Siyah beyaz bir fotoğraf kapakta , belli ki 80’lerden kalan , “ Olduğu Kadar Güzeldik” yazıyordu üzerinde .
Adet olduğu üzere arka kapağı çevirdim ilk önce …
Kitap pazarları vardı bir zamanlar . 80’lerde 90’lardaki Beyazıt Meydanının o curcunalı Pazar günlerinde kurulanlarının tadı ve orada uzun saatler geçirilen zamanlar en çok özlediklerimdendir hala . Beyazıt’ın efsane Sahaflar Çarşısı'nı , koca çınarı ve o çınarın altındaki en az onun kadar yıkılmaz duran şair bir başka çınar Hüseyin Avni Dede’yi … Hepsi yok olup giden bir kültürdür hayatımızdan . Şimdilerde antika pazarları, kimi kısa süreli kitap fuarları vb. yerlerde yaşatılmaya çalışılsa da kısmen o tadı alabilmek ne kadar mümkün bilinmez .
Belediyeler belirli yerler belirleseler de , hafta sonları bu işi hem meslek olarak yapanlar kadar , isteyenlerinde kendi ellerindeki kitapları , plakları , cd ya da kasetleri ya da her ne ise sergileyip paylaşabilecekleri , satıp ya da takas edebilecekleri böyle pazarlar kursalar. Hatta amatör müzisyenler , grupları ve diğer sanatçılar gün boyu performansları ile ortamı bir şenlik havasına çevirseler . Günü , yeri belli olan bu tür alanlar İstanbul’a ya da diğer tüm şehirlere yayılsa fena mı olur ? Neden mi , çünkü bu içerik , yani kitap , müzik , sanat vb konular , paylaşıldıkça , üzerinde ayak üstü başlayan sohbetler derinleştikçe hem mana bulur hem de yepyeni kazanımlar sağlar, hem kişiye hem de topluluklara . Yeni ufuklar , yeni oluşumlar yeni dostluklar ve çok daha ötesi …. Sırt çantalarımıza doldurduklarımızı gidip yaysak örneğin Moda , Bostancı ya da Bebek parkına ya da Kumkapı da ki parklarının çimenliklerine … Hatta istersek sırtımızda çanta her hafta başka bir parkta açsak tezgahları birer kitap çingenesi misali …
“ …
Üzerim de bir hırka , başımda bir şapka
Mataramda bir gıdım şarabımla
Tepemden mavi gökyüzü , beyaz bulutlar ,
Tüm sermayem çimenlere yaydığım çantamdaki kitaplarımla …”
Ben ortalığa saçılmış birbirinden alakasız dağınık kitap pazarlarında ( plak , eskici vb’leri de dahil ) kaybolmayı ve oralardan define bulmuş gibi keşifler yapmayı çok seviyorum ki bu satırları okuyan birçoğunuzun da bundan büyük keyif aldığından hiç şüphem yok . Beyazıt pazarında gelişen bu heyecan ve tutkumu sonraları tabii ki sahaflarda yaşatmayı sürdürdüm . Beyoğlu’nda , Kadıköy’ de … Bir ara her hafta sonu gidip tek tek yüzlerce yeni gelmiş ve yere dizilmiş kitabı sıraya girerek bir öndekinin ardından keşfettiğim Üsküdar Kırkanbar Sahaf’taki gibi … Şimdilerde de bu yolculuğu sıklıkla ziyaret ettiğim Kuzguncuk Sahaf’ da sürdürüyorum , tadıyla kokusuyla .
Benim için okunacak kitap keşiflerindeki en büyük referanslardan birisi , çıkılan bu yolculuklarda tezgahlar başında yapılan kimi tanıdık , ama birçoğu o anda tanıştığımız insanlarla olan paylaşımlar olmuştur . Hiç aklınızda olmayan bir konu , bir yazar pat diye çıkar karşınıza ve sizi altüst ediverir , keyiflendirir, hüzünlendirir, düşündürür ve de bilgilendirir . Bu da öyle oldu …
Siyah beyaz bir fotoğraf kapakta , belli ki 80’lerden kalan , “ Olduğu Kadar Güzeldik” yazıyordu üzerinde . Adet olduğu üzere arka kapağı çevirdim ilk önce …
“ Meydandaki çay bahçelerinden birine oturmak geldi içimden sonra . Çünkü Erdek bir kitap olsaydı , bu çay bahçeleri ilk cümlesi olurdu onun …”
Biraz daha okuyunca kapağı art arda sıralanan cümleler , yer adları ve hikayelerin geçtiği coğrafya hemen kavradı beni . Bahsi geçen zaman dilimleri ve yerler benim doğup büyüdüğüm coğrafya ve kültürün tam ortasıydı . Yazarı Mahir Ünal Eriş, daha önce okumamıştım , bu kitabı ile 60. Sait Faik Abasıyanık Hikaye Armağanı'nı kazandığını da görünce artık sahip olmama engel durum kalmamıştı .
Okudum tabiki bir iki solukta . Hatta en ilginç hikayelerden birinin kahramanı Feridun , tuhaf bir maceranın sonlarında doğup büyüdüğüm köye dahi uğruyordu . Mezun olduğum ortaokulun koridorlarında dolaşıyordum , sert ve otoriter müdür yardımcısının cetvelinin acısını avuçlarımda hissederken dün gibi… O , Bandırma çarşıda salçalı kekikli tost yerken en yakın arkadaşıyla , Bense Gündüz Abi’ nin el yapımı dondurmasını ve kağıt gibi ince kesmeyi meslek sırrı olarak başardığı sucuklu tostunu anımsıyordum karşıdaki köyümün sahilindeki çınarların altında , denizden yeni çıkmış ağların üstünde yatarken , çocukluk arkadaşlarım Ferhat , Şükrü , Kadir , İskender ile … Özellikleri yetmezmiş gibi isimleri dahi özel hayatımda ki arkadaşlarımın isimleri ile örtüşen kaybedenler kulübü hikayeleri okudum . O da yetmezmiş gibi , şimdilerde yaşadığım bu metropolün ve hatta dün kurulan eski semt pazarında bir teyzenin pazar arabasını çekmesine yardım ediyor gibi hissettim bir ara kendimi . Tuttuğumuz takım ve tutkumuz bile aynıydı . Hepsi bizden ve çok tanıdıklardı , bizim kaleme alamadığımız , dillendiremediğimiz kadar aynı . Pes doğrusu diyerek bitirdim bu birbirinden keyifli ve beni çocukluk , ilk gençlik ve yetişkinliğimden birçok ortaklıklar bulduğum minik hikayeleri .
Bana da bunu paylaşmak kaldı ve ben de onu yaptım .
Belki bir başka yazıda da plakların kasetlerin cd’lerin peşindeki benzer hikayelerimizi hatırlarız başka bir kitap ya da albümle kim bilir…
Teşekkürler , her kim ve neredeyseniz , hepinize …
Geronimo Yalnızkartal
8 Şubat 2022 – Üsküdar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder