28 Temmuz 2021 Çarşamba

ZZ Top'ın basçısı Dusty Hill hayata veda etti.

 


Blues rock'ın muhteşem üçlüsü ZZ Top'ın bas gitaristi ve vokalisti Dusty Hill salı (27 Temmuz 2021) günü gece saatlerinde, 72 yaşındayken öldü. 

ZZ Top grubunun hayatta kalan iki üyesi gitarist ve şarkıcı Billy Gibbons ile bateristi Frank Beart, “Bugün  Dusty Hill'in Houston'daki evinde uykusunda vefat ettiği haberinden dolayı üzgünüz” diyerek  haberi doğruladılar.


 19 Mayıs 1949'da Dallas'ta doğan Dusty Hill,  60'lı yılların sonunda   bazı yerel blues-rock gruplarında çalarak müziğe adım attı. Ardından davulcu Beard ile tanıştı. Bu ikili birlikte müzik yapmaya karar verdiler. 1969'da aralarına Gibbons da katılınca  ZZ Top kurulacaktı.   



17 Temmuz 2021 Cumartesi

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 179



Sabahattin Ali
 "Sırça Köşk"
İş Bankası Yayınları
 (2020)


Sabahattin Ali eserleri arasında "Sırça Köşk"ü okumamıştım ve onu da bir ay önce okudum. Bu kitabın en önemli özelliği yazarın son kitabı olması. 1947 yılında çıkan bu kitaptan sonra 1948 yılında da öldürülecekti. 
Yazarın bu son kitabı da 1947'de Remzi  Kitabevi'nden çıktığında ise hemen toplatılmış. 1966 yılında çıkan yeni baskısında da kitaba ismini veren öykü ne acıdır ki çıkarılmış. Ancak 2019 yılında tekmili birden yayımlanabilmiş. 13 öykü ve 4 masaldan oluşan bu kitap, Sabahattin Ali külliyatı içinde eksik bırakılamayacak kadar önemli diyebilirim. Kitapta yer alan öyküler yazarın otobiyografisinden kesitler taşıyor. Sinop Cezaevi'nde tanıdığı mahkumun başından geçenleri "Katil Osman" öyküsünde anlattığı gibi Rıfat Ilgaz'ın da emniyetteki sorgusu "Kurtla Kuzu" öyküsünde yansır. Kimi öykülerde o dönemin toplumsal kesitleri sınıfsal bir bakışla gerçekçi pencereden verilirken yer yer hüzün ve mizahi yaklaşımla da karşılaşıyoruz. 
Kitaba adını veren "Sırça Köşk" ise yazarı kaleme aldığı masallardan biri. Masal formunda yazılan bu eserle ilgili 1966'daki baskısında editör notunda şunları yazmışlar: 
"Bu ciltteki hikayeler Sabahattin Ali'nin 1947'de Remzi Kitabevi'nce yayınlanan Sırça Köşk adlı son kitabında çıkmıştır. Zamanın hükümetini kastettiği şeklinde yorumlanan 'Sırça Köşk' hikayesi yüzünden bu kitap, o zamanın kanunlarının verdiği hakla 'Heyet-i Vekile' kararıyla toplatılmıştı. Bugün başka bir imza ile yayınlansa en küçük bir sakınca dahi görülmeyecek kadar masum bir nitelikte de olsa, yazarın adının uyandırdığı alerjileri göz önünde tutarak, 'Sırça Köşk' hikayesini bu cilde koyamadık. Edebiyat  tarihimiz bakımından bir eksiklik sayılabilecek bu davranışımız için okurlarımızdan özür dileriz."

1940'ların baskılı döneminden yirmi yıl sonra bile yazarın isminden bazı çevreler "alerji" kapmasınlar diye sansür uygulanıp "Sırça Köşk" öyküsü çıkartılmış. Üstelik o zamanki iktidara muhalefet edenler daha sonra iktidara geldiğinde de bu sansür "alerji" de olsa sürüyormuş. Neyse ki şimdi yapılan baskılarda bu öykü var. 
"Sırça Köşk" Sabahattin Ali tarafından yazılmış bir masal. Genel alışkanlıkla masal denilince çocuklar için yazıldığı akla gelir. Ama kimi zaman da masal hem büyükler için hem de çocuklar içindir. Çaykovski'nin ünlü bale eseri "Fındıkkıran"ın bestecinin torunlarını oyalamak için bulduğu öyküden çıktığı düşünülürse. Oscar Wilde'ın "Mutlu Prens" ( Küçük Prens ile sakın ola karıştırmayın) adıyla çıkan masalları tam anlamıyla yetişkinler içindir ama çocuklara da hitap eder. Sabahattin Ali'nin "Sırça Köşk"ü de içeriğinde verdiği toplumsal eleştiri ile dikkat çektiği gibi, çocuklara okuduğunuzda da masal özelliğini kaybetmez. Bu şaşırtıcı özellik Sabahattin Ali ve Oscar Wilde gibi yazarların dahiliğini de ortaya koyuyor bence.  

O kahredici cinayetle öldürülmeseydi Sabahattin Ali bizlere çok daha fazla eserler verecekti ama elimizde kalan bu son yapıtı da gerçek anlamda kreşendo etkili bir finali oluşturmuş. 
Aptulika

15 Temmuz 2021 Perşembe

Cinderella'nın gitaristi Jeff Labar öldü


1980'li yılların unutulmaz hard'n heavy grubu Cinderella'nın gitaristi Jeff Labar 14 Temmuz 2021, çarşamba günü hayata veda etti. 

58 yaşında Nashville'deki evinde hayatını kaybeden gitaristin ölüm haberini oğlu sosyal medyadan duyurdu. 


Kimilerine göre "glam" kimilerine göre "hair rock" diye  isimlendirilerek burun kıvrılan 1980'lerin sonu ile 90'ların başındaki hard'n heavy grupları benim için hep ayrıcalıklı olmuştur. Onların makyajlı suratları, kuaför görmüş saçları ve şarkılarındaki eğlenceyi hedefleyen tavırları bir yana, rock'n roll ile buluşan yanı benim için her daim etkileyici gelmiştir. O kadar zaman geçti ve arada daha büyük harflerle işler yapıldıysa da bugün onlar hala aklımdadır. 

İşte onlardan biri de Cinderella idi. Müziklerindeki rock'n roll'un içinde bir de blues gizliden göz kırpardı ki, beni cezbetmemesi de imkansızdı. O günden bugüne onların hak ettikleri yerde olmadıklarını düşünürüm. 

Cinderelle ile ilgili elime her fırsat geçtiğinde yazıp çizmek isterim ama bu seferki ne yazık ki kötü bir haberle oldu. Cinderella’nın gitaristi Jeff Labar'ı geçtiğimiz çarşamba günü  58 yaşında kaybettik.   

Amerikalı hard rock ve heavy metal grubu Cinderella'ya 1985 yılında giren Labar,  grubun dört stüdyo albümünde yer aldı.  1986’da çıkan Night Songs ve 1988’de çıkan Long Cold Winter albümleri bir döneme damgasını vurduğu gibi,  üçer milyonluk albüm satışıyla da hatırı sayılır bir rekora imza atmıştı. 

1990'lı yıllara adım attığımızda ise Cinderella dağılacaktı.  1994’te çıkardıkları Still Climbing’den sonra bir daha albüm çıkarmadılar. Cinderella, son olarak 2014’teki ‘Monsters of Rock Cruise’ adlı konser etkinliğinde yer aldı. 

Oldukça yetenekli bir gitarist olan Jeff Labar ise  "One For The Road" adlı solo bir albüm çıkartarak bir nebze de olsa hasret gidermemizi sağlayacaktı. 

Nice isim geldi geçti ama bir dönemin Cinderella'sı ve o muhteşem gitaristi Jeff Labar unutulmazlardandı. En azından benim için öyle olarak kalacak. 

Aptulika




20 Yıllık Jethro Tull Hasreti Bitiyor!



Jethro Tull, yeni plak şirketi InsideOutMusic/Sony Music aracılığıyla 2022'nin başlarında yeni bir albüm çıkartmaya hazırlanıyor.  "The Zealot Gene" adını taşıyacak olan albümü grubun kurucusu ve beyni olan Ian Anderson basına duyurdu.  

2003'te çıkan "Christmas" albümünden bu yana sadece Ian Anderson'un solo çalışmalarını duyduk ama Jethro Tull olarak göremedik. Şimdi 18 yıl sonra Jethro Tull'ın kadrosu aynı mı olacak sorusu ister istemez akla geliyor. Mesela grubun ikinci albümünden itibaren emektarı olan gitarist Matin Barre yer alacak mı? Açıkcası bu sorunun cevabı, "ne yazık ki hayır" olacak. Bunca yıl sonra kadroda kimler yer alacak derseniz, şöyle bir bakalım hele... Ian Anderson ( vokal, flüt, akustik gitar, armonika), Joe Parrish - James ( gitar), John O'Hara ( klavye ) , David Goodier ( bas) Jethro Tull'ın en son kadrosunu oluşturuyor. Anderson'un solo projelerinden tanıdığımız gitarist Florian Opahle ise albüme konuk elman katılacakmış. 

 



 

9 Temmuz 2021 Cuma

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 178



Ömer Sami Coşar
 "Troçki İstanbul'da"
İş Bankası Yayınları
 (5. Baskı: Şubat 2020)


1970'lerin sonunda liseye gidiyorum ve o günkü ortam oldukça politik. Ben de ufaktan sola meyletmekteyim. Sol fraksiyonlara bölünüyor ve bizim  okul da bu bölünmelerden nasibini alıyor. O dönem okulda hakim olan siyasetten üç kişi ayrılacaktı. Bahçede gezinirken o üç kişi bana, "Troçkist bir örgütlenme içine giriyoruz, sende katılır mısın?" diyecekti. Bunu rock mealinde çevirirsek, hani gitara yeni başlamışsınız ama daha bir halt değilsiniz ve birileri size "Progresif bir grup kuruyoruz, gitara sen geçer misin?" demesi gibi bir şey. Açıkcası bu teklif bana çok gurur vermişti ama ufak bir engel vardı karşımda... Nasıl bir engel mi? derseniz... Troçki hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Bana o teklifi yapan üç arkadaşımın da benden biraz daha hallice olsa da bir bilgileri olmadığını biliyorum. 
 
Troçki'nin Büyükada'daki sürgün dönemi hep merak edilir hem de üzerine efsaneler üretilir. Ömer Sami Coşar'ın kaleme aldığı "Troçki İstanbul'da" kitabı bu konudaki merakı sonlandıracak bir çalışma. Açıkcası kitabı okumadan önce az biraz da magazinsel bir durumla karşılaşacağım diye de endişe duymadım dersem yalan olur hani. Ancak kitabı okuduktan sonra endişelerim son buldu. Eser, Troçki'nin İstanbul'daki sürgün yıllarını anı anına anlattığı gibi, Troçki'nin siyasal kişiliği ve görüşlerine de ışık tutuyor.  Yazının başında lise yıllarımdan kalan bir anımı anlatıp, Troçki ile ilgili bir bilgim olmadığını söylemiştim ya, açıkcası daha sonraki zaman diliminde de bu eksikliğim devam edegeldi. Bir kere Troçki ile ilgili hep eleştirel bakıştaki kaynaklardan bilgi sahibiydim. Bu kitabı okurken hem karşıt bakış hem de Troçkist bakış açısından olayları gözlemleyebildim. Bunu dedim diye kitabın yazarı Ömer Sami Coşar'ın sosyalist bir kuramcı ya da siyasi bir kişilik olduğu zannına kapılmayın. Coşar, bir gazeteci ve zamanında bu olayları takip etmiş biri. Olaylara objektif bir gözle bakarken, görüşleri de ortaya koyabiliyor ve tarihi bir kesiti bizlere taşıyor. 

Karl Marx'ın Manifesto'sunda "Avrupa'da bir hayalet geziniyor" dediği komünizm, biraz doğuda gerçekleşecekti. 1917'de gerçekleşen Ekim Devrimi ile ilk kez sosyalist bir devlet kurulacaktı. Devrimin önderi Lenin 1924 yılında hayata veda edince büyük kavga iyiden iyiye gün yüzüne çıkacaktı. Hani dillere peleseng olmuş, "devrim kendi evlatlarını yer" sözü vardır ya, az biraz da bunun için denmiştir. Lenin devrimden yedi yıl sonra ölmüştür. Ondan sonra iki isim vardır: Stalin ve Troçki. Stalin, "tek ülkede sosyalizm" der... Troçki ise, "Sürekli devrim" diyerek tüm dünyada devrimin yayılmasını ister. Bu kavgayı Stalin kazanır ve 1927 yılında Troçki  Alma Ata'ya sürgüne gönderilir. 1929 yılında ise ülke dışına çıkarılmasına karar verilir.  Böylece Troçki siyasi mülteci olarak Türkiye'ye gelir. 1929'dan 1933'e kadar Büyükada'da ikamet eder. İşte kitap bu süreci anlatıyor. Ancak bu öylesine bir dönem değil hani zira Troçki'nin bir suikaste kurban gitmesi endişesiyle korunması gerekiyor. Bu da olayı polisiye bir öyküye ya da bir macera romanına döndürüyor. Genç Cumhuriyet'in o dönemde diplomasiye hakimiyeti ve itibarı da ayrıca önem kazanıyor hani. Zira bu işi başarmak o kadar kolay değil hani. 1933'te ülkemizden ayrılan Troçki 1940'ta Meksika'da bir suikast sonucu öldürülür. 

"Troçki İstanbul'da" hem siyasi bir belge hem bir tarihi kesit hem de bir macera romanı gibi okunuyor okunmasına da benim için her şey bununla sınırlı kalmadı hani. Şöyle anlatayım... Öncelikle ben bu kitabı iki ay önce okudum. Bununla kalmadı ve birbiri ardına bunu başka kitaplar da takip ettim. Onların aşağıda resmini görmektesiniz. 



Resimden de anlaşıldığı gibi bir sosyalist külliyat okuma işine giriverdim. Bitti mi? Buyrun bakalım daha sırada bunlar da var.



Şu ana kadar Stalin mi, Troçki mi haklı mevzusunda değilim ama bu konu bilinçaltımızda bir maça dönüyor ister istemez. 

Aradan neredeyse yüzyıl geçmiş ama bu çatışma her yerde bir anda alevlenebilir. Ancak şu anda sosyalist Rusya yok. Sosyalizm bitti mi? derseniz. Bence bitmedi ama artık bu çağa yakışan yeni şeyler söylemeliyiz. Biraz da bunları araştıracağım. Bu nereye kadar sürer derseniz, insanlık yaşadığı sürece derim. Tıpkı sosyalizm gibi. Ben göremem belki ama çocuklarımız hatta onların çocukları mutlaka. Sadece özgür düşünüp, tabuların esiri olmadan. Zaten diyalektik de, "Babamızdan ilerde, oğlumuzdan gerideyiz" demiyor mu?

Peki bu arada Troçki hakkında bilgi sahibi olabildim mi?  Ne gezer!

Aptulika


Evrencan Gündüz'den Anadolu Funk!


Evrencan Gündüz son teklisi "Sen de İnanma"dan sonra yeni bir albüme hazırlandığını duyurmuştu. 

"Anadolu Funk: Vol 1" adını taşıyan yeni albümü de bugün (9 Temmuz 2021) piyasaya çıktı.   



Evrencan Gündüz'ün yeni albümü 1970'lerin Anadolu Rock tarzını modern bir soundla Anadolu Funk olarak günümüze taşımış. Anadolu Funk: Vol 1'i dinlediğimizde bir anda geçmişe doğru gidiyoruz. Albüm için, Moğollar, Cem Karaca Barış  Manço, Yavuz Çetin ve bu ülkeye emek vermiş daha birçok müzisyeni de yad ettiğini söyleyen Evrencan Gündüz; “Türk insanının kendini bir aile gibi hissettiği o zamanları hatırlatmak istiyorum.  Aslında sahip olduğumuz en büyük güçlerden biri olan birlik ve beraberlik çok şeyi olumlu şekilde değiştirebilir” diyor.

 5 yıl boyunca bu albüm üzerinde çalıştığını söyleyen Evrencan Gündüz “Önceki işlerimde yaptığım hataların hepsini not aldım. Böylece o hataları bu albümde yapmadım. 17 yaşımdan beri bu albüme koymak için beklettiğim şarkılarım vardı” diyor. Eskilerin mahalle duygusunu özlediğini belirten müzisyen komşunun komşuyu tanımadığı bir dönemde eski değerleri müzik yoluyla hatırlatmak istediğini, bu şekilde herkesi kaynaştırmayı hedeflediğini ifade ediyor.



6 Temmuz 2021 Salı

İlk Uriah Heep plağım ve John Lawton



1976 yılından 1979'a kadar Uriah Heep vokalini üstlenen John Lawton'u  29 haziran 2021 tarihinde 74 yaşındayken kaybettik. İlk aldığım Uriah Heep plağı "Innocent Victim"dı ve bu muhteşem grubu Lawton'un vokaliyle tanımıştım. 



Aldığım ilk Uriah Heep plağı "Innocent Victim" albümüydü. 1977 tarihli bu albümü 80'lerin başında almıştım. Her ne kadar Uriah Heep albümleri arasında geri sıralarda yer alsa da benim için ilk göz ağrısı olması sebebiyle ayrıcalıklıdır. Kim bilir kaç kara dinlemişimdir. Sadece dinlemek mi? O kapağı uzun uzun kaç kere izlemişimdir. 

Bu hafta "Innocent Victim" albümü uzun bir aradan sonra tekrar gündemime gelecek ve yeniden bol bol dinleyecektim. İtiraf etmeliyim ki, çok özlemişim. Bu albümü sadece plaktan dinlediğimi anladım. Ne kaset, ne CD ne de mp3 olarak dinlemediğimi anladım.  

Benim için böyle özel bir albüm gündemime tekrar geldi ama kötü bir haberle. Bu albümde vokali üstlenen John Lawton'u 29 haziran 2021 tarihinde kaybetmişiz. 74 yaşında hayata veda eden sanatçı, 1976 yılından 1979'a kadar Uriah Heep vokalini üstlenerek 3 stüdyo, bir de konser albümünde yer almıştı. 2013’teki turne sırasında grubun vokalisti Bernie Shaw’un hastalanması üzerine, kısa süreliğine de olsa tekrar Uriah Heep vokaline geçmişti.  

Aptulika




2 Temmuz 2021 Cuma

Çizgi Romanı Beyazperdede Canlandıran Adamın Çizgisi

 


Çocukluğumda ilk kez "başrol artizi" kavramıyla tanışmam Kartal Tibet'le olmuştu. Daha ilkokula bile gitmediğim yıllarda ablaların ve teyzelerin ona duyduğu hayranlığı gözlemlemişimdir. Biraz daha büyüdüğümde ise bu hayranlık Cüneyt Arkın ile Tarık Akan'a dönecekti ama iki ayrı fraksiyon olarak. Her şeye rağmen Kartal Tibet konusunda direnenler de vardı. 

Ablaların, teyzelerin hayranlıklarını izlediğim bir laboratuvara dönmüştü adeta, semtimizin iki tane olan yazlık açık hava sineması. Bu üçlünün romantik filmlerinden sonra bir değişim olacaktı ve açık hava sinemasında biz çocuklar da onlara hayranlık duyacaktık. Cüneyt Arkın "romantik jön"lükten bir anda Malkoçoğlu ve Kara Murat filmleriyle karşımıza çıkacaktı. Yaşımız biraz daha büyüdüğünde ise hafiften "sol"a meyledecektik ve o salon filmlerinin yakışıklı jönü olan Tarık Akan traşsız suratlı bir işçi sınıfı kahramanına dönüşecekti. Kartal Tibet ise bir değişim yaşamamıştı, zira o hem romantik aşk filmlerinde de "başrol artizi"ydi hem de Tarkan ve Karaoğlan filmlerinde çizgi roman karelerini beyaz perdeye taşıyan kişiydi. 

"Romantik Jön"lükten değişime uğrayan Cüneyt Arkın ve Tarık Akan'ın aksine Kartal Tibet sinema kariyerine 1960 yılında "Karaoğlan: Altay'dan Gelen Yiğit" filmiyle başlamıştı. On yıl sonra bu tarzda çekilen bir başka çizgi roman uyarlaması "Tarkan" filmleri gelse de onu aynı zamanda romantik aşk filmlerinin jönü olarak  da görecektik. Yani Kartal Tibet sinemada ayrım yapmadan her role çıkmış ve başarmıştı. 1972 yılında çevrilen "Vukuat Var" filmi, Orhan Kemal'in aynı isimli romanı ve "Hanımın Çiftliği" eserlerinden sinemaya uyarlanmıştı. O dönemin alışkanlıklarıyla bir Yeşilçam melodramına dönen bu eserler tanınmaz hale gelirken Kartal Tibet oynadığı Muzaffer karekteriyle  Orhan Kemal eserinin hakkını veren tek kişi oluyordu. 

O çocukluğumuzdaki Tarkan, Karaoğlan filmlerine üniversite yıllarımızda gülmeye başlamıştık ama şimdi tekrar düşündüğümde o kısıtlı olanaklara, teknolojinin yetersizliğine baktığımızda çizgi romanın sinemaya taşınması az buz bir şey değilmiş hani. Hele o ilk yapılan Karaoğlan filmine baktığımızda ise çizgi romanı yapan Suat Yalaz ile birikte kotarılması ve yanısıra müziğine bile itina ile yaklaşılması bugün bile övgüye değer. 

1980'lerden sonra Yeşilçam sineması bitti ve bir dönem hatıralarda kaldı. İşte o zamanlarda Kartal Tibet'i görmez olduk. Kim bilir belki de eski sararmış fotoğraflarda unuttuk bile. Oysa Tibet gene vardı. O sinemaya yakışıklılığı ile girmiş bir "jön" değildi, konservatuarlı bir tiyatrocuydu. Kariyerine de Ankara Devlet Tiyatrosu'nda başlamıştı. İşte onu 1980'lerden sonra beyazperdede görmedik ama o beyazperdede izlediğimiz bir çok filmin yönetmen koltuğunda gördük. Hafızalarımıza yer etmiş (hatta bugünkü kuşakların bile izlemeye doyamadığı) Tosun Paşa filmi onun yönetmenliğiyle çıkmıştı. Sadece o mu "Zübük" başta olmak üzere bir çok Kemal Sunal filminin yönetmen koltuğunda o vardı. Sadece yönetmenlik değil, bir çok filmin senaryosunu da kaleme alacaktı. 

Kartal Tibet'i 2 Temmuz 2021'de yitirdik. Onun ardından bir yazı yazmak istedim. Belki de bu bir vefa borcuydu. Çizerliğin "Çiziktirme" diye tanımlandığı bu günlerde, çizgi romanı sinemada oyunculuğuyla canlandıran bu insana kendimce bir saygı yazısı sunmayı hissettim. 

Aptulika


1 Temmuz 2021 Perşembe

Cenk Akyol'dan Radyo Müjdesi!


Müzik yazarı Cenk Akyol on senelik bir aradadan sonra yeniden radyo programına başlıyor. Ancak o sadece kendi programını duyurmakla kalmıyor,  "Daha doğrusu hep beraber başlıyoruz." diyerek, radyo programı için olanak arayanlara da sesleniyor. Nasıl mı? O zaman aşağıdaki yazısına kulak vereceğiz. 


 Kooperatif


Selamlar. Açık Radyo'daki Terra Incognita'dan tam on sene sonra Temmuz ayı itibarıyla  internetten yayın yapan Radio Corax'da (www.radiocorax.com) yeni bir radyo programına başlıyorum. Daha doğrusu hep beraber başlıyoruz.

Kooperatif .... Her salı saat 20:00'de Radio Corax'da 

KOOPERATİF 

Fikrin kıvılcımını “With a Little Help From My Friends” şarkısı yaktı. Sevdiği şarkıları belirli türlere göre derlemek müziğe düşkün hemen  herkesin vakit ayırdığı zevkli bir uğraş. Eskiden mahallenin plakçısına (evet her mahallede birkaç plakçı vardı) liste verilir dönemin gözde parçaları bir kasette toplanır, radyo programlarından sevilen parçalar kaydedilirdi. 

Radyo’da sevdiği müzikleri radyo başındakilere çalan programcının motivasyonu bir hayran olarak sevdiği müziklerin, sanatçıların methiyesini yapmak olduğu kadar, bir ucundan kendini özdeşleştirdiği müzisyenlerin payesinden nasiplenme isteği olsa gerek.  

90’ların sonlarında internet imkanları yokken varlığını dahi bilmediğimiz plakları P2P paylaşım araçları, torrentler, bloglar ile keşfedip heyecanlanmıştım. Bu heyecanın gazı ile 2006 – 2011 yılları arasında Açık Radyo’da Terra Incognita isimli bir program yaptım. Programın ana fikri 1950’lerde bir “kuyruklu yıldızdan” A.B.D.’ye düşen rock müziğin Anglo-Amerikan toprakları dışında kalan “taşrasındaki”  yansımalarını, insanlarını, gruplarını kamuoyuna tanıtmak, merak yaratmaktı. Demir Perde ülkelerine, İskandinavya’ya, Ortadoğu’ya, her yere uğramaya çalıştım. Makarnacı İtalyan’ları, Lahanacı Almanları, Macar makinistleri. Quebec’li caz-rockçıları Terra Incognita’da ağırladım. Bu sayede nice harika albüm keşfettim, benim gibi müzikseverlerle tanıştım. Özellikle radyo çevresinden benim gibi müzik tutkunu dostlar edindim. Bir çok müzisyene, çalgıcıya (evet çalgıcılık diye bir şey var ve küçümsenecek bir şey değil aksine benim çok değer verdiğim bir zanaat) ulaşıp, bir çoğu ile ahbap oldum. Şimdilerde ölmüş ama gömülmemiş gazeteler o zamanlar ölüm döşeğindeyken (çok değil 8, 10 sene öncesi) ulusal gazetelerde müzik yazıları yazma şansı elde ettim yine bu dostlar sayesinde. Ülkenin biricik caz portalı Cazkolik’te daha çok caz-rock eksenli yazılar, röportajlar, albüm, konser kritikleri yazma şansı buldum. 

Sosyal medya ile bu çevre büyüdü de büyüdü. Bu sayede İngiltere’de konserlere sanatçı kapısından girebildim. Sevdiğim gitaristlere bira ısmarladım. Konser düzenlemeye yeltendim. Bulut sayesinde dosya paylaşımları bu kadar yaygın değilken Kanada’lı, Brezilyalı’ İtalyan’larla gıyaben dostluk kurup, CD takası yaptım. En sevdiğim albümlerin yapımcıları, icracıları ile röportaj yapıp, merak ettiklerimi sorabildim.  Bir newsgroup sayesinde Yunanistan’dan gıyabi değil harbi bir çok  arkadaşım oldu. Oraya gittik onlarda kaldık, onlar geldi bizde kaldı.  Carlos Santana Miles Davis ile bir muhabbetinde naifçe dünyayı müzik kurtaracak diyordu. Öyle olmasa da güzelleştiriyor müzik kapkara dünyamızı. Çölde bir vaha, en azından bir serap.  

Şimdiki fikir de çevremdeki siz bu harika insanları işin içine katıp onlarında küçük destekleri ile kocaman, rengarenk bir müzik havuzu oluşturmak. 

Bu playlistleri hazırlayan sizlerden küçük açıklamalar rica edeceğim.  İnformatif değil kişisel güzellikler, ilginçlikler olmalı. Ben de bu playlistlere kendimden bir şeyler katabilir, ilgili linkler ve eklemeler yapabilirim.  Bunları bir blogda toplayacağım. O yüzden playlisti açıklayan bir paragraflık da olsa bir şeyler yazmanız güzel olur.  Programın podcasti olacak mı bilemiyorum. O konuda Acar bir şeyler düşünüyor. 

Müzik türü serbest. Playlist herhangi bir konuda olabilir. Mazinizden bir kişi, yer, olay, özel bir hatıra, toplumsal hafıza, olumlu, olumsuz her hangi bir duygu. Yeniyetme zamanlardan, yeni keşfedilenlerden, popüler, demode. Playlisti hazırlayanın keyfi nasıl isterse. 1 saatlik playlistte 15 parça da olabilir fade-out ile kısılarak 1 saate sığdırılmaya çalışılan upuzuuun  bir parça da.  Tek kıstas sizi temsil edecek bir playlist olması. 

Sizlere uygun olduğunu düşündüğüm bir playlist de ısmarlayabilirim, Seçimi size de bırakabilirim. Uzlaşırız nihayetinde. 

Spotify üç kuruş telif ödemesiyle haklı olarak eleştirilen, benim de 

 müzik dinlemeyi tercih etmediğim bir yer olsa da telif sorunu yaşamaktan kurtaracak bir platform. Bu playlistleri oluşturup, paylaşmak için kolay bir çözüm. Yeni karışık kasetler bulutlarda artık. Herkes kolaylıkla paylaşabiliyor ve ulaşabiliyor. Aynı şekilde artık herkes radyo programcısı (podcast), yazar (blog) gazeteci (twitter), TV programcısı (Youtube), fotoğrafçı (Instagram), kısa film yönetmeni (Tik Tok),  

Playlistleri mümkün oldukça orada paylaşacağımı düşünüyordum. Ama içeriği göründüğü kadar zengin değilmiş  bir çok bilinen müzisyenin dahi bazı albümleri bulunmuyor. Bir çok playlistte Youtube devreye girecek gibi gözüküyor. Orada telif sorunu olduğundan bir süre sonra paylaşımlar  yokolabiliyor. Artık olduğu kadar.

Plan kabaca bu. 

Haydi başlayalım !

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...