Altı Üstü Bir Mekan
“Dışarı da neler oluyor ? ” dedi , uzun süredir elindeki defterine bir şeyler karalamakta olan Ahmet Mithat , karşısında oturmuş beklemekte olan Felatun ile Rakım’a . Çakma Eflatun umursamaz , Rakım ise dikkat kesilerek baktı Ona.. Ve aniden şiddetli bir gök gürültüsü ile fırtına patlak verdi , dışarısı görünmez oldu .
Oysaki sabah pırıl pırıl bir güne uyanmıştı şehir , gökyüzü ve deniz masmaviydi . Yalnızca sertçe esen kuzey rüzgarı , başlarda tedbirsiz duran şapkaları , kepleri , fötrleri , fesleri ve kaskları tehdit ediyordu . Sokaklar canlıydı , insanlar yollara dökülmüşlerdi . Bazıları için de günün keyfini çıkarmak , dinginleşmek ,kafa dağıtmak, eğlenmek ya da dertlenmek için bir tek yer vardı ve ne tesadüf ki hepsi orada toplanmıştı , bu mekanda..
Mekan , semtin kıyısında önünden geçen arnavut kaldırımlı yaya yolu , ileride küçük yeşil bir park ve ötesi denize bakan konumdaydı . Yıllara meydan okurcasına ayakta durmakta olan , ilk yıllarında balıkçıların kahvesi , sonrasında lokantadan ve son olarak devinim son halkasında kafe , bar ve meyhaneye dönüşen , belki de bunların hiçbiri olmayan ,hepsinden daha fazlasıydı . Tarifsiz ve isimsizdi . Kapıyı açar açmaz hem kokusunu hem havasını hemen ayırt edebildiğiniz o özel yerler gibiydi , hani vardır ya eski kitaplar satan bir sahafa girersiniz ve o benzemez kokuyu alırsınız hemen , tam da onun gibi bir şey . Denizin , balıkların , ağların , mutfağın , çayın , kahvenin , içilen içkilerin , tütünün , sobada tüten dumanın ve içeri giren belki binlerce misafirinin yıllar içinde bıraktığı o izler, o kokuları eğer isterseniz ayrı ayrı duyumsamak mümkündü . Hani gözünüzü kapasalar , sizi bir yere soksalar ve yalnızca kokusundan tanımanızı isteseler , yıllar sonra bile olsa hemen hatırlayacağınız , hiç unutmayacağınız türde bir yer , işte o yer burasıydı .
Müdavimleri de bu dönüşümün her halkasında yer almışların ruhuna uygun , sıradan insanlardan gazetecisine , yazarına , şairinden , ressamına , denizcisinden , sporcusuna , avaresine ve zaman zaman da demiryoluna, rıhtıma , otogara yakınlığı nedeniyle ülkeye yolu düşen gezginlere bile ev sahipliği yapmaktaydı .
Sahibini kimse bilmez , tanımazdı ki zaten önemi de yoktu . Şu sıralar hem işletmesini , hem aşçılığını ,hem barmenliğini, hem de garsonluğunu Napoli’ li Antonio Zullo yapıyordu .Antonio görkemli geçmişi ve tarihine rağmen , yakın tarihinde efsanevi Maradona ile özdeşleşen Güney İtalya’da ki o şehirdendi. Bu yüzdendir ki barın bir köşesinde o futbol tanrısının dev bir resmi asılıdır ve karşısında ki antik çağın deniz tanrısının (Poseidon ya da Neptunus) reprodüksiyon heykeline bakmaktadır . Mekanda tüm tanrılara ve tanrı ile sorunlu olanlara saygı eşit seviyededir .
Duvarlar tarihsel geçmişin izleri objelerle doludur ve her metrekaresinde bunu görmek mümkündür . Uzak bir köşede 1800 ‘lerden kalma bir piyano , bir başka köşede bir pikap , duvarın birinde , bilmem kaç yılı şampiyonluğu anısına bir bir basketbol potası çemberinden kesilmiş ağ, bir bir başka duvarda eski yıpranmış tam ne olduğu anlaşılmayan bir forma , bir başkasında soluk bir çerçeve içine sıkıştırılmış meçhul bir denizciye ağıtı mektubu ,solmuş kepi daha birçok eski fotoğraf ve diğerleri …
Bu yer nerede derseniz , dünyanın herhangi bir yerinde derim . Yerinde durmayı sevmeyen zaman yolcularının uğrak yeri .
Masalar bir birinden uzak , hani şu günümüzde bir kuruş daha kazanacağım diye kıç kıça tıkıştırılmış yerlerde ki gibi hiç değil , herkes biri birinin hem farkında ama isterse bir çölde ki kadar yalnız . Minik pencerelerden giren ışık yetersiz gibi görünse de yüksek tavanlar, taş duvarlar içeriyi ferah ve huzurlu kılmaya yetiyor .
Başa dönecek olursak berbat bir gün geçirmiş olan Ahmet Mithat eve yorgun gidip de Canan ona merakla sormasın diye soluklanıp kahve içerken , bir yandan son yazdığı tefrikasını gözden geçiriyor , bir yandan da karşısında oturan bu iki zıt delikanlıya nasıl bir yol göstereceğini düşünmekteydi .
John , sanatın ve resmin peşinde ki dedektifliği ve hiç bitmeyen merakının peşinde şehre gelmişti . O ünlü kiliseden bozma binanın yok olmadan önceki halini hem çizmek , hem de uzun yıllar sonra burada olduğunu işittiği eski dostu gazeteci ama sonradan ünlü bir yazar olacak Gabriel’i de görmek için şimdi buradaydı , yani mekanda . Antonio onlara güzel bir meze tabağı eşliğinde şarap ikram etmişti . Masada kan kırmızısı şarabın verdiği şevkle hararetli bir sohbet dönmekteydi . John o kendine has üslubu ile Rosa Lüksemburg’dan Charlie Chaplin ’e farklı hikayeler anlatıyordu , gözü bir yandan denizcileri kesmekte olan Gabriel’e .
Arka fondaki müzik kara Afrika’nın batı kıyılarından esen ılık bir rüzgarı taşıyordu , çıplak ayaklarıya sahne almasıyla da ünlenen Caseria Evora’nın hüzünlü sesindeki melodiler dolduruyordu mekanı . Uzak köşede bir grup denizci büyük bir coşku ile kim bilir belki de son seferlerine çıkacakmış gibi delicesine içip eğlenmekteydiler . Bir tanesi fena sıkışmış halde tuvalete koşarken , hızlıca Pierre ile çarpıştı . Pierre 1.92 boyunda sağlam yapılı profesyonel bir futbolcuydu , sarhoş denizci sendeledi , sendeledi ama düşmedi , hali fena olduğu için pardon dahi diyemeden hızla içeriye daldı . Bu esnada kepinin yere düşürdüğünün farkına da varmadı . Kibar bir adam olan Pierre yavaşça düşen kepi yerden aldı , çevirdiğinde içinde güzel genç bir kadının resmini , terden ve deniz suyundan ıslanmış kurumuş , yarım yamalak okunabilen el yazısını ile denizcinin adının yazdığı “Luis Alejandro Velasco” yazısını gördü . Kepi aldı ve yavaşça masasına doğru ilerlerken , olanları uzaktan görmüş ve ayağa kalmış olan gazeteci Gabriel , Pierre ’e yaklaşıp , olanca nezaketi ile “ Siz onu bana bırakın , ben veririm , hemşerimin de kusuruna bakmayın , uzun süredir buradalar , bugün ülkeye dönüş yoluna çıkacaklar , davranışları umarım sizi rahatsız etmemiştir” dedi “. Pierre denizcinin kepini verip anlayışlı bir gülümseme ile masada onu bekleyen arkadaşının yanına yöneldi . Bugün mekana ilk kez gelen basketbolcu dostu Bobby’e tercümanı Murat ile şehri gezdirmeyi ve katıldığı camiayı tanıtmayı üstenmişti . O , Boby’e ( Daha sonra Ali Muhammet adını alacak olan ) hem kendi geçmişinden hem camianın büyüklüğünden bahsederken , Boby’de onu anlattığı hazin çocukluk hikayesi ile büyüdüğü Şikago sokaklarına götürüyor , kah sosyal konutlardaki zorlu yaşamına , kah antrenmana yetişmek için deli gibi sürdüğü bisikletin arkasına takmış uçuruyor ..
Ve aniden şiddetli bir gök gürültüsü ile fırtına patlak verdi , dışarısı görünmez oldu .
Ahmet Mithat , Rakım , Felatun , John , Gabriel , Luis Alejandro ve denizci arkadaşları , Pierrre , Tercumanı Murat Kurt ve Bobby oturdukları yerde irkildiler . Tam o esnada , kapı hızla açıldı , dışarıdaki hava içeriye dolup , tüm masaları soğuk bir ürperti ile yalayıp geçti . Kapıdan içeriye giren siluet tam o esnada belirdi , uzun bir çölü aç ve susuz geçip son anda kasabanın barına girip yere yığılan kovboy misali bir siluet . Ama gelen bir bisikletçiydi . Hepsinin yüzünde bir afallama ifadesi ile dönüp kapıya baktılar r . Ama bu “cowgirl” yere yığılmadı .
Juliana’dı içeriye giren , uzun zamandır bisikleti ile dünya turundaydı . Yağmur , çamur ve fırtınadan mahvolmuş vaziyette bitkin , üzerindeki forması kaskı çamurdan görünmez haldeydi . Ama yandan bakıldığında üzerinden “ Pegasus” yazısının okunabildiği , arka lastiği patlak bisiklet , başında saksağanların saldırısının delik deşik ettiği izlerin bulunduğu kaskı ve çamurlu suratı ile içeriye daldı . Gözlüklerini çıkardı ve yüzünü sildikten sonra , meraklı gözlerle ona bakan kalabalığı süzdü , başını bara doğru çevirdi ve yorgun yüzünde minik bir tebessüm belirdi .
“ Antonio , bana acil bir experssso “ .
Yanına ilk koşan , Luis Alejandro Velasco oldu , nihayet o da başarmıştı …
Bitti ( Başka bir yerlerde sürüyor olabilir )
Bonus : Mekanın halen orada bir yerlerde duruyor, hem çalışanları hem müdavimleri sürekli bir devinim içinde , siz hangi maceraya atılmak isterseniz sizi orada bekliyor olacaklar . Hikayeleri duvarlarda yankılanmaya ve hatta duvarları da aşıp dışarıya , dalga dalga denize , duman duman şehrin semalarında yükselip ulaşacaktır ta uzaklara, bize , size ve diğerlerine …
Geronimo Yalnızkartal - Kasım 2023 İstanbul
Altı gün, altı kitap
Yukarıdaki kurmaca şöyle ortaya çıktı . İki üç yıldır çeşitli dünyevi mevzular diyerek bahanesini üretebileceğimiz gerekçelerle kitap okumaktan uzaklaştığımı bilip darlanmaktaydım . Uzun süredir “kitapsız herif”’in tekine dönüşmüştüm. Geçen hafta bir sahaf ziyareti ile bu havayı döndürdüğümü sanıyorum .
Sahaftan “altı kitap” ile çıkıp eve geldim , sonra bunlar nelermiş diye merakla her birinde kısa bir giriş yapayım ki bir fikrim oluşsun diye başladım okumaya . Birden her biri beni kavradı içine çekti ve bugüne kadar hiç denemediğim tamamen doğaçlama olarak altı kitabı da aynı anda ve her gün düzenli olarak - günlük hengameden arta kalan zamanda , yani gece yarısına doğru - okumayı sürdürdüm . Tam bir hafta sonra şu satırları yazdığım zamandan kısa bir süre önce beşini bitmiştim . Birini de pastanın kreması olması için son yirmi , otuz sayfasını kendime sakladım . Şimdi onu okuyacağım . Yani bir haftada aynı anda altı kitap bitirmeyi başarmış oldum . Toplam dokuz yüzelli sayfa civarı olsa gerek.
Tabi kitapların konuları , içerikleri ve kahramanları tüm hafta boyunca zihnimde hep birlikte dans ettiler. Bu dansın sonu da işte yukarıda ki şeydi . Okuyanlar için hiç bir şey ifade etmeyeceği hatta anlamsız gelebileceği aşikar , ama birlikte okundukları aslında kitapların da harmanlanması , iç içe geçmeleri güzel geldi bana , hayal eder ve satırlara dökerken keyif aldım ve bu karmaşayı birleştirip paylaşmak istedim . Bir yere varmasa da eğlenceli ve çok keyifli bir yolculuktu . Hem zaten bu yolculuk bir yere varmıyor ki , devam ediyor .
Kitapları tavsiye etmek yerine , tecrübemi paylaşmak ve uygulanabilir olabileceğini okuyanlar ile paylaşmak istedim .
Yinede bu mevzu hangi altı kitaptan çıktı derseniz , buyurunuz
İyi okumalar .
Kitaplar :
1-Ahmet Mithat Efendi : Felatun Bey ile Rakım Efendi (Roman - 1875) (Yanlışlıkla Ahmet Rasim diye aldığım halde, süprizli oldu. )
2-Gabriel Garcia Marquez : Bir Kayıp Denizci ( Roman-1982 Nobel )
3-Bobby Dixon : Savaşçı (Biyografi- 2017)
4-Murat Kurt – Futbolun Efendisi (Bir sezonun analizi ve P.V.H hikayesi 2004)
5- John Berger – Hoşbeş (Deneme - 2017)
6- Juliana Buhring – Rüzgara Karşı ( Anı- Dünyayı Bisikletle Dolaşma Guiness Rekoru ve Hikayesi – 2012 )
Geronimo Yalnızkartal |
1 yorum:
Konular ve kitaplar iç içe olsada insanı mekana götürüp oranın havasını almış gibi hissettiriyor. Yönteme gelince daha önce denedim çok farklı ve güzel hissettiriyor. Aynı anda farklı dünyalarda yaşatıyor insanı. Yazi için teşekkürler ✌️👍🙋♂️
Yorum Gönder