"Hayatım"
Jaguar Kitap
(1. Basım: Ocak 2016)
Bu kitabı iki yıl içinde onlarca kez almak için atılıp, onlarca kez de vazgeçmişimdir. Tabii ki ressam Chagall'ın kendi dilinden hayatı diyeydi bu atılış ama kapak resmi beni yanıltıp, "Yok be bir isim benzerliğidir her halde." dememe neden olarak vazgeçirecekti. Kapaktaki ellerde boya izleri olsa da bu kitap sanki bir iş adamının hayatı ya da kıymeti kendinden menkul bir yaşam koçu'nun yazdığı kişisel gelişim kitabı sanısı verecekti. Kanımca kitabın kapağı Chagall'ın eserlerinden o kadar uzaklaştırılmıştı ki, her bakışımda da kitabın içine bakmak veya arkasını çevirip, içeriğini okumaya bile tenezzül etmemiştim. Sonradan bir arkadaşım doğum günümde bu kitabı bana hediye edince işin rengi değişti ve Chagall'ın "Hayatım" kitabıyla buluştum.
Yayıncıya nazizane bir uyarım olsun, şu kitabın kapağını ne olursunuz değiştirin ve Chagall'ın o şiirsel, düşsel dünyasını yansıtan bir kapak yapın.
Marc Chagall resimleri hiç bir zaman baş köşemde yer almamıştır ama ne zaman, hangi tesadüfle görmüş olursam da ilgisiz kalamamışımdır. Şimdilerde bu kitapla buluşunca aradaki açığı kapadım ve bir çok tablosunu da zevkle inceledim. Açıkcası araya niye böyle mesafe koyup kendimi Chagall dünyasından mahrum bırakmışım diye de bir hayli hayıflandım hani.
Chagall bir ressam ama farklı biri, öncelikle modern dönemin kübizm, sürrealizm gibi akımlarına ilham verse de hepsinden farklı kendi tarzını oluşturmuştu. Onun resimlerini bir tarzla sınırlandırmak yerine "Chagall Dünyası" demek daha doğru olur gibi geliyor bana. Bu "dünya"nın içinde masal, mizah, rüya var ama her bir şey renklerin efendiliği' nde hallediliyor. Öyle ki 1954'te Matisse'in ölümünden sonra Picasso'nun, "Renklerden gerçekten anlayan tek ressam olarak Chagall kaldı." demesi boşuna edilmiş laf olmasa gerek. Ülkemizde de tanınan ve sevilen Chagall şairlerimizden Cemal Süreya'ı da etkilemiştir. Süreya bakın onu nasıl tanımlıyor:
"Ressamlar kadar şairlerin de çok öğreneceği şey var ondan. Ben kendi payıma kimsede Chagall'daki kadar adamı çarpan, bozan, alıp götüren şiirsel çağrışımlar görmedim."
1887 - 1985 yılları arasında yaşamış olan Chagall, "Hayatım" kitabında doğumundan 1928 yılına kadar olan yaşamını kaleme almış. Bu öyle tarihlere boğulmuş bir otobiyografi değil, ressamı hiç tanımıyor olsanız bile bir öykü hatta novella tadında bir yapıt. Onun resimlerinin öyküsünü de masalsı bir anlatımda okurken bir çok tarihsel süreci de müthiş bir ironiyle bulabileceksiniz. 1928 yılında yayınlanan bu eseri, 2016 yılında Jaguar yayınevi, İsmet Birkan'ın çevirisiyle Türkçeye kazandırmış.
Hani o arabesk şarkıda, "Ben Doğarken Ölmüşüm" denir ya Marc Chagall'ın kitabı da böyle başlıyor. Usta ressam doğduğunda öldü sanılmış. Kitabın başında "Demem o ki, esas itibarıyla ölü doğmuşum." diye başlar ve anlatır ama o arabesk şarkının tersine mizah ve şiir dolu bir dille, tıpkı resimleri gibi.
Ressamın şimdiki Belarus'ta olan o zamanki Rusya'ya bağlı bir kasaba olan Vitebsk'te geçen çocukluğu, gençliği ve oradan Paris'e uzanan serüveniyle devam ediyor. Ardından Birinci Dünya Savaşı sebebiyle tekrar Rusya'ya dönüş ve 1917 Sovyet Devrimi zamanlarındaki yaşamı harika bir şekilde yansıtılmış.
Kitabı okurken kimi zaman Chagall tablolarının içinde geziniyor gibi oluyorsunuz kimi zaman da o dönemin sosyal ve politik ortamlarına ironik dokunuşları da bulabiliyorsunuz.
Marc Chagall'ın "Hayatım" kitabını okurken bir başka güzel tesadüfle de karşılaştım. Babamın 1970'li yıllarda biriktirip, ciltlettiği Milliyet Sanat dergileri vardı. Onları annemden almıştım. Öyle güzel oluyordu ki onlara ara sıra bakmak. İşte o bakışlardan birinde 15 Haziran 1973 tarihli derginin 37 sayısının kapağında Chagall vardı. İçini açtığımda da "Chagall 15 yıl sonra Moskova'da" başlıklı bir yazı vardı. 1922'de Sovyet Rusya'dan ayrılmak zorunda kalan ressam, 1973 yılında Moskova'da açılan bir sergiyle uzun bir aradan sonra ülkesine gidebilmiş ve resimleri depolardan gün yüzüne çıkmış. Tabi bu yazıyı ve o dönem Chagall ile yapılan röportajı okuyunca benim için güzel bir sürpriz, yani kitabın devamını okumak gibi oldu. O Milliyet Sanat'da çıkan 46 yıl önceki yazıyı da bir ara paylaşmak isterim. (Burada olmazsa facebook'taki Aptulika sayfasında mutlaka)
Marc Chagall'ın "Hayatım"ını okurken yanınıza onun muhteşem resimlerini de alın derim. Zaten okurken ister istemez o tabloların içinde gezineceksiniz.
Aptulika
Yayıncıya nazizane bir uyarım olsun, şu kitabın kapağını ne olursunuz değiştirin ve Chagall'ın o şiirsel, düşsel dünyasını yansıtan bir kapak yapın.
Marc Chagall resimleri hiç bir zaman baş köşemde yer almamıştır ama ne zaman, hangi tesadüfle görmüş olursam da ilgisiz kalamamışımdır. Şimdilerde bu kitapla buluşunca aradaki açığı kapadım ve bir çok tablosunu da zevkle inceledim. Açıkcası araya niye böyle mesafe koyup kendimi Chagall dünyasından mahrum bırakmışım diye de bir hayli hayıflandım hani.
Chagall bir ressam ama farklı biri, öncelikle modern dönemin kübizm, sürrealizm gibi akımlarına ilham verse de hepsinden farklı kendi tarzını oluşturmuştu. Onun resimlerini bir tarzla sınırlandırmak yerine "Chagall Dünyası" demek daha doğru olur gibi geliyor bana. Bu "dünya"nın içinde masal, mizah, rüya var ama her bir şey renklerin efendiliği' nde hallediliyor. Öyle ki 1954'te Matisse'in ölümünden sonra Picasso'nun, "Renklerden gerçekten anlayan tek ressam olarak Chagall kaldı." demesi boşuna edilmiş laf olmasa gerek. Ülkemizde de tanınan ve sevilen Chagall şairlerimizden Cemal Süreya'ı da etkilemiştir. Süreya bakın onu nasıl tanımlıyor:
"Ressamlar kadar şairlerin de çok öğreneceği şey var ondan. Ben kendi payıma kimsede Chagall'daki kadar adamı çarpan, bozan, alıp götüren şiirsel çağrışımlar görmedim."
1887 - 1985 yılları arasında yaşamış olan Chagall, "Hayatım" kitabında doğumundan 1928 yılına kadar olan yaşamını kaleme almış. Bu öyle tarihlere boğulmuş bir otobiyografi değil, ressamı hiç tanımıyor olsanız bile bir öykü hatta novella tadında bir yapıt. Onun resimlerinin öyküsünü de masalsı bir anlatımda okurken bir çok tarihsel süreci de müthiş bir ironiyle bulabileceksiniz. 1928 yılında yayınlanan bu eseri, 2016 yılında Jaguar yayınevi, İsmet Birkan'ın çevirisiyle Türkçeye kazandırmış.
Hani o arabesk şarkıda, "Ben Doğarken Ölmüşüm" denir ya Marc Chagall'ın kitabı da böyle başlıyor. Usta ressam doğduğunda öldü sanılmış. Kitabın başında "Demem o ki, esas itibarıyla ölü doğmuşum." diye başlar ve anlatır ama o arabesk şarkının tersine mizah ve şiir dolu bir dille, tıpkı resimleri gibi.
Ressamın şimdiki Belarus'ta olan o zamanki Rusya'ya bağlı bir kasaba olan Vitebsk'te geçen çocukluğu, gençliği ve oradan Paris'e uzanan serüveniyle devam ediyor. Ardından Birinci Dünya Savaşı sebebiyle tekrar Rusya'ya dönüş ve 1917 Sovyet Devrimi zamanlarındaki yaşamı harika bir şekilde yansıtılmış.
Kitabı okurken kimi zaman Chagall tablolarının içinde geziniyor gibi oluyorsunuz kimi zaman da o dönemin sosyal ve politik ortamlarına ironik dokunuşları da bulabiliyorsunuz.
Marc Chagall'ın "Hayatım" kitabını okurken bir başka güzel tesadüfle de karşılaştım. Babamın 1970'li yıllarda biriktirip, ciltlettiği Milliyet Sanat dergileri vardı. Onları annemden almıştım. Öyle güzel oluyordu ki onlara ara sıra bakmak. İşte o bakışlardan birinde 15 Haziran 1973 tarihli derginin 37 sayısının kapağında Chagall vardı. İçini açtığımda da "Chagall 15 yıl sonra Moskova'da" başlıklı bir yazı vardı. 1922'de Sovyet Rusya'dan ayrılmak zorunda kalan ressam, 1973 yılında Moskova'da açılan bir sergiyle uzun bir aradan sonra ülkesine gidebilmiş ve resimleri depolardan gün yüzüne çıkmış. Tabi bu yazıyı ve o dönem Chagall ile yapılan röportajı okuyunca benim için güzel bir sürpriz, yani kitabın devamını okumak gibi oldu. O Milliyet Sanat'da çıkan 46 yıl önceki yazıyı da bir ara paylaşmak isterim. (Burada olmazsa facebook'taki Aptulika sayfasında mutlaka)
Marc Chagall'ın "Hayatım"ını okurken yanınıza onun muhteşem resimlerini de alın derim. Zaten okurken ister istemez o tabloların içinde gezineceksiniz.
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder