BaBa Zula yeni albümü "Hayvan Gibi" ile ilgili ufak çaplı detay bilgileri aktararak yazıya başlayalım.
Albüm Artone Stüdyoları'nda 22 ile 23 Ağustos 2019 arasında analog olarak kaydedilmiş.
2 Ekim 2020 tarihinde de Gül Baba Records etiketiyle plak olarak piyasaya çıkmış.
Şimdi de Baba Zula elemanlarının "Hayvan Gibi" albümündeki konumlanışlarına bir bakalım:
Osman Murat Ertel: Elektrik Saz, Vokal
Mehmet Levent Akman: Kaşık, Zil, Elektronik
Ümit Adakale: Darbuka, Elektronik Kick Davul
Periklis Tsoukala: Bariton Elektrik Ud, Vokal
Grubun resmi internet sitesinde tarzlarına ‘Psychedelic Istanbul Rock ’n Roll’ demişler ki... bence bu albümü dinledikten sonra en iyi tanımın bu olduğuna ben de kaniyim.
***
Bu genel bilgilendirmeden sonra şimdi koltuklarımıza yayılıp, albümün bende bıraktığı izleri okumaya başlayın derim. Haydi buyrun bakalım.
Zen sonrasında Baba Zula'nın kurulmasından bu yana 25 yıl olmuş ve "Hayvan Gibi" albümü de 25. yılın abidevi bir kutlaması diyebiliriz. Bu 25 yıl içinde BaBa Zula müziğine çok sıkı fıkı yaklaşmış biri değildim hani. Bu yaklaşım 2000'lerin ortalarına doğru biraz değişmeye başlayacak ve grubun yaptıklarına biraz kulak kabartır olacaktım. Son altı, yedi yıldır ise bazı parçalarına kulaklarım daha bir gidecekti ama beliri bir mesafe her daim olacaktı. Hani baştan sona bir albümü dinlemekten ziyade bazı seçmeler yaparak dinlemekten öteye geçmemişti. Ancak 2 Ekim tarihinde yayınlanan bu albümü aynı gün ilk dinlemeye başlamamla birlikte adeta yapışıverdim ve bu ana kadar da tek başına bir parçayı dinlemektense baştan sona dinlemeden edemiyorum.
Peki buna sebep ne olaydı ki?
Öncelikle bu albüm, kayda girildiği anda bir seferde çalınıp, bitmiş. Yani keselim, yeniden çalalım gibi değil, bir "Jam Session" havasında , bol doğaçlamalarla konser gibi kaydedilmiş. İşte burada da benim en büyük 25 yıllık yanılgım ortaya çıkıyor. BaBa Zula'yı albümlerden takip etmek yerine konserlerde tadına varmak gerekirmiş. Bunun için çeyrek asırlık bir ömürde saçları ağırtmaya gerek yokmuş hani. En azından bundan sonra açığı BaBa Zula konserlerine giderek kapayacağım.
BaBa Zula'yı daha yeni mi keşfettim?
Elbette BaBA Zula'yı yeni değil, Zen zamanlarından beridir biliyorum ama yanılgım, onları kayıt halinde dinlememden kaynaklanmış. Oysa onları doğaçlamalarla dolu konserlerde izlemekmiş önemli olan; işte ben bunu kaçırmışım. Bir de tabiki, o geçmişin "Sıkı (?) Rocker"lığı BaBa Zula müziğine duhul etmemize engel omuş hani.
BaBa Zula'ın çeyrek asrını kutladığı "Hayvan Gibi" albümü capcanlı kaydı ve muhteşem doğaçlamalarıyla harika ve de zihin açıcı bir albüm olmuş. Grubun geçen yıllar içinde bol konser vermesi ve bu yolda yurtdışında en fazla konser veren rock grubu olması sebebiyle de dünyada yapılan müziğin içinde olmuşlar. Bu da benim penceremden başlıbaşına bir artı puanı oluşturuyor. Umarım bu ülkemizde rock adına bulaşıcı bir etki yapar.
Neyse bütün bunlardan sonra son söz olarak: bu albüme ilgisiz kalmayın derim.
Unutmadan bir dipnotu da Baba Zula elemanı Murat Ertel'e sunayım. Bir çizgi roman kahramanını ve bir karikatür ustamızı Rock başyapıtına döndürmeleri için onlara gecikmiş bir teşekkür borçluyum. BaBa Zula "Abdülcanbaz" parçasıyla hem Turhan Selçuk hem de unutulmaz çizgi romanı rock müziğine taşımıştı.
***
Albümde yer alan parçaları da Birgün gazetesinden bir alıntıyla yapalım. Birgün gazetesi BaBa Zula'nın elemanı Levent Akman ile çok güzel bir röportaj yapmıştı. O röportajda Akman albümde yer alan parçaları tek tek şöyle anlatıyor:
"Küçük Kurbağa: Murat Ertel’in oğlu Eren Devran doğmadan önce ona yaptığı bir parça
Sıpa: Koca gözlü bir eşek yavrusunun ovalarda hoplayıp zıplaması
Kelebekler Kuşlar: Murat Ertel’in Aşık Nesimi’nin Kah çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi. Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni mısralarından etkilenip bestelediği bir parça.
4 Nal: Ümit Adakale’nin güzel bir Darbuka solosu
Tavus Havası: 1996 yılında Derviş Zaim’in Tabutta Rövaşata filmi için yaptığımız müziklerin bu film ile özdeşleşen parçası
Çöl Aslanları: Antoine De Saint-Exupery’nin Küçük Prens kitabının bir çocuk oyunu olarak tiyatroya uyarlandığı eser için yaptığımız parçalardan biri."
***
25. yılında "Hayvan Gibi" ile bizde BABA ZULA'ya nice yıllar dileyelim.
Bu gece evde müzik dinleyeyim diye son yılların alışkanlığı olan malum müzik dinleme sitesine girdim. Artık fiziki materyellerden dinlemiyoruz müziği, bu sitelerde albümleri kütüphanede dondurup dinliyoruz. Ben de naftalinlediğim albümleri dinliyorum, açıkcası yeni çıkan albüm falan da baktığım yok. Zaten ortada ne dergi ne radyo programı ne de başka bir haltım var. Hoş blogda yazmak isteğim falan da kalmadı. Müzik adına yazmayı da çizmeyi de bıraktım artık (desemde tam inanmayın gene yazıyor, çiziyorsam da suya atıyorum)
Ancak bu gece içimde bir dürtü, "yahu yeni çıkan albüm yok mu acaba" dedi ve gene bu müzik dinleme sitesinde "New Releases" bölümüne baktım ki, bir tanıdığa rast geldim. Bruce Springsteen yeni albümünü tam da bugün çıkartmış. Albümün adının "Letter To You"olduğunu bilerek, dinlemeye başladım. Parçalar birbiri ardına akarken yazmaya başladım. Ancak bu albümle ilgili bilgilerin olduğu bir yazı olmayacak, zaten bunlarla artık kimse ilgilenmiyor. Onların dışında kritik de yapmayacağım... Albümü dinlediğim şu anlarda Bruce Springsteen'in son yıllarda benim üzerimde artan duygusunu anlatacağım. Siz bu yazıyı okurken hatta tıkladığınızda da ne reklam alacağız ne de boyumuz tavana erecek ama ben bundan keyif alacağım.
Bruce Springsteen'a böylesi ilgi ve yakınlık duymam için yaşımın ellilerin üzerine çıkması gerekiyormuş demekki.
"Patron" lakaplı ustayı ilk kez seksenlerin ortamında "Born In The USA" ile tanımıştım. Sonuçta yeri göğü inleten bu liste başı parçasının ilgilensen de ilgilenmesen de bilmemek mümkün değildi hani. Açıkcası her zaman sevmişimdir ama işin işinde USA olunca biraz da kıllanırdım hani, ne de olsa Amerikan emperyalizminin karşı cephesindeydim. Hoş şarkı da öyle Amerikaya methiyeler düzen bir şey de değilmiş hani. O yıllardan kalan diğer ayrıcalıklı parçası ise "I am on Fire" olmuştu ama gene de Bruce Aga ile çok sıkı fıkı olmamıştım hani. Taa ki, iki binli yılların içine gitdiğimizde 11 Eylül yani "İkiz Kuleler" travmasından sonra yaptığı albüm ile Bruce Springteen'in bir ozan olduğunu anlamıştım ve ilgi pencerelerim yekpare açılmıştı. Ondan sonra çıkan her albümünü merakla bekler olmuştum.
Her yeni Bruce albümü bir öncekine yeni bir tuğla ekliyor ama tekrar etmiyordu. Ve bu yeni albüme yani "Letter To You"ya bakıyorum... gene her albümde olduğu gibi yepyeni söyleyebilecek bir sözü var...
Demek ki "PATRON" olmak boşuna değilmiş!
Siz iyisi mi, benin dediklerimi de boşverin ama kulağınızı Bruce Springsteen'e verin. Burada inanın hayat var. Tanıdığımız ama özlediğimiz bir hayat... ama geçmişe özlem ya da nostalji değil çünkü yeni sözlerimiz var... yalansız ve piyasa kaygılarımızın dışında yaşamın ta kendisi gibi. Nefes alıyoruz ve yaşıyoruz demekki.
Bruce Sprinsteen öyle bir mektup göndermiş ki, uzun zamandır fatura yerine mektup gönderen postacıyı da özlemiştik hani. Tam bunu yazdığımda da müzik sitesinin reklam spotu da girdi hani ama bu yazıya ve bloga reklam hiç bir zaman girmeyecek hatta istesek bile.
Altı yıl önce yazın Gümüşlük'e gitmiştik. Oraya gidilince Gümüşlük Akademi'ye de uğramamak olmazdı. Bu güzel sanat ortamını var eden usta edebiyatçımız Latife Tekin akşama da bize güzel bir sofra kurdu ve masada rakı da olunca muhabbet kaçınılmazdı. O geceki konuşmada 1970'lerin İstanbul'u ve tabi ilk gençlik hatta çocukluk dönemlerimizin kaybolmuş mekanları da vardı. Bu yerlerden biri de Beşiktaş'ın Şeref Stadı ve meşhur havuzuydu. Şimdi birine kalkıp oraları anlatsak bize kesin deli diye bakarlardı. Bu yazıyı yazarken de öyle bakıldığını biliyorum. Deniz kenarında çimsiz taş zemin üzerinde bir antreman sahası ve yanında da bir havuz yani bir nevi halk plajı. İşte bizim Latife çocuklukla genç kızlık arası oraya gidermiş. O günlere ait anıları anlatırken benim de unuttuğum bir şeyi hatırlatacaktı. O dönem yazlık açık hava sinemalarında film başlamadan önce bir grup çıkar ufak bir konser verirdi. Bu alışkanlık Şeref Stadının yanındaki havuzda da sürerdi. İşte o günlerde Latife, orada sahneye çıkan bir grubu dinlemek için sahneye yaklaşırken abisine yakalanmasını anlatıyordu. "Biz evden kaçıp, havuza gitmiştik, orada tam Beybonlar çalarken abime yakalandım." der demez masadakilerin aklında "Beybonlar mı! O da ne?" sorusu geçerken ben Şeref Stadından sonra bir diğer arkeolojik kazının da gerçekleşmesinden neredeyse havalar zıplayacaktım. O kadar zamandır Beybonlar dediğimde herkesin bana "o ne ki?" yollu bakışından, ben de kendimden şüphe etmeye başlamıştım.
Açıkcası Beybonlar'ı, Latife gibi o dönemlerde dinlememiştim ama Hey dergisinde gördüğüm bu grubun ismi hafızama fena halde kazınmıştı. Bundan 15 yıl kadar önce de grubun 1972'de çıkan tek plağının kaydını da aziz dostum Selçuk sayesinde bulmuştum. Hatta Selçuk bu grubun o tek plağını imzalatmak için grup elemanlarının yaşadıkları semte gidiyor. Grubun elemanlarından birinin müdavimi olduğu kahveye giriyor ve orada kağıt oynayan grup elemanlarından birine plağı uzatıyor ve imza istiyor. Bunu gören eleman ise plağı eline alıp, kahvedekilere sallayarak, "Aha işte bizim yıllar önce yaptığımız plak. Size anlattığımda bana inanmıyor, palavra atıyorum sanıyordunuz. Alın bu da size kapak olsun!" Ben size Selçuk'un anlattığını naklettim ama bizim Deve Selçuk'u tanıyanlar çok iyi bilir, kendisi inanılmaz bir arşivci, ayaklı müzik kütüphanesidir ve eski, bilinmeyen grup elemanlarını bulur ve imzasını alır.
Alışık olmadığımız rock grup ismiyle Beybonlar, 1969 yılında kurulmuş ve 1972 Ekim'inde de ilk plağı olan "Gelin Ayşe/ Ninni" plağını çıkartmış. Bas gitarda Müjdat İrevül, vokalde Bora Ulaştır ve orgda da Tayfun Ulaştır'ın yer aldığı Beybonlar'ın davulunda ise küçük kardeşleri Sefa yer alıyordu. Küçük kardeşin 12 yaşında olduğunu da söylersem nasıl bir yetenekle karşı karşıya olduğumuzu anlayabilirsiniz. O tek plağı dinlediğimizde de davulun ne denli önde ve önemli olduğunu daha iyi anlarsınız hani. Bu vaka dünyanın başka bir ülkesinde olsa yer yerinden oynar ama bizde ise bir elin parmaklarından az kişinin hatırasında kalan bir plak olur.
Beybonlar tek plakta kalan ve çok tanınmayan bir grup olsa da grubun 12 yaşındaki davulcusu Türk rock tarihinin en usta bagetlerinden biri olacaktı. Bu isim Sefa Ulaştır'dı. Bu büyük ustayı 18 Ekim 2020, pazar günü kaybettik. Bugün Beybonlar'ı çok az insan biliyor ama sanatçının 15 - 16 yaşında yer aldığı Cem Karaca'nın en önemli eserlerinden biri olan "Tamirci Çırağı", "Mutlaka Yavrum/Kavga" 45'liğindeki performansı ve devamında gelen Cem Karaca Dervişan grubundaki çalışmalarıyla rock tarihimizin unutulmaz isimlerinde biri olarak günümüze kadar çalışmalarını sürdürecekti.
6 Ekim yani bugünü tamamlamaya yakın gelen bir haber ile Van Halen grubunun gitaristi Eddie Van Halen'in aramızdan ayrıldığını söylüyordu. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Hiç ama hiç sanmam... Hollandalı bu güzel insanın bizden ayrılması mümkün değil, O gitar mucidi ve virtüözü yarım asırlık Van Halen plaklarında her daim yaşayacak. Ancak biz gene de haberi verelim:
Van Halen'i elli yıl boyunca yöneten efsanevi gitar mucidi ve virtüöz Eddie Van Halen , kanserle uzunca bir süre süren mücadelesinin ardından bugün yani 6 Ekim 2020, Salı günü 65 yaşında hayata veda etti.
Oğlu Wolfgang Van Halen , “Bunu yazmak zorunda olduğuma inanamıyorum ama babam Edward Lodewijk Van Halen bu sabah kanserle uzun ve çetin mücadelesini kaybetti” diye yazdı. O, isteyebileceğim en iyi babaydı. Onunla sahnede ve dışında paylaştığım her an bir armağandı. Kalbim kırık ve bu kaybın üstesinden asla gelemeyeceğimi sanmıyorum. "