Aydın Boysan
"Acele Etme Çabuk Ol"
Türkiye İş Bankası Yayınları
(9. Basım: Aralık 2010)
Çocukluğum hatta gençlik yıllarımı da kapsayan dönemde mimarlık başlı başına bir sanat dalıydı (ki hala öyle olması gerekir ya neyse) ve mimarlar neredeyse her dalda boy gösterirdi. Müzisyen, ressam, yazar, şair olan bir çok mimara rastlardınız. Üniversiteye giderken atölye hocamız Özdemir Altan'ın "En iyi ressamlar mimarlardan çıkar" dediğini çok iyi hatırlarım. Aslında sanat tarihine yazılmış Rönesans ressamları da aynı zamanda mimar değil miydi? 1980'lerin ilk yarısına kadar mimarlık böylesi bir öneme sahipti.
Aydın Boysan'ın "Acele Etme Çabuk Ol" kitabını okurken aklıma yukardaki satırlarda yazdığım düşünceler geliverdi. Her Aydın Boysan kitabını okurken, onun mimarlık deneyimlerini neredeyse cımbızla çeker ayırırım. Sohbetinin keyfi ile Aydın Boysan denildiğinde akla hemen rakı sofrası gelir ama o kelimenin hakkettiği şekliyle bir mimar ve de tabi ki sanatçıydı. Hep şöyle düşünmüşümdür, yayıncı Aydın Boysan'ın kitaplarındaki mimarlıkla ilgili bölümleri toparlayıp ayrı bir kitap olarak çıkarsa diye. Tabi bu kitap iyi kağıda ve büyük ( hani o yayıncıları "prestij kitap" dediği) olsun ve içinde Boysan'ın mimari eserlerinin fotoğrafları da yer almalı. İşte kendi ayağına kurşun sıkmak böyle bir şey olsa gerek, sanki öyle bir kitap çıksa onu alacak param varmış gibi.
Aydın Boysan'ı geçen yıl kaybettik ama aradan geçen bir yıl sanki bana 10 yıl gibi geldi. Onun ardından rahatlıkla erken kaybettik diyebilirim. 97 yıllık hayatın her anı dolu dolu yaşanmıştı ve biz o doluluğu fena halde özlüyoruz. Yüzyıllık hayatın en son anına kadar yazdı, üretti ve en önemlisi bizlere "yaşama sevinci"ni miras bıraktı.
Kitapları okurken, satırların altını çizmek adet olmuştur ama ben bunu pek yapmam. Bunun yerine yanımda ufak bir defter bulundururum ve oraya sevdiğim bölümleri yazarım. Bunu sadece teorik kitaplarda değil romanlarda bile yaparım. Aydın Boysan'ın bu kitabını okurken de böyle notlar aldım, onlardan bir kaçını sizlerle paylaşmak isterim. İlk olarak en hınzırca ve de mizahi olanını yazacağım. Aydın Boysan'ın satırlarıyla bir uçak yolculuğu anısı,
"Uçağımız Paris'ten kalkıp, direkt olarak Atlanta'ya uçuyor. Havalandıktan hemen sonra nefis öğle yemeği için içki servisi başladı. Yanımda oturan adam kırmızı şarabı üstüne döktü. Dünya güzeli kızıl saçlı hostes, adamın gömleğini elini göğsüne de sokarak temizledi. Sonra da bana, ne renk şarap içeceğimi sordu. Ben: 'Fark etmez... Ben zaten üstüme dökeceğim' dedim. Güzel kızın cevabı minyatür bir kahkaha ile karışık, hoş bir gülümseme oldu."
Kitabı okuduktan sonra hiç yoksa dört, beş kere bu bölümü tekrar okumuş, gülmüşümdür.
Aydın Boysan'ı satırlarında günden güne yiten İstanbul da var. Şimdi bir çoğunuz garip gelecek ama İstanbul'da eskiden sebze de yetişirdi, işte o satırlardan biri:
"Yedikule marulu ne oldu? O her biri bir kantocu hanım göbeği gibi dolgun, bitmek bilmez 'Yedikule Marulu' yok oldu."
'Arnavutköy çileği" (Bu Arnavutköy tabi ki Boğaziçi'ndeki), 'Çengelköy Bademi" ve nicesini çocukluğumdan hayal meyal hatırlarım ama şimdi yerinde yeller bile değil, beton esiyor. Bu arada 'Çengelköy Bademi' dedik diye aklınıza kuruyemiş gelmesin burada kastedilen salatalık yani hıyar ama o eskilerin nezaketi hıyar diyememiş ve badem demiş. Gene biz Aydın Boysan'ın satırlarına dönelim:
"Ya 'Langa Hıyarı' denen o kibar, o zarif hıyarlar yaşamımızdan silindi gitti. O hıyarı ısırırken öyle bir 'kütürtü' sesleri çıkarırdı ki, yanımızdan tren geçse duymazdık. Biz hıyarlığı küçümserdik ama, hıyarları severdik."
Aydın Boysan satırlarından birinde de ,
"İki Boğaziçi Köprüsü İstanbul'un çelik gerdanlıklarıymış da, falan filan... Alt katı olmayan köprü mü olurmuş."
deyince aklımıza o güzelim eski Galata Köprüsü ve tabi Köprüaltı gelip, içimiz cız etmez mi hiç.
Peki ya şu satırlara bakar mısınız:
"Dünyanın en zengin ülkesi İsviçre'de 'Gökdelen' inşa edildiği görülmez. Gerçekten de o bulutları yarıp tepelerini göstermeyen gökdelenler ancak görgüsüz petrol zenginleri tarafından fışkırtılır."
Daha ne alıntılar yapabilir ama son bir alıntıyla noktayı koyayım:
"Sporda beden çalıştırma zahmetini doğal karşılayan insanların bir bölümü bazı konuları anlamak için kafa çalıştırmanın neden zorunlu olduğunu bir türlü anlamazlar."
Aydın Boysan, "Acele Etme Çabuk Ol" demiş ama siz acilen bir kitabını alın ve okuyun derim. Hem de çabuk olun!
Aptulika
Aydın Boysan'ı geçen yıl kaybettik ama aradan geçen bir yıl sanki bana 10 yıl gibi geldi. Onun ardından rahatlıkla erken kaybettik diyebilirim. 97 yıllık hayatın her anı dolu dolu yaşanmıştı ve biz o doluluğu fena halde özlüyoruz. Yüzyıllık hayatın en son anına kadar yazdı, üretti ve en önemlisi bizlere "yaşama sevinci"ni miras bıraktı.
Kitapları okurken, satırların altını çizmek adet olmuştur ama ben bunu pek yapmam. Bunun yerine yanımda ufak bir defter bulundururum ve oraya sevdiğim bölümleri yazarım. Bunu sadece teorik kitaplarda değil romanlarda bile yaparım. Aydın Boysan'ın bu kitabını okurken de böyle notlar aldım, onlardan bir kaçını sizlerle paylaşmak isterim. İlk olarak en hınzırca ve de mizahi olanını yazacağım. Aydın Boysan'ın satırlarıyla bir uçak yolculuğu anısı,
"Uçağımız Paris'ten kalkıp, direkt olarak Atlanta'ya uçuyor. Havalandıktan hemen sonra nefis öğle yemeği için içki servisi başladı. Yanımda oturan adam kırmızı şarabı üstüne döktü. Dünya güzeli kızıl saçlı hostes, adamın gömleğini elini göğsüne de sokarak temizledi. Sonra da bana, ne renk şarap içeceğimi sordu. Ben: 'Fark etmez... Ben zaten üstüme dökeceğim' dedim. Güzel kızın cevabı minyatür bir kahkaha ile karışık, hoş bir gülümseme oldu."
Kitabı okuduktan sonra hiç yoksa dört, beş kere bu bölümü tekrar okumuş, gülmüşümdür.
Aydın Boysan'ı satırlarında günden güne yiten İstanbul da var. Şimdi bir çoğunuz garip gelecek ama İstanbul'da eskiden sebze de yetişirdi, işte o satırlardan biri:
"Yedikule marulu ne oldu? O her biri bir kantocu hanım göbeği gibi dolgun, bitmek bilmez 'Yedikule Marulu' yok oldu."
'Arnavutköy çileği" (Bu Arnavutköy tabi ki Boğaziçi'ndeki), 'Çengelköy Bademi" ve nicesini çocukluğumdan hayal meyal hatırlarım ama şimdi yerinde yeller bile değil, beton esiyor. Bu arada 'Çengelköy Bademi' dedik diye aklınıza kuruyemiş gelmesin burada kastedilen salatalık yani hıyar ama o eskilerin nezaketi hıyar diyememiş ve badem demiş. Gene biz Aydın Boysan'ın satırlarına dönelim:
"Ya 'Langa Hıyarı' denen o kibar, o zarif hıyarlar yaşamımızdan silindi gitti. O hıyarı ısırırken öyle bir 'kütürtü' sesleri çıkarırdı ki, yanımızdan tren geçse duymazdık. Biz hıyarlığı küçümserdik ama, hıyarları severdik."
Aydın Boysan satırlarından birinde de ,
"İki Boğaziçi Köprüsü İstanbul'un çelik gerdanlıklarıymış da, falan filan... Alt katı olmayan köprü mü olurmuş."
deyince aklımıza o güzelim eski Galata Köprüsü ve tabi Köprüaltı gelip, içimiz cız etmez mi hiç.
Peki ya şu satırlara bakar mısınız:
"Dünyanın en zengin ülkesi İsviçre'de 'Gökdelen' inşa edildiği görülmez. Gerçekten de o bulutları yarıp tepelerini göstermeyen gökdelenler ancak görgüsüz petrol zenginleri tarafından fışkırtılır."
Daha ne alıntılar yapabilir ama son bir alıntıyla noktayı koyayım:
"Sporda beden çalıştırma zahmetini doğal karşılayan insanların bir bölümü bazı konuları anlamak için kafa çalıştırmanın neden zorunlu olduğunu bir türlü anlamazlar."
Aydın Boysan, "Acele Etme Çabuk Ol" demiş ama siz acilen bir kitabını alın ve okuyun derim. Hem de çabuk olun!
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder