Lise yıllarında edebiyat derslerimizde Türk Edebiyatından yazarlar okutulurdu. O derslerde konu edilen yazarlar ve eserlerinden öyle soğutulurduk ki, bir daha elimizi sürmeyeceğimiz kesindi hani. Mesela Reşat Nuri Güntekin'i ancak 55 yaşıma geldiğimde okuyacaktım... hatta "çok keyifliymiş, bunca yıl neden okumamışım" diye de hayıflanacaktım. Norveçli yazar Dag Solstad'ın "Mahcubiyet ve Haysiyet" romanını okurken, bu durumun sadece bize özgü olmadığını görecektim.
Norveç denilince akla tiyatro oyun yazarı ve şair Henrik İbsen gelir. İşte Solstad'ın romanının açılışında da bu edebiyatçının meşhur eseri "Yaban Ördeği" ile karşılaşırız. Romanın kahramanı bir lisede edebiyat dersi öğretmenidir ve verdiği dersin konusu İbsen'in bu eseridir. Ellili yaşlarına adım atmış, emekliliğini bekleyen edebiyat öğretmeni Elias Rukla dersi verirken, öğrenciler, ilgisiz ve bir hayli sıkılmaktadır. Öyleki romanın başında uzun bir süre o öğrencilerin yaşadıkları sıkıntıyı biz de yaşamaya başlarız. Bir ara Rukla kendi yaşıtı bir arkadaşıyla karşılaştığında derste İbsen'i işlediğini anlattığında, arkadaşı ona "bu yazarı hala okumadım ve hiç okumam da" der. Yani edebiyat derslerinde o ülkenin 19 ya da 18 . yüzyıldan kalma klasik yazarları zorunlu olarak okutulur ama onları daha sonrasında okumayız. Hani neredeyse o dersler o yazarlardan soğutmak için yapılır gibi. Kitabı okurken "vay be, bu sadece bizde değil, Norveç'te de böyleymiş, demekki" demeden de edemedim.
İbsen ve eseri "Yaban Ördeği" derste işlenirken öğretmen Rukla'nın hayatına giriş yaparız. Yaşlanan ama gençliğinde güzel karısı ve 1968'li yıllardaki gençliklerine döneriz.
Kitap, topu topu 106 sayfadan oluşan bir kısa roman ama Solstad'ın harika geçişleriyle bitirdiğinizde sanki üç roman okumuş gibi oluyorsunuz.
Henrik İbsen'e gelince, benim hayatımda yer etmiş bir yazardır. Nedenine ise liseyi bitirdiğim zamanlarda okuduğum aylık bir sanat dergisinde hakkındaki bir yazıyla açılan kapıdan girip, ilk önce bir tiyatro eserini izleyip, ardından da bir başka eserini okumamla başlayacaktı. Yani İbsen konusunda bir Norveçli yaşıtımdan daha şanslıydım belki de. Hatta yıllar sonra İbsen amcanın tipini de karikatür portre olarak çizecektim.
Bugün orta öğretimdeki çocukların kitapçıya girip, "Çalıkuşu" romanı var mı?" diye bezgin bir vaziyette sorduklarını görüyorum. Hemen atılıp, Vay be gencecik çocuk Reşat Nuri'ye merak sarmış diye heyecanlanıyorsunuz. Ama çocuğun yüzündeki ifade, " inşallah çok uzun değildir, hemen biterde, bu kabusu bitiririm" oluyor. Nedeni ise bunu zorunlu bir okul ödevi olması. O dersi hallettikten sonra da bir daha o yazara ve eserine hayatı boyunca elini sürmeyeceği garanti oluyor böylece.
Solstad'ın " Mahçubiyet ve Haysiyet" romanı İbsen'in zorunlu ders konusu olan eseriyle açılıyor ve edebiyat öğretmeni Rukla'ının hayatını sorgulamasıyla 1968'lerdeki gençliğine gidiyor. Kitabın konusunu açık etmemek için daha fazla yazmıyorum. Rukla'nın üniversiteden arkadaşı ve sevgilisi ile harika bir öyküye giriyorsunuz. Bu arada geçen hafta bu kitabı okuduktan sonra dilimize çevrilen bir başka romanını "T Singer"ı da okumaya başladım. Ona da bir sonraki yazıda yer vereceğim. Benim önerim ilk önce "Mahcubiyet ve Haysiyet" ardından da "T Singer"i okuyun derim.
APTULİKA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder