31 Ocak 2021 Pazar

Peter Frampton'dan George Harrison'dan David Bowie kadar etkileyici kavırlar

 


Bu Korona... pamdemi döneminin en acı yanı Peter Frampton'u son kez izleyip, dinleyebileceğimiz konser turnelerinin güme gitmesiydi. Bunu dedim diye onun İstanbul konseri olacaktı da ondan mahrum kaldık sanılmasın. Eğer Frampton'un öyle bir konseri olsa topu topu kaç kişi giderdi aklıma bile getirmek istemiyorum. Her neyse Peter Frampton'un gitaristliğinin önemini bilen biliyor.

Peter Frampton yaşı ve ilerleyen sağlık sorunları sebebiyle bundan sonra müzik yapamayacaktı ve bu nedenle de geçtiğimiz yıl bir veda turnesiyle noktayı koyacaktı. Malum pandemi sebeplerinden bu gerçekleşemedi. Ancak yeni gelen bir haberle sanatçının 23 Nisan tarihinde yeni bir albüm çıkartacağı haberini aldık. Bütünüyle enstrümantal ve kavırlardan oluşan bu albümde George Harrison'dan David Bowie'ye kadar Frampton'u etkileyen 10 parça yer alacak. "Frampton Forgets the Words" adını taşıyan bu albümde David Bowie ("Loving the Alien"), George Harrison ("Isn't It a Pity"), Roxy Music ("Avalon"), Sly & the Family Stone ("If You Want Me to Stay") , Lenny Kravitz ("Are You Gonna Go My Way") gibi klasikler Frampton'un yorumuyla gelecek. 

Bu, Frampton'ın 2007 yılında yaptığı "Fingerprints"tan sonra yaptığı bütünüyle enstrümantal olan ikinci albümü olacak. Frampton bu yeni albümün kayıtlarını Nashville'deki ev stüdyosunda hazırladı ve  Frampton prodüksiyonu da Chuck Ainlay ile birlikte bir ortak çalışma olarak gerçekleştirdi. 

Frampton, bu albümde 1954 model Gibson Les Paul'unu kullandı. Bu sanatçının en ünlü kayıtlarında kullandığı gitardı ve 1980  yılında olan bir uçak kazasında yok olduğuna  inanılıyordu.  Ancak 2012 yılında bu gitar tekrar bulundu ve Peter Frampton'a iade edilmişti.



  'Frampton Forgets the Words' albümünde yar alacak kavırların isimleri de aşağıda yer almakta

1. "If You Want Me To Stay" (Sly & the Family Stone)

2. "Reckoner" (Radiohead)

3. "Dreamland" (Michael Colombier feat. Jaco Pastorius)

4. "One More Heartache" (Marvin Gaye)

5. "Avalon" (Roxy Music)

6. "Isn’t It a Pity" (George Harrison)

7. "I Don't Know Why" (Stevie Wonder)

8. "Are You Gonna Go My Way" (Lenny Kravitz)

9. "Loving the Alien" (David Bowie)

10. "Maybe" (Alison Krauss)


 

 

30 Ocak 2021 Cumartesi

Animals'ın gitaristi Hilton Valentine öldü.

 


Animals grubunun kuruluşunda yer alan gitarist Hilton Valentine Cuma günü  (29 Ocak 2021) hayata veda etti. 77 yaşında ölen Valentine, Animals'ın unutulmaz şarkısı "The House of the Rising Sun"da da yer alan kurucu kadrodan gitaristiydi.

Valentine'in vefat haberinin ardından Animals'ın şarkıcısı Eric Burdon , Cuma günü sosyal medyada şunları yazdı: 

“Rising Sun'ın açılışında artık asla o ses çıkamayacak!… O sadece çalmadı, o duyguyu yaşadı da. Hilton'un ölüm haberiyle kalbim kırıldı. " 

diyerek duygularını yansıttı.


Valentine, 1963'te Eric Burdon, basçı Chas Chandler, orgcu Alan Price ve davulcu John Steel ile birlikte kurduğu Animals'ın kurucu gitaristiydi.   Animals, 1964 yazında yaptıkları " The House of the Rising Sun " ile dünya çapında bir yoruma imza atacaklardı.

İki yıllık bir süre içinde, Animals “Don’t Bring Me Down,” “Don’t Let Me Be Misunderstood”  gibi parçalarla listelerde üst sıralara yükselmekle kalmayıp bütün zamanların en iyi şarkıları arasındaki yerlerini alacaktı. 

 








Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 163



Haruki Murakami
 "Sputnik Sevgilim"
Doğan Kitap
Çeviri: Ali Volkan Erdemir
  (1. Baskı 2016)

1960 ve 1970'li yıllarda ABD ve Sovyetler arasında yerkürede "Soğuk Savaş" hakimken yerkürenin üstünde de uzay rekabeti vardı. Biz ABD'li astronotu aya basarken gördük ama galiba ondan önce Sovyetler ilk defa aya araç göndererek bir sıfır galip gelmişlerdi. Yani kıyasıya bir rekabet. Biz de gerek naklen gerekse daha sonra banttan bunları siyah beyaz izlerdik.

O dönemlerde ABD'nin gönderdiği Apollo ve astronotları hayatımızın da içindeydi. Öyleki "Astronot Niyazi" adlı tiyatro  oyunu o zamanlarda çok meşhurdu. Haldun Taner ile Zeki Alasya'nın yazdığı bu oyun Devekuşu Kabare  tarafından kapalı gişe oynamıştı. Sadece tiyatro değil sinemada da gerek komedi gerekse erotik bir çok astronot çıkmıştı o sıralarda. Bu arada çizgi romanda ve karikatüre de astronot karekteri girmişti.  

Apollo ABD'nin uzay gemisi, astronot da uzay adamının ismiydi. Sovyetler'de ise gemi Sputnik ismini taşırken uzaya çıkana da Kozmonot derlerdi. O zamanlar bizde Amerika pek sevilmezdi ama Rusların Sputnik'i ve kozmonotu dilimize zor geldiğinden midir nedir, Amerikalılarınki bize daha yakın gelirdi. Hem bu arada Apollo denildi mi akla hemen o turizm beldesi ve de "Apollon şarapları" gelirdi. İlkokul yıllarımda radyodaki reklam müziği aklımıza öyle işlemişti ki, o şarkıyı dalgaya alarak, "Apollon Şarapları, pis kokar çorapları" diye gırgıra alırdık. (Bu arada radyoda hem de tek kanal devlet radyosunda içki reklamı, şaka gibi) 
 
Haruki Murakami'nin romanı "Sputnik Sevgilim" ile ilgili bu yazının bu kadar uzun bir girişi olacağını açıkcası düşünememiştim. Ancak romana yavaş yavaş yaklaşıyoruz biz gene geçmişin o "uzayda bir elektrik hasıla olan" yıllarına geri dönelim gene. Hani o benim çocukluğumdaki kapitalist ABD ile komünist Sovyet Rusya'nın uzay rekabetinden bahsetmiştim ya, işte o rekabetin ben doğmadan beş yıl öncesinde Sovyetler soldan bir atak yaparak kapitalist Amerika'ya röveşatadan bir gol atarak sahadan galip çıkmışlardı. Şimdi sizlere o hadiseyi "Chronicle of the World, Kodansha"dan alarak nakledeyim: 
"4 Ekim 1957'de Sovyetler Birliği, Kazakistan'daki Baykonur Uzay Üssü'nden dünyanın ilk yapay uydusu Sputnik 1'i uzaya fırlattı. Çapı 58 santimetre, ağırlığı 83,6 kilogramdı; dünyanın çevresini 96 dakika 12 saniyede dolandı. Ertesi ay Laika adındaki köpeğin bindirildiği Sputnik 2 de başarıyla fırlatıldı. Laika, uzaya gönderilen ilk canlıydı."
Bu arada Laika nerede derseniz hala uzayda... yani ilk canlı olarak tarihe damgasını vurdu ama bir daha dünyaya dönmedi. 

Neredeyse her haftaki "Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı" yazılarının iki tanesi kadar yazı yazdım ama bu haftaki romanımızın bir uzay macerası ya da kurgu bilim olduğunu zannettiyseniz, fena halde yanılıyorsunuz. Zira "Sputnik Sevgilim" bir uzay değil aşk romanı diyebiliriz. Zaten romanın ismindeki "Sputnik" de romandaki kahramanlardan birinin kafa karışıklığından ortaya çıkmakta. Jack Kerouac sevdiğini söyleyen Sumire'nin karşısındaki Myu'nun, "Beatnik" ile "Sputnik"i birbirine karıştırmasıyla olmakta; yoksa bu uzay gemisiyle romanın başka bir alakası yok. Sputnik ile yok ama Laika ile bağlantı kurulması daha akla yatkın diyebiliriz.

"Sputnik Sevgilim" ile ilgili bir aşk romanı tesbitini yaptım ama aklınıza alışıldık bir melodram gelmesin. Yazar olmak için üniversiteyi bırakan Sumire ilk defa aşık olmuştur. Aşık olduğu kişi ondan onyedi yaş büyük ve evliydi. Bundan sonrasını romandan bir alıntıyla devam edelim, "Ayrıca eklemem gerek o da bir kadındı. Bu, her şeyin başladığı ve (neredeyse) her şeyin bittiği yerdi." Bu girdabın içine bir de Sumire'ye aşık olan çaresiz bir erkek de girince, her üçü de Sputnik'le uzay boşluğunda kalan garibim Laika'ya dönüveriyor. 

Murakami benim hiç meyledeceğim yazarlardan biri değil, öncelikle bir "best seller" yazarı. Ancak hakkını vermek gerekir ki, okumaya başlamamla elimden bırakamam bir oldu. Yazarın müzikle ilgili bir yanı da var, zaten bir ara caz bar da işletmiş. Bunu romanlarına da yansıyan parça isimleriyle de görüyoruz, ancak bu tip varyasyonları post-modern denilen yazarlarda sık sık görmekteyim. "Sputnik Sevgilim"de kahramanlardan birinin piyano eğitimi almış ve klasik müzik alanında belirli bir yere kadar gelip bırakmak zorunda kalmış olması da romana bazı klasik müzik yapıtlarının ve yorumcuların girmesine sebep oluyor. Kitabı okurken geçen yapıtları ve yorumcuları bulup dinledim. Ancak bu yöntemin bir klasik müzik icracıları reçetesi gibi olması da beni kıllandırmıyor değil hani. Ne yapalım kural böyleyse Murakami de bunu kullanıyor, yani alan razı veren razı. Mesela bu romanda geçen isimleri bir araya getirip etrafta sıkı bir müzik dinleyicisi gibi ahkam kesebilirsiniz. 

Romanın akıcılığında Japonya, Avrupa ve Yunan adalarına kadar geziniyorsunuz. Murakami'in anlatımı o kadar başarılı ki okurken bir ara Rodos adasına bile gittiğimi sandım. Bu arada "Sputnik" Rusçada "yol arkadaşı" anlamına da geliyormuş. Bu da romanın Yunan adalarındaki bölümünde ortaya çıkıyor.  Yunanistan’ın küçük bir adasında gerçekleşen olaylar, rüyadan gelişen esrarengiz olaylar, geçmişe dönük travmanın oluştuğu  Paris'teki lunaparkta dönme dolapta mahsur kalınış ve Sumire’nin kayboluşu... Kimi zaman sürreal kimi zaman gerçekçi ve tabi post modern çizgiyi de ihmal etmeden yazılmış bir roman. 

Sağlam Murakami okurlarına göre "Sputnik Sevgilim" ne anlam ifade eder bilemem ama benim elime şans eseri geçti. Açıkcası okuyacak bir şey bulamadığım bir andı ve öylesine başladım. Ama bir anda akıp gitti. Bu arada bu hafta sonu evde kapalıyken okumanızı tavsiye ederim. Başlayıp bir solukta bitirmeniz garanti.

Aptulika



29 Ocak 2021 Cuma

Sabah Mine ilk single'ı "Tiny Clouds"u bugün çıkardı.

 


Sabah Mine genç bir rock müzisyeni ve bugün (29 Ocak 2021) ilk teklisi olan "Tiny Clouds"u yayınladı.  




Rock ile ilgili haber ve yazılar hep eski anılar ve eski tarihlerden ibaret olmaya başladı. Kahramanların yaş ortalamasına da bakarsak, fena halde 60'lara doğru gider. Oysa artık biz "x" te kaldık, "y"   bile anılar dehlizinde "CD günleri" muhabbeti yapıyor ki, fena halde naftalinli. Yani devir "z kuşağı" devri. Onlar ne yapar diye bir bakmaya ne dersiniz? Bir bakın, sonra gene ununuzu eleğini astığınız duvarın önünde eski günler muhabbeti yapmaya devam edersiniz.

Sabah Mine genç bir rock müzisyeni ve bugün (29 Ocak 2021) ilk teklisi olan "Tiny Clouds"u yayınladı. SCP etiketiyle yayınlanan çalışma bugün itibarıyla tüm dijital platformlarda yerini aldı. 

"Tiny Clouds" yani Tükçe mealiyle "Minik Bulutlar" Sabah'ın anlatımıyla, "Bu şarkı sizi büyülü bir yolculuğa çıkaracak. Kendinizi müziğin akışına bırakarak şarkının betimlediği dünyayı hayal edin… " 

Ben parçayı dinlediğimde Sabah Mine'nin parça ile ilgili duygularını anlatan bu sözlerini okumamıştım ama ilk dinleyişte aynı yaklaşımı hissettim diyebilirim. 

Söz ve bestesi sanatçıya ait olan şarkının düzenlemesini ve kaydını Sabih Cangil, miks ve mastering aşamalarını Tanju Eren, kapak tasarımını ise Su Durakbaşa yapmış. 


Bu arada Sabah Mine, bizim kuşağın önemli rock gitaristi ve vokalisti Sabih Cangil'in kızı. Yani biz bir "X Kuşağı" insanı olarak "Z Kuşağı"nı da kendinden emin olarak görmek anlatılamayacak kadar güzel bir duygu. Bu arada yazının başında kendi X olmuş kuşağıma, "ununuzu eleğini astığınız duvarın önünde eski günler muhabbeti yapmaya devam edersiniz." dedim ama bu hepimiz için geçerli değil. Zaman ne kadar geçmiş olsa da anılarla değil hala bir şeyler yapmakta ısrar eden bir takım insanlar var... İşte Sabih de onlardan biri. 50 yılı müzikle devirmiş olsa da hem müzik yaparak hem de prodüktör olarak 19 yaşında gibi devam ediyor. 

APTULİKA


Bu arada Sabih sadece bu çalışmayı bizlere sunmakla kalmıyor. Bundan sonra gelecek çalışmaları da birbiri ardına göreceğiz. Aşağıdaki görselde yakında çıkacak çalışmaları kapaklarından örnekleri de görebilirsiniz. 




SCP – Sabih Cangil Productions

www.sabihcangilproductions.com

Dinleme linkleri:

https://music.apple.com/tr/album/tiny-clouds-single/1548395176?l=tr

https://open.spotify.com/album/0L2AVhLPpVZNNHakIcWQsm?si=wttMr_1fTpuVYsuFC2cAyg

https://deezer.page.link/CBbGwxN74NysUS6NA

https://youtu.be/clr76J8W-hA

https://fizy.in/SKmRu

https://tidal.com/track/169002758

https://music.youtube.com/watch?v=clr76J8W-hA&feature=share

Sanatçı instagram hesabı: 

https://www.instagram.com/sabahmineofficial/ 





27 Ocak 2021 Çarşamba

Batu Akdeniz'den yeni şarkı: Ona Gitme



Heavy Sky grubuyla başladığı başarılı kariyerini solo olarak sürdüren Batu Akdeniz, üretkenliği ile de önemli bir isim.

Genç müzisyen  bu pandemi döneminde de çalışmalaatına ara vermeden sürdürdü. O şimdilerde de 2021'in ilk ürünlerini vererek yıla merhaba dedi.  Batu Akdeniz yeni single çalışmasını "Ona Gitme" adıyla yayımladı. Şarkı için eş zamanlı olarak bir de video klip paylaşıldı.

Yirmi yedi yaşındaki müzisyen söz konusu bu şarkısıyla 2021 takvimini kendisi için resmen başlattı ve yılın son çeyreğinde yayımlayacağı stüdyo albüm sürecini de müjdeledi.

  






Beatles'ın Karikatüristi Ron Campbell Öldü.



Beatles'ı "Yellow Submarine" adıyla bir çizgi film dizisine döndüren usta karikatürist  Ron Campbell, 22 Ocak 2021  günü 81 yaşındayken hayata veda etti.



Beatles'ı "Yellow Submarine" adıyla bir çizgi film dizisine döndüren usta karikatürist  Ron Campbell, 22 Ocak 2021 günü 81 yaşındayken hayata veda etti.

 Sanatçının ölüm haberini basına duyuran animatör ve iş ortağı Scott Segelbaum"Ron çok değerli bir arkadaş ve on yıldan fazla bir süredir iş ortağımdı. Ölümü büyük bir boşluk bırakıyor." dedikten sonra şunları ekledi, " Ron'un altı yaşında izlediği Tom ve Jerry'nin çizgi filmi hayatının anlamı olacaktı. Ron'un hayalini kurduğu bir şeydi bu ve ondan sonra da hayatı çizmek olacaktı."

Ünlü karikatürist Ron Campbell,  26 Aralık 1939'da Avustralya'nın Victoria eyaletinde küçük bir kasaba olan Seymore'da dünyaya geldi ve Melbourne'daki Swinburne Sanat Akademisi'nde eğitim gördü. Animasyon kariyerine 50'li yılların sonunda başladı.

Ringo  Starr


1965-1969 yılları arasında yayınlanan başarılı TV çizgi filmi The Beatles'ı yönettiğinde bu hayatının dönüm noktası olacaktı. Çizgi filmde Beatles elemanları John, Paul, George ve Ringo karakterleri ve Beatles'ın kendi müziği yer aldı. Bölümlerin çoğu Avustralya'nın Sidney kentindeki Artransa Park Stüdyolarında çekildi. Seri, 25 Eylül 1965'te piyasaya çıktı ve ABD'de ABC'de hemen bir hit oldu.

Campbell daha sonra Hanna-Barbera stüdyosunda çalışmak üzere ABD'ye taşındı ve Susam Sokağı için çizgi filmler ve orijinal George of the Jungle'da animasyon yazmaya ve üretmeye devam etti . Hollywood stüdyosu Ron Campbell Films, Inc., Peabody for Excellence in Broadcasting ve Emmy de dahil olmak üzere birçok ödül kazanan The Big Blue Marble için animasyon yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptı .

60'lı yılların sonlarında, arkadaşı ve meslektaşı Duane Crowther ile birlikte çalışan Campbell, Sea of ​​Time dizisi de dahil olmak üzere Beatles'ın Yellow Submarine uzun metrajlı filmindeki birçok sahneyi ve Şef Blue Meanie ile bot yalama arasındaki aksiyonun çoğunu canlandırdı.  

1980'lerin başında, Hanna-Barbera'nın hit dizisi Şirinler film serisi yaptı . Campbell ayrıca, Flintstones  ( Taş Devri) ve Jetsons  (Jetgiller) da dahil olmak üzere dönemin çok sayıda çizgi filmin yapımcılığını, yönetmenliğini, animasyonunu veya storyboard'unu yaptı . Ayrıca Scooby Doo serisini yaratan orijinal ekibin bir parçasıydı .

Campbell, 90'ların çoğunu Rugrats , Rocket Power ve yetişkin çizgi film Duckman için film şeridi yaparak geçirdi .  

İş ortağı Segelbaum'un belirttiği gibi, “2008'de emekli olduktan sonra Ron, hayatında ikinci bir sahne istedi, bu yüzden de dahil olduğu çizgi filmlere dayalı resimler yaratmaya başladı. Amerika'yı gezmeye, sanat galerilerini gezmeye ve çizgi filmleriyle büyüyen izleyicilerle tanışmaya başladığında, o sırada hiç aklına gelmeyen bir şeyin farkına vardı ... Çizgi filmlerin seyirciler üzerindeki inanılmaz etkisi. "

https://ultimateclassicrock.com/ron-campbell-beatles-dies/

https://bestclassicbands.com/ron-campbell-beatles-animation-obituary-1-23-21/

https://www.facebook.com/roncampbell1939/










26 Ocak 2021 Salı

Adrian Smith ile Richie Kotzen blues rock'ta buluştu



Iron Maiden'ın gitaristi Adrian Smith ile eski Poison ve Mr Big gitaristi Richie Kotzen bir blues rock albümünde bir araya geliyor.   



Iron Maiden'ın gitaristi Adrian Smith ile Richie Kotzen bir blues rock albümünde bir araya geliyorlar.  "SMITH/KOTZEN" adıyla çıkacak bu ilk albümün, 26 Mart tarihinde BMG etiketiyle piyasada olacağı açıklandı. 

 Los Angeles'ta yaşayan iki gitarist dostluklarıyla  gelişen bu projede müzikal zevklerinin bu yanını ortaya koymak için kolları sıvamışlar.  

Adrian Smith'i yılların Iron Maiden gitaristi olarak biliyoruz. Gruptan ayrı yaptığı solo albümüleriyle de bu konuda kendini ispatlamış bir isim.  Richie Kotzen ise 80'lerin ve 90'ların başının unutulmaz hard'n heavy grubu Poison ile başladığı kariyerinden sonra Mr. Big grubunda yer almıştı. Bu güne dek blues ve rock ağıtlıklı 20'ye yakın solo albüm de yapan Kotzen, The Winery Dogs'un gitaristi ve vokalisti olarak kariyerini başarıyla sürdürüyor.   

Bu birlikteliği Adrian Smith , "Biz  Richie ile çok yakın dostuz ve müzikal zevklerimiz de birbirini bütünlüyor.  O bir virtüöz gitarist ama işi gösteriye döken bir değil, melodiye önem veren biri. Ortak bir çalışma fikri kendiliğinden, doğal olarak gelişti." diyerek tanımlıyor.

Richie Kotzen ise, "Klasik ve blues temelli bir rock anlayışında ortak bir zemin bulduk. Zaten her ikimiz de bu temelden geliyoruz. Bu nedenle bir yıldır birlikte yazıp, kayıtlar yapıyorduk." diyerek bu ortak çalışmayı özetliyor.

Smith ve Kotzen birikteliği bir yan proje olarak devam ederken Adrian Smith ile Iron Maiden birlikteliği devam edecek. 



 

 

25 Ocak 2021 Pazartesi

Kerem D'nin penceresinden sakin, kentli bir bakış

 


Geçen gün şans eseri dinlediğim iki yeni parça için ilk söylediğim sözcük: "Bu ne sakin bir rock soundu" olacaktı. Dinlediğim isim Kerem D. idi ve onun bu yılın başında yayınlanan "Mesut musun?" ve "Sensizliğe" adındaki iki single / teklisiydi. Sonra bir baktım ki Kerem D. bundan önce de 2013 yılında bir albüm yapmış ve bu albümün ismi de "Sakin"miş. Hemen sinemacı deyimiyle geriye saracaktım ve o albümü dinleyecektim. Orada sanatçıyı daha akustik ve pop tadında buluyorduk. Şimdi dinlediğim yeni pop rock halindeki iki çalışmasında ise benim açımdan "Sakin" sözcüğü daha iyi oturuyor. Açık konuşmak gerekirse bunca iddia, görkem, eskilerin kutsanması, doğu batı sentezli, kükreyen vokalli, distorsiyon katkılı arabesk tınılı ve daha nicesiyle dolu rock alemimizde benim böyle bir "sakin"liğe gerçekten ihtiyacım varmış. 


Kerem D, otuz yıllık radyo spikeri ve 2013 yılında "çıkardığı "Sakin" ismindeki albümüyle müzik hayatına başladı. Bu akustik çalışmanın ardından geçen yılın sonuna doğru "Mesut musun?"  teklisiyle pop rock tarzına yöneldi. Bu çalışmanın ardından bu yılın başında yani 1 Ocak'ta "Sensizliğe" isimli teklisi geldi. 

"Sensizliğe" şarkısının sözlerinde günümüzde hızla yaklaşan bir distopyadan kaçış anlatılıyor. Bunu şarkı için Tarkan Soylu tarafından çekilen İstanbul görüntülü klipte de görüyoruz. Düzenlemeyi yapan Murat Tunalı parçada gitarları da çalmış. İlter Kalkancı'nın mastering çalışmasını yaptığı parçada Emre Berkün bas gitarda, Can Santorini de davullarda yerini almış. 

"Sensizliğime" 90'ları rock havasını anımsatıyor ve daha sert bir sound karşımıza çıkıyor. Ancak ben gene de ilk single olan "Mesut musun?" daki tarzı daha çok sevdim. Öncelikle Santorini'nin davulu ve parçanın sonlarına doğru Murat Tunalı'nın gitarıyla yaptıkları keyif verici.

Kerem D, sakin bir anlayışta bize bir pencere açıyor. Bana 70'lerin 'Pub Rock' gruplarını (daha çok Avustralya menşeli olurlardı)  hatırlattı biraz da... bir pubta biramızı yudumlarken ya da bir kafede kahvemizi içerken sakin sakin dinleyeceğimiz bir tarz.

Aptulika


Mesut musun?



Spotify link:
https://open.spotify.com/album/1kHpp4DIWKnspBjjsN9Yb6

Apple music link:
https://music.apple.com/tr/album/mesut-musun-single/1532022859?l=tr 


Sensizliğe


Spotify link:
https://open.spotify.com/track/1DnTWRYhj4eBGxdkp0SPSv

Apple music link:
https://music.apple.com/tr/album/sensizli%C4%9Fe-single/1545175209?l=tr

24 Ocak 2021 Pazar

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 162



Hüseyin Rahmi Gürpınar
 "Efsuncu Baba"
İş Bankası Yayınları
  (5. Baskı 2019)

İş Bankası Yayınları'nın yaptığı "Türk Edebiyatı Klasikleri" dizisi benim için büyük bir keyf ve keşif alanı oldu. Ne garip değil mi? Türk edebiyatı klasiklerini keşfetmek... işin en doğru tanımı, yeniden keşfetmek. Evet bir çok yaşıtım gibi ilk öğretim çağlarımızda edebiyat derslerinden biliyoruz ama okumadık. Okuduysak da ödev olarak verildi, bizlere "okuyun, özet çıkarın" dediler. Ana hiç kimse, "nasıl sevdiniz mi? Keyif aldınız mı?" diye sormadı. Açıkcası bir çoğumuz o eserleri derste özet çıkarılacak şeyler olarak gördük. Bir de "Çocuk Kitapları" diye ayrılmış, klasiklerin özet hali olarak çıkan kitaplar vardı. Ki bunlar hala da var. Bunlar hakkında bir pedagogla çocuk için ne yararı var diye, inatla tartışmak isterim. Okul öncesi çocuklar için yapılan "boyama kitapları" ve ilkokulun sonlarına doğru da onların önüne bu "özet kitaplar"ı sunmanın ne yararı olabilir? Bana kalırsa o boyama kitapları, çocukları resimden ve yaratıcılıktan uzaklaştırıyor, özet kitaplar da okumadan uzaklaştırıyor. 

İşte bu "Türk Edebiyatı Klasikleri" dizisi o okul yıllarımdaki travmayı bir nebze de olsa kırıyor ve keyif alınacak eserlerle gecikmeli de olsa buluşuyorum. Bu arada romanın dili de Engin Kılıç tarafından günümüz Türkçesine uyarlanmış olduğunu da belirtmeliyim. 


Binbirdirek'te iplik yapımında çalışan işçi Agop ve Kirkor isimli iki Ermeni vatandaşımızın tutkusu define peşinde koşmak. Bu tutku yüzünden akıl almaz maceralara girdikleri gibi, ellerinde olanı iki üç kuruşu da kaybederler.  Onların bu define bulup, zengin olma hayallerinin serüveninde karşılarına Efsuncu Baba Enveri çıkıverir. Onun da derdi define aramaktır ama Efsuncu Baba, büyü, simya, tılsım işleriyle uğraşan bir zattır. Alemin sırrını çözmek, yıldıznameler ona aileden gelen batıl itikatlardır ve hayatını da bunlar yönlendirir. Babadan kalma kütüphanesinde bulduğu bir kitapta İstanbul'un gömülü defineleri şifreli halde bildirilmiştir. Defineye ulaşmak için tılsımın kaldırılması için Binbirdirek'te saklı bir anahtar ve iki meleğe ihtiyaç vardır. İşte bu iki melekte orada karşılaştığı Agop ve Kirkor'dur. Onların kendisine gönderilmiş olan Lahur ve Mahur isminde iki melek olduğuna ciddi ciddi inanır. Ondan sonra da mizah yüklü, harika bir serüven başlar. 


Hüseyin Rahmi Gürpınar, natüralizm tarzında yazan bir yazar ama daha sonra çıkacak olan eleştirel toplumcu gerçekçiliğe ve gülmece edebiyatına da öncülük ettiğini söyleyebiliriz. Yazarın "Efsuncu Baba" romanı da feodalizmden modern bir topluma geçişteki sancıyı alaycı bir dille verir. 

İlk romanlarda yazarın anlatıma kendi fikirlerini de anlatıcı olarak katması alışıldık bir olaydır. Bunu "Efsuncu Baba" da da görüyoruz, yazar romanın sonundaki üç sayfada  Enver Paşa başta olmak üzere Osmanlı'nın son dönemindeki siyasi kişiliklere de eleştiriler getirir. Romanı, "Bu dünya, henüz büyük komik Moliere çağından üç adım ileri gitmedi. Daima üstadın ebedi komedyaları tekrarlanıp duruyor. Yalnız sahnenin dekorları değişti. Tarzlar başkalaştı. İnsanın mayası hep o maya... Kötülerler daha kurnazlaştı. Birbirini zarar verme  ilerledi. Fenalık büyüdü." sözleriyle bitiren Hüseyin Rahmi, aydınlanma, akıl ve bilimden yana yeni bir çağın kapılarının açıldığını vurgular. 

"Efsuncu Baba" romanını Hüseyin Rahmi 1924 yılında yazmış ve yayınlamış. Yani Cumhuriyet devriminin ilk yıllarında ve günümüzden yüzyıl önce. Kitabın hala güncelliğini koruyor olması ise acı verici. Ancak her şeye rağmen mizah gücümüzün derin köklerine inmemizi sağlayan bu eser bize umut vereceğe benzer. 

Aptulika
 



 
 
 


22 Ocak 2021 Cuma

Bilinmedik Bon Scott kayıtları pek yakında!



Cherry Red Records firması, AC/DC'nin ilk ve efsanevi vokalisti Bon Scott'ın daha önceki müzik kariyerinden bilinmeyen ya da az bilinen yapıtlarını içeren kapsamlı bir kutu seti bu ayın sonunda piyasaya çıkaracağını açıkladı.  

Onu daha çok AC / DC döneminde yaptığı efsanevi çalışmalarla tanıyoruz ama Bon Scott, daha önceden dört yıl boyunca Fraternity grubunda vokal yapmış ve bir çok şarkısına imza atmıştı.  Bu dört yıl içinde "Livestock" ve "Flaming Galah" isimli albümleri kaydetmişlerdi. Fraternity'nin bir üçüncü albümü, "Second Chance"de vardı ama yayınlanmamıştı. Yeni çıkacak olan kutu sette bu üçüncü albüm de yer alarak gün yüzüne çıkacak ve ilk kez dinleyici ile buluşacak.   

"Fraternity: Seasons of Change - The Complete Recordings 1970-1974" adını taşıyacak albüm setinde  toplam 45 şarkı yer alıyor.

Plak şirketinin yaptığı açıklamada:"Scott ve Fraternity grubunun çalışmaları yeteri derecede belgelenememişti.  Yarım asır sonra, Seasons of Change  seti ile bu iş başarılıyor." Şirket depolardaki çalışmaları yeniden gözden geçirmiş ve gerekli düzenlemeleri yapmış. Grubun yaşayan elemanları  Bruce Howe, John Freeman, Sam See, John Bisset, Uncle John Eyers ve orijinal menajerleri Hamish Henry ile birlikte bu kutu seti hazırlamışlar.  

Kutu setin bonus bölümünde, Bon Scott'ın bir önceki grubu olan Valentines'ten konser kaydının da yeralacağı sette daha önce yayınlanmamış fotoğraflara da yer verilecekmiş. Grubun tarihi hakkında bir kitap araştırırken kaybolan materyali keşfeden yazar Victor Marshall da bu çalışmada yerini almış. 

 

'Fraternity: Seasons of Change - The Complete Recordings 1970-1974' 

ŞARKI LİSTESİ

Disc One: 'Livestock'

1. “Livestock”

2. “Somerville”

3. “Raglan's Folly”

4. “Cool Spot”

5. “Grand Canyon Suites”

6. “Jupiter Landscape”

7. “You Have A God”

8. “It”


Bonus Tracks

9. “Why Did It Have To Be Me?”

10. “Question”

11. “Seasons Of Change” (Single Version)

12. “Somerville” (Single Version)

13. “The Race Part 1”

14. “The Race Part 2”


Disc Two: 'Flaming Galah'

1. “Welfare Boogie”

2. “Annabelle”

3. “Seasons Of Change”

4. “If You Got It”

5. “You Have A God”

6. “Hemming’s Farm”

7. “Raglan’s Folly”

8. “Getting Off”

9. “Somerville R.I.P.”

10. “Canyon Suite”


Bonus Tracks

11. “The Shape I’m In”

12. “If You Got It”

13. “Raglan’s Folly”

14. “You Have A God”

15. “Seasons Of Change” / “If You Got It” (Hoadley’s Battle Of The Sounds 1971)


Disc Three: 'Second Chance'

1. “Second Chance”

2. “Tiger”

3. “Going Down”

4. “Requiem”

5. “Patch Of Land”

6. “Cool Spot” (Alternative Version)

7. “Hogwash”

8. “Chest Fever”

9. “Little Queenie”

10. “The Memory”

11. “Just Another Whistle Stop”

12. “No Particular Place To Go”

13. “Livestock”

14. “Rented Room Blues”

15. “Get Myself Out Of This Place (Alias Getting Off)”

16. “That’s Alright Momma”


Haber: https://ultimateclassicrock.com/


Ap Not: Bu zamana kadar öyle çok Bon Scott, Fraternity, Valentines kaydı, bootleg'i topladım ve dinledim ve daha hala duymadığım kayıtları da dineleyecek olmak çok güzel. 


21 Ocak 2021 Perşembe

Her yandan George Orwell'ın "1984" romanı fışkırıyor!



Bu haftaya bembeyaz karla başladık ama beni şaşırtan başka bir şey de oldu. Kitapçı raflarına baktığımda rengarenk "1984" ve "Hayvan Çiftliği" kitaplarıyla karşılaştım. Bir iki gün geçmedi bile, o büyük zincir süpermarketlerden birinin kasasına doğru gittiğimde gofret vesairelerin yanında bir baktım ki 1984 kitabı. 

İngiliz edebiyatçı George Orwell'ın meşhur romanına Can Yayınları'nın  baskısıyla görmeye alışmıştık, oysa şimdi rengarenk kapaklarla karşı karşıyayız. 

Sözün özü George Orwell 21 Ocak 1950 tarihinde hayata veda etmişti. Yani 70 yıl olmuş ve telif süresi bu yıl bitti. Artık yazarın varislerine telif ödenmeden kitapları basılabilecek. Peki ama Orwell'ın iki kitabı mı var? derseniz, yok tabii ama her yayınevi "1984"'ü ve "Hayvan Çiftliği"ne atılacak ortalık renk cümbüşüne dönecek. Benim de aklıma gelmiyor değil hani, Büyük Birader grubunun gitaristi ve vokalisti Bora Biçer'le ortak bir yayınevi kurup, bizde mi bassak acaba. Neden olmasın hani, sonuçta biz ikimiz bir hayli havalıyız hem de kapağı da bedavaya getiririz (sonuçta ben çizerim), kalır çevirmen telifi. 

Bu arada yakında rengarenk Orhan Veli Kanık kitapları dolacak, nasıl yani mi? 14 Kasım 1950'de kaybetmiştik bu güzel şairimizi. 

Aptulika

19 Ocak 2021 Salı

Albüm Kritiği mi? O da ne?



Göksenin'in albümü "Women's Blues" ile ilgili ABD'de çıkan yazının çevirisini bir önceki yazımda paylaştım. Bu öyle basit bir olay değil, zira Bluesblast dergisi blues üzerine çok önemli bir yayın. Bu yazı Steven Ovadia tarafından yapılan bir albüm kritiği... yani albümün analizi de diyebiliriz. Yazıda ilk önce Göksenin tanıtılmış ve ardından albümdeki parçalardan bazıları bir sarraf titizliğinde incelenmiş ve yorum yapılmış. Bununla da kalmayarak çalan müzisyenlere kadar inceleme sürmüş. 

Yaklaşık bir aydan fazla oldu Göksenin'in "Women's Blues" albümünün çıkışı, peki ülkemizde böyle bir analiz ya da albüm kritiği yazısı okuyabildiniz mi? İster sanal ortama isterseniz yazılı basına bakın, böyle bir alan yok gibi. Benim görebildiğim bir tek Cumhuriyet gazetesinde böyle bir köşe var ve orada da bu tip kritikleri yapan Murat Beşer geçtiğimiz pazar günü bu albümü analiz eden bir yazıya yer verdi. 

Bu tip albüm kritikleri ya da analizleri bizde de yer alırdı ama neredeyse on yıldır yok gibi. Hoş son 25 yıldan beri de bu tip yazılar "kritik"ten çok müzik şirketlerinin gönderdiği basın duyuruları yani "info"ların yayınlanmasından öteye gitmiyordu. Oysa 40 yıl öncesinin popüler dergilerinde bile bu bölümleri görürdünüz. Hatta Hey dergilerinde o zamanlar çıkan albüm kritiklerini bile bugün yayınlasak, şaşırır kalırız. 

Bir çok insanın şimdi kalkıp şunu söyleyeceğinden çok eminim: "Yahu o yıllarda yeni çıkan plağın Türkiye'ye gelmesi zaman alıyordu. Kaset ya da CD döneminde de o albümleri gidip satın almamız gerekiyordu. Dolayısıyla albümle ilgili bilgi sahibi olmak için o kritikler tanıtıcı oluyordu. Oysa şimdi saniyesinde albümü paylaşım sitelerinden buluyor ve dinliyoruz... yani böyle bir aracıya ihtiyacımız kalmadı." Doğrudur, günümüz teknolojisi ve internet ile dünyanın her yeri ile buluşuyoruz, öyle de Bluesblast dergisi'ndeki yazıyı 40 yıl öncesinden mi alıntıladık. Adamlar ABD'de yaptıkları derginin internet sitesinde her ay bir sürü albümün kritiğini yapıyorlar. İnternete baktığımızda İngiltere, Almanya, Fransa ve başka ülkelerde de yapılıyor. 

Yeni çıkan albümlerin infolarını yayınlayarak haber yapma ötesinde analiz eden yazılar sadece Cumhuriyet gibi bir elin parmaklarına bile yaklaşmıyor.  Böyle analiz bölümleri olmasa da sosyalist ve sol gazeteler gene de yeni çıkan albümlerden sonra o sanatçılar ve gruplarla röportaj yapıyorlar, diğerlerinde artık o da yok. 

Buraya nasıl geldik on yılda mı? Çok daha eskilere dayanıyor ve adım adım 30 yıldır bu çürüyüş başladı. İlk önce albüm kritiğini yerden yere vurmak ya da göğe çıkarmak olarak gördük. Sonrasında değer kaybı başladı ve artık müzik ile yazmak, çizmek bir iş olmaktan çıktı. Müzikle ilgi yazıp, çizmek artık telifsiz ( emek değeri olmadan ) yapılan  bir uğraş. İçimi acıtıyor ama bu yazıyı okuyacak kaç kişi olur onu da bilemiyorum. 

APTULİKA

Not: Yazıda bir tek Murat Beşer'in albüm kritikleri yaptığını söyledim ama başka isimler de varsa kusuruma bakmasın ama genele baktığımızda bu çok az hatta yok gibi. 

Göksenin "Women's Blues" albümüyle ünlü Blues Blast dergisinde


Blues üzerine en ciddi ve prestijli bir dergi olan BLUESBLAST albüm kritiklerinde ülkemizde yayınlanan Göksenin'in "Women's Blues" albümüne yer verdi. Steven Ovadia'nın kaleme aldığı yazının Türkçe mealini sizlerle paylaşıyorum. Yazının orijinal halini yazımın sonundaki butonu tıklayarak görebilirsiniz.

 Ya da hemen buradan: 

http://www.bluesblastmagazine.com/goksenin-womens-blues-album-review/

Bu arada  Blues Blast dergisinde ilk kez bir Türk sanatçısının albümüne yer verildi. "Göksenin - Women's Blues" albümü Amerika'da radyo listelerinde 11 numarada.  Diyoruz ve yazıya geçiyoruz.



Göksenin - Women's Blues | Albüm İncelemesi

 16 OCAK 2021 - Steven  Ovadia  

Amerika dışında bir yerden çıkan bir blues albümü görmek şaşırtıcı değil. Dünyanın her yerinde blues müziği icra edenler var, bu nedenle bir sanatçının doğduğu ülke artık pek şaşırtıcı gelmiyor. Şarkıcı ve gitarist olan Göksenin, "Women's Blues" albümünde, Türk köklerini de müziğinde yansıtması  blues üzerinde akıllıca bir tavır olurken, yanısıra kişisel bir ses yaratması açısında da önemli.

Göksenin'in blues'la olan bağlantısı çok yeni değil. Türkiye'de İstanbul şehrinde doğdu. Müzik yapmak uğruna işinden bile ayrıldı, iki tane rock albümü yaptı. Bunların sonunda da  tamamen blues'a yöneldi ve Ma Rainey, Bessie Smith gibi kadın blues sanatçılarına ithafen  bir dizi konser gerçekleştirdi. Bu sanatçıları Amerikalı olmayan bir dinleyici kitlesine tanıtmayı amaçladı. Cover'larla başlayan Women's Blues projesine daha sonra kendi parçalarını da ekleyerek geliştirdi.

Göksenin, blues ve caz için çok önemli olan dumanlı bir sese sahip. Bunu, doğrudan blues funk'tan, yukarıda bahsedilen Türk melodileri ve blues yapılarına yerleştirilmiş söz kombinasyonlarına kadar uzanan orijinal ve coverların bir karışımında kullanıyor.  Göksenin, blues'u hem coğrafi hem de duygusal olarak uzaktan yorumlamak yerine içselleştirmesine olanak tanıyan yeni bir zemini ortaya çıkarır.

Bunun en güzel örneği, grubunda gitar çalan Gürkan Özbek ile birlikte yazılan orijinal “Take Me Out” dur. Şarkı, Özbek'in gitarı eşliğinde Göksenin'dir. Özbek blues, klasik ve Ortadoğu müzikleri arasında başarılı bir geçiş yapıyor ve Göksenin gitarla orada, blues hüznüne dokunuyor, sesi bu tarza has bir gevreklik gösteriyor ama aynı zamanda kendisi gibi olmayı da ihmal etmiyor. Parça blues'dan etkilenir, ama  yeni, benzersiz bir perspektif bulur.

Göksenin'in, blues olarak düzenlediği geleneksel Türk halk şarkısı "Çayda Çıra" ile Türk blues tavrını ortaya çıkartıyor. Şarkı, Johnny Cash'in “Ring of Fire” rifiyle başlıyor ve Göksenin Türkçe söylerken şarkıya bir şimşek veren 10/8 ritim imzasını yerleştiriyor. Şarkının geri kalanı geleneksel blues rock, ancak Türk dili ile blues olmayan ritim arasında, şarkı iki tür arasındaki kavga gibi yeni geliyor. Ve savaş, şarkıya sürükleyici bir gerilim veriyor. "Henüz Vazgeçmedim" için Türkçe "Hala Vazgeçmedim" Türkçe söylenen daha tanıdık bir blues, ama aynı zamanda albümün daha gevşek parçalarından biri, Göksenin ve grubu gevşiyor, daha az ilgileniyormuş gibi ses çıkarıyor. melodiyi kontrol etmekte ve albümün diğer parçalarından biraz daha düzensiz bir şekilde ortaya çıkmasına daha açık.

Göksenin başlangıçta blues'a bir idealist olarak geldi, yurttaşlarına Türkiye'de tanınmayan Amerikalı sanatçıları tanıtmaya çalıştı (eh hani biraz açık konuşmak ve adil olmak gerekirse, bu blues sanatçıları Amerika Birleşik Devletleri'nde bile neredeyse yeteri kadar tanınmıyorlar). Bu yolda kendi deneyimlerini, seslerini ve tavrını müziğine katarak yeni bir şey yaratmaya başladı ve bu  albüm bunun en güzel örneği: Göksenin kendi blues'larını söylüyor. Türk blues kendi alt türü olmayabilir, ancak artık Türk Blues'ı da eklemeyi düşünmemiz gerekir gibi geliyor.

Steven  Ovadia   (bluesblast magazine)


Yazının orijinal halini görmek isterseniz:

http://www.bluesblastmagazine.com/goksenin-womens-blues-album-review/



18 Ocak 2021 Pazartesi

Tim Bogert'in ardından iki çizim.

 


13 Ocak 2021, çarşamba günü  Vanilla Fudge'ın bas gitaristi Tim Bogert'i kaybetmiştik. Acayip güzel abilerden biriydi ve bir iki çizimle o güzel insanı anayım dedim.




17 Ocak 2021 Pazar

İstanbul'a kar düşünce



 İstanbul'a gene kar düştü ve bu benim için her zaman  heyecan verici olmuştur. Çocukluktan beri süren bir çoşku, anlamını bilmediğim bir sevinç. Geceyse elektriği kapayıp camdan dışarıyı seyretmek vazgeçilmezimdir. Şimdi sabahtan düştü İstanbul'a kar, gene pencereden çepeçevre o manzarayı izliyorum. Son senelerde ilk kar düştüğünde sevgili dostum Geronimo, elimde şarap şişesi ve yanında iki elma ile bana gelir, bu coşkuyu yaşardık. Tabii müzik de bir yanda eşlik ederdi. Bu pazar pandemi dolayısıyla evlerdeyiz ve Geronimo gelemiyor. Evde şarap yok, rakıyı da hava kararmadan içmek gibi alışkanlığım yok... O halde çay demleyip öyle gerçekleştirecektim, kar seyretme ritüelimi. 

Açıkcası müzik olarak bir şey düşünmemiştim. Dün geceden dinlemek için sırada bekleyen yeni albümlere bir bakayım dedim, sadece. Niyetim şöyle bir iki bakıp, çay demlenene kadar biraz vakit geçirmekti. Bir kaç saniyelik bölümler dinleyip geçecekken ilk baktığım albüm takılı kaldı. Böylece kar seyretme ritüelime eşlik eden, Teoman'ın "Teoman ve Piyano" isimli yeni çıkan albümü oldu. 

Açık konuşmak gerekirse (Mirage ve Indians grupları döneminlerini saymazsak)  tamamiyle ve bir seferden fazla dinlediğim ilk ve tek Teoman albümü "Teoman ve Piyano" oldu diyebilirim. Hatta biraz da abartıp, "Teoman bütün albümlerini piyano ile yapsaymış" gibi akıl almaz serzenişlerde bile bulunacaktım. Albümde piyanoyu tabi ki Teoman çalmıyordu ve hemen kim çalıyor diye baktım. Piyanoyu çalan ismin Tuluğ Tırpan olduğunu öğrenince albüme kapılıp gitmemin sebebini anladım. Senfonik müzik ve caz çalışmalarından tanıdığımız Tuluğ Tırpan ile Teoman buluşması çok güzel olmuş. Teoman'ın bilinen şarkıları piyano ile yeni bir boyuta uzanmış ve bence en önemlisi de şarkı sözü yazarlığındaki şiirselliği ortaya çıkartmış. 

Teoman'ın 1996 ile 2006 arasında yaptığı çalışmalardan seçilen 10 şarkı, Tuluğ Tırpan tarafından yeniden düzenlenerek piyano - vokal olarak albümde sunulmuş.  Hayyam stüdyolarında iki günde canlı olarak kaydedilen albümde;  “17”, “Tesadüfler”, “Mektup”, “Bir Damla Gözyaşı”, “Kişisel Bir Şey”, “Rüzgar Gülü”, “Mutlu Son”, “Hiç Kimse Bilmez”, “Vur Sen Beni” ve “İnsanlar”  gibi bildiğimiz Teoman parçaları farklı bir anlayışla karşımıza çıkıyor. Bence kar yağarken, İstanbul manzarasında harika gidiyor. 

Aptulika

17 Ocak 20221

12.25




16 Ocak 2021 Cumartesi

Muammer Sun'u Kaybettik!


Cumhuriyet Devrimi'nin bize kattığı en önemli olgu çağdaşlıktır. Bu bir aydınlanma devrimiydi ve üç ayağı vardı: Akıl, Bilim, Sanat.

Her 29 Ekim yıldönümlerinde, farklı bir görsel paylaşmak istemişimdir. Bu Cumhuriyet Devrimi'nin bize kazandırdığı bilim insanlarını, sanatçılarını, sporcularını hep bir arada bir görselde paylaşmak istemişimdir. Hoş ne kadar istesem de olmamıştır. Bunun sebebi de, unuttuklarım olur diye endişe duymamdı. Oysa bugün bunu tek bir fotoğrafla halledebileceğimi anladım. Anladım anlamasına ama ne acıdır ki o değerimizi kaybettiğimiz haberini aldığımda. 

Bu isim Muammer Sun'du 

Muammer Sun, Cumhuriyet'in müzik alanındaki devrimi Çok Sesli Müziğin yaşayan mimarlarındandı. 

 Türk müziğinin usta bestecilerinden Muammer Sun, bu sabah (16 Ocak 2021) Ankara'da hayatını kaybetti. Uzun süredir çoklu organ yetmezliğiyle mücadele eden Sun, 88 yaşındaydı.

Uzun zamandır çoklu organ yetmezliğiyle mücadele eden Türk müziğinin önemli bestecilerinden, eğitimci, Besteciler, Orkestra Şefleri ve Müzikologlar Derneği’nin (BESOM) kurucularından, eski TRT Yönetim Kurulu Üyesi Muammer Sun (88), bu sabah Ankara’da tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.


1932’de Ankara’da doğan Muammer Sun, 1946’da Askeri Muzıka Okulu’nda müziğe başladı. Bir yıl sonra 1953’te Ankara Devlet Konservatuarı Kompozisyon Bölümü'ne girip Ahmed Adnan Saygun’un öğrencisi oldu. Konservatuarda, Mithat Fenmen ile piyano, Hasan Ferit Alnar ile koro ve orkestra şefliği,Muzaffer Sarısözen ile Türk Halk Müziği, Ruşen Ferit Kam ile Klasik Türk Musikisi, ayrıca özel olarak Kemal İlerici ile Türk müziği makamlar sistemi ve armonisi konularında çalıştı. 1960’ta, Ankara Devlet Konservatuarı Kompozisyon Bölümü İleri Yüksek Dönemi'nden Saygun'’un öğrencisi olarak ‘pekiyi’ dereceyle mezun oldu. Aynı yıl Ankara Devlet Konservatuarı’na öğretmen olarak atandı.

1975’te İzmir Devlet Konservatuarı’na, 1980’de Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na, 1987’de Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na atandı. 1988’de doçent, 1993’te profesör oldu. 1999’da Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan emekli oldu. Devlet konservatuarlarında görevli olduğu süre içinde, koro, solfej, armoni, kontrpuan, füg, enstrümantasyon, orkestrasyon, modal müzik ve kompozisyon dersleri veren Sun’un pek çok eseri çeşitli yarışmalarda ödüller kazandı.

Mezuniyetinden sonra Ankara, İzmir, İstanbul Devlet konservatuvarlarında, Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda, Ankara Radyosu’nda öğretmenlik yaptı. 1969 yılında, sanat kurumlarının temsilcisi olarak TRT Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. TRT Ankara Radyosu Çoksesli Korosu’nu ve TRT Müzik Dairesi’ni kurdu. 1971’de Murat Katoğlu’yla birlikte TRT Kültür Sanat Ödülleri Sistemi’ni hazırladı.


Usta bestecinin ölüm haberinin ardından, siyasiler ve sanat camiası üzüntülerini sosyal medyadan paylaştıkları mesajlarla dile getirdi.

Muammer Sun için yapılan paylaşımlar şöyle:

Serhan Bali

Muammer Sun demek Türkiye’de sağlıklı ve gelişkin bir müzik eğitimi ve müzik besteciliği-icra geleneği oluşturulması için görüşlerini-tezlerini yılmadan usanmadan yurttaşlarıyla paylaşan aydın demekti.

Berdan Mardini

Cumhuriyet tarihinin en önemli bestecilerinden, birçok müzisyen ve sanatçının öğretmeni, TRT Müzik Dairesi ve Ankara Radyosu Çoksesli Korosu'nun kurucusu Muammer Sun'u kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz. Allah'tan rahmet, ailesine ve müzik camiasına başsağlığı diliyoruz.


İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu: 

Cumhuriyetimiz ve çocuklarımız için çok özel besteler yapmıştı. 23 Nisan’da çocuklarımız için hazırladığı şarkıları özel bir albüm olarak yeniden basmıştık. Vefat haberini üzüntüyle öğrendim, Muammer Sun’a Allah’tan rahmet diliyorum.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş:

"Hayatını Türk müziğinin gelişmesine adamış, değerli besteci ve eğitimci Muammer Sun’u kaybettiğimizi üzüntüyle öğrendim. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesi ve müzik camiasına başsağlığı diliyorum. Bizlere bıraktığı eserlerde yaşamaya devam edecek."

 

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen:

Defalarca Eskişehir’de onur konuğu olarak misafir ettiğimiz, ünlü Türk bestecisi, yeri doldurulmayacak kıymetli dostum Muammer Sun’u kaybettik. O, sayısız bestesi ve marşı ile salonlarımızda her zaman yaşamaya devam edecek! Mekanı cennet olsun!


Piyanist Gülsin Onay: 

Muammer Sun hocamızı kaybetmişiz.. Acımız büyük.. Mekanı cennet olsun.. Allah rahmet eylesin.. Ülkemiz büyük bir müzik adamını, çınarını kaybetti.

 Zülfü Livaneli:

 Hapis arkadaşım, değerli hoca Muammer Sun nur içinde yatsın. Kültürümüze yaptığı katkılar hiç unutulmayacak.


Fazıl Say

Bugün günlerden hüzün. Türkiye’nin müzik tarihinin en değerli isimlerinden biri, Muammer Sun hocam bu sabah vefat etti.Üzüntüm gerçekten çok büyük, bu kayıp bizler için büyük. 

 



 

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 161



Yu Hua
 "Yaşamak"
Jaguar Kitap
Çeviri: Bahar Kılıç
 (2016)

Çinli yazar Yu Hua'nın bir başka romanıyla daha devam ediyorum. Geçen hafta yazarın "Kanını Satan Adam" romanına yer vermiştim, bu haftada onu dünyaya tanıtan ikinci romanı "Yaşamak"la devam ediyorum. Yu Hua ile okuma maceram "On Sözcükte Çin" adlı kitabıyla başlamıştı. Bu yazarın bir romanı değil, on sözcük üzerinden eleştirel gözle Çin'i anlattığı deneme türünde bir kitaptı. Hemen atılıp, "Ben deneme türünü pek sevmem" diye kestirip atmayın derim, zira "On Sözcükte Çin" yazarın romanlarına çok ferah bir kapı açıyor. Üstelik bu kitap, bende sadece Yu Hua'nın romanlarına değil Çin'in yakın tarihine de ilgi uyandıracaktı. Bu eleştirel bakıştan sonra farklı bakış açılardan da yapılan araştırmaları, kitapları takip etmeye çalışacağım. 
Yu Hua


Yazarın 1993 yılında kaleme aldığı "Yaşamak" ikinci romanı olmasına rağmen yabancı dillere çevrilen ilk çalışması. Yu Hua bu romanıyla dünya çapında bir okunulurluk kazandığı gibi bir anda da ünlenecekti. Bu ün ve başarı yazarın Çin yönetimine ve Mao'nun "Kültür Devrimi"ne muhalif olmasından kaynaklandığı akla gelebilir (eh onun da payı yok değil) ama romancılığındaki maharetinin payını yok saymak, haksızlığın dik alası olur.... Zira Yu Hua'nın bu romanına bir başladığınızda durmak nedir bilmeden akıp gidiyorsunuz. 

Geçen hafta tanıttığım "Kanını Satan Adam" romanını Erdem Kurtuldu dilimize kazandırmıştı. Bu kitapta ise çevirmenin farklı olması beni biraz endişelendirse de gene Çince aslından Bahar Kılıç'ın yaptığı çeviri de (ki aslında Yu Hua'yı dilimiz ilk çeviren kişi Bahar Kılıç)  romanın akıcı anlatımını çok güzel yansıtıldığını görmek beni mutlu etti. 

"Yaşamak" romanını okumaya başladığınızda başkahramanı Fugui’niye kelimenin tam anlamıyla gıcık oluyorsunuz. Kitabın biraz ilerisinde aynı kahramana üzülüyor, hatta bittiğinde ise Fugui'nin fırtınalı yaşamı ve direnci için içinizden sevgi duymaya başlıyorsunuz. Bu duygu değişkenliğinin sebebi de Çin'in yakın tarihinden kaynaklanıyor gibi. Bir toprak ağasının yani feodal bir ailenin har vurup harman savuran temsilcisi Fugui, feodal dönemin prototipi. Zevk sefa içinde yaşantısı bir kumar masasında tüm aile servetini yitirmesiyle yoksul bir yaşama dönüşüyor. Fugui ve ailesini zorlu yaşam içinde görmeye tam alışmışken bu sefer de gelen devrim ile yeni bir kulvarda buluyoruz. Romanın sahnesi burada da kalmıyor ve Çin’de 1966-76 yılları arasında süren Kültür Devrimi’nin getirdiği toplumsal değişimlerle karşılaşıyoruz. 
To Live afişi

Yu Hua'nın "Yaşamak" romanı çıktığı yıllarda Çin'de yasaklanmış. Romanda Çin yönetimine ve tabii Kültür Devrimi'ne toplumsal bir eleştiri mevcut ama bunun yanında harika bir roman ve yaşam öyküsü var. Özellikle devrimden önce Fugui'nin uçarı, savurgan ve bir hayli itici yaşantısı bir anda tersine dönüşüyle gelen altüst oluş bizi yepyeni bir sahneye taşıyor. Sonrasında devrim ve ardından gelen toplumsal değişimlerle durmak bilmez bir akışın içinde gidiyoruz. 

"Yaşamak" romanının dünyada da büyük bir ses getirdiğini yazının başında söylemiştim. Öyle ki  çıkışından bir yıl sonra  bu roman sinemaya da uyarlanacaktı. İngilizce versiyonlarında "Lifetimes" ve "To Live"  adıyla sunulan bu filmi Zhang Yimou yönetmiş. Size tavsiyen bu filmi izlemeden önce kitabını okumanız. Eğer önceliği filme verirseniz tadını alamazsınız, naçizane benim fikrim bu şekilde.  Zhang Yimou, romanı bire bir sinemaya uyarlamamış. Bazı bölümleri çıkardığı gibi bazı bölümlere de eklemeler yapmış. Mesela Fugui filmde gölge kukla ( bizim Karagöz gibi ) oynatan da biridir, oysa romanda böyle bir şey yoktur.   Kitapta okurları diyalog halindeki iki farklı anlatıcı karşılıyor. Farklı köy ve kasabaları dolaşarak insanlarla sohbet eden asıl anlatıcı, sinema uyarlamasında yok. Bu da çok akılcı olmuş diyebiliriz. Yani roman anlatımında güzel olan sinema dilinde sıkıcı olabilirdi. 

  Yu Hua'nın "Yaşamak" romanını okuduktan bir iki gün sonra internetten sinema uyarlamasını izledim, açıkçası keyfim ikiye katlandı. Size de tavsiyem önce romanı okuyun sonra filmi izleyin, inanın bana daha çok keyif alacaksınız. Hani vaktim yok, ben filmi izleyeyim, derseniz kaybınız büyük olacak.

Şimdiye kadar üç kitabını okuduğum Yu Hua için bir eleştiri getirmek de isterim. Hoş bu eleştiriden ziyade bir endişe demek daha doğru olur. "On Sözcükte Çin" zaten bir deneme yapıtıydı ancak ardından okuduğum "Kanını Satan Adam" romanı bir devam niteliği taşıdı benim için.  Sonrasında "Yaşamak" romanı derken, her üç yapıtta da sırasıyla Çin'in devrim öncesi, devrim, ardından Kültür Devrimi ve bugünkü Çin anlatılıyor. Buraya kadar her şey iyi ama bundan sonra okuyacağım romanlarında da aynı zaman dizisi olursa diye endişe duyuyorum. Bakalım yazarın diğer kitapları da dilimize çevrilirse, okuyup göreceğiz. 


Aptulika

* Romanın sinema uyarlaması



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...