1970'li yıllarda her mahalle arasında bir plakçı dükkanı, mutlaka bulunurdu. O zamanlarda 13 yaşında falanım ve artık Ortaköy'deki meşhur Gazi Osman Paşa Ortaokulu'ndayım. Bu arada nasıl meşhur, nerede bu okul demeyim, zira şimdilerde öyle bir okul yok, yakında otel falan olabilir. Her neyse ben bu disiplinli okulda okuyorum ve öyle tatilinde ilk uğrak yerim oradaki plakçı dükkanı oluyor. Daha o sıralar bizim evde pikap falan yok ama ben neredeyse her gün oraya gidip yeni çıkan plaklara bakıyorum , eh bazen de kayıt alıyorum. Her gün uğradığım için dükkan sahibiyle aramda belirli bir hukuk da oluyor ve bu sayede bir kaç plağı dinliyorum.
O zamanlarda o plakçıya gittiğimde, "Vay King Crimson'un yeni albümü gelmiş, bir dinleyebilir miyim?" falan dediğim sanılmasın. Benim bildiğim Sweet, Suzi Quatro ve Tom Jones. Bu arada Nazareth'i Erkin Koray'ın grubu sanmam bile muhtemel. Ancak o yıllarda her şey hızlı gelişiyordu ve kısa bir süre sonra Deep Purple, Jimi Hendrix, Pink Floyd hayatıma yavaştan girecekti.
Her neyse o yıllarda gene bir öğle tatilinde plakçıya gittiğimde bana, "Senin gürültülü müziklerden biri daha geldi." diyecekti. Plağı bana gösterdi ve, "Bak Burun isimli bu grubu bir dinle seveceksin." diye de ekledi.
Bir süre sonra Adamın "Burun" diye okuduğu şeyin "Burn" diye İngilizce bir sözcük olacağını anlayacaktım. O plakçıda ağırlıklı olarak güncel ve popüler plaklar ağırlıtaydı ve genelde Neşe Karaböcek, Demis Roussos, Ajda Pekkan gibi 45'lik plaklar vitrinde arzı endam ederdi. Arada bir iki yabancı Long Play de hava olsun diye vitrine çıkardı. Plakçı da hiç ilgilenmediği rock plaklarını İngilizce telaffuz etmeye kalkarken "Burn"ü "Burun" diye okuyordu. Bu sadece adamın dediği lafla bitmiyordu, plağın kapağına baktığımda beş adamın kafasınını üzeri bir mum gibi yanıyordu. Yani görsel olarak da serüven kapaktan başlamıştı bile.
Bu şaşkınlığın ardından plak çalmaya başladı. Amanın o nedir be... ortalık inliyordu. Daha önce ne Suzi ne de Sweet'ten bilmediğim bir sound. İçimden bu Burun grubu harika bir şey dedim. Bu arada plağın üzerinde ufaktan bir Deep Purple yazısını da görecektim. Bu grubu bir arkadaşım sayesinde biliyordum ama plakçıyı bozmamak için, ertesi günü ve ondan sonraki günler gidip, "Abi şu Burun grubunu bir çalsana" diyecektim. Ne kadar zaman bu böyle sürdü bilemem ama ben o plakçıya her öğle tatilinde gidip, albümü zaman içinde tümüyle dinledim.
Sonra beş yıl falan geçti üzerinden benim pikabım çoktan olmuştu ve plağın Türk baskısını almıştım. Tabi ondan önce "Machine Head" ve diğerleri bende mevcut olmuştu ama o "Burn" albümünün yeri ayrıydı. Ha bu arada o plakçı belki de hala o grubu Deep Purple değil de Burun sanıyordur.
Bu arada Deep Purple'ın "Burn" albümünün ilk yayınlanışından bu yana tam 50 yıl geçmiş iyi mi! 1974'te ülkemizde de basılan bu plağı 1970'lerin sonuna doğru alacaktım ve hala da büyük bir tutkuyla dinlerim... Hele ki o albümde yer alan "Mistreated" parçası daha sonraki yıllarda da David Coverdale'in kartviziti haline gelecekti. Bugün bir kez daha dinlerken yeniden farkettim ki, en harika yorumu bu plaktakiymiş. Albümün girişteki isim parçası "Burn", "Sail Away" ilk dinlediğimden bu yana hep gönlümü çelmiştir ama bitişte yer alan "A 200" ismindeki enstrümantal ayrı bir tutkudur benim için.
APTULİKA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder