19 Kasım 2018 Pazartesi

Kesit: The Misunderstood

Blues Perişan’daki ilk yazım olması sebebiyle kısa bir açıklamayla başlamak istiyorum. Sevgili Aptulkadir Elçioğlu yazı yazmamı teklif edeli birkaç ay oldu. Yoğun ve kötü bir dönem olduğu için ancak başlayabiliyorum diyeyim. Yine de güzel bir zamanlama oldu. Artık bunları sesle aktarabileceğim bir radyo olmadığına göre yazmanın bir zararı olmaz. Aptulika, Bülent Seyitdanlıoğlu, Meral Akman, Cenk Akyol, Okan Meriç ve Sezen Aladağ gibi isimlerin katkıda bulunduğu bir mecrada bir yer bulmak benim için çok değerli. Aptulika’ya sonsuz teşekkür ederim. 






Rock ve blues tarihinden kısa hikayeler paylaşmayı, albüm eleştirileri yazmayı ve müzik piyasası/yayıncılığı üzerine bir şeyler karalamayı planlıyorum. Yazacaklarımın tamamı oldukça öznel olmakla birlikte çoğu zaman başı sonu belli olmayan şeyler olacak. Yani “şeylerin ortasından” dalıp (in medias res) bir yerlere varmayan hikayeler. Küçük bir uyarıda da bulunayım. Olur da Blues Perişan’ın diğer kalemleri ile aynı konu üzerine yazarız, yazdıklarım hükümsüzdür. 
Birkaç hafta önce Twitter hesabımda paylaştığım bir hikaye ile köşemin kurdelesini keselim o hâlde. Konumuz, vakti zamanında The Yardbirds’ün Amerika şubesi olarak anılan The Misunderstood. 


60’ların ortası yaklaşırken British Invasion tam anlamıyla işgale başlıyor. Atlantik’in öte yakası kültürel zemin ve yaşama pratiği olarak beat müziğe en az (belki daha fazla) Britanya kadar müsait. Zaten adadaki patlama neredeyse aynı zaman diliminde Amerika’da da kendini gösteriyor. Adada okullardaki salonlarda, kültür merkezlerinde, arkadaşların evlerinde yapılan beat-rock çalışmaları, Atlantik’te tabii ki -araba park etmek dışında her işin yapıldığı- garajlarda yapılıyor.


Sadede hiçbir zaman gelemeyeceğiz ama bir deneyelim. 1963 yılında, Riverside, Kaliforniya’da kurulan garage-band “The Blue Notes” da bu gruplardan biri. Kadro oturunca 1965 yılında “The Misunderstood” adını alıyorlar. Tam olarak “California Dream” dönemleri. Asit, kulüpler, gece hayatı…

Adaya tekrar dönelim. John Ravenscroft adında bir genç, problemli aile ve eğitim hayatı sonunda, tüccar olan babasından “ticaret öğreneceğim” diye bir senelik izin ve para koparıp Amerika’ya gidiyor. 6 ay süren bu macera sonunda, zaten ticaretle hiç alakası olmayan Ravenscroft adaya geri dönmüyor. Amerika’da deyim yerindeyse oradan oraya sürtüyor. Ufak tefek radyo istasyonlarında çalışıyor. Bu ismi daha sonra tarihin en iyi radyocularından biri olarak işiteceğiz: John Peel. John Peel önce korsan radyoculuk sonra da BBC Radyo 1 döneminde deyim yerindeyse Britanya’nın müzik zevkini şekillendirmiş, pek çok önemli sanatçıya ve gruba destek olmuş, rock ve müzik camiasının en önemli isimlerinden biri haline gelmiş bir radyocu. Bir rock/blues sever onun adını duymamış olsa bile “Top of the Pops” programını ya da “Peel Sessions” kayıtlarını işitmiştir. 

John Peel
Hikayeye dönelim. Peel Bey o dönem KMEN’de çalışıyor. Geceleri de The Mystics adında (muhtemelen aynı ada sahip onlarca grup vardır) bir grupla takılıyor. Bir gece The Mystics ve The Moss’un konseri var. Sahneye önce The Mystics çıkacak, arada bir başka grup çaldıktan sonra The Moss kapanışı yapacak. Konser mekânı bir alışveriş merkezi yakınlarında. Peel Bey iki grup arasında mekândan çıkıp biraz gezerim diye düşünüyor. O sırada, arada çalacak -adını kimsenin bilmediği- grup sahneye çıkıyor. “Garip görünüyorlardı, biraz dinleyeyim diye düşündüm.” diyor John Peel o gece hakkında.
Adını kimsenin bilmediği grup The Misunderstood çalmaya başlıyor. The Moss’tan da The Mystics’ten de daha iyiler. “Bu dörtlünün The Yardbirds, Paul Butterfield Blues Band ve Howlin’ Wolf hayranı olduğunu hemen anlayabilirdiniz.” diyor John Peel. Ve ekliyor: Ama, daha da fazlası… Peel'den birebir aktarıyorum: 
"Glenn Ross Campbell steel gitarı ölüm meleği gibi inletiyordu (feryat ettiriyordu). Steve Whiting bas gitarı slide yüzüğüyle çalıyordu. 'Shake Your Money Maker' gibi klasikleri daha önce hiç duymadığım bir şekilde, çok farklı çalıyorlardı."
The Who'nun daha sonra sıkça kullanacağı, gitarı amfiye çevirerek yapılan yankı efektlerini çok iyi uygulayan The Misunderstood, John Peel'in ilgisini çekiyor. Peel bir süre sonra grubun bir nevi mentörü oluyor. Hatta, gruba Phil Spector'un stüdyosu Gold Star'da kendi cebinden “eğer parasıyla demo kaydettirirsek belki albümü bedavaya kaydedebiliriz" diye düşünerek bir demo LP kaydettiriyor.
The Misunderstood’un her sahnesi olaylı, garip. Amerikan deyişiyle “freaky”. Tabii dönemi de hesaba katarsak herkesin kafaları bir dünya. “The Byrds”, “Love” etrafta kol geziyor. Jefferson Airplane "Surrealistic Pillow"u yeni çıkarmış. Bu sıralarda John Peel, The Misunderstood ile sürekli geleceğe dair planlar yapıyor. Çalmaktan çok, toplanıp grubun gelecek planlarını konuşuyorlar demek yanlış olmaz. Grup git gide daha az sahne almaya başlıyor. Bu dönemde daha sonra efsane kabul edilecek bir Pandora’s Box konseri var ancak onun dışında işler kötü.
Yıl 1966. Peel, grubun "son sürat" hiçbir yere (nowhere) doğru gittiğini düşünüyor ve gruba İngiltere'ye gitmelerini teklif ediyor. Campbell, Whiting, gitarist Greg Treadway ve davulcu Rick Moe bir gemiye biniyorlar. Ama vokal Rick Brown konusunda aksilik çıkıyor. Ordudan celp geldiği için bu dörtlüye adaya yapılan ilk yolculukta katılamıyor. John Peel gruba annesinin ev adresini veriyor. Tabii kadının haberi yok. (Transatlantik telefon görüşmesi o dönem herkese nasip olmuyor.) Grup evi buluyor ama saatlerce Peel'in annesinin eve gelmesini beklemek zorunda kalıyorlar evin avlusunda. Rockstarların düştüğü hale bakın…
Böyle başlayan İngiltere macerası bir süre sonra John Peel'in abisine ulaşmasıyla biraz toparlanıyor. Abisi birilerini arıyor ve grubu bir şekilde Fontana Records'a götürüyor. Bu sıralarda Rick Brown’da bir şekilde İngiltere’ye gelmiş. Kayıtlara dahil oluyor. Grup, yazının başına iliştirdiğim parçayı, "I Can Take You to the Sun"ı kaydediyor. Parça, British Invasion+asit denkleminin neredeyse tüm özelliklerini kapsayan bir parça. Gizemli sözler, distorsyon, akustik bölümler…
Hikaye biraz güzelleşmeye başlamıştı, hemen bozalım. Brown bir şekilde İngiltere'ye geliyor ama gelebilmek Rick Brown'ın kaderinden kaçabileceği anlamına gelmiyor. Yeniden orduya çağırılıyor. Amerika'ya dönüp bir psikiyatristten rapor alıyor ve orduya gidip "There's been a misunderstanding." dese de işler istediği gibi yürümüyor. Önce Vietnam'a ardından Hindistan'a gönderiliyor. “Kaliforniya Rüyası” Rick Brown için burada sona eriyor. Grubun geri kalanı müzikal olarak çok yetenekli ve yaratıcı insanlardan oluşsa da fikirleri getiren, şovları çekip çeviren Rick Brown. Onun gidişi bir nevi Misunderstood'un da sonunu getiriyor… 
The Misunderstood’u; kısıtlı imkanlarla kaydettiği birkaç LP'deki farklı müziğiyle, performanslarıyla, şovlarına dahil ettikleri ışık tasarımıyla dönemin müziğini ve performans anlayışını etkilemiş ve asit-rock denen türün kurucuları arasında yer almış oldukça önemli bir grup olarak tanımlayabiliriz. Hikayemiz bitti sayılır, şimdi biraz The Misunderstood bu arada neler yapmış. Onlara göz atalım. 
1965'te ABD'de ve 1966'da Londra Fontana Stüdyoları'nda kaydettikleri iki LP'yi Cherry Red Records 1982 yılında "Before The Dream Faded" adı altında topladı ve yayınladı.  






1965 yılında John Peel'in cebinden ödeyip prodüktörlüğünü yaptığı demo albümü yine Cherry Red Records 1997 yılında "The Legendary Goldstar Album / Golden Glass" adı altında yayınladı.


1965-66'da Amerika'da yaptıkları bazı kayıtlar "The Misunderstood
 – The Lost Acetates 1965-1966" adıyla 2004'te basıldı.




Glenn Ross Campbell ve Rick Brown 1982'de yeniden bir araya
 geldiler. 1983'te “Influence” adı altında 2 parça kaydettiler. 




“Ugly Things” dergisini çıkaran Mike Stax, The Misunderstood'un "The Misunderstood – The Lost Acetates 1965-1966" kaydını “Ugly Things Records” bünyesinde yayınlamıştı. Rick Brown'la
 oturup bir film üzerinde çalıştılar. Film
yayınlanmadı ancak film metnini romana dönüştürerek yayınladılar. (Rick Brown & Mike
 Stax -  Like, Misunderstood)





Şimdi tekrar “Before The Dream Faded”a dönelim ve Fontana Stüdyoları’nda kaydedilmiş albümün 4. parçasına kulak verelim. Benim The Misunderstood hakkında yazmama sebep olan parçaya… Neden mi? Önce kulak verelim.




Parçanın sözlerinden bir kesit, ikinci dörtlük, belki neden The Misunderstood hakkında yazmama sebep olduğu konusunda bir ipucu:
"I'm only seven although I died
In Hiroshima long ago
I'm seven now as I was then
For I am dead, yes I am dead"

Bir yerden tanıdık geliyor mu? Gelir. “I Unseen"in sözleri Nazım Hikmet'in "Kız Çocuğu" şiiridir…
"Hiroşima'da öleli 
oluyor bir on yıl kadar. 
Yedi yaşında bir kızım, 
büyümez ölü çocuklar."

Bir yere varmayan hikayeler, kulak asılmayacak albüm eleştirileri ve hiç önemsenmeyecek müzik yayıncılığı/piyasası üzerine karamalarımdan oluşan “köşemin” ilk yazısının böylelikle sonuna geldik. Bazen en güzel hikayeler bir yere varmayan ama yoldayken yüzümüzde tebessüm bırakanlardır. Hele bir de yanında böyle şahane bir müzik varsa…

Andaç Işık 

Yararlandığım kaynaklar ve okuma önerileri:

-Michael Heatley - "John Peel: A Life in Music"
-“John Peel Archive” web sitesi (http://www.johnpeelarchive.com/)
-“Peel Sessions Wiki” makalesi (https://www.wikiwand.com/en/List_of_Peel_sessions)
-“When Local Radio Was A Big Deal” (KMEN hakkında). (http://thesoutherncalifornian.blogspot.com/2015/06/when-local-radio-was-big-deal.html)
-“Rick Brown & Mike Stax -  “Like, Misunderstood” (https://webstore.ugly-things.com/like-misunderstood-by-rick-brown-mike-stax-p2.php)

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...