"Bir Cuma Rüzgarı KADIKÖY"
Everest Yayınları
(1. Basım: Şubat 2019)
Mario Levi'nin ilk kez okuğum kitabı "Bir Cuma Rüzgarı KADIKÖY" oluyor. Daha önceden yazdıklarını okumadığım için, kendisinin İstanbul'la ilgili anı ya da deneme kitapları yazdığını sanıyordum. Bunun için de yeni kitabının çıktığını duyunca, hiç vakit kaybetmeden edindim. Beklentim Kadıköy semtiyle ilgili bir kitap olduğundan hemen okumaya koyuldum. "Şefik - Bir Çapkınlık Oyunu" adlı bölümü okumaya başladığımda ise gene bu duygulardaydım. İlerledikçe bunların başlı başına öyküler olduğunu anlayacaktım.
Aşkı uğruna en sevdiği meslek askerliği ve üniformayı terkeden Şefik Bey 70 yaşındadır. Çapkınlık anılarında gezinirsiniz. Hayaller içinde eski sahne anılarının belirsizliğinde eski kemanın sırrında Süreyya Bey'i
Kelebek Taci, Kumkapıda bir meyhanede garsonluk yapmış. Bir çok meze tabağını masalar arasında dans eder gibi taşımasından bu lakabı almış.
Her bölümde bir kişi anlatılıyor ama kim zaman diğer bölümlerde de yandan katılıyorlar.
Hikayeler güzeldi. Sormaya anlamaya gerçekliğini sorgulamaya gerek yoktu. Bu kahramanlar içinde hep yaşlılar yoktu hani kimi zaman hayatının ilk demlerini yaşayan gençler de bulunuyor.
Kısacası insan öykülerinden oluşan bir Kadıköy gezintisi çıkıyor karşımıza.
"Bir Cuma Rüzgarı KADIKÖY" için öykülerden oluşuyor dedik demesine ama, anlatılan karekterler başka kişilerin anlatıldığı bölümlerde de karşımız çıkıyor. Mario Levi, bu kitabını yayın evine götürdüğünde yayıncısı bunun öykü kitabı değil roman olduğunu söylemiş ki bu bence çok doğru bir tanım olmuş. Ama gene de alıştığımız şekilde bir roman da diyemeyiz buna. Mario Levi, kimi zaman "Hikayeyi tam da burada değiştirmek isterdim." gibi sözlerle bir nevi 'anlatıcı' görevini de üstleniyor. Bununla da kalmayarak her öyküden sonra iç sesiyle kendi kendi kendisini sorguluyor. Bir anlamda okur Mario Levi ile yazar Mario Levi karşılıklı hesaplaşıyor.
Dediğim gibi "Bir Cuma Rüzgarı KADIKÖY" alıştığımız türden bir roman değil, özellikle her bölüm başında ve sonunda yazarın çektiği Kadıköy fotoğrafları da arzı endam ediyor. Tabi bu fotoğraflar turistik bir manzara fotoğrafı değil, çevre ile insana dokunan görseller.
Kitabı oluşturan öyle çok karekter ve öyküsü var ki, açıkcası okurken bundan iki kitap çıkar bile diyecektim. Bunca kişi ve öykü okurken sizi yormuyor ve zevkle su gibi akarak okuyorsunuz. Kitap bittikten sonra o kahramanları hatırlıyor ve öykülerini devam ettiriyorsunuz. Zaten kitabın sonunda da yazar gene anlatıcı görevini yüklenerek bu fikri körüklüyor. O bölümde bütün karekterleri sahneye dökerek harika bir final oluşturuyor.
"Bir Cuma Rüzgarı KADIKÖY" romanı 7 bölümlük, "Gördüklerimiz Göremediklerimiz" dizsinin ilki. Mario Levi bundan sonra da İstanbul'un başka semtlerini de böyle insana dokunarak gezecekmiş. Bu dizinin şu anda dört kitabı da bitmiş, diğerleri de hazırlanıyormuş. Tabi onları da kendi adıma merakla bekliyorum. Sonuç olarak İstanbul ne kadar bozuldu, kimliğini kaybetti, yaşanmaz burda desek de hala sanat için ilham kaynağı oluyor ve yaratıcılığı besliyor.
Aptulika
Aşkı uğruna en sevdiği meslek askerliği ve üniformayı terkeden Şefik Bey 70 yaşındadır. Çapkınlık anılarında gezinirsiniz. Hayaller içinde eski sahne anılarının belirsizliğinde eski kemanın sırrında Süreyya Bey'i
Kelebek Taci, Kumkapıda bir meyhanede garsonluk yapmış. Bir çok meze tabağını masalar arasında dans eder gibi taşımasından bu lakabı almış.
Her bölümde bir kişi anlatılıyor ama kim zaman diğer bölümlerde de yandan katılıyorlar.
Hikayeler güzeldi. Sormaya anlamaya gerçekliğini sorgulamaya gerek yoktu. Bu kahramanlar içinde hep yaşlılar yoktu hani kimi zaman hayatının ilk demlerini yaşayan gençler de bulunuyor.
Kısacası insan öykülerinden oluşan bir Kadıköy gezintisi çıkıyor karşımıza.
"Bir Cuma Rüzgarı KADIKÖY" için öykülerden oluşuyor dedik demesine ama, anlatılan karekterler başka kişilerin anlatıldığı bölümlerde de karşımız çıkıyor. Mario Levi, bu kitabını yayın evine götürdüğünde yayıncısı bunun öykü kitabı değil roman olduğunu söylemiş ki bu bence çok doğru bir tanım olmuş. Ama gene de alıştığımız şekilde bir roman da diyemeyiz buna. Mario Levi, kimi zaman "Hikayeyi tam da burada değiştirmek isterdim." gibi sözlerle bir nevi 'anlatıcı' görevini de üstleniyor. Bununla da kalmayarak her öyküden sonra iç sesiyle kendi kendi kendisini sorguluyor. Bir anlamda okur Mario Levi ile yazar Mario Levi karşılıklı hesaplaşıyor.
Dediğim gibi "Bir Cuma Rüzgarı KADIKÖY" alıştığımız türden bir roman değil, özellikle her bölüm başında ve sonunda yazarın çektiği Kadıköy fotoğrafları da arzı endam ediyor. Tabi bu fotoğraflar turistik bir manzara fotoğrafı değil, çevre ile insana dokunan görseller.
Kitabı oluşturan öyle çok karekter ve öyküsü var ki, açıkcası okurken bundan iki kitap çıkar bile diyecektim. Bunca kişi ve öykü okurken sizi yormuyor ve zevkle su gibi akarak okuyorsunuz. Kitap bittikten sonra o kahramanları hatırlıyor ve öykülerini devam ettiriyorsunuz. Zaten kitabın sonunda da yazar gene anlatıcı görevini yüklenerek bu fikri körüklüyor. O bölümde bütün karekterleri sahneye dökerek harika bir final oluşturuyor.
"Bir Cuma Rüzgarı KADIKÖY" romanı 7 bölümlük, "Gördüklerimiz Göremediklerimiz" dizsinin ilki. Mario Levi bundan sonra da İstanbul'un başka semtlerini de böyle insana dokunarak gezecekmiş. Bu dizinin şu anda dört kitabı da bitmiş, diğerleri de hazırlanıyormuş. Tabi onları da kendi adıma merakla bekliyorum. Sonuç olarak İstanbul ne kadar bozuldu, kimliğini kaybetti, yaşanmaz burda desek de hala sanat için ilham kaynağı oluyor ve yaratıcılığı besliyor.
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder