"Denizin Değiştirdiği"
Adam Yayınları
(1992)
Çeviren: Mehmet Fuat
(1992)
Çeviren: Mehmet Fuat
Şu sıralar yeni baskısı olmayan bu kitabı sahafta buldum. 1992'de Adam Yayınlarından çıkmış ama ülkemizde ilk olarak 1954 yılında çıkmış. Böyle açıklamaları kimsenin önemsemediğini tahmin ediyorum ama bendeki de bir takıntı olsa gerek bunu yapmaktan kendimi alamıyorum. Ne diyelim, bu tip ayrıntılara ilgisi olanlar için bir yararım oluyorsa ne mutlu bana.
Kitabı ilk gördüğümde ilgimi çeken, çevirmeni oldu diyebilirim. Zira bir edebiyatçının çeviriyi yapması keyfi ikiye katlayacaktı. Kitabı görmemle duyduğum ilgi ardından bir şaşkınlığı da getirdi hani. Hemingway'i hep kalın romanlarıyla bilirdim ama bu kitap oldukça ince bir kitaptı... topu topu 75 sayfa. Bu bir roman değil, öykü kitabıydı ve yazarın dokuz öyküsü yer alıyordu.
İlk öykü, "Yeryüzünün Başkenti" ismini taşıyordu ve Madrid'de Paco'nun öyküsünü dinliyorduk. Yazarın iç savaş yıllarında bulunduğu İspanya tutkusuna şahit oluyorduk. 13 sayfalık bu ilk öykü okurken uzun bir roman tadında dökülüyor ve sinema izler gibi takip ediyorsunuz. Sonrasında gelen "Kızılderililer Köyü" ile Amerika kıtasına geçiyorsunuz ve sonraki öyküler de bu coğrafyada devam ediyor. Bu öyküyü bitirdikten sonra gelen öykülerde başkahramanın hep aynı kişi olduğunu farkediyorsunuz. Hemen aklınıza birbiri takip eden öyküler olduğu düşüncesi geliyor ama böyle bir bağlantı da olmadığını görüyorsunuz. Başkahraman aynı ama öyküler ayrı zaman ve ayrı kesitlerde.
Kitapta dikkat çekici bir karekter de boksör, kimi zaman eski günleri unutulmuş biri, kimi zaman öldürülmek için takip edilen bir boksöre rastlıyoruz. Ayrıca sinema filmlerinde kovboyların ardında sisler içinde kalan kızılderililer, Hemingway'in öykülerinde ete kemiğe bürünerek gerçekçi bir kahramana dönüveriyor.
Bu incecik kitaptan bahsederken neredeyse kitabın yekününden daha uzun bir yazı çıkaracağım. Belki de kısa öykü yazmanın asıl maharet ve ustalık olduğunu da böylece anlıyoruz. Kitabı bir saatte okuyorsunuz ama günlerce üzerine konuşuyorsunuz ve yıllarca tadı sürüyor. Bunu yapabilen insan da zaten Ernest Hemingway oluyor.
Aptulika
Kitabı ilk gördüğümde ilgimi çeken, çevirmeni oldu diyebilirim. Zira bir edebiyatçının çeviriyi yapması keyfi ikiye katlayacaktı. Kitabı görmemle duyduğum ilgi ardından bir şaşkınlığı da getirdi hani. Hemingway'i hep kalın romanlarıyla bilirdim ama bu kitap oldukça ince bir kitaptı... topu topu 75 sayfa. Bu bir roman değil, öykü kitabıydı ve yazarın dokuz öyküsü yer alıyordu.
İlk öykü, "Yeryüzünün Başkenti" ismini taşıyordu ve Madrid'de Paco'nun öyküsünü dinliyorduk. Yazarın iç savaş yıllarında bulunduğu İspanya tutkusuna şahit oluyorduk. 13 sayfalık bu ilk öykü okurken uzun bir roman tadında dökülüyor ve sinema izler gibi takip ediyorsunuz. Sonrasında gelen "Kızılderililer Köyü" ile Amerika kıtasına geçiyorsunuz ve sonraki öyküler de bu coğrafyada devam ediyor. Bu öyküyü bitirdikten sonra gelen öykülerde başkahramanın hep aynı kişi olduğunu farkediyorsunuz. Hemen aklınıza birbiri takip eden öyküler olduğu düşüncesi geliyor ama böyle bir bağlantı da olmadığını görüyorsunuz. Başkahraman aynı ama öyküler ayrı zaman ve ayrı kesitlerde.
Kitapta dikkat çekici bir karekter de boksör, kimi zaman eski günleri unutulmuş biri, kimi zaman öldürülmek için takip edilen bir boksöre rastlıyoruz. Ayrıca sinema filmlerinde kovboyların ardında sisler içinde kalan kızılderililer, Hemingway'in öykülerinde ete kemiğe bürünerek gerçekçi bir kahramana dönüveriyor.
Bu incecik kitaptan bahsederken neredeyse kitabın yekününden daha uzun bir yazı çıkaracağım. Belki de kısa öykü yazmanın asıl maharet ve ustalık olduğunu da böylece anlıyoruz. Kitabı bir saatte okuyorsunuz ama günlerce üzerine konuşuyorsunuz ve yıllarca tadı sürüyor. Bunu yapabilen insan da zaten Ernest Hemingway oluyor.
Aptulika
1 yorum:
Selam Aptulika! Arada bir Blues Perişan'a bakıyordum ama bu kitap yazılarına çok takılmamıştım bugüne kadar. Yazılar acayip iştahımı açtı, kitapları okumak için heyecan yarattı, ellerine sağlık. Burada da baskı yılıymış, yeniden baskı yılıymış, çevirmeniymiş, bunlar kimi ilgilendirir ki benden başka diyorsun ama beni baya ilgilendiriyor, heyecanlandırıyor, eminim ki benim gibi hisseden bir sürü okur da vardır. Kitapların eski basımlarının farklı kapakları, o dönemi hatırlatan tasarımları, göçüp gitmiş yayınevlerinin anıları, dönemlerin grafik anlayışları, renk kullanımları, çeviri ise farklı çevirmenleri, sonradan yapılmış genişletilmiş basımlar ya da bilmemkaçıncı basıma yeniden yazılan önsözleri hepsi ayrı bir heyecan. Biriktirdiğim plaklar için de aynı heyecanlar geçerli. Sürekli sahaflardan bahsetmen de internetten alış verişe yönelmişken insanda sahaflara gitme isteği, özlemi uyandırıyor. Ben Eskişehir'de doğdum büyüdüm, ortaokulun iki sokak ötesinde Kitapbank isimli bir dükkan vardı, sloganı "al götür, oku getir" di. Dini kitaplardan çizgi romanlara, öykü roman şiirden eski dergilere kadar yerden tavana kadar kitabın kendi içinde düzeni olan bir kaos halinde yığılı olduğu dükkanın huysuz dinci bir de sahibi vardı. Ama ne kadar huysuz ve sevimsiz olsa da adam bir şekilde kitap sevdalısıydı ve kitapları satarak değil, kiralayarak kitap açlığı içindeki beş parasız cocuklara acayip bir hizmet veriyordu. Kitabın değeri olan atıyorum 10 lirayı verip kitabı alırdınız ve geri getirdiğinizde atıyorum 8 lira geri verirdi, 2 liraya kitabı kiralamak ya da 10 liraya satın almak sizin tercihinizdi... Üniversite sonrası İstanbul'a gelip çalışmaya başlayıp da "maaşlanınca" vaktiyle kiraladığım ya da eşten dostan alıp okuyup geri verdiğim kitapları da kütüphanemde olsun diye "sıfır" olarak satın almaya başladım. Tabii bu kitapların çoğu yeniden basılmış, kimi yeni kapaklarla, kimi yeni yayın evlerinden... Aradan yine zaman geçti, memleketi vuran büyük krizlerden birinde işsiz, parasız, sonunda da evsiz kaldım ve belirsizliğe yürürken de kütüphanemdeki kitapların %90ını bir sahafa sattım. Hatta sahaf çocuk üzüldü, ne güzel kitaplar biriktirmişsin, neden satıyorsun, yeni tanışmamıza rağmen kitapları satmam yerine bana borç vermeyi bile teklif etti! Ama benim bir yandan da hafiflemem gerekiyordu ve kitaplara veda ettim. Ve yine yıllar sonra kitap sevdalısı şimdiki eşimle tanıştım, kitaplar yine evde hayatta birikmeye başladı.. Yaş da 50ye merdiven dayanınca bir kitabın hayatımda yeri olan 3-4 ayrı baskısı oluşmaya başladı. Lafı uzattıkça uzattım, velhasıl kelam, Blues Perişan Kütüphanesi'ne katkı köşesi önerdiğiniz kitapları okuma şevki yanında sahaflarda kaybolmaya, bu eski basımlara ulaşmaya motive etti, teşekkürler. Uzun lafın kısası kitabın memleketteki ilk, üçüncü, otuz üçüncü basım yılı, çevirmeni, yayınevi bilgileri gayet önemli :)
Yorum Gönder