Doris Lessing
"Türkü Söylüyor Otlar"
Arka arkaya her hafta neden İş Bankası Yayınları'ndan çıkan kitapları yazıyorsun derseniz, bu bir tesadüf değil. İki hafta önce dilimize yeni çevrilmiş ve daha önce bilmediğim üç kadın yazarın romanı fena halde ilgimi çekecekti. Bunlardan birini geçtiğimiz hafta yazmıştım; Gwendolyn Brooks isimli ABD'li siyahi bir yazarın "Maud Martha" romanıydı. ABD'deki ırk ayrımına 1960'lardan ışık tutarken, farklı bir bakış ve ironik bir yaklaşım sunuyordu. Bu alışılmışım dışında, ezber bozan ama daha etkili bir şekilde eleştirel yaklaşım getiren bir romandı. Bu hafta tanıtacağım ise Rodezya doğumlu İngiliz kökenli beyaz bir kadın yazar olan Doris Lessing. Onun "Türkü Söylüyor Otlar" romanı da sömürgecilik çemberindeki Rodezya ( yani şimdiki Zimbabwe) yaşamında Afrika'daki ırkçılığa karşı uluslararası duyarlılık uyandırıyor. Şimdi okuduğum ve bitmek üzere olan üçüncü roman da Doğu Almanyalı bir yazar olan Brigitte Reimann'ın "Kardeşler"i. Orada da Vakti zamanının sosyalist Almanya'sından bir kadın yazarın romanından dünyaya bakıyoruz. Her üç roman yazarı kadın olmasının ortaklığının yanısıra her biri de 1960'lı yılların çelişkilerini yansıtmış. Sorunların ve coğrafyalarının farklılığının yanısıra her birinin edebiyatçılığı övgüye değer.
Bu üç yazarın tanıttığım ( ve tanıtacağım) üç romanının bir başka. ortak yanı da neredeyse otobiyografik özellikler taşıması. İngiliz kadın yazar Doris Lessing (1919 - 2023), ailesi tarafından 6 yaşındayken bir İngiliz sömürgesi olan Rodezya'ya götürülmüş. .. öyle ki yazarın mutsuz çocukluğu romanlarının asıl motifi olmuş. Bu romanında da bunu fazlasıyla hissediyoruz.
Romanın adı, T.S. Eliot'un "Çorak Ülke" şiirinden geliyor. O şiirden bir bölümü Cevat Çapan'ın güzelim çevirisiyle şöyle bir girişiyle analım derim:
"Dağlar arasındaki bu köhne çukurda
Soluk ay ışığında, türkü söylüyor otlar
Çökmüş mezarlar üstünde, kilise çevresinde
O boş kilise, yalnızca rüzgarın barınağı.
Ne cam ne çerçeve, kapısı çarpıp duran,
...."
Lessing'in romanı bir polisiye tadında işlenen bir cinayetle başlar. Uzak bir çiftlikte öldürülen beyaz bir kadın ve bu cinayeti işlediği gerekçesiyle tutuklanan bir Afrikalı köle. Romana bu şekilde başladığınızda aklınıza ister istemez, "asıl katil kim? ve " bu cinayeti köleye yıkıyorlar" gibi düşüncelere kapılıyorsunuz. Roman böyle bir akışta sürerken öldürülen beyaz kadının çocukluğuna gidiyorsunuz. Yoksul ve sefalet ortamında geçen bir çocukluk. Sonrasında bir genç kızın kendince renkli bir dünyasına şahit oluyoruz. Mary ismindeki bu kızın yaşamında ne yerli Afrikalılar var ne de başka bir çelişki. Dünyayı pek umursamayan ama sevgili ilişkilerinden de uzak duran bu kız bir ara bir çiftçi olan Dick ile tanışır. Bunlar kelimenin tam anlamıyla ayrı dünyalardadır. Adam çiftliğinden pek dışarı çıkmayan biridir ama. genç kız şehirlidir. Her nasılsa evlenirler. İşte ondan sonra çiftlikte ağır yaşam koşulları, sıtma vesaire derken Mary'nin hem kendi çocukluğunun travması hem de alışamadığı zor şartlar ağır bir ırkçılığa dönüşür.
Çiftlik dediysek de aklınıza hemen yeşillikler, kır yaşamı güzellemesi gelmesin hani. Çiftliğin sahibi olan Dick adı bahtsız, şanssız diye lakaplarla anılan bir adamdır. Verimsiz toprak bir de bahtsızlığı sebebiyle oraya buraya borçlu bir adam. Kendisi gibi etrafındaki beyaz sömürgeciler de onun toprağına göz dikmiş sözde dostlardır. İşte bu ortama gelen Mary, şehrin renkli yaşamından yoksun kalmış, çorak bir banliyo ortamındadır. Üstelik bu evlilik öyle büyük bir aşk ilişkisiyle de başlamamıştır.
İşte böyle bir ortamda kendi çoçukluğunun travmalarına da dönen Mary, hizmetlilere yani siyahi Afrikalılara kötü ve ırkçı davranışlara girer. Siyahi hizmetçiler bir bir işleri bırakır gider. En sonunda yeni bir siyahi hizmetçi olan Moses gelir. Yer yer nefret sürer ama bir bağ da vardır, bu efendi uşak ilişkisinde.
Sömürgecililik çevresinde gelişen ırkçılık ve buna karşı bir duyarlılık oluşturmayı amaçlayan bu romanda ırkçılığın gerisindeki nedenleri kısır bir yaşam ve sevgisiz evlilik üzerinden işlerken; o ırkçılığı körükleyen beyaz İngilizlerin de aslında Britanya adasının ezilmişleri olduğunu hafiften bizlere sunuyor.
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder