Sevelim ya da sevmeyelim ama Iron Maiden denildi mi, herkes en istikrarlı ve çizgisi belli bir grup olduğu konusunda hemfikirdir. Kuruluşundan bu yana heavy metal'in simgesi olmuş ve bu tavrı da her daim korumuştur. Onlar heavy metal tarzının abidesi olsalar da rock'ın birikimlerini de koruyagelmişlerdir.
1975 yılında kurulan grup, 50 yıl içinde bir çok eleman değiştirmiştir ve uzun bir zamandır da vazgeçilmez kadrosuyla istikrarlı gidişini sürdürmüştür. Ancak kuruluşundan bu yana sadece bir eleman bu güne kalmıştır.
1975 yılının başında kurulan Iron Maiden'ın ilk kadrosunda basta Steve Harris, gitarlarda Dave Sullivan ve Terry Rance, davulda Ron Matthews ve vokalde de Paul Day yer alıyordu. Aradan geçen 50 yıl içinde bugüne kadar kalan tek eleman, grubun beyni olan bas gitarist Steve Harris olacaktı.
İlk albümü "Iron Maiden"ı 1980'de çıkaran grubun kadrosunda ise vokalde Paul Di'Anno, gitarlarda Dave Murray ve Dennis Stratton , bas gitarda Steve Harris ve davulda da Clive Burr yer alıyordu. Yani Iron Maiden'ın ilk albümünün çıkışından bu yana da iki eleman grupta yer almıştı: Steve Harris ve Dave Murray.
1981'de gitarist Adrian Smith, 1982'de vokalist Bruce Dickinson, 1983'te davulcu Nicko McBrain ve 1990'da da gitarist Janick Gers gruba katılacaktı. 2000 yılından bu yana da grup kadrosunu hiç değiştirmeden bu güne dek korudu.
***
Yazıyı bitirdikten sonra kapak resmine bir kez daha baktım. Orada 1975 yılı ilk kadroda yer alan elemanlar arasında bir tek objektife bakan Steve Harris... adeta o günlerden bugünlere kalan tek kişi olacağını 50 yıl önceden söylüyor gibi.
İzel Rozental benim meslektaşım yani bir çizer, karikatürist ama o aynı zamanda bir yazar. Geçen yıl kendisiyle Yoğurtçu Parkı'nda yapılan bir etkinlikte tanıştım ve yazdığı kitapların 6 tanesini aldım, hemencecik imzalattım. Kitapları hemen okumaya başladım ve onun iyi bir hikayeci olduğuna da kanaat getirdim. Ancak onun en sevdiğim yanı İstanbul'a ve çizerliğe olan tutkusu. Tabi İstanbul, çizgi dünyası derken bir diğer ortak yanımız da rock müziğine olan tutkusuydu.
Kitaplarını büyük bir zevkle okudum ama bu kitabı en sona bıraktım. Bunun nedeni en son yenilen tatlı gibi bir şey olmasının yanısıra okurken oluşabilecek bir hayal kırıklığını da göze almaktandı. Bu ne demek derseniz, bir semti anlatan anı kitapları çoğu zaman sıkıcı da olabilir. Bir semt güzellemesi içinde kendiniz bir kapı bulamayıp, sıkılabilirsiniz de... Ama bir de keyif aldınız mı tadına doyulmaz. İşte İzel Rozental'ın kitabı böyle bir şey.
Bir semti anlatırken yerleşik kültürü ve tabi insanlarıyla anlatırsanız değerli olur. Zaten bir semti yaşatan onlardır. Rozental kitabında böyle yapmış. Sadece Moda'nın seçkin insanlarını değil, seyyar satıcısından dilencisine, evsizine kadar geniş bir perspektif sunuyor bize. Bir taksi şoförü olan "Bıyık Veli", Eczacı Melih Ziya Sezer, Lakme Hanım, Berken Döner, Daryo ve daha nice insan bir semt anlatılırken bize yaşatılıyor. Özellikle Daryo ile Bıyık Veli ayrıca filmi yapılacak kahramanlar.
Gökalp Baykal'ı nasıl anlatayım? Öncelikle ben İDGSA (1) Resim Bölümü'ne girdim, o aynı üniversitenin mimarlık fakültesini bitiriyordu. Sonra bitim kanlandı Gırgır'a girdim ve bir zaman rock adına yazıp çizmeye başladım, bu sefer de o Rock üzerine kitaplar yazmaya başlamıştı. O kitaplardan biri de Bob Dylan üzerineydi ki ülkemizde Dylan üzerine en kapsamlı kaynaktı... keşke bugün yeniden yayınlansa demeden de edemiyorum.
Sonraları köprü (2) yandı, yerini rock barlar aldı ve etrafta bir fanzin modasıdır başladı. Bugün ülkemizin önemli müzik yazarları ve gazetecileri olan nice isim o dönem rock tutkunu gençler olarak rock basınının boşluğunu fanzinlerle dolduruyorlardı. Sonra baktık ki yıllar önce bizim Gökalp ilk fanzin örneklerini tek başına yapmış.
Yazıya neden böyle bir giriş yaptım derseniz. Şimdi kalkıp, Gökalp Baykal uzun bir aradan sonra yeni albümünü çıkartıyor dediğimde yeni kuşak, "Kim ?" diye soracaktı. Bu yüzden yazıya başlamadan önce bunları dedim ki Gökalp Baykal denilince nasıl bir birikim ve geçmişle karşı karşıya olduğunuzu anlayın diye.
1990'lı yıllarda underground tavır, rock gruplarının vazgeçilmeziydi. Nasıl ki rock dinleyicisi fotokopi baskısıyla yaptığı fanzinlerle kendi müzik medyasını oluşturuyorsa, rock grupları da müzik şirketlerine inat kendi demo kasetlerini yayınlıyordu. Gökalp bu işi daha 90'lı yıllara gelmeden 1986 yılında ilk albümünü demo olarak yayınlayacaktı. Bunu 1992 yılında ikinci demo kaseti takip edecekti. Bunlara gelmeden önce de 1980'lerde besteler üretecek ve konserler verecekti.
Gökalp Baykal, müzikten hiç kopmadı, kimi zaman tek başına akustik, kimi zaman da grubuyla devam etti. Onu 1996 yılından itibaren bağımsız firma olan Kod Müzik ile yaptığı albümlerle görecektik. Onun müzik tutkusu hiç ara vermeden sürse de mimarlık alanındaki çalışmalarıyla hayatını başarıyla devam ettirecekti.
Peki öykümüz burada bitiyor mu? Tabiki hayır. Gökalp Baykal, şimdi de altıncı stüdyo albümü "Bu Hayat, Belki..." ile karşımızda. Bugün yani 28 Haziran 2024'te çıkan bu albüm her zaman olduğu gibi bağımsız ve piyasa hay huyunun ötesinde işlere imza atan bir yapımla olmuş: S.C.P. yani Sabih Cangil Production ile.
“Bu Hayat, Belki…” albümü, Baykal’ın yakın dönemde yaptığı şarkıların yanı sıra, kariyerinin ilk yıllarında yazdığı yayınlanmamış bazı çalışmaları da içeriyor.
“Bu Hayat Belki…” her zamanki Gökalp Baykal sedasında olduğu gibi old-school rock ve blues temalarıyla dikkat çekiyor ve sanatçının özgün tarzını ve derin duygularını yansıtıyor. Baykal, “Bu Hayat Belki…” albümünde yılların birikimiyle oluşturduğu müzikal vizyonunu, içtenlikli duygularla işlenmiş, yer yer ironik sözleri ve rock/blues temalarını, modern bir yaklaşımla birleştirerek dinleyicilere aktarıyor. Zaten Gökalp Baykal müziğini tanımlamak istersek, onun yaptığına ozan geleneğinden kaynaklanıyor diyebiliriz. İster tek başına ister grubuyla hep özgün anlatımı esas alan ve kendi dünyasını yansıtan şarkı sözü yazarlığının maharetini de görebiliriz. Onu kimi zaman tek başına folk şarkıcısı gibi görürken bir başka anda blues'un tonlarında ya da hard rock'a varan rock tınılarında bulabiliriz ama her zaman Gökalp Baykal dünyası hakim olarak.
Albümde Gökalp Baykal’ı vokal, gitar ve armonikasıyla bulurken; Özgür Ayabakan ve Sabih Cangil de elektro gitarlarıyla katılıyorlar. Bu inanılmaz buluşmada Ali Öcalır’ın titiz baslarıyla “Bu Hayat Belki…” dinleyicilere doyulmaz bir müzik ziyafeti sunuyor.
Albümün bir diğer özelliği, şarkıların kanallarının ağırlıklı olarak müzisyenlerin ev stüdyolarında kaydedilmiş olması. Kayıtlar daha sonra Tanju Eren tarafından özenle yapılan miks ve masteringkalitesiyle dinleyenleri etkiliyor.
Biraz da şarkılardan özetler:
“Ya Seninle Hiç Karşılaşmasaydık” gitarı, armonikası ve piyanosuyla yaşama karşı umudunu yitirmiş bir adamı anlatıyor.
Dünyanın halini sarakaya alırken, bir yandan kendisiyle de dalga geçen “Çatlaklar Var”.
“Bütün Bir Yaz” ile 90’lı yılların başında yazılmış ve unutulmuş bir şarkısını, bambaşka sözlerle, içerikle veenerjiyle temize çekiyor.
Bir zamanlar grubunu takdim ederken çaldığı, “Hoşça Kal Çakal” gibi bir alegorik blues öne çıkıyor.
Yakın zamanda kaybettiği, çok sevgili sportmen arkadaşı için yazdığı “Nasıl Bir Adamdın Sen” etkileyici.
Yıllar önce Yabancılar (1999) albümünde de yer alan “Karantina”nın elektro-akustik versiyonu sert ve uzun bir hikâye anlatıyor.
Müzisyenler:
Gökalp Baykal: Vokal, geri vocal, akustik gitar, armonika, klavyeler, mandolin, marakas
Sabih Cangil: Elektrik gitar, davul programlama
Özgür Ayabakan: Elektrik gitar
Ali Öcalır: Bas gitar
Düzenleme: Gökalp Baykal
Miks & Mastering: Tanju Eren
Digital Distribution: www.sabihcangilproductions.com
Gökalp'i şöyle bir çoook eski yıllardan bir hatırlayalım hele:
Ve 2004 yılı Barışarock Festivali'nden bir görüntü ve benim en sevdiğim parçalarından biri "Taş Kalmadan".
Bu parçayı Rock FM'de yaptığım radyo programı Blues Perişan'da çok yer vermiştim. Bu arada "Yağmuru Beklerken" isimli albümde yer alan bu parçayı spotify'de falan stüdyo kaydıyla dinleyebilirsiniz.
Şimdi yazıyı bitirdikten sonra Gökalp Baykal'ın yeni albümü “Bu Hayat, Belki…” yi dinlemeye başlayacağım.
Aptulika
Not: İtalik ve siyah bölümler basın bülteninden alıntıdır.
(1) İDGSA yani İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi. Fındıklı'daki bu akademi YÖK'ün kuruluşuyla Mimar Sinan Üniversitesi olacaktı.
Blues Perişan'ın GEZMECİ ve TOZMACI Gazetecisi Meral Akman gene gezilerinden güzel bir yazıyla karşınızda. Ancak bir şeyi itiraf edeyim, bu yazı hiç yoksa 2 ay gecikmeli yayınlanıyor. Çünkü Gezmeyen ve Tozmayan bir yazar olarak aynı tarihte ben de Fransa'da ressam Cezanne'ın peşine düşmüştüm. Buraya dönünce heyecanla bölüm bölüm "Cezanne'ın Peşi Sıra" yazılarıma yer verdim. Sonrasında da Meral'in yazısına ancak sıra geldi. Bu arada Meral'den bu gecikme için özür dilerim.
Aptulika
Adelaide Müzikal Sokakları
Bir süredir İstanbul’dan uzakta, Güney Avustralya’nın Adelaide şehrindeyim. Burada geçireceğim üç ayın hakkını vermek, bu şehirde neler yapılır keşfetmek için internette gezinirken, Adelaide’in Avustralya'da UNESCO tarafından belirlenen ilk ve tek “Müzik Şehri” olduğunu öğrendim.
“15 Aralık 2015'te verilen bu unvan, şehrin müzik kültürünün genişliğinin, derinliğinin ve canlılığının, dünyada bilinirliğinin ve müzikal geçmişinin bir sonucu” diyor şehrin internet sitesinde.
Adelaide Belediyesi de şehrin müzikal özelliğini resimlerle taçlandırmış ve Adelaide doğmuş, büyümüş hem Avustralya’da hem de dünyada tanınıp sevilmiş müzisyenler için sokaklarda murallar çizip, bu sokaklara müzisyenlerin isimlerini vermeye başlamış. Bu proje kapsamında beş adet sokakta çalışma yapılmış. Ben de “gezmeci/tozmacı gazeteci” kişiliğimle Adelaide sokaklarında şehrin ünlü müzisyenlerinin ismi verilen sokakları gezip fotoğrafladım. Hadi birlikte bakalım, bu şehirden kimler gelmiş, kimler geçmiş.
Sia Furler:
“Sia Kate Isobelle Furler” 1975 yılında Adelaide’de doğdu. Sanatçı bir aileden geliyor, babası müzisyen, annesi ise bir sanat yazarı, amcası “Kevin Colson” da Avustralya’da sevilen bir oyuncu. Müzik hayatına bir acid caz grubunda başlar ve grubun dağılmasından sonra Londra’ya yerleşir ve içlerinde “Jamiroquai” ve” Zero 7” gibi isimlerin de olduğu gruplara hem sahnede hem de albümlerinde eşlik eder, 1997 yılında da ilk albümünü çıkartır. Oldukça çalışkan bir müzisyen, şimdiye kadar on adet albüm çıkartmış, pek çok şarkı yazmış, birçok film ve dizi için şarkılar bestelemiş, kimini kendi seslendirmiş, kimini de yine ünlü sanatçılara seslendirmeleri için vermiş. Oldukça yardımsever, hayvan hakları savunucusu bir sanatçı.
İtiraf edeyim Sia benim müzik zevkim içinde yer almıyor. Ancak, şöyle eğlenceli bir videosuna denk geldim.
Sia Furler’ın ismi, sanatçının Adelaide’de müzik hayatına başladığı Crisp grubuyla sahneye çıktığı kulübün yakınlarındaki bir sokağa verilmiş. Sokakta yer alan resimler sanatçı “Jasmine Crisp” tarafından yapılmış.
Paul Kelly:
Paul Maurice Kelly 1955 yılında Adelaide’de doğdu, solo çalışmaları ve “Dots”, “The Coloured Girls” ve “The Messengers” gibi bir çok grupla albümleri var. Kelly Avustralya’nın en iyi icracısı ve söz yazarı kabul ediliyor. Parçalarında, özgürlük, barış, insan hakları ve özellikle Avustralya aborijinlerinin haklarından bahsediyor. Yukarda sıraladığım gruplar gibi aborijinal gruplarla da sık sık iş birliği yapıyor. Bir aktivist ve insan hakları savunucusu, bu özellikleri ile Avustralya’nın en önemli nişanlarından biri olan “The Order of Australia” nişanı ile ödüllendirilmiş. Yothu İndi ile birlikte yazdıkları parçanın canlı bir performansını linkden izleyebilirsiniz.
Paul Kelly’nin ismi 2022 yılında, Kelly’nin okul yıllarında okul bandosuyla konserler vermek için geldiği Belediye Binasının yakınlarında bir sokağa verildi. Sokakta, sanatçı “Heidi Kenyon” tarafından hazırlanan, bir yüzünde Paul Kelly şarkılarının sözlerinin yer aldığı, diğer yüzünde “Aşk (Love)” yazan eserler bulunuyor.
No Fixed Address:
Tamamı Aborijinal müzisyenlerden oluşan “No Fixed Address” 1979 yılında Adelaide’de kuruldu. Reggae hayranı gençler “Centre for Aboriginal Studies in Music” okulunda bir araya gelirler ve büyük ihtimalle Avustralya’nın ilk reggae gruplarından birini oluştururlar. Ayrıca Avustralya dışında turneye çıkan ilk aborijinal grup da “No Fixed Address”. Grubun yakın zamanda kaydedilmiş canlı performansını linkden dinleyebilirsiniz.
Grubun ismi, 2021 yılında, şehrin ve ülkenin kültürüne katkılarının onuruna, şehrin trafiğe kapalı alışveriş caddesi olan “Rundle Mall (bizim Bahariye Caddesi gibi düşünebilirsiniz)” üzerinde bir sokağa verildi. Sokakta herhangi bir resim olmamakla birlikte, sokağın bulunduğu yer diğer müzisyenlere ithaf edilen sokaklara göre oldukça merkezi ve ulaşımı kolay bir yer, bu bölgenin hemen aşağısında yer alan nehir ve çevresi de aborijinler için özel bir yaşam alanı.
Cold Chisel:
Adelaide’nin hatta Avustralya’nın medarı iftiharı Cold Chisel, 1973 yılında Adelaide’de kuruldu. İlk günlerinde kendilerini bir heavy metal grubu olarak tanımlasalar da 1975 yılında Jimmy Barnes’ın katılmasıyla daha yumuşak ve politik bir grup olarak yollarına devam ettiler. Gel-gitlerle dolu grup hayatlarına 1984 yılında son verdiler. Grup elemanları solo işlerine devam etseler de özel günlerde bir araya gelip konserler vermeye de devam ettiler.
Grubun Vietnam savaşı hakkında yazdıkları parçanın canlı bir yorumunu linkde görebilirsiniz. Jimmy Barnes’ın, 1975 yılında gruptan ayrıldıktan sonra bir süreliğine, “Fraternity”de “Bon Scott”ın yerini aldığını da hatırlatmak isterim.
Grubun ismi 2021 yılında, grubun aktif olduğu yıllarda sahneye çıktığı mekanların yakınında bir sokağa verildi. Sokakta “James Dodd” tarafından yapılmış büyük bir mural (duvar resmi) bulunuyor.
Exploding White Mice:
Punk-pop grubu 1983 yılında Adelaide’de kuruldu. Müzik hayatına “cover” grubu olarak başladı, 1985 yılında kendi parçalarını üretmeye başladılar ve dört albüm çıkarttıktan sonra 1999 yılında dağıldılar.
Punk-pop grubu 1983 yılında Adelaide’de kuruldu. Müzik hayatına “cover” grubu olarak başladı, 1985 yılında kendi parçalarını üretmeye başladılar ve dört albüm çıkarttıktan sonra 1999 yılında dağıldılar.
Adelaide’in müzikal sokaklarının hikayesi burada bitmiyor, Belediye yakın zamanda, “The Angels” grubunun isminin de bir sokağa verileceğini duyurdu. Sıradaki sanatçılar da zaman içinde açıklanacak. Bir akıllı telefon fotoğrafçısı olarak pek tatmin edici fotoğraflar çekemedim. Daha güzel fotoğraflar görmek ve detaylı bilgi almak isterseniz aşağıdaki linkleri inceleyebilirsiniz.
Sokaklara, parklara, bahçeler müzisyenlerin isimlerini veren tek şehir Adelaide değil tabi, bir sonraki yazıda bunlardan da bahsedeceğim.
Michael Matney yani ABD'li underground metal müzisyeni, "The Redneck and The Redman" albümüyle karşımızda. Kirli bir blues rock yapılı, gitar hakimiyetinde ama bir o kadar da ritim odaklı ve boogie'e de göz kırpan Outlaw Southern Rock tarzında bir albüm yapmaya karar vermiş. Matney adını verdiği grubuyla birlikte buna gitarist Stevie Salas'ı da ortak etmek istemiş. Mike Matney'in bu önerisine Salas kabul göstermekle kalmayıp, prodüktörlüğü de üstlenmekten imtina etmemiş.
Buraya kadar her şey güzel ve anlaşılır ama çıkan sonuç insanı ziyadesiyle şaşkına döndürüyor. Öncelikle yazının başında yazdığımız Matney'in hedeflediği Outlaw Southern Rock tarzına yani "Kirli bir blues rock yapılı, gitar hakimiyetinde ama bir o kadar da ritim odaklı ve boogie'e de göz kırpan..."a dönelim. Bu tarz ve açılıma baktığımızda aklımıza ister istemez ZZ Top geliyor. Öyle de olmuş zaten; Stevie Salas ile Matney'in bir tek uzun sakalları eksik yoksa albüm tamamen ZZ Top. Hatta dinlemeye başladığınızda "Bu ZZ Top'tan daha ZZ Top" gibi bir laf etmekten kendinizi alamıyorsunuz. Albüm iki haftadır elimde dinleyip dinleyip, bu ne yahu aslı varken buna niye bakayım" derken dinlemeden de edemiyorum.
Matney'in "The Redneck & The Red Man" albümünü dinlemekle kalmayıp, bir yandan da internetten teyit de ediyorum. Bir kaç kere halüsinasyon görüyorum ya da demans benzeri bir şey mi oldum diye kuşkulandım bile. Öyle ya böyle usta iki isim neden kalkıp, ZZ Top'tan daha ZZ Top olan 8 parça yapıp hepsini de onlar gibi yorumlarlar. Bu 8 parçayı o gruba satsalar, kalıbımı basarım içinden en az 3 hit parça çıkacak olan listebaşı ZZ Top albümü olur. Hatta ben daha ileri gidiyorum, bunun kapağına Matney değil de ZZ Top deseniz çoğu kişi anlamaz bile. Bu bir şaka mı, bir tepki mi yoksa grubu ti'ye alan bir albüm mü? Kapamda binlerce soru dönüp duruyor.
Siz de bir dinleyin bakalım, ne düşüneceksiniz merak ediyorum.
Bugün 24 Haziran... Bir sene önce bu tarihin ayrı bir anlamı vardı... şimdi ise anlamın içine hasret ve özlem de yerleşti.
Evet bugün Erkin Abi tamı tamına 83 yaşına girdi. İçimiz buruk ve onsuz ama yalnız değiliz. Çünkü Erkin Koray sadece biz ve bizden öncekilerle değil genç ve gelecek kuşaklarda da dinlenecek ve yaşayacak.
Bundan 3 yıl önce Sinan Doyan'la instagram'da bir canlı yayın yapmıştık ve adını "80" demiştik. Evet sadece 80 ardından gelen başka bir açıklama yoktu.
Böylece Erkin Koray'ın 80. yaşını kutlamıştık. O zaman Erkin Abi Kanada'daydı ve biz onun dönüşünde 81. yaşını da kutlamayı hayal ediyorduk ama geçen yıl gelen kötü haberle onu kaybettiğimizi öğrendik.
Ve bugün Erkin Koray 83 yaşında.
***
Erkin Koray'ın ardından herkesle konuşuldu ama onun son anına kadar grubunda yer alan bas gitaristi Ünal Vanii ile kimse akıl edip de ne röportaj ne de ayaküstü bir sohbet yapmayı akıl etti. Ben Erkin Abi'nin ölümünden bir kaç ay sonra Ünal Abi ile bir röportaj yaptım ama bugün yarın derken yayınlamayı geciktirdim de geciktirdim. Şimdi doğumunun 83. yıldönümünde bu röportajı yayınlamak için kolları sıvadım. O röportajı gelecek hafta yayınlayacağım.
2006'da yazılmış ve 22 yıl sonrasının Moskova'sını kurgulayarak bu bilim kurgu romanı yazmış, Sorokin. Yani günümüzden 4 yıl sonraki Rusya ve yönetim yeniden çarlığa dönüşüyor... hem de "Korkunç İvan" diye nam yapan IV. İvan dönemi. Açıkcası böyle bir kurguyu görünce, "Vay be adam nasıl bir hayal kurmuş." hatta "uçmuş" demem gerekir ama tam tersi, "Olabilir galiba" bile diyorum. Dünyamızdaki akıl almazlığı adam 18 yıl önceden görmüş.
Yazar, Rusya tarihini Beyaz Despotizm, Kızıl Despotizm, Mavi Despotizm ve ardından gene Beyaz Despotizm olarak özetliyor. Kendi adıma sosyalist devrimin de bu tanımlamadan nasibini almasına üzülsem de, yazar haksız da sayılmaz hani. Rusya'ya ne yönetim gelirse gelsin Rusluk daim kalıyor gibi. Ne Ruslarla derdim var ne de bu yönde tartışmalarla ama benim üzüldüğüm kabağın sosyalizmin başına patlaması.
Öncelikle kitabın yazarından biraz bahsedeyim. Vladimir Sorokin, 1955'te doğmuş. Yani sosyalist dönemin muhaliflerinden biri. Dönemin kavramsal sanatla ilgilenen yeraltı edebiyatında yerini almış. Sosyalist Gerçekçi sanat ile dalga geçen yazılar kaleme almış. O dönem eserleri yasaklanmış ve yayınlanmamış. Perestroyka döneminden sonra eserleri geniş okuyucu kitlesiyle buluşabilmiş ve ilk romanı 1985'te yayınlanmış.
Opriçnikler, 1555'te Çar IV. İvan tarafından kurulan özel birliktir. Çar'a hizmet etmek için kurulan bu birlik 2028 Rusya'sında tekrar kuruluyor. İşte bu romanda Opriçnik Komyaga'nın 24 saati konu ediliyor. Onların sefahat, sarhoşluk, şiddet ve terörle dolu baskıları: Efendi'leri adına hizmet etmek için yerine getirdikleri görevleri.
Fütüristik teknoloji, Korkunç İvan'ın dünyasıyla birleşerek gerçeğe yakın bir distopya oluşturuyor.
Bugün haber olarak telefonumda gördüm. Bir metroda iki genç sevgili elele tutuşuyor diye tepki görüyor ve şu sözcük dökülüyor ağızlardan: "Hop kendinize gelin, burda aile var!"
Yıl 2024 ve haberi görünce kendimi bir anda uzaylı gibi hissettim.
Yahu o aile denilen şey bir sevgi ile var olmaz mı? Aklınıza hemen üreme gelmesin zira o her yanda küfür düzeyinde ayan beyan ama mutlaka sevgisiz olmalı. Adeta sevgi ayıp.
Hepiniz ilk aşkı yaşadığınız günü hatırlayın. O aşkınızın elini tuttuğunuzdaki sıcaklığı unutabilir misiniz. Hele o ilk öpücük anlatılabilir mi? O elele tuttuğunuz an ve ilk öpücük yaşamımızın en pürüzsüz anıdır ve unutulamaz.
Aile olmak işte bu sevgidendir. Altmış yaşımı aştım ama eşimin elini tutup yolda yürüdüğümde onun sevgilim olduğunu anlarım.
Hooop Aile Var !
Bir aile neden elele tutuşan iki sevgiliden rahatsız olur?
Mesela ben böyle bir şeyi gördüğümde, "Ne güzel ben de gençliğimde bu güzel duyguyu yaşamıştım." derim ve eklerim, " ne gençliği be ben de sevgilimle elele yürüyorum." derim. Öyle ki yaşıtlarımın eşi ya da sevgilisiyle elele yürümesi beni mutlu eder, onların hala sevgiyi yaşadıklarını anlarım.
Peki a dostlar, bir aile metroda yolculuk ederken elele tutuşmuş iki sevgiliyi görünce neden rahatsız olurlar?
Onlar bu duyguyu yaşamadılar mı?
Yaşamadılarsa nasıl aile oldular?
Sevgi yok mu aile olmakta?
Yoksa akıllarına ilk sevişmeleri mi geldi?
Bu soruyu soran beni de acayip marizleyecekleri kesin. Ama benim için sevişme de pırıl pırıl bir duygudan ibarettir.
Elele tutuşan sevgili gördüklerinde akıllarına ne gelir acaba. Sevişme değil ama mutlaka düzüşme gelir. Sevgisizlik yaşam boyu taciz tecavüz ve ötesi.
Yıl 2024 ve yıllar öncesine gidiyorum. İlk kez sevgilim olmuş ve onu öpüyorum. Otobüsteyim ve kimseden ses çıkmıyor. Bir iki kişi tövbe tövbe diyor. Ama biz dertliyiz. Ne biçim bir yer burası diyoruz. O günden bu güne yarım asıra yakın zaman geçmiş ve şimdi elele tutuşmak kabahat. Bize ne oldu... nereden nereye gittik.
Keşke o zamanlar çocuklara "amcalara pipini göster" demek yerine, "amcalara sevgini göster" deseydi aileler.
Beyler, Hanımlar, teyzeler, amcalar ve tabii aileler sevgiden korkmayın.
O güzelim şair, bu memlekette bizden yıllarca önce
"Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak herşey"
dememiş miydi?
Peki benim bu güzel diyarımı ne zaman terk etti bu sevgi. Öncelikle o şairden özür diliyorum ve biz ne ara böyle olduk ve sana yakışamadık diyorum.
Sadece dünyayı değil aileyi de sevgi kurtaracak... o zaman bir insanı sevmekle başlayalım bu yaşama.
Kenny Barron gibi ustalar bize geçmişin birikimi sunarken diğer yandan da geleceğin izlerini bizlere sunarlar...
Kenny Barron ismine aşinayım ama öyle çok fazla dinlemişliğim yoktu. Eh hani biraz da Grammy ödülünü 10 seferin üzerinde almış olması sebebiyle yeni çıkan albümü "Beyond This Place"ı dinlemek için bir kenara ayırdım ama dinlemedim. Haftalık olarak hazırladığım "Liste Başı Albümler" için biraz dinleyeyim dedim ama bir anda takıldım kaldım. Ne biraz dinlemesi baştan sona iki sefer hatim ettim. Kenny Barron'un yeni çıkan albümü "Beyond This Place"benim için caz adına güzel bir buluşma oldu. Hem aracısız caz tınılarıyla buluşmak hem de enstrümanlarıyla özdeşleşen 5 elemanın uyumunu duymak harika bir şeydi.
Cazın en seçkin piyanistlerinden olan Kenny Barron 80 yaşında nefis bir albümle geldiği gibi harika bir beşlinin oluşmasını da sağlamış. Albümde Barron'a 20 yıldır birlikte çalıştığı kontrbasçı Kiyoshi Kitagawa ve davulda da Johnathan Blake eşlik ediyor. Albümün müzisyen kadrosundaki sürprizlerden biri ise Barron’ın 1982’deki “Golden Lotus” albümünde çalan vibrafoncu Steve Nelson. Bu harika vibrafoncu, 40 yıl sonra Barron ile yeniden buluşuyor.
Albümde baştan sona kadar en dikkatimi çeken ise saksafon olacaktı. Kenny Barron son albümünde genç bir eleman olan 26 yaşındaki alto saksafoncu Immanuel Wilkins'i oldukça öne çıkartıyor. Kenny Barron belki de bu yüzden hocaların hocası, zira 80 yaşında olmasına rağmen kendinden sonra gelecek kuşağı da önemsiyor. Bu bilge bir davranış ve de devrimci bir tavır. Yani Kenny Barron gibi ustalar bize geçmişin birikimi sunarken diğer yandan da geleceğin izlerini bizlere sunarlar... işte bir önceki cümlede zikrettiğim "devrimcilik" budur.
Kenny Barron son albümü "Beyond This Place"ın müzikal güzelliğinin yanısıra kapak tasarımı ve illustrasyonu da beni fena halde cezbetti. Facebook'ta paylaştığım bir videonun üstüne de şu notu düştüm:
"Albüm her elemanından kapağına kadar harika. Bu arada kapağı yapan ismi bilen varsa yorumda yazsın bi zahmet zira çok sevdim."
Tabi hemen Burak Sülünbaz'dan,
"Artwork [Cover Art] – R. Gregory Christie"
bilgisi gelecekti.
Ardından Zafer Başaran,
"bu güzel illustrasyonu yapan gregory christie ve tasarımı yapan grafiker guillaime saix maalesef albüm tanıtımlarında makus kaderimiz biz grafikerleri kapak tasarımcılarını es geçerler."
diye daha kapsamlı bilgiyi ekleyecekti.
Bu arada albümün kapağını yapan sanatçının ismini vererek beni bilgilendiren Burak Sülünbaz, ülkemizin önemli müzik yazarlarından olup, Dark Blue Notes isimli bir caz sitesini de yönetiyor. Hepinize tevsiye ederim, zira adamlar caz müziğin nabzını tutuyor. Bu arada isterseniz Dark Blue Notes'ta bu albümle ilgili yazılan güzel bir kritiği de okuyabilirsiniz:
Kenny Barron'un 10 Mayıs 2024'te çıkan yeni albümü "Beyond This Place", büyük bir caz devi ile tanışmanız için iyi bir kapı açacak. Onu tanıyanlar için ise zaten keyif verici bir buluşma olacağı kesin.