İlk duyduğumda çok etkilendiğim ve neredeyse 2009'dan beri takip ettiğim son dönemlerin en başarılı bulduğum beyaz blues kadın vokali olduğunu söyleyebilirim, Layla Zoe için. Janis Joplin vari çığlıksı haykırışlara uzanan bu ses ilk duyduğunuzda sizi ister istemez kavrıyor.
Layla Zoe'un yeni albümü "Back to the Spirit of 66"ı dinlemeye başladığımda aklıma gelen ilk şey, iyiyi hep es geçtiğimiz oldu. Böyle güçlü bir ses nedense hak ettiğince fark edilmiyor.
Masallar hep çocuklar için yazılmış sanılır ama bana kalırsa hiç öyle değildir. Bir çoğunu çocukken dinlemişizdir ama asıl önemleri yıllar sonra anlaşılır. Öyle ya, çocuk dünyasında Rapunzel diye bir kız sevgilisini uzun saçlarıyla niye odasına alsın ki? Aklınıza hemen iç gıcıklayıcı şeyler gelmesin ( ama o da göz ardı edilemez ya neyse) bu sadece sevgi ile alakalı olabilir. Hangimiz gençlik döneminde gizli gizli sevgilimizle buluşmak zorunda kalmamışızdır ki? O yüzden bu Rapunzel masalı sadece bir çocuk masalı değildir, yetişkinlik hatta yaşlılık dönemimizde de önemi daha da artan bir öyküdür. Kim bilir bazı aklı evveller bu güzelim kurguyu çocuklara yönlendirerek, iki yüzlülüklerini gizlemeye çalışmışlardı, büyük ihtimalle.
Sözün özü Rapunzel güzel bir öyküdür. Hele ki o saçlarını sevgilisine merdiven eden kızın çizimi de, bir çizer olarak beni ziyadesiyle keyiflendirir. O kahrolası çocuk eğitiminde kullanılan masallar, yetişkinliğimde benim karmaşık çizimler yapmama sebep oldu belki de ama sırf bu yüzden bile minnettarım o pedagojiye.
Kramp grubunun en sevdiğim parçası "Saçlarımız uçuşsun rüzgarda" diye başlayan "Sen ve Ben" şarkısındaki gibi uçuşan saçlarıyla bir Rapunzel bundan on küsur yıl önce hayatıma girdi. Ama bu sefer kaçamak bir buluşmadaki sevgili değildi; O saçlar blues rock vokaline merdiven olan Rapunzel saçlarıydı.
İlk duyduğumda çok etkilendiğim ve neredeyse 2009'dan beri takip ettiğim son dönemlerin en başarılı bulduğum beyaz blues kadın vokali olduğunu söyleyebilirim, Layla Zoe için. Artık ne mene bir giriş yaptıysam, kendi kurduğum cümlenin içinde neredeyse ben boğulacaktım... Ancak Layla Zoe'nun ayrıcalıklı sesini başka türlü vurgulayamayacaktım. Diklere çıkıp, bir anda Janis Joplin vari çığlıksı haykırışlara uzanan bu ses ilk duyduğunuzda sizi ister istemez kavrıyor.
Layla Zoe'un yeni albümü "Back to the Spirit of 66"ı dinlemeye başladığımda aklıma gelen ilk şey, iyiyi hep es geçtiğimiz oldu. Böyle güçlü bir ses nedense hak ettiğince fark edilmiyor. Bunda kendimi de suçlu hissetmiyor değilim, onu da bir kalem söyleyeyim hani.
Kanadalı Layla Zoe'nun bu 17. albümü olup, Belçika'daki "Spirit of 66" adlı mekanda verdiği konserin kayıtlarından oluşuyor. Kanada doğumlu olsa da Hollanda'da yaşayan sanatçı bu konseri 2022 tarihli "The World Could Change" albümünün tanıtım turnesi kapsamında vermiş.
Albüme Beatles'ın "Golden Slumber" parçasını akapella olarak yorumlayarak başlayan Zoe, bir klasik parçanın saf sesle kişiliğini imza olarak nasıl konulabileceğini fena halde gösteriyor. Ardından gelen "Dark Heart"da gitarın ritmik tınısı kalp atışı gibi bizi sarıp sarmalıyor. Dünya değişebilir hatta değişmeli ama o gene bildiğini okuyor ve biz Layla Zoe'nun sesinden "The World Could Change" ile semaya gene de "Dünya Değişebilir" diye yazıyoruz. Gitarist Krissy Matthews, Layla'nın sesine çok iyi uyan bir tını yakalamaya devam ediyor. Teatral dokunuşlu yumuşak tonlu bu parçada kimi zaman ritim kimi zaman solo ile fena halde örüyor. Albümde bas gitarları da çalan Paul Jobson aynı zamanda klavyede de yerini alıyor ve "Praying Kind"da çok özel bir org duygusu yakalıyor. Gospel tadındaki bu parçada gitarist Matthews, Dire Straits güzelliğinde yumuşak tonda aklımızı alıyor.
Albüme başladık ama hep böyle yavaş tempoda mı devam edeceğiz derken başlayan "Leave You for Good" ile biraz hızlanıyoruz. Bu arada parça biraz volum yükseltince hem Layla Zoe'nun sesine daha iyi erişiyor hem de gitaristin sololarından keyif alıyoruz. Bu arada davulcu Felix Dehmel'in de hakkını vermeliyiz. Sonrasında "Susan" ile piyano ve vokal konseptinin keyfine varıyoruz. Devamında gelen "Weakness" ile ortam bir anda Black Sabbath vari bir blues'a dönüyor. Tony Iommi'ye selam gönderen bu parçadan sonra gelen "Ghost Train" ile hard ve heavy tınılarında bir ruh haline giriveriyoruz. Parçanın sonuna doğru baterist Felix Dehmel çılgın solosuyla varlığını hissettiriyor. Adından grup elemanlarını tek tek tanıtam Layla Zoe, "Roses and Lavender"a başlıyor. On dakikalık bu parçada gitara doyuyoruz, tabi alt yapıda akan klavye ve kamçı gibi çimdik atan davulu da es geçemeyiz. "Watch What You're Doing" ile devam eden konser, 14 dakikaya yaklaşan " Brother" ile bir pop rüzgarında kalıveriyoruz ana ne yapalım ki ses güzel.
Gary Moore'un "Still Got The Blues"unu andıran bir girişle başlayan "We're All the Same" ile sona doğru yaklaşıyoruz. Ve ardından gelen "He Loves Me" ile albümü sonlandırıyoruz.
Layla Zoe harika ve sınırların ötesinde bir ses. Öyle ki onu sadece blues ile de sınırlandıramayız. Akla gelen her tarzda vokaliyle imzasını atar. Bu kadar ani sesini değiştirebilecek denli bir ses armonisine sahip biri yeryüzümüzde olur olmaz bulunamaz. Bu konser albümüyle Layla Zoe alemine dalmanız mümkün değil ama ses renginin çeşitliliğini görmeniz için ideal bir buluşma imkanı.
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder