Doğan Kitap
Çeviri: Ali Volkan Erdemir
(1. Baskı 2016)
1960 ve 1970'li yıllarda ABD ve Sovyetler arasında yerkürede "Soğuk Savaş" hakimken yerkürenin üstünde de uzay rekabeti vardı. Biz ABD'li astronotu aya basarken gördük ama galiba ondan önce Sovyetler ilk defa aya araç göndererek bir sıfır galip gelmişlerdi. Yani kıyasıya bir rekabet. Biz de gerek naklen gerekse daha sonra banttan bunları siyah beyaz izlerdik.
O dönemlerde ABD'nin gönderdiği Apollo ve astronotları hayatımızın da içindeydi. Öyleki "Astronot Niyazi" adlı tiyatro oyunu o zamanlarda çok meşhurdu. Haldun Taner ile Zeki Alasya'nın yazdığı bu oyun Devekuşu Kabare tarafından kapalı gişe oynamıştı. Sadece tiyatro değil sinemada da gerek komedi gerekse erotik bir çok astronot çıkmıştı o sıralarda. Bu arada çizgi romanda ve karikatüre de astronot karekteri girmişti.
Apollo ABD'nin uzay gemisi, astronot da uzay adamının ismiydi. Sovyetler'de ise gemi Sputnik ismini taşırken uzaya çıkana da Kozmonot derlerdi. O zamanlar bizde Amerika pek sevilmezdi ama Rusların Sputnik'i ve kozmonotu dilimize zor geldiğinden midir nedir, Amerikalılarınki bize daha yakın gelirdi. Hem bu arada Apollo denildi mi akla hemen o turizm beldesi ve de "Apollon şarapları" gelirdi. İlkokul yıllarımda radyodaki reklam müziği aklımıza öyle işlemişti ki, o şarkıyı dalgaya alarak, "Apollon Şarapları, pis kokar çorapları" diye gırgıra alırdık. (Bu arada radyoda hem de tek kanal devlet radyosunda içki reklamı, şaka gibi)
Haruki Murakami'nin romanı "Sputnik Sevgilim" ile ilgili bu yazının bu kadar uzun bir girişi olacağını açıkcası düşünememiştim. Ancak romana yavaş yavaş yaklaşıyoruz biz gene geçmişin o "uzayda bir elektrik hasıla olan" yıllarına geri dönelim gene. Hani o benim çocukluğumdaki kapitalist ABD ile komünist Sovyet Rusya'nın uzay rekabetinden bahsetmiştim ya, işte o rekabetin ben doğmadan beş yıl öncesinde Sovyetler soldan bir atak yaparak kapitalist Amerika'ya röveşatadan bir gol atarak sahadan galip çıkmışlardı. Şimdi sizlere o hadiseyi "Chronicle of the World, Kodansha"dan alarak nakledeyim:
"4 Ekim 1957'de Sovyetler Birliği, Kazakistan'daki Baykonur Uzay Üssü'nden dünyanın ilk yapay uydusu Sputnik 1'i uzaya fırlattı. Çapı 58 santimetre, ağırlığı 83,6 kilogramdı; dünyanın çevresini 96 dakika 12 saniyede dolandı. Ertesi ay Laika adındaki köpeğin bindirildiği Sputnik 2 de başarıyla fırlatıldı. Laika, uzaya gönderilen ilk canlıydı."
Bu arada Laika nerede derseniz hala uzayda... yani ilk canlı olarak tarihe damgasını vurdu ama bir daha dünyaya dönmedi.
Neredeyse her haftaki "Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı" yazılarının iki tanesi kadar yazı yazdım ama bu haftaki romanımızın bir uzay macerası ya da kurgu bilim olduğunu zannettiyseniz, fena halde yanılıyorsunuz. Zira "Sputnik Sevgilim" bir uzay değil aşk romanı diyebiliriz. Zaten romanın ismindeki "Sputnik" de romandaki kahramanlardan birinin kafa karışıklığından ortaya çıkmakta. Jack Kerouac sevdiğini söyleyen Sumire'nin karşısındaki Myu'nun, "Beatnik" ile "Sputnik"i birbirine karıştırmasıyla olmakta; yoksa bu uzay gemisiyle romanın başka bir alakası yok. Sputnik ile yok ama Laika ile bağlantı kurulması daha akla yatkın diyebiliriz.
"Sputnik Sevgilim" ile ilgili bir aşk romanı tesbitini yaptım ama aklınıza alışıldık bir melodram gelmesin. Yazar olmak için üniversiteyi bırakan Sumire ilk defa aşık olmuştur. Aşık olduğu kişi ondan onyedi yaş büyük ve evliydi. Bundan sonrasını romandan bir alıntıyla devam edelim, "Ayrıca eklemem gerek o da bir kadındı. Bu, her şeyin başladığı ve (neredeyse) her şeyin bittiği yerdi." Bu girdabın içine bir de Sumire'ye aşık olan çaresiz bir erkek de girince, her üçü de Sputnik'le uzay boşluğunda kalan garibim Laika'ya dönüveriyor.
Murakami benim hiç meyledeceğim yazarlardan biri değil, öncelikle bir "best seller" yazarı. Ancak hakkını vermek gerekir ki, okumaya başlamamla elimden bırakamam bir oldu. Yazarın müzikle ilgili bir yanı da var, zaten bir ara caz bar da işletmiş. Bunu romanlarına da yansıyan parça isimleriyle de görüyoruz, ancak bu tip varyasyonları post-modern denilen yazarlarda sık sık görmekteyim. "Sputnik Sevgilim"de kahramanlardan birinin piyano eğitimi almış ve klasik müzik alanında belirli bir yere kadar gelip bırakmak zorunda kalmış olması da romana bazı klasik müzik yapıtlarının ve yorumcuların girmesine sebep oluyor. Kitabı okurken geçen yapıtları ve yorumcuları bulup dinledim. Ancak bu yöntemin bir klasik müzik icracıları reçetesi gibi olması da beni kıllandırmıyor değil hani. Ne yapalım kural böyleyse Murakami de bunu kullanıyor, yani alan razı veren razı. Mesela bu romanda geçen isimleri bir araya getirip etrafta sıkı bir müzik dinleyicisi gibi ahkam kesebilirsiniz.
Romanın akıcılığında Japonya, Avrupa ve Yunan adalarına kadar geziniyorsunuz. Murakami'in anlatımı o kadar başarılı ki okurken bir ara Rodos adasına bile gittiğimi sandım. Bu arada "Sputnik" Rusçada "yol arkadaşı" anlamına da geliyormuş. Bu da romanın Yunan adalarındaki bölümünde ortaya çıkıyor. Yunanistan’ın küçük bir adasında gerçekleşen olaylar, rüyadan gelişen esrarengiz olaylar, geçmişe dönük travmanın oluştuğu Paris'teki lunaparkta dönme dolapta mahsur kalınış ve Sumire’nin kayboluşu... Kimi zaman sürreal kimi zaman gerçekçi ve tabi post modern çizgiyi de ihmal etmeden yazılmış bir roman.
Sağlam Murakami okurlarına göre "Sputnik Sevgilim" ne anlam ifade eder bilemem ama benim elime şans eseri geçti. Açıkcası okuyacak bir şey bulamadığım bir andı ve öylesine başladım. Ama bir anda akıp gitti. Bu arada bu hafta sonu evde kapalıyken okumanızı tavsiye ederim. Başlayıp bir solukta bitirmeniz garanti.
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder