Hani bir şeyi çok istersiniz ama o hiç beklemediğiniz, tabir
yerindeyse en olmadık zamanda karşınıza çıkar ve siz ne yapacağınızı
bilemezsiniz. On yıl önce bir gün gazetelere
Chuck Berry’nin İstanbul’a konsere geleceği haberi düşüvermez mi. Bir
anda çığlık atıp, “İşte budur, en sonunda gerçek oldu” diyeceğiniz bir an
değil. Bizim yaş kemale ermiş, çocukluktan başlayan gönülçelenimiz bizi ikiye
katlamış 80’lik olmuş, sevin sevinebilirsen. Ancak bu şaşkınlık kısa bir süre
sonra geçecek ve ben 17’lik bir tıfıl olacaktım. O vakti zamanının filmindeki
gibi zaman makinesiyle 1950’lere gidiverecektim, artık ne çıkarsa bahtımızaydı
hani anlayacağınız.
Gel zaman git zaman konser günü yaklaşıyordu. Ben ciddi
anlamda zaman makinesindeydim hani. Konser gününe yaklaştıkça ders çalışan bir
öğrenci gibi eski Berry parçalarını dinliyordum. Bu arada hatırladığım kadarıyla
konser biletleri bayağı tuzluydu ama gazeteden Murat Beşer sayesinde bir
davetiye bulmuştum. Bilet fiyatını vesaireyi halletmiştik ama konserin yapılacağı
yer biraz sıkıntı yaratmıyor değildi hani. Hilton Oteli’nin “Convention Center”
denilen salonunda yapılacaktı. Bana kalsa bu konser İstanbul Harbiye Açıkhava
Tiyatrosu’nda yapılmalıydı (Cemil Topuzlu da deniliyor oraya ama ben eski
alışkanlıkta inatçıyıyım). Bana kalsa zaten her konser orada yapılmalıdır ya o
da başkadır hani.
Hiç bir şeyi dert etmiyordum ve konser günü olan 19 Ocak
2007 tarihine girmiştik. Bir cuma günüydü, sabahtan heyacanım artmıştı ki
sormayın gitsin. Tam bu ruh halindeyken televizyonda bir haberle tat ve de tuz
değil, her tür baharat kaçacaktı. Televizyonda Hırant Dink’in kahpece
öldürüldüğü haberi geçiyordu.
Tadım kaçmıştı ama bir şekilde kendimi konserin kapısının
önünde bulacaktım. Bizim Murat (Beşer)le buluştuk ve içeri girmeye
hazırlanırken yanısıra etrafta karaborsa bilet satanların “Ucuz davetiye var,
almak ister misiniz” nidalarıyla karşılaşacaktık. Bu hep olur, biri konsere
gelir ve bir kısım esnaf ehli de “Ha bu adamlar çok seviliyor, fırsatı
kollayalım” deyip hizmet sektörünü oluştururlar.
Konser salonuna girmiştik. Eh biraz yabancılaşma yaşamadım
değil ama o zaman makinesi çalışıyordu hani. O Hilton salonu benim için 1950
yıllarından kalma bir konser salonuydu. Işıklar söndü yandı ve amaney ortalığı
bir anda rock’n roll sardı.
Sahnede 80 yaşını devirmiş biri vardı ama rock’n roll başka
birşeydi. Sözün özü zaman makinesi çalışıyordu. Chuck Berry’nin kafasında bir
gemici şapkası, saçına düşmüş aklara eşlik eden o kavruk surat ve rock’n roll.
Organizasyondan bir elemanın yalancısıyım, kuliste babanın bir şişe viskisi de
bekliyormuş hani. Konserin ortalarına doğru Chuck Berry sahneye dans etmek için
gelmek isteyenleri davet etti. O anda sahne önüne doğru bir yığılım oldu ama
Berry, durun diyerek kelamını edecekti, “Sadece kızlar”. Bir parçayı da onların
danslarıyla birlikte söyledi.
Artık ne çalıyor hangi parçaydı anlamıyorduk. Konserin
sonuna doğru sanki her parça “Johnny B. Goode” gibiydi. Ve İstanbul’dan bir dev
adam geçmişti. Konser hiç bitmesin istiyorduk, o zaman makinesinden çıkmaya
niyetli değildik ama bitmişti. Gecenin karanlığında yollara düşerken
televizyondaki kara haberlere dönecektik.
Yapacak bir şey yoktu rock’n roll parçaları kısa olur ama
ömrü uzundur. Objektif grubunun vokalisti ve gitaristi Vecdi (Yücalan)nin dediği
gibi “Rock’n Roll bööle bişi”… Ama ne güzel bişi.
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder