Ekrem Akurgal
"Türkiye'nin Kültür Sorunları"
( Kırmızı Kedi Yayınevi, 2018)
Eyvah Eyvah şimdi bu kitabın ismini görüp, okumaktan vazgeçebilirsiniz. Açıkcası kitabı ilk gördüğümde ben de aynı davranış biçimine girerek neredeyse okumayacaktım. Bu bizim ülkenin en sıkıntı veren sözcüğü diyebilirim. "Kültür"... sanki uzaydan gelen tanımlanamaz bir nesne, UFO gibi bir şey. Kimi zamanda (hatta sıklıkla) birbirimizi dövdüğümüz bir kızılcık sopası. An gelir kültürlü - kültürsüz diye statülere böleriz... bir başka zamanda alt kültür - üst kültür diye apartman daireleri yaparız. Mantarı kültürle ayırırız bu bile başlıbaşına bu kavramı önemsediğimize delalettir. Ciddi insanlar bir araya gelir bir dernek ya da parti kurarlar, içlerinde en önemsiz gördükleri kişileri de kültür bölümünün başına getirirler. Buna bir de sanatı eklediler mi anlayın ki sizi artık hiç kimse önemsemiyor demektir. Hani bir yerde size "Kültür - Sanat Sorumlusu" dediler mi? Siz artık mahalle maçında "fasulyeden" oynayan bir futbolcusunuz.
Şimdilerde ismi nedir bilemem ama çocukluğumdan bu yana bir "Kültür ve Turizm Bakanlığı" vardı. İşte o gün bu gündür hangisinin daha önemli olduğunu düşünüp durmuşumdur. Eh hani turizm ne de olsa "bacasız fabrika" yani döviz getirir, kültür ise lafı bile olmaz. Bu yüzden kültür tek başına değil yanına turizm, sanat, fizik eklenerek kullanılır. Bazı zamanda Anadolu'dan İstanbul'a göç edenlerin dernekleri vardır, onların ismi de o yörenin ismiyle başlar ve devamında "Kültür ve Dayanışma Derneği" diye tamamlanır. O kapıdan adım attığınızda dayanışma yerini bulur ama kültür sadece okey tahtasının sesi ile iskambil kağıdından ibarettir.
Arkeoloji dünyasında “Hocaların hocası”
"Türkiye'nin Kültür Sorunları" kitabı yaşamımızın dışına attığımız hatta yedek kulübemize bile almadığımız 'KÜLTÜR'ü yaşadığımız yıkımdan kurtuluşun reçetesi olarak, tarihsel süreçten bugüne kadar ele alıyor. Kitap, 1911 ile 2002 yıllarında yaşamış olan bilim insanı Ord. Prof Dr. Ekrem Akurgal'ın 1942'den bu yana Ulus, Zafer, Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleriyle Hayat, Ülkü ve Varlık dergilerinde yazdığı yazılardan toplanarak oluşmuş. Yani kitaptaki en yeni yazı yazarın öldüğü tarih olan 2002'ye ait. Oysa kitabı okurken sanki son 16 yılda kaleme alınmış gibi geliyor. Buradan da anlıyoruz ki devamlı ötelediğimiz hatta kulağından hoyratça tutup attığımız 'kültür' ün yok sayılması sonucu bu duruma gelmişiz.
Ekrem Akurgal, 1911 yılında Hayfa kentinin Tulkarem kasabasında doğdu. Ailesiyle çocuk yaşta İstanbul'a taşınan Akurgal, liseyi bitirdikten sonra Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne devam ederken bir arkeoloji bursunu kazanarak 1932'de Almanya'ya gitti. Berlin Üniversitesi'nde 1940 yılına kadar ünlü arkeolog Gerhart Rodenwaldt'ın yanında klasik arkeoloji öğrenimi aldı. Türkiye'ye döndüğünde, yazılı tezle doçent olan ilk kişi unvanı aldı. Anadolu arkeolojisiyle ilgili yayımlanmış kitapları derleyerek arkeoloji kitaplığı kuran Akurgal, 1948'de kazılarına başladı. Eski İzmir (Smryna), Foça (Phokai), Sinop, Çandarlı (Pitane) ve Erythrai antik kentlerinde 40 yılı aşkın süre kazıları sürdürdü. 1956 yılında Türk Sanatı Tarihi Kürsüsü'nün kurulmasına öncülük eden Ekrem Akurgal, arkeoloji çalışmalarıyla ilgili çok sayıda makale ve kitap yazdı.
Akurgal, 1957 yılında ordinaryüs profesör unvanı aldı. Çok sayıda ödül sahibi olan Akurgal'ın ödülleri arasında Goethe Madalyası, I Cavalli d'Oro di San Marco Ödülü ve Legion d'honneur Nişanı en önemlilerini oluşturuyor.
Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, eserleriyle Arkeoloji dünyasında “Hocaların hocası” olarak bilinen, dünyanın en saygın arkeologlarından biriydi. Alanın uzmanları için başvuru kaynağı olan araştırmaları ve eserleri birçok dile çevrildi. Türkiye'nin Kültür Sorunları' kitabının son bölümünde de Akurgal, "Anadolu uygarlıklarının dünya tarihindeki önemi" ismini verdiği bölümle de bilimsel makalelerini bir araya getirmiş.
Yazıyı biraz değil bir hayli fazla uzattığımın farkındayım ama bu yüzden kitabı okumaktan korkmayın, hiç sıkılmayacaksınız... Ayrıca yaşanan duruma kızmak, köpürmek, karamsarlık içinde umutsuzluğa düşüp debelenmek yerine kültür sorunlarımızla yüzleşmek en hayırlısıdır. Haydi fırsat bu fırsat.
Aptulika
Kitap okurken satırları altını çizmek yerine yanımda tuttuğum ufak bir deftere not alırım. Böyle yapmam sonucu zaman geçtikçe tekrar bakar, "Vay be yıllar önce bu satırlar beğenmişim" derim. Zaman içindeki yolculukta bir nevi izler bırakmak gibidir bu. Eh bir anlamda da kalem ve kağıt harcama alışkanlığı olsa gerek, bu yüzden not alırken bir şeyler de çizerim. Bunlar birikip, birikip evin içinde yerler kaplar durur, artık ne işe yarayacaksa. Yapacak birşey yok kağıt israf etmeye alışmışım bir kere. İşte bu kitaptan aldığım notları da buradan paylaşıyorum.
Kitaptan Alıntılar
"Dünyada gökten zembille inmiş ne bir mimarlık, ne bir heykelcilik, ne de herhangi bir başka kültür yaratısı vardır. Her yeni akım kendisinden önceki ile çevresindekilerinin çeşitli etkilerini taşır. Ulusal kültür ulusal güçle, çalışma, heves, merak ve çaba ile geliştirilir. Etkileri nereden gelirse gelsin her topluluk çalıştığı ve çaba gösterdiği ölçüde özgün bir ulusal kültür yaratır."
"Görünüşü yeniye uyduracaklarına müziğin içeriğini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarsalar daha iyi etmezler mi?"
"Çarşafı atışımızı ahlak dışı bulanlar, bunun Türk geleneğine uymadığını söyleyenler bilmelidir ki Türk kadını Turfan'daki duvar resimlerinde görüldüğü gibi Orta Asya'da İslamlıktan önce yüz örtüsü nedir bilmezdi ve bugünkü Batılı kadınlar gibi giyinirdi."
"Türkiye'de komşu kültürleri araştıran hiçbir kurum yoktur."
"Doğu'da özgürlük ancak çok kısa dönemler boyunca Sümerlerde, Fenikelilerde, Hititlerde ve Selçuklularda görülmüş, ancak süreklilik kazanamamıştır."
"Türkler Batı kültürünün kökenini oluşturan Helen düşüncesini ve bilimi ile ilk kez İslam uygarlığının parlak çağında ilişki kurmuşlardır. "
"Selçuklular kendilerini dünyanın sorunlarına veren, bilim ve sanat konularında çağdaş düzeyde ve 'Batılı' anlamda uygarlık merkezleri oluşturmuşlardır."
"Osmanlılar da 14. ve 15. ve bir ölçüde 16. yüzyılda Selçuklular gibi Batılı dünya görüşüne uyan bir davranışta idiler."
"Yükseliş sürecinde Osmanlılar sanatta olduğu oranda ticaret ve sanayi dallarında da girişimci ve canlı idiler."
"Fatih'in egemenliği sürecinde Osmanlılar 'Batılı anlamda' kurulmuş bir düzen içinde idiler."
"Ancak padişah ( II. Mehmed ) ın evrensel kültüre sahip olması kendi ülkesi için yararlı olmadı. Çünkü bu uyanık hükümdar genç yaşta öldü ve onunla Türkiye'de kök salması düşünülebilecek olan hümanist filizlenme ancak beş yüzyıl sonra yeşermek üzere kuruyup gitti."
"Gerçekten Yunus Emre'yi Türk aydınlarına, 1933 yılında yayımladığı 'Yunus Emre Divanı" ile Burhan Toprak tanıtmıştır. Onun dış ülkelerde duyulması ise özellikle Adnan Saygun'un bestelediği 'Yunus Emre Orotoryası' ile olmuştur. "
"Bir tek üniversitenin kurulmasına yüz milyonlarca lira yatırıyoruz, ancak o üniversitenin öğretim kadar önemli görevi olan araştırmacıları için gülünç ödenekler koyuyoruz."
"Türk sanatına Fransızlar, Almanlar, İngilizler ve daha birçok ulus büyük hizmetler yaptıkları halde biz Türkler uyuşuk olarak oturuyoruz. Kendi sanatımızı ne zaman önemseyeceğiz."
"Alaturka musikinin geri metoduna bağlanmak demek bir mimarın 'Ben ceddim Sinan gibi kemerli ve kubbeli binalar yapacağım' demesi gibi birşey olur. Adnan Saygun'un orotoryosu, veya diğer modern kompozitörlerimizin eserleri Avrupa metodu ile yazılmıştır, fakat bunların hepsi bütün ifadeleri ile birer Türk eseridir. Keza Borodin'in veya Rimsky - Korsakov'un Avrupa metodu ile çalışmalarına rağmen eserlerindeki her tonun Rus ruhunu aksettirmesi gibi."
"İskenderiye Okulu'ndan sonra en büyük bilim atılımını İslam dünyasında Abbasiler döneminde görürüz. (M.S. 750 - 1258) Bu evrede Arap, İran ve Türk kökenli bilim adamları antik çağdan kalma kitapları okuyor ve bunlara dayandırdıkları çalışmalarıyla İonialı düşünürlerin kurdukları matematik, geometri, astronomi, tıp gibi bilimlere katkıda bulunuyorlardı; öyle ki aralarında Farabi, Biruni ve İbni Sina gibi Türk kökenli bilginlerin de bulunduğu bu Müslüman düşünürler yaptıkları araştırmaları ile evrensel bilimi geliştirdiler ve 14. , 15. yüzyıllarda Avrupa'da gerçekleşen Rönesans oluşumuna ön ayak oldular.
"Rönesans atılımının yarattığı özgür ortam içinde Batılılar kendilerini kiliseye bağlı olmaktan kurtararak laik ve akılcı bir yöntemle bugünkü bilgisayar çağına ulaşmışlardır."
"Selçuklular yukarda İon uygarlığı bölümünde sözü edilen ve İslam dünyası içinde M.S. 9 - 12. yüzyıllarda oluşturulan ilk Rönesans hareketinin anlayışı içinde yüksek düzeyde bir hümanist kültür geliştirdiler. 13. yüzyılda Konya'da Mevlana Celaleddin Rumî, değeri özellikle modern çağımızda takdir edilen gerçek anlamda bir hümanist dünya görüşünü öğretiyor ve yazıyordu. Hemen her Selçuklu kentinde büyük hastanelerde tıp, rasathanelerde ise astronomi üzerinde çalışmalar yapılıyordu."
"Osmanlılar, Selçuklu Türklerinin kültürünü ve sanatını geliştirerek ona yeni boyutlar kazandırdılar. Mimarlık konusunda Bizans sanatından da esinlenerek yaptıkları yeni atılımlar ve aşamalarla sanat tarihinin en özgün mimarilerinden birini yarattılar."
" II. Mehmed 15. yüzyılın ilk yarısında İstanbul'u önemli bir bilim kenti düzeyine ulaştırmıştı."
"Ne var ki 17. yüzyıldan beri medreselerden matematik, geometri, astronomi gibi bilim dalları çıkarılmış, bütün önem dinsel konulara verilmiştir. Böylece yurttaşlar yaşadıkları dünyaya değil, kendilerini ölüm sonrası kavuşacaklarını umdukları yaşam koşullarına bağlamışlardır."
"Her ulusal uygarlık kendisinden önceki bir başka uygarlığın devamıdır ve ayrıca çevresindeki komşu uygarlıkların etkisi altındadır. Sözgelişi eski Helen uygarlığı Doğu uygarlıklarının geliştirilmiş bir evresi, bugünkü Batı uygarlığı ise onların ikisinin ve daha başka uygarlıkların bir sentezidir."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder