya da Crom gibi isimlerle biliniyor. Son tezahüründe bize kovboy şapkası ve çizmeleri ile göründü, yıldırımlar saçmak için bas gitar kullanıyor ve gücünü yüzündeki bende saklıyor. Üç yıldır fiziksel suretine bürünmeden aramızda dolaşıyor, başka boyutlarda dişine göre bir rakip arıyor. Hepiniz şakayı biliyorsunuz
       - Tanrı ile Lemmy güreşse kim kazanır?
       - Bu mümkün değil çünkü Lemmy Tanrıdır.
Bu yazı bir bilgilendirme yazısı olmayacak, bir faninin, bir Tanrı hakkında “güzellemesi” diyebilirsiniz, “umutsuz bir aşk hikayesi” diyebilirsiniz, hatta “o kadar da abartma” bile diyebilirsiniz, ama siz ne derseniz deyin, bu duygusal bir yazı olacak.
Erkeklerden hoşlanan cinstenseniz, bir rock yıldızından etkilenmemek için...rock müzik dinlemiyor olmanız gerekir. Nitekim Lemmy Bey de bu varsayımdan yola çıkarak, rock’n roll sever hatunları baştan çıkartmak için müzisyen olmaya karar vermiş. Her ne kadar bir büyük içtikten sonra bu beyanatlarda bulunmuş olsa da, en sevdiği parçalarını, popülerlikten çok uzak, şöhret iddiası olmayan Sam Gopal gibi Malezyalı bir tabla üstadı tarafından yürütülen projede yapması, büyük göğüslere olduğu kadar müzisyenliğe de hayran olduğunu gösteriyor bence. Kısa süreli Sam Gopal birlikteliği ve bir albümden sonra Hawkwind’e geçer. Kafası kendinden dumanlı bu gruptan ayrılma sebebinin, “kafası dumanlı olduğu için” konseri kaçırması olması ironik olarak görülebilir. Bu ayrılığın hemen arkasından Motörhead gelir, Hawkwind’e nasıl kızmışsa yeni grubunun adını, Hawkwind için bestelediği son parça olarak seçer. Bir Tanrıyı kızdırmak hiç akıllıca bir şey değil, her ne kadar Hawkwind sürekli değişen ilk on listemde sık sık yer alsa da, bir seçim yapmam gerektiğinde Motörhead seçmek için fazla düşünmem. Yani Motörhead bir süre sonra Hawkwind’den biraz daha fazla meşhur olur.

Bu duygusal bir yazı olacak, çünkü, “sex and drugs and (bilhassa) rock’n roll” düsturundan bir an bile ödün vermeyen, buna karşılık, "bütün hayatın boyunca kullandığın alkolün, uyuşturucunun, sigaranın haddi hesabi yokken hala hayatta olmanı neye borçlusun” diye soranlara "bu soruya cevap verip, sevdiğim çok insanın ölümüne sebep olan bir yasam tarzının reklamını yapmayacağım" diye cevap verecek kadar sorumluluk sahibi olan, ama bir süt reklamında bolca küfür edebilen birinden bahsetmeye çalışıyorum. 
Üniformalara, silahlara ve bıçaklara meraklı olan ama hiç bir canlı varlığı incitmemiş, “kadın düşkünlüğü” dillere destan ama hakkında tek bir taciz haberi olmayan, dünyanın en gürülütlü grubunda çalmasına rağmen kendini bir punkçı ve grubunu blues grubu olarak gören, karşısında önünü ilikleyen yeni nesil rock tayfasnının parçalarını yorumlamaktan çekinmeyen mütevazi bir Tanrı hakkında yazıyorum. Sıradan bir insan gibi, her gün aynı bara gidiyor, viski ve kolasını içiyor, tek kollu ile oyun oynuyor, sonra bir konserde hırlayarak, Crom gibi kaderine müdahale etmediği insanlığın son durumunu özetliyor.
“We are worse than animals, we hunger for the kill.
 We put our faith in maniacs the triumph of the will,
 We kill for money, wealth and lust, for this we should be damned.
 We are disease upon the world, brotherhood of man.”
.... farkında mısınız, geçmiş zaman kullanamadım bu yazıda....



Yazacak çok şey var ama bu bir biyografi değil. Bir Tanrı’ya yakarma yazısı, gittiği boyutlarda bizi hatırlaması için evrenlere bir mesaj, bir gün bir şarkısını dinlerken sigarasını yakmam için yanımda belirmesini beklediğim hayalete açık mektup...

Ian Fraser (Lemmy) Kilmister, 49% p.ç, 51% o.ç., tam zamanlı Tanrı, ölümsüz ruh, hiç bitmeyen enerji, rock’n roll piliçlerinin ıslak, erkeklerin korkulu rüyası, deri pantolonlu punk filozofu, sahnede utangaçlıktan seyircilerin yüzüne bakamayan, her yaptığı taklit edilen, buna rağmen “Metallica bizim şarkılarımızı yorumlayıncaya kadar pek de tanınmıyorduk” diyecek kadar mütevazi, motör kafa, motör yürek, motör yaşam, mutlu sön... 

Meral Akman

26 Aralık 2018 Çarşamba

15 Albümde 2018'in En İyi Kadın Bluescuları




15 - "Sister Mercy - "Diamonds"



Los Angeles'li grup April Brown'ın solisti 




14 -  Peggie Perkins - "Influences 





Peggie Perkins blues'tan caz'a kadar aranılan bir vokalist. Bessie Smith, Nina Simone izlerini süren Peggie Perkins, caz ve blues klasikleri konusunda inanılmaz genişlikte bir repertuara sahip




13 - Janiva Magness  - "Love Is An Army"



Geçen yıl çıkan EP (kısa albümü) beni daha çekmişti. Ancak bu yazıyı hazırlarken albümü tekrar dinlediğimde bu albüme haksızlık edip, 13. sıradan başlattığıma biraz üzüldüm hani. Gitarist Dave Darling'in prodüktörlüğünde çıkan "Love Is An Army" kan kırmızı kapağı ve mikrofonun el bombası haline gelmiş görüntüsü sizi yanıltmasın, bu Magnes'in savaşlara ve politik ortama duyduğu tepkinin yansıması. 






12 - Rory Block - "Confessions Of A Blues Singer"


Rory Block bir nevi zaman makinesi ile 1920'lere gitmiş. Klasik Delta bluescular gibi tek çekim kayıt yapmış. Solo ve akustik köklere bir geri dönüş.


11 - Maria Muldaur - "Don't You Feel My Leg" 
50 yıllık müzik kariyeriyle Maria Muldair, 41. albümünde bana çok güzel geldi. Yer yer caz tadına da varan eski tip güzel bir blues albümü.





10 - Shemekia  Copeland - "America's Child"
Shemekia Copeland'la uzun bir aradan sonra tekrar buluşmak güzel oldu ama itiraf edeyim ki eski zamanlarda dinlediğim kadar dinleyemedim bu albümü. Sanki Shemekia'nın Teksaslı yanı ağır basıyor gibi ve kapaktan da belli olduğu gibi ABD vurgusu kuvvetli. Trump'ı destekliyor mu bilemem.




9 - Vanja Sky, Mike Zito, Bernard Allison - "Blues Caravan"

Vanja Sky bu yıl ilk albümü  "Bad Penny"i çıkartmış genç bir kadın gitarist. Ruf Records daha önceden başka yeni kadın gitaristlerle yaptığı "Blues Caravan" dizisini bu sefer de Vanja Sky ile sürdürmüş. Gene Mike Zito ve Berdard Allison bu sefer de Vanja ile sahnedeler. 



8 - Marcia Ball - "Shine Bright"


Maria Muldair'den sonra müzikte bir başka elli yıllık abide. Piyanist, şarkı sözü yazarı ve vokalist Marcia Ball'ın efsane blues plak şirketi Alligator Records'tan çıkan "Shine Bright".



7 - Zoe Schwarz - "The Blues And I Should Have A Party"

  Zoe Schwarz'la beni tanıştıran müzik yazarı sevgili dostum Cenk Akyol oldu. O günden bu 4 albümüyle dinledim. Bu yıl da beşinci albüm ile devam ediyorum. 



6 - Ana Popovic - "Like It On Top"
Ana Popovic'in bu albümü açıkcası İstanbul konserinden önce beğeni sıralamamda  daha gerilerdeydi. O konserden sonra albümün Popovic'e müzikal olarak çıta atlattığına karar verdim. Bunda prodüktör olarak Keb' Mo'nun dahiliği de es geçilemezdi. Ben elbetteki daha önceki blues rock ağırlıklı havayı seviyordum ama bu albümdeki soul etkisi Ana Popovic'in hedeflediği yermiş ve buna da "Like It On Top" albümüyle başarıyla ulaşmış diyebilirim. 




5 - Layla Zoe - "Gemini"

Güçlü sesi ile Janis Joplin ekolünü günümüze taşırken, kendi imzasını da koyabilen Layla Zoe albümlerini iple çektiğim  bir bluescu.  Sanatçı son çalışması "Gemini"de ikili bir albümle karşımıza çıkmış. Birinci albümde akustik blues , ikinci albümde ise elektrik blues çalışmalarıyla. 



4 -  Beth Hart - "Live At The Royal Albert Hall"


Beth Hart bu yılı iki konser bir de Joe Bonamassa ile birlikte yaptığı üç albümle doldurdu. Yılın sonuna doğru çıkan Royal Albert Hall konseri tarihe oturacak bir albüm.



3 - Sue Foley - "The Ice Queen "



Sue Foley abartısız ve çok doğal bir albümle karşımızdaydı.




2 - Amanda Fish - "Free"



Samahtha Fish'in kardeşinden harika bir albüm. Bu çalışma ile ilgili yazımı daha yeni yayınladım. O yüzden sözü müziğe bırakıyorum.




1 - Lindsay Beaver -  " Tough As Love"


Albüm kapağından dolayı Lindsay Beaver'ı bir punkçı sanabilirsiniz. Beaver yepyeni bir isim ama eski zamanların ayakta davul çalıp, vokal yapan bluescu geleneğini günümüze taşıyor. 






Rüyaları Yaşatan URIAH HEEP


İstanbul Parkorman'daki o Uriah Heep konserinden bu yana 14 yıl geçmiş biraz daha ıkınır, sıkınırsak 15 yıl olacak ve zaman ne çabuk geçiyor hani. Ben o gün o konseri izlerken belki de son dem konserleri diye düşünüyordum ama 14 Eylül 2018'de çıkan son albümleri "Living The Dream"ı dinlerken sanki hard rock dünyasına ilk albümleriyle merhaba diyen bir grupla karşı karşıya gelmiş gibiyim. 





 Uriah Heep  - Living The Dream

İstanbul Parkorman'daki o Uriah Heep konserini unutmama imkan yoktur. Kaç yıl geçti üzerinden 22 Mayıs 2004'tü hafızam beni yanıltmıyorsa. Harley Davidsoncuların motosikletleri etrafı kaplamıştı o günlerde ve bekleriz o devler sahneye çıkacak diye. Açılış grubu olarak Nez var sahnede ve bir türlü bitmiyor. Derken o an geliyor ve Uriah Heep sahnede, akça pakça olmuş Mick Box, yadigar eski günlerden. 



Aradan 14 yıl geçmiş biraz daha ıkınır, sıkınırsak 15 yıl olacak ve zaman ne çabuk geçiyor hani. Ben o gün o konseri izlerken belki de son dem konserleri diye düşünüyordum ama 14 Eylül 2018'de çıkan son albümleri "Living The Dream"ı dinlerken sanki hard rock dünyasına ilk albümleriyle merhaba diyen bir grupla karşı karşıya gelmiş gibiyim. 

Frontiers etiketiyle yayınlanan "Living The Dream", Uriah Heep'in 25. stüdyo albümü. Albümden çıkan ilk single ve video "Grazed By Heaven". Bu da açıkcası çok isabetli bir seçim olmuş, zira albümün açılış parçası da olan "Grazed By Heaven", güçlü ritmi, akılda kalıcı nakaratlarıyla sivrilirken sona doğru gelen Mick Box imzalı gitar solosu ve takibindeki Phil Lanzon klavyesinin akışı güzelliğe zerafeti de ekliyor. Hele videosu da benim için ideal uydu, siyah beyaz bir konser görüntüsü. Bu da tabi daha şimdiden aynı tarihe rastgelen iki konserden hangisini tercih edeceğimi belirledi gibi.


İngiliz rock efsaneleri bu albüm için Kanadalı prodüktör Jay Ruston'la çalışmış. Grubun kurucusu Mick Box, Ruston'la ilgili
şunları söylüyor:
" Jay ile çalışmak harikaydı. Bu albümde neler yaptığımızı çok iyi anladı. Çalışmaya başlamadan önce, ondan grubun ve dinleyicinin gurur duyacağı bir Uriah Heep albümü istedik. Jay de dümene geçerek bize bunu teslim etti."

Yeni albümde dinleyicileri nelerin beklediği sorulunca da  Box,
"Rock şarkıları, balatlar ve progresif adına herşey" diye az ama öz bir yanıt veriyor.



1985'ten bu yana Uriah Heep'te bulunan Phil Lanzon keyboardıyla harikalar yaratmış diyebilirim. Purple vari dokunuşları ile ama Heep etkisini de kaybetmeden özlemini çektiğim bir ambiansı yaşatıyor. Uriah Heep kadrosu tümüyle bir bütünlük içinde davulda Russell Gilbrook harley motor gümbürtüsünde, solak bas gitarist Dave Rimmer ise parmakla 'kanırtıcı' çalışıyla grubun ritmik alt yapısını oluşturuyor. Bernie Shaw ise hard rock ve heavy vokalinin idealize edilmiş hali desek abartmış olmayız. Grubun en başından beri olan elemanı Mick Box için söyleyebileceğimiz tek şey: Bu kaptanla Uriah Heep transatlantiği daha çok sefer yapar!



"Living The Dream" albümünde en sevdiğim parça, albümün en uzun çalışması olan "Rock In The Road". 8 dakikalık destansı bir anlatıma sahip olan bu parçada albümün adı gibi düşlerden düşlere geziniyorsunuz. Bütün elemanların maharetlerini izlediğiniz bu parçada Phil Lanzon'un tuşlu çalgılara yaptırdığı resmi geçiti tutkuyla izliyorsunuz. Hani yeni çıkan bir albümü ilk dinlerken parçalara şöyle kısa kısa çalarsınız ya bu parçada bu pek mümkün değil, çalmaya başladı mı, bırakmadan 8 dakika dinliyorsunuz.


"It's All Been Said", hızlanıp, hafifleyen bir parça. Hafifleyen bölümlerinde Bernie bize 1970'lari hatırlatıyor. Geçmişte Uriah Heep çok farklı tarzları denedi diye eleştiriler alırdı ama şimdi görüyorum ki grubun bu tavrı büyük bir birikime sahip olmalarını sağlamış. 
Albümden çıkan single ve video parçası da olan "Grazed By Heaven", saf bir Uriah Heep şarkısı; hızlı ve pratik koral bölümleriyle konserlerde gaza getirecek bir çalışma. 
"Goodbye To İnnocence", eski Uriah Heep çalışmalarını anımsatıyor. Hatta dinlerken "ben bu parçayı biliyorum, acaba eski parçalarını yeniden mi yorumlamışlar"diye de düşünüyorsunuz.  Biraz "Easy Livin'" hissediliyor gibi geldi özellikle ritm ve nakaratlarda. 



Nakış gibi işleyen Bernie Shaw vokali "Knocking At My Door"da Lanzon'un klavyesinden akan melodi ile sarmalanıyor. 
Bir konyak içimi gibi sıcacık akan "Take Away My Soul", albüme adını veren "Living The Dream",  yumuşak dokunuşlu bir balat olan "Waters Flowin",  hard rock'tan heavy metal'e varan "Falling Under Your Spell" ve finale oturan  progresif yapılı "Dreams Of Yesterday" albümüm diğer çalışmaları. 

Uriah Heep, bu albümünde hayal kırıklığına uğratmıyor. Yıllara rağmen yıpranmıyor, hem kurduğu kompozisyonlar hem de yorumlayışla.

"47 yıldır beraberiz ve bu zaman diliminde bir çok grubun gelip gittiğini gördük." diyen Mick Box, albümün adına da gönderme yaparak, "Bu yüzden de hala yaşayan rüyayız." diye sözlerini tamamlıyor.

Yani albümün isminin "Living The Dream" olması da tesadüf değilmiş hani. Belki de o yüzden albümü koyup, her dinleyişimde bittikten sonra sanki kapalı bir sinema salonunda güzel bir film izledikten sonra sokağa çıkışta gözlerin kamaşması gibi bir etki yaşıyorum.

Aptulika


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...