8 Aralık 2020 Salı

İki Dev ile Blues'un 100 Yılı


Bir küçük hatta eskiciden alınmış eski püskü bir amfi ve ona uyum sağlayan ahşap bir evin önünde iki gezgin sokak müzisyeni. Oysa bunlardan biri armonikanın yaşayan en büyük devi Charlie Musselwhite, diğeri ise 1960'lardan bu yana rock ve blues gitarının unutulması olanaksız ismi Elvin Bishop

Peki bu iki isim bu resmi bir mizansen olsun diye mi vermişler? 

Resimde gördümüz manzara bir ölçüde albümünde özeti diyebiliriz. 

Her şey 2017'de Elvin Bishop'un Big Fun Trio'su ile başladı diyebiliriz. Blues'ın ilk yıllarındaki gibi sade hatta ilkel denilebilecek bir yapıda kurduğu üçlü ile yaptığı albümler satafattan uzaklığına rağmen ona Grammy ödülü bile getirecekti. Elvin Bishop yakaladığı sadelikle sadece Grammy ödülü kazanmadı, kurduğu Big Fun Trio ile bulduğu yöntemle çıkan sonuçta heybesinde samimiyet cevherini de taşıyacaktı. 

Pandemi, korona hayhuyu esnasında 25 Eylül 2020 tarihinde çıkan "100 Years of Blues" albümünde Charlie Musselwhite ile bir araya gelen Elvin Bishop, hem dinleme keyfi hem de blues'un 100 yıllık temellerine 12 parçada arkeolojik bir kazı yapmış. 

İkili 1960'lardan bu zamana kadar tanışıyor olsalar da müzikal olarak ortak bir çalışma imkanları pek olmamış. Elvin Bishop'un 2017'deki Big Fun Trio albümünde Charlie Musselwhite'ın bir parçada katkı vermesinden sonra ikili olarak 2019'da ortak dostları olan piyanist ve gitarist Bob Welsh  ile birlikte sohbetli bir kaç şov yapmışlar. Çıkan sonuçta izleyenler bir hayli coşmuş yanısıra Elvin ve Musselwhite da bir hayli eğlenmişler ve ikili çalışma fikri dayanılmaz bir şekilde kendini göstermiş. 

 100 Years Of Blues , albümünde bir araya gelmelerini Bishop, "Her şey çok hızlı ve kolay bir şekilde gelişti. Her birimiz şarkıların yarısını getirdik ve hepsini bir veya iki defada kaydettik." diye açıklıyor.  

Albüm Kid Andersen'in Greaseland Stüdyoları'nda ve Kuzey Kaliforniya'daki Bishop's Hog Heaven Stüdyoları'nda kaydedilmiş. Andersen tarafından prodüksiyonu yapılan albüm Bishop, Musselwhite ve Welsh ortak yapımcılığında hazırlanmış.   100 Years Of Blues'un rahat ve spontane doğası  içten ve samimi yapısıyla kendini belli ediyor.  Albüm boyunca gitar, vokal, armonika ve piyanonun etkileşimi harika bir uyumu sunuyor. 

Aptulika


 

4 Aralık 2020 Cuma

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 154


Cuniçiro (Juniçiro) Tanizaki
 " Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın"
 Jaguar Kitap
Çeviri: Sinan Ceylan
 (2017)

Japon sanatıyla bağlantım sadece Empresyonist ressamların (mesela Van Gogh) etkilendiği enstamplarının ötesine geçmemiştir. Ne müziği ne de sineması hatta oldukça başarılı oldukları çizgi romanları bile hiç bana yakın gelmemiştir. Şimdi kalkıp bana kızanlar olabilir ama dediğim gibi bu benim zevk anlayışımdan kaynaklanıyor. Şimdi de karşıma çıkan Tanizaki'nin bu romanını okumaya kalkıştığımda, biraz endişelendim. Doğu mistisizmi içinde minimal şiirsellikler içinde kalıp sıkılabilirdim. Bu tedirginliğin bir başka sebebi de Japonca isimlerde kim kimdir diye düşünmekten kitabı okumak, bir nevi engelli koşu haline dönebiliyordu. 

"Peki be adam bunları diyorsun da seni bu kitabı okumaya silahla mı zorladılar?" diye sorarsanız, yerden göğe kadar haklısınız. Beni bu kitabı okumaya iten silah zoru değil, sadece kapağı oldu. Alabildiğim bilgiye göre Hakan Güngör tarafından tasarlanmış olan bu kapak, beni sorgusuz sualsiz çekti ve okumaya başladım. Hani kitap kapağı satışa etki eder mi ? denilirse ediliyormuş hani... Ama bu benim için geçerli. Genele ne gibi bir etkisi olur onun için tiraj raporlarına bakmamız gerekir. Kendi adıma kapağı çok sevdim. Kapağa bir kedi resmi ya da illüstrasyonu koysaydılar, bu denli başarılı bir etkisi olmazdı. Ayrıca kitabın isminin net bir denklem gibi olması da beni kendisine çekti. Hani birisi, "Bu kitap neyi anlatıyor?" diye sorsa, "Bir kedi, bir adam ve iki kadını anlatıyor." demeniz yeterli olur. 

Kitabın öyküsü ile ilgili en ufak bir bilgi vermeyeceğim. İsmindeki gibi üç kişi ve bir kedi üzerinden gidiyor her şey. Roman bir mektupla başlıyor. Adamımız Şozo ikinci evliliğini Fukuko ile yapmıştır. İlk eşi Şinako yeni eşe bir mektup yazar. Yuvası dağıldıktan sonra “kırık bir çanak” bile almayan bu kadın, duygu yüklü mektubunda tek bir şey istemektedir: Şozo’nun deliler gibi sevdiği kedisi Lili’yi. İşte ondan sonrada kedi ve çevresinde dönen olaylar örgüsünde akar gideriz. 

  Aptulika
 

3 Aralık 2020 Perşembe

Ginger Baker tişörtü hayalim gerçek oldu.


The Cream grubunun tişörtü olsa giyer misiniz? 

Bu soruya hayır diyecek bir rock dinleyicisi olacağını hiç sanmam. 

Belki bu soruyu tişört imalatçısı bir isme sorsak, "Aptul, pek satmaz ama güzel fikirmiş." diyebilir. Aslında o güzelim albüm kapaklarından bir The Cream tişörtü çok güzel de olur hani. 


Dünyanın gelmiş geçmiş en özel rock triosu Cream rock tarihindeki yerini çoktan ve haklı olarak almıştır. O grubun üç isminden biri olmasın Cream diye bir şey olmaz. Peki Cream grubunda en önemli isim derseniz herkes bir anda gitarist Eric Clapton diyecek. Benim için Clapton da önemlidir ama basçı Jack Bruce önceliklidir. Davulcu Ginger Baker ise muhteşem bir şeydir. Caz kökenli bir davulcu olan Baker, kelimenin tam anlamıyla rock için ideal biridir ama buna karşın oldukça suratsız, sert biridir de. Hani tişört için en az uygun olacak isimdir. 

 Oysa Ginger Baker çizimini yapmak için en ideal yüz yapısına sahip biridir. Geçen yıl 6 Ekim 2019'da bu davulcuyu kaybettiğimizde aklımdan bir tişörtü olsa da giysem diye geçirmiştim. Bu düşüncemi Ankara'dan dostum Bülent Seyitdanlıoğlu ile de paylaşmıştım galiba. Ve bir yıl sonra hayalim gerçek oldu.


Bu pazartesi gelen bir kargoyu açtığımda içinden bir tişört çıktı. Bülent Seyitdanlıoğlu güzelim radyo programı "Kulak Misafiri" için hazırladığı tişörte Ginger Baker'ın suretini yerleştirmiş. İşte en sonunda oldu dedim ve bir güzel giydim. 


Bu arada Bülent bana bir sır da verdi, bu fotoğrafı Ginger Baker hiç sevmiyormuş, hatta Bülent bu konuda Facebook sayfasından da  uyarı almış. 

Her şey bir yana benim Ginger Baker tişörtüm oldu. Sadece tişörtte değil radyo programlarında da çok özel olanı çalan "Kulak Misafiri" her pazar Radyo ODTÜ'de. Benden hatırlatması diyelim ve yazıyı noktalayalım.

Aptulika


28 Kasım 2020 Cumartesi

Caz Rock gitaristi Eylül Biçer'den ilk albüm: Byblos



Caz gitaristi Eylül Biçer, bu cuma günü ( 27 Kasım 2020 ) ilk albümü "Byblos"u çıkardı. SiMU Records etiketiyle çıkan bu albümden ilk çalışma "Aslankara"yı 20 kasımda dijital platformlarda sunan Biçer, caz rock ve elektronik etkili bir tarza sahip olan 10 orijinal bestesinden oluşan "Byblos" ile karşımızda. 




15 yıllık bir müzikal geçmişe sahip olan Eylül Biçer, lise yıllarında müziğe başladı. YTÜ Müzik Toplulukları Programından mezun oldu. Bahçeşehir Üniversitesi Caz Yüksek Lisans programını tamamladı. Okul yıllarında ve özel olarak Mümtaz Solmaz, Şevket Akıncı, Önder Focan, Kalle Kalima ve Dave Allen gibi gitaristlerle çalışma fırsatı buldu. Kendi kurduğu ve dahil olduğu gruplarla birçok festivalde defalarca yer aldı. Gitarist olarak önemli isimlerin albümlerinde yer aldı. Ülkü Aybala Sunat’ın “Artiz Kahvesi” albümünde prodüktörlük ve aranjörlük görevlerini üstlendi; aynı albümde besteleri de yer aldı. Eylül Biçer, yurt içinde ve yurt dışında performanslarına devam ediyor.

Albümün adı "Byblos"... peki nedir bu? derseniz onu da şöyle açıklayalım:   Bu isim, geçmişi yedi bin yıl öncesine uzanan Beyrut'un yakınlarında denize kıyısı olan, Beyrutluların Jbail dedikleri antik bir şehrin adı. Oldukça güzel olan bu yer şimdilerde de turistik özelliği ile dikkat çeken bir yermiş. 

Albümü dinlerken ilk dikkatimi çeken parça, "İki Ara" oldu. Ancak bu parçanın süresi 2 dakika ile sınırlı olması bana yetmedi diyebilirim. Belki de benim kulağa daha bir rock tadında gelmiş olmasından biraz daha uzatılmasını istemiş olabilirim. Bu arada dinledikçe diğer çalışmalar da kendini belli etmeye başlıyor. 

Albümden not düşeceğim ilk izlenimlerden biri de kapağı oldu.  Ebru Ceylan'ın deseninden oluşan kapak sadeliği ve  doğallığı ile dikkatimi çekti. Bu dijital ortamda müzik iyi güzel de o eskilerin elle tutulu materyallerinde kapağın taşıdığı önem bir başka güzellikti. Şimdi o kapaklar dijital ortamlarda bit kadar haliyle biraz tadı bozuyor. Teknoloji güzel ama buna da bir çözüm düşünseler derim. (İsterlerse akıl vermeye hazırım. Biraz kafa yormakta fayda var hani)  

Albümle ilgili kısa bilgiler ise şöyle:

Gitarlar : Eylül Biçer

Rhodes, Synth ve Piyano : Can Çankaya

Davullar : Berke Özgümüş

Recorded at Hayyam Studios, İstanbul

Recording Engineer : Sinan Sakızlı

Recording Assistant : Ceylan Akçar

Mixing Engineer : Emre Malikler

Mastering Engineer : Mike Nielsen

Cover Illustration : Ebru Ceylan

Produced by : Eylül Biçer

SiMU Records - 2020

Ülkemizde her yeni caz albümü yayınlandığında içimi umut dolu bir sevinç kaplıyor  ve buna yanısıra bir korku da eşlik ediyor. Sevinci anladık da korku neyin nesi derseniz... Bizim o malum popülizmimiz (halk dalkavukluğu da diyebiliriz) gene pişmiş aşa su katacak endişesi diyelim hani. Bu sefer de endişem de yanıldığımı belirteyim. Bakalım zaman neler gösterir. 

Aptulika

28 Kasım 2020

23:34



Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 153



Stephen Crane
 "Canavar"
Uzun Öykü (Novella)
İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviri: Osman Çakmakçı
 (2020)

Yeni tanıdığım ve sevdiğim bir yazar olunca, bir biri ardına diğer kitaplarını da okumaya başlarım. Stephen Crane için de böyle oldu. Bu yazarın şu anda dilimize çevrilmiş iki eserini buldum... işte onlardan biri. 

"Sokak Kızı Maggie"de New York'un arka sokaklarını bize yansıtan Crane bu seferde ABD'nin ırk ayrımına el atmış. Yazar 1898 yılında yazdığı "Canavar" isimli novellasında, ABD'de hala yansıması süren siyahi insanlara ayrımcılık farklı bir bakışla eleştirel bir şekilde sunulmuş. 

Deri rengi, kökenleri ile insanları ayırmak insanlığın bitmeyen belası. ABD'de siyahi insana yapılan ayrımcılık bugün her ne kadar azalsa da hala sürmediğini söylemek de olanaksız gibi. Stephen Crane, bu konuyu yüzyıl öncesinden ele almış ve bizi de tedirgin edecek ( kendimizi sorgulayacağımız ) bir noktaya taşımış. 

 Stephen Crane, "Canavar" isimli eserinde New York yakınlarında yer alan Whilomville adlı kurgusal bir kasabada ırk ayrımına farklı bir bakış getirerek bu ayrımcılığa meydan okuyor. ABD'nin tarihinde siyahilerin ikinci sınıf vatandaş sayıldığı bilinir. Ayrımcılığın, ırkçılığın en had safhada olduğu yıllarda bir siyah, beyaz ırktan bir çocuğu kurtarmak uğruna yangının ortasına dalar. O siyah adam çocuğu kurtarır ama feci şekilde yanar ve suratı tanınmaz hale gelir. Şimdi kitabın tanıtım yazısından bir alıntıyla olayı açayım:
"Köleliğin kaldırılmasıyla birlikte siyahilere duyulan nefretin ayyuka çıkması yetmezmiş gibi, siyahi yardımcı Henry Johnson’ın da korkulan bir “canavara” dönüşmesiyle karakterler arasındaki bütün ilişkiler değişir. Görünen o ki bir insanın yüzünü kaybetmesi, toplumda ona atfedilen rolü de kaybederek tanınmaz hale gelmesi demektir. Yazar ise asıl canavarın Henry mi, yoksa kendinden olmayanı nefretle dışlayan toplum mu olduğuna karar vermeyi okuruna bırakır."

Stephen Crane'ın "Canavar" kitabı bizi gene empresyonist bir tablonun içine atıyor. Bu tabloda sosyolojik renklerle bu konudaki görme biçimlerimizi değerlendireceğiz.

"Canavar" novellasında Stephen Crane'nın ırk ayrımcılığına bir beyaz olarak yüzyıl öncesinden karşı duruş ve  ilerici yaklaşımını da övgüye değer buluyorum. 
 
 Aptulika
 

27 Kasım 2020 Cuma

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 152



Stephen Crane
 "Sokak Kızı Maggie
(Bir New York Hikayesi)"
Uzun Öykü (Novella)
İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviri Nilgün Miler
 (2020)

"Sokakta hayat vardır", "Arka sokaklar", "Varoşlar", "Underground" ve daha niceleri... Hepsinin sonuna bir de ünlem kattınız mı... oldukça havalı olur hani. Son otuz yılımızda bu tanımlar üzerine bir de "alt kültür" kreması sürülerek cezbedici hale getirilerek sunuldu durdu. Herkes kameralarının objektifini oraya dikti ama kimse oralarda yer almadan kaymağını yemeye tercih etti. Tabi bu konulara el atıp çok güzel işler çıkartanlar da oldu ama genele baktığımda hep bu şekilde örneklerden gına gelmiştir. Yoksul, ezilen kesimden gelip oraları anlatanların sınıf bilincini es geçmeleri... O kesimden gelmeyenlerin de maceralı gelmesi sebebiyle el attıkları ama sınıfsal bakışı es geçtikleri için çıkan sonuç  hep bu şekilde olumsuz yargılar taşımama sebep olmuştur. O kesimden gelenler oraları anlatırken sınıf atlamayı hedeflerken, dışardan bakanlardan da rahat yaşamlarına şükretmiş ve sonuçta sınıfsal bakışı es geçilmiş bir "Arka Mahalle Macerası"na döndürülmüştür. 
Bu dediklerim tabiki bizde yazılan edebiyat ürünlerinin tümü için bir yargı değildir ama popüler kültür alanında son otuz yılda  bu tip yaklaşımlar ortalığı fena halde toz dumana katmıştır. Sınıfsal bakışı eksik yaklaşımlarla neredeyse her şey bir reklam metin yazarı kafasına dönmüştür. 

Şimdilerde elime geçen bu kitabın ismini görünce aklıma gene bunlar gelmişti. Hele ki alt başlıktaki "Bir New York Hikayesi" alt başlığını da görünce kıllanmamış da değildim hani. Ancak yukarda bahsettiğim yaklaşımların dışında sokak ya da "arka mahalle"ye nasıl bakılır derseniz, Stephen Crane ismini bir yerlere not etmenizi salık veririm. 

Stephen Crane, 1871 ile 1900 arasında yaşamış ABD'li bir yazar. Gerçekçi anlatımıyla çağdaş Amerikan natüralizminin öncülerinden biri. "Sokak Kızı Maggie" yazarın 21 yaşında yazdığı ilk romanı. Aslında buna roman yerine uzun öykü (novella) dememiz daha uygun olur ama yüz sayfayı aşmayan bu eseri okurken kap kalın bir roman okumuş gibi hissediyorsunuz. Bunun yanısıra anlatımdaki sahneler kafanızda öyle canlanıyor ki sanki bir sinema filmi izlediğiniz bile sanıyorsunuz. Bunun başlıca sebeplerinden biri de Crane'in yazım dilinin resim sanatındaki empresyonizme (izlenimcilik) yakın bir işlevi taşıması. Crane anlatıcağı konuya kamerasını koymuş ve gerçeği tüm çıplaklığı ile sunmuş. Bunu yaparken ne bir güzelleme yapan süsleyici ne de bir ahlakçı gibi davranmış. Öyküyü izlemeniz için yalın bir şekilde ortaya koymuş ve kitabın isminin alt başlığına uyacak bir şekilde "Bir New York Öyküsü" ( yada kesiti diyelim) ortaya çıkmış. New York’un soygunlara, cinayetlere, fuhuşa sahne olan, göçmenlerle yoksulların yaşadığı kesimlerini bir izlenimci ressamın tuvali alıp, sunması gibi karşımıza çıkıyor. Burada Crane'in gazete muhabirliği yapması sebebiyle bu çevreyi iyi de tanıdığını söylemeliyiz. Bu nedenle Sokak Kızı Maggie’de kendi gözlemlerinden faydalanmış. Ama yukarda yazdığım yaklaşımda da belirttiğim gibi o çevreyi bir "sefalet güzellemesi" ya da ahlaki yargılama ile değil tamamen izlenimci bir kesitle yansıtmış. 
Kitapta İrlandalı göçmen bir ailenin üç çocuğundan biri olan, alkolik ebeveyn şiddetinin ve zorlu sokak şartlarının gölgesinde savunmasız kalan Maggie ile birlikte büyük şehrin kenarda köşede kalmış insanlarının gündelik hayatını ve alışkanlıklarını anlatan Crane, bize dönemin New York’undan bir kesit sunar.

Amerikan edebiyatında öncü bir görev üstlenen Stephen Crane, bu yapıtıyla sinemadaki anlatıma kadar etkili olmuştur. Buna karşın Crane bu ilk eserini 1893’te bastıracak yayınevi de bulamamış. Anlatımın sert olmasından dolayı yayıncılar yayınlamaya pek yanaşmamışlar. Yazar da Johnston Smith adıyla kendi olanaklarıyla çıkartmak zorunda kalmış. 

 Aptulika
 

25 Kasım 2020 Çarşamba

15 yıl önce bugün Best ve şimdi de Maradona'yı kaybettik.

 

 

Bugün 25 Kasım ve bundan 15 yıl önce 68'lerin efsane futbolcusu George Best'i kaybetmiştik. 



15. ölüm yıldönümünde Kuzey İrlanda'dan çıkan bu büyük futbolcuyu anacaktım. Bu konuda bir yazı yazmak için hazırlanıyordum ki, gelen bir haberle şaşkına dönecektim.

Şu anda gelen haberde :

 "Kısa bir süre önce geçirdiği beyin ameliyatından sonra Tigre'deki evinde olan 60 yaşındaki Diego Maradona kalp krizi sonrası yaşama veda etti."  

diyordu. 

15 yıl önce bugün 1968'lerin efsane futbolcusu George Best'i kaybetmiştik.

Bugün de 1980'lerin futbol efsanesi Maradona'yı kaybettik.



Her iki futbolcu da sıra dışı isimlerdi ve dönemlerine ve ötesine damgalarını vurdular.


Maradona 1980'ler ve 90'ların ... George Best 1968'lerin futbol efsaneleri ama bir de 1958 ve 60'ların efsanesi Brezilyalı Pele var. Bu yıl 80 yaşına gelen Pele, yaşayan en önemli futbol efsanesi olarak yaşamını sürdürüyor. 



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...