"Tante Rosa"
iletişim yayınları
(2018 - 21. baskı)
İki gün önce bir çırpıda okuyup, büyük keyif aldığım bir kitabı sizlere hemen tanıtmak istiyorum. Şöyle düşüne tarta uzun ve kapsamlı bir yazı yazayım desem (ki bu eser bunu fazlasıyla hakeder), içime sinsin diye haftaya bırakırım. Ve gayet iyi biliyorum ki haftaya da "şunu da yazayım", " şurasını da vurgulayayım" diyerek biraz daha öteler ve yazmayı ilerki tarihlere erteleye erteleye unutur giderdim. İşte böyle olmaması için de hemen yazıyorum.
Öncelikle bir pişmanlıkla başlayayım, elli yıl önce yazılmış bu kitabı bunca zaman içinde neden okumamışım ki... bu kelimenin tam anlamıyla bir kayıp olacaktı. Sevgi Soysal'ın "Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu" isimli kitabını 1978 yılı civarında okumuştum. Çocukluk günlerimin içinde yaşadığım ilk darbe olan 12 Mart faşist cuntasından nasibini alan aydınlardan biri olan Sevgi Soysal o günlerde hapse atılmış ve okuduğum o kitapta da o günün anılarına yer verilmişti. Hatta o kitapta bugüne kadar aklımdan gitmeyen bir bölüm vardır ki yıllar değil yüzyıl geçse de unutamam. Dönemin aranılan kişilerinden biri de Behice Boran'dır. Bu isim 68'lerde meclise 15 milletvekili ile giren ilk (hatta bu güne kadar grup oluşturabilen tek) sosyalist parti olan TİP (Türkiye İşçi Partisi)'nin genel başkanıydı. Partililer arasında "Behice Hanım" diye hitap edilen Boran yerine cunta bir başka "Behice Hanım"ı "Komünizm propogandası" yapmaktan tutuklayacaktı. Aynı ismi taşıyan bu kişi ise bir iğneciydi ve yanlış bir iğne yapmaktan gözaltına alınmıştı ve isim karışmasından böyle bir yanlışlık yaşanmıştı İşte Sevgi Soysal'ın "Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu"nda da bu olay mizahi bir dille anlatılmıştı.
"Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu"ndan sonra bugüne kadar başka Sevgi Soysal kitabı okumamıştım ki ne büyük hata yapmışım. Ama şimdi de bir önceki pişmanlıktan sonra bir de itiraf yapayım. Bu hafta okuduğum "Tante Rosa"yı 40 yıl önce okusaydım değerini anlayabilir miydim? Bilemiyorum. Belki de siyasi atmosfer içinde tanıdığım bu yazarı o zamanlar tam değerlendiremezdim. Ancak kentli bakışından dolayı galiba o zaman da biraz ayrıcalıklı hale getirebilirdi benim gözümde.
"Tante Rosa" çıktığı yıllarda yadırganmış (tepki çekmiş de diyebilirdim ama bu tanım daha uygun gibi). Bunun nedenlerini buradan anlatmayacağım ve kitabın konusu üzerine de hiç bir tüyo vermeyeceğim. Aslında bunu yapmaya, kitap üzerine bir sürü şey yazmaya can atıyorsam da kendimi fena halde engelliyorum. Çünkü kitabı aracısız, kılavuzsuz okumanızı istiyorum ki bu sayede akıl almaz yolculuğa çıkacağınıza teminat verebilirim. Bence "Tante Rosa" ile yazılacak yazı kitabı tanıtım için değil de kitabı okuyanlara yönelik olabilir. Kitabı okuduktan sonra okuyabileceğiniz güzel bir yazıyı da "Mevzu Edebiyat" isimli sitede çıkan Hande Balkız'ın incelemesinden okumanızı tavsiye ederim. (Hande Balkız'ın "Tante Rosa" yazısı için, http://www.mevzuedebiyat.com/tante-rosa-i-love-you/ )
Güncelliğini, evrenselliğini ve "erken öten horoz"luğunu her daim koruyacak bir eser olan "Tante Rosa"dan sonra Sevim Burak'ın "Yanık Sarayları"nı alıp okumaya başladım. Bu fazla düşünerek olmadı ama doğru bir yönlenme de oldu hani. Nazlı Eray'dan başka kadın edebiyatçılarımıza bir türlü ısınamamıştım, şimdi 1960'lı yılların ikinci yarısında yazılmış iki kitapla iş değişiyor gibi.
APTULİKA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder