68 yıl öncesinin filmi...48 yıl önceki bir anı
Çocukken ailecek bir filme gitmiştik. Aslında çocukken ailecek gidilen sinemaların sayısını toplasak elbette ki bir film akılda kalmaz, bunun ayrıcalığı ise babamın heyecanıydı. Onun ilk gençliğinde izlediği siyah beyaz bir film, 1971 yılında tekrar düzenlenerek renkli hale getirilmişti. İşte o günün anılarında babamın o gençlik çağında izlediği bu filmi ve başrol oyuncusunu öve öve bitirememesi hala hafızamdadır.
1951 yapımı bu film, döneminin en önemli prodüksiyonlarından biri olan "İstanbul'un Fethi"ydi.
Sami Ayanoğlu - 1951 yılı İstanbul'un Fethi fiminde |
Aydın Arakon'un yazıp yönettiği bu siyah-beyaz film, Türkiye sinema tarihinin ilk en yüksek bütçeli filmlerinden biriymiş ve oynadığı dönemde çok ses getirmiş. İşte o film 1971 yılında bir tamirden geçerek tekrar gösterime girmişti. Tamir sırasında renklendirilerek bozuk sesler sebebiyle yeniden seslendirilmişti. Bu arada o günlerde izlediğim film yeniden elden geçirilmişti ama renklendirilmesine gelince, olay sadece bir sarı rengin siyah beyaz bir fotoğrafın üzerine konulması şeklindeydi. Zaten tamamen renkli hale getirmek için daha 25 hatta 30 yıl geçmesi gerekiyordu.
Babamın heyecanla bizi o filme götürmesi hep aklımda kalmıştır. Babamın heyecanının bir sebebi de filmde başrolü oynayan tiyatro sanatçısı Sami Ayanoğlu'na duyduğu hayranlıktı. O filmdeki rolü o kadar güzelmiş ki ondan sonra Fatih Sultan Mehmet rolü oldu mu hep o akla gelirmiş. Açıkcası babamın ilk (1951'de) 19 yaşında, benim ise (1971'de) 9 yaşındayken izlediğim bu filmde Sami Ayanoğlu rolüyle Fatih Sultan Mehmet'le özdeşleşmiş gibiydi. Sonralarda da Sami Ayanoğlu'nun oyunculuğunun güçünü şimdi aklıma gelmeyen bir filmdeki uyanık kaba savaş ( İkinci Dünya Savaşı) fırsatçısı tiplemesiyle hatırlarım ki harikadır. Zeki Müren ve Cahide Sonku'nun oynadığı başyapıt olan "Beklenen Şarkı" filminde de Sami Ayanoğlu'nun oyunculuk gücüne ancak şapka çıkartılır doğrusu.
Sami Ayanoğlu bir başka filmde Namık Kemal rolünde |
Bu kadar farklı rolleri başarıyla canlandırabilen bir oyunculuk yeteneği olan Sami Ayanoğlu, yüz yapısının benzerliği ile hep Fatih Sultan Mehmet rolleriyle hatırlanacaktı. Bunda tabi o zamanının yüksek bütçeli filmi "İstanbul'un Fethi"nin de payı vardı, kuşkusuz.
Sami Ayanoğlu'nun ölümünden sonra oğlu Bora Ayanoğlu Yeşilçam diye tabir edilen sinema filmlerimizde Fatih rolünde görülecekti. O her ne kadar 1970'lerin bol gişeli iş yapan "Kara Murat" filmlerinin Fatih rollerinin vazgeçilmezi olsa da farklı müzisyenliği ile aklıma kazınacaktı. 1977 yılında çıkan "Beyaz Güvercin" LP'si (albümü) önemli bir milattı. Daha öncesinde çıkan "Güller ve Dudaklar" şarkısı zaten filmiyle de aklıma kazınmıştı ama bu albümde "Rose Maria", "Yunus" ve daha niceleri vardı. O dönemde moda haline gelmiş olan yabancı parçalara Türkçe söz yazma alışkanlığı onda yoktu; şarkılarını kendi besteliyor ve şarkı sözlerini de kendi yazıyordu. İşte o günlerde Alpay'dan tanıdığım "Fabrika Kızı" şarkısının da ona ait olduğunu öğrenince hayranlığım tam da artmıştı.
Geçen hafta o günlerden anılarımı tekrar depreştiren bir röportaj görecektim. Geçtimiz Cuma günü, 7 Haziran 2019 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Mustafa K. Erdemol, Bora Ayanoğlu ile harika bir söyleşi yapmıştı. Tarihe oturacak bu röportaj'ı sizlerle paylaşmak isterim. Ancak röportajın tamamına yer vermeyeceğim, zira Mustafa K. Erdemol ve Cumhuriyet gazetesi'nin emeğine haksızlık etmemek için önemli gördüğüm bölümlerden alıntılar yapacağım. Yazının tamamımını okumak için aşağıdaki linke tıklayıp gazetenin sitesinden okuyabilirsiniz.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/1428068/Sinemanin_Fatih_i__muzigin_toplumsal_savascisi.html
Aptulika
Sinemanın Fatih’i müziğin toplumsal savaşçısı
(Cumhuriyet Gazetesi - 7 Haziran 2019 Mustafa K Erdemol'un Bora Ayanoğlu ile yaptığı söyleşiden alıntı.)
Şu sıralar bir muhbir vatandaş yüzünden başı devletle belaya giren Alpay’ın seslendirdiği Fabrika Kızı’nı bestelediğinde 22 yaşındadır Ayanoğlu. Bu güzel şarkı ülkemiz pop müziğinin ilk proleter şarkısıdır müzik araştırmacısı Naim Dilmener’e göre. Cem Karaca’nın Tamirci Çırağı’ndan önce yazılıp bestelenmiştir
Ayanoğlu’nun bestelerinin çoğu toplumsal sorunlarla ilişkilidir zaten. Bireycilikten uzak, toplumcu bir anlayışı olan Ayanoğlu’nun, “işin ehli”ni arayıp bulma tutumuna örnek, işte şu yukarıdaki cümleleridir.
Notaların uçuştuğu bir ev
Ülkemiz sanatına çok ama çok katkısı olmuş bir aileden geliyor Bora Ayanoğlu. Babası tiyatro sanatçısı Sami Ayanoğlu güçlü bir aktördü. Benim kuşağım onu Fatih Sultan Mehmet rolüyle anımsar sinemadan. Anneanne Abdülhak Hamit Tarhan’ın şiirinden bestelenmiş Makber şarkısını ilk söyleyen kadın sanatçıdır. Ev kantocu doludur, öyle ki hane halkını eğlendirmek için kantolar söylerler. Baba Ayanoğlu sık sık eve kendisi gibi aktör arkadaşlarıyla gelir, birlikte saatlerce senaryo üzerinde çalışırlar, ardından rol aldıkları film için sete giderlerdi. Konservatuvar gibi bir ev yani. Böyle bir ortamda büyüyen biri olarak Bora Ayanoğlu’nun girdiği konservatuvardan (kendi deyişiyle) “yeteneksizliği yüzünden” atılmasına çok ama çok şaşırdım.Tabii ki yeteneksiz değildi. Müziği her şeyiyle iyi bilen biri olduğunun kanıtı hâlâ dillerden düşmeyen şarkılarıdır. Güller ve Dudaklar’ı kim unutabilir? Askerdeyken Deniz Komutanlığı Show orkestrasındadır. Orkestrayla Almanya’nın Kiel kentinde tüm askeri orkestraların yer aldığı yarışmaya katılırlar. Tam altı dilde şarkılar söylerler. İki buçuk saat kaldıkları sahnede onları coşkuyla izleyenler arasında İtalyan ve İspanyol işçiler de vardır. Yıllar geçse de bunu hiç unutmaz Ayanoğlu.
Sinemaya da, tiyatroya da, müziğe de aynı anda başlayan Bora Ayanoğlu’nu sanat ortamının içinde doğup büyüdüğü için avantajlı sananlar yanılabilirler. “Örneğin sinemada başrol oynamam çok uzun sürdü” derken nedenini de belirtiyor: “Babamın oğluydum çünkü. Bu nedenle bir kenarda kaldım”. “İkinci rollerde oynadım” derken buna üzülmediğini, daha sonra babası gibi “Fatih’i oynadım” derken de böbürlenmediğini görmek bu gerçekten mütevazı sanat adamına saygıyı arttırıyor. Dönemin politik ortamının da etkisiyle 1979’da Devlet Tiyatroları’ndan ayrılır ancak özel tiyatrolarda oynamaya devam eder.
Her bestesi kalıcı oldu
Ama büyük bir müzik adamıdır. Yaptığı, neredeyse her şarkı kalıcı iz bırakır. Fabrika Kızı örneğin. Cibali Tütün Fabrikası işçilerinin dramlarına ilişkin gazete haberlerinden, kendi gözlemlerinden yola çıkarak sözlerini yazıp bestesini yaptığı bu parça müzik tarihimizdeki sarsılmaz yerini koruyor yıllardır. Bir röportajda sormuşlar, “Fabrika Kızı şarkısını kime yazdınız?” diye. Yanıtı şudur: “O aslında bir sevgiliye yazılmadı. Komünizmin fikir babası Karl Marx’ın ürettiği düşünce akımı olan Marksizmin tanımıdır şarkının sözleri”.Kimileri böyle düşünmeyebilir ama Ayanoğlu’nun esin kaynağının Marx olması az şey değildir. Hiç de fildişi bir kulede yaşamadığını bu yanıtından anlamak zor değil. Toplumsal mücadele tarihinde itirazını kendi alanında dile getirmiş bir sanatçıdır Bora Ayanoğlu. Değerlidir elbette. Çok hem de.
Fabrika Kızı o kadar tutulur, o kadar sevilirki, şarkıda kendilerinden söz edilen tütün işçisi kadınlar, Ayanoğlu’nu mektup yağmuruna tutarlar. Bu mektuplar arasında, yüzlerce imzanın bulunduğu bir de tuvalet kâğıdı rulosu vardır, o kadar imza başka nereye sığdırılabilir ki? 12 Mart askeri darbesinin yasakladığı ilk şarkılardan biri de Fabrika Kızı’dır..
Yine Alpay’ın seslendirdiği “Tren” (1970) adlı bestesinde de kırdan kente göçün acılarını anlatır.
Kadınları ya da kadın sorunlarını anlattığı birçok parçası var. Bizim, muhteşem Hümeyra’dan dinlediğimiz, 1972’de bestelediği Adım Kadın bunlardan biridir örneğin. Adları şaşırtmasın ama Kara Mehmet’de de (bu daha eski bir bestedir, 1968’den), 1973’te bestelediği Recep’te de kadınlara ait hikâyelere yer vermiştir.
O bir telif hakları savaşçısı
Uzun süredir parçalarının telif haklarını almaya çalışıyor bu büyük sanatçı. Büyük emek harcadığı, halkın dilinden düşürmediği şarkıları üzerinden haksız kazanç sağlayanlara karşı büyük bir mücadele veriyor. Fabrika Kızı’nı Pitbull adlı bir grubun kendisininmiş gibi göstermesine tabii ki sessiz kalmayacaktı. Yunus adlı parçası neredeyse tüm filmlerde kullanıldı ama tek bir telif ücreti alamadı. Yurtdışında da hâlâ çalınan besteleri için hak arama çabasını sürdürüyor.Evinde ziyaret ettim Ayanoğlu’nu. Elleriyle yaptığı börek eşliğinde sohbet ettik. Ne “Kimse beni hatırlamıyor” diye yakındı ne de kimilerinin yaptığı gibi “günümüz sanatçılarını” yerden yere vurdu. “Hâlâ bize talep var” dedi bir ara sakince. Kesinlikle katılıyorum bu belirlemesine. Tabii ki bugünkü sanat ortamından hoşnut değil ama toptancı bir reddedişi de yok kimseyi. Mütevazılığı da sanatçılığı kadar büyük.
Yaptığı işi tek cümleyle özetliyor: “Farklılık yaratmak istedim.” Ne kadar farkında bilemem ama yarattığından emin olmalı. Reddedilemez bir Bora Ayanoğlu gerçeği var gerçekten de.
Küçük bir operasyon için ameliyat odasına doktorlarla hemşirelerin hep bir ağızdan söyledikleri “Güller ve Dudaklar” şarkısıyla götürülen biri olarak fark yaratmadığını söyleyebilir mi Bora Ayanoğlu?
O dahil kimse söyleyemez.
(Cumhuriyet Gazetesi - 7 Haziran 2019 Mustafa K Erdemol'un Bora Ayanoğlu ile yaptığı söyleşiden alıntı.)
Tamamını okumak isterseniz:
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/1428068/Sinemanin_Fatih_i__muzigin_toplumsal_savascisi.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder