İlkokula gittiğim zamanlarda bir arkadaşımın doğum gününde eskilerin piknik tipi denilen taşınabilir bir pikabını görmüştüm. Öyle büyüleyici bir şeydi ki, bugün bile hatırladıkça heyecanlanırım. Sonra ortaokula giderken, bir pikabım olsa hayalim hep sürdü. Hatta pikaptan önce plaklar almaya bile başlamıştım. Bir ara pikabım olacaktı ve onları dinleyecektim. Ortaokulun sonlarına doğru bu hayalim gerçekleşti ve radyolu bir pikabım oldu. Bu arada babamın üniversiteyi bitirip ilk işe girdiğinde aldığı gramofondan Deep Purple plağı dinleme. uğraşımımın sonucunda o taş plak için olan kalın gramofon iğnesiyle güzelim plağı da haşat ettiğimi bilirim.
Benim gençliğimde pikap bir lükstü ve zor edindiğimiz bir şeydi. Pikabı bulduğunda da sevdiğin grubun plağını da bugünkü gibi anında bulabilmen imkansız gibi bir şeydi. Bir ara Murat Beşer'den dinlemiştim, rahmetli Apaçi Ayhan ile birlikte King Crimson'un yeni çıkan bir albümünü dinlemek isterler ama daha İstanbul'da plakçılarda yok. Bu plağın Edirne'de birinde olduğunu öğreniyorlar. Otobüse atlayıp, Edirne'ye gidiyorlar ve bu plağa sahip olan kişiyi buluyorlar. Adam da onları evinde konuk ediyor ve bizimkiler plağı dinleyip, adama teşekkür edip, otobüse atlayıp, İstanbul'a dönüyorlar. Şimdi siz bunları okurken abartılı bir öykü sanabilirsiniz ama ben Murat'tan bunu dinlediğimde, "Hadi yahu amma da attın" falan demedim... çünkü bunu ben de yapardım...hatta yaptım da. Ortaokulun sonu ve İngilizce dersinden ikmale falan kalma durumundayım. Babamın bir arkadaşının oğlu Robert Kolej'de okuyor ve bana ders verecek. Ben isteksiz isteksiz Robert Koleji'n öğrenci yurtlarına doğru yürüyorum, aklımda The Who'nun "Tommy" plağı var. O dönem Hey dergisinde duymuşum ve filmi de varmış diye içimden geçiriyorum. Ders , mers çok sıkıcı ama gideceğiz. Bana ders verecek abinin odasına giriyorum ve bir anda orada pikap olduğunu görüyorum. O da ne!... plaklar arasında The Who'nun "Tommy" albümü orada duruyor. Ders başlıyor ama aklım hep o plakta. Ders bitiyor ve rica ediyorum plağı bir iki parça dinliyorum. Ertesi günü derse koşa koşa gidiyorum. Sonuçta ben sınıfta kalmadım ama İngilizce nanay vaziyette ancak her ders sonu The Who'nun albümünü bol bol hatim etmiştim. Bir kaç yıl sonra da film geldi onu da izledim ama İngilizce hep nanay kaldı. Ama en sevdiğim ve unutamadığım ders o derslerdi.
Bu yaşadıklarımızın benzerini AC/DC'nin vokalisti Brain Johnson'un da yaşadığını dün okuduğum bir haberde de görecektim. https://ultimateclassicrock.com/brian-johnson-little-richard-tutti-frutti/ sitesinde çıkan haberde Brain Johnson'un Little Richard'ın "Tutti Fruitti" plağını dinleme serüvenini okuyunca aklıma o yaşadıklarımız gelecekti.
AC/DC'nin efsanevi vokalisti Brain Johnson 12 yaşında ve ailesinin kuzey İngiltere'deki evlerinde pikap falan yok. Ama radyoda kısa bir anda yakaladığı “Tutti Frutti" ilgisini çekiyor. Bunun üzerinden uzun bir süre geçiyor. Brain bir evin önünden geçerken bu şarkıyı duyuyor. Brain Johnson otobiyografisini yazdığı kitapta o anı şöyle anlatıyor: “Bu plağın sesinin bir pencereden geldiğini duydum ve ardından ne yaptığıma bugün bile inanamıyorum. Kapıyı çaldım ve kapıyı bir kız açtı. Benden altı yaş falan büyük olan bu kız bana 'Sen kimsin?' dedi. Ona 'Benim adım Brian, iki sokak aşağıda yaşıyoruz." dedikten sonra ' O biraz önce çalan plağı tekrar takabilir misin?" diye ekledim. O şaşırmıştı, ama bana 'Orada, pencerenin altında dur' diyerek beni dışarı çıkardı ve plağı çaldı. Ben de ona 'Teşekkür ederim' dedim!' O da bana kendini 'Benim adım Annette' diyerek tanıttı. Ben de 'Teşekkürler Annette' dedim. … Onu asla unutmayacağım.”
Plak bir tutku ve hiç ama hiç bitmeyeceğe benziyor.
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder