Bundan yıllar önce Fransa'da üniversitede okuyan Alman bir doktora öğrencisi İstanbul'a gelip, benimle görüşmek istediğini belirtmişti. O zaman çalıştığım bir dergi olmadığı için beni bulması da zahmetliydi ama bir şekilde bana ulaşmıştı. O kadar zahmete katlanıp, buraya gelmesinin sebebi ise tez çalışmasında benim karikatürlerimden bir kaçını kullanıyor olmasıydı. Teziyle ilgili her şey bitmiş, adam üşenmiyor İstanbul'a geliyor ve karikatürlerimle ilgili izin istiyordu. Yahu bizim ülkede tez çalışmalarında kaynak bile belirtilmez hatta "intihal" vukuatı almış başını gitmişken bu nasıl bir şeydir diye içimden geçirdim. Benden izin istiyordu ama "al kullan izin falan ne demek çizimler senin köpeğin olsun" demek de yetişmiyor, bunu yazılı olarak vermem gerekiyor. Bununla da kalmıyor adam benden telif isteyip, istemediğimi bile soruyordu. "Ben öğrenciyim abi" ya da "sizin çizimleriniz bir tez çalışmasında Fransa'da yayınlacak ünlü olacaksınız" gibi bizim ülkede alışageldiğimiz lafları da kullanmıyordu. Bir de adama hayretle bakıyorum, öyle ya adamın yayınladığı tezden benim nerde haberim olacaktı.
Neyse izni verdim, tabi öyle telif falan istemedim. Adam çekip gitti iş bitti mi? Ne gezer bir kaç hafta tezde yazan bölümü bana gönderdi ve derginin ismini ve yayınlama tarihi doğru mu diye bana sordu ve onay aldı.
Bu telif konuları vesaire öyle yasalar, mahkemelerle sınırlı değil yaşamın içinde algılayabileceğimiz bir gerçeklik olmalı ama ne gezer. Ben o sıra oturduğum yerden ayağıma gelinirken aynı dönemde şaşalı bir yayınevine kapak yapıyorum ve bana imzalattıkları sözleşmede kitabın ikinci baskısında telif almayacağıma dair bir madde konuyordu. Üstelik yaptığım kapağa yazı girecek diye bana sormadan bir bölümü kesiliyordu. O sıra kalkıp, "Yahu benim çizimi kafanıza göre nasıl keser biçerseniz desem büyük ihtimal, "Köpeğe parasını verdik, ne laga luga ediyor. Keseriz de biçeriz de" diyeceklerdi.
Sanatçı haklarını, telifi melifi yaşam biçimi haline döndürme uygarlığına eriştiremedik. Bu konuda bir santim bile yol almadık. Bunu bize sunan Erkin Koray'ın mücadelesini de bir "aksi adam" kaprisi olarak görmekteyiz hala. Daha önce de dediğim gibi benim derdim yapımcılar, plak şirketleri, yayıncılar falan filan değil, bu konuyu bir yaşam biçimi haline getirebilmemiş bir toplum olmaya devam etmek. Bir anlamda "Olmak ya da Olmamak" gibi bir şey bu. Hamlet'in ilk sahneye girişini bilirsiniz, o yapıt ilk sahnesinde "Çürümeye başlayan bir şeyler var" diye başlar.
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder