Lise yıllarımda devrimci abilerimizin önerdiği kitaplar vardı.
Sol ile ilk tanıştığımız o yıllarda hep birbiri ardına önerilen kitaplar, “Felsefenin Temel
İlkeleri”, “Diyalektik Materyalizm” diye başlar, “Demir Ökçe” diye devam
ederdi. Bu önerilen kitapları okumaya çalışır, ama içinden çıkamazdım. Bu kitapların aralarında yer alan “Demir
Ökçe” ise Jack London’ın bir romanıydı. O arada o da okuyamadığım kitaplar
arasında yerini alacaktı.
Öneri kitapları, bir hap misali sandığımdan mıdır nedir bir
türlü yutamıyordum. Ama kendi bulduğum kitaplarla mesafeyi kısa sürede
kapayacaktım. O mesafe ne ise?
O yılların gündemdeki yazarlarının başında gelen isimlerden
biri de Fakir Baykurt’tu. Türk romancılığının bu önemli yazarının kitapları
toplumcu edebiyatın en çok talep görenlerindendi. “Efendilik Savaşı”, “Amerikan
Sargısı’, “Tırpan”, “Irazcanın Dirliği” gibi eserlerinin yanısıra “Yılanların
Öcü” romanı da sinema filmi olarak çekilmişti. O filmi izlemiş, “Tırpan”
romanını da okumuştum ama benim için çok kapı açılmamıştı. İtiraf etmem
gerekirse “Köy Romanı” denilen türe hiç bir zaman ısınamamıştım. Köyü anlatan
romanlara kapı açılmamıştı ama Mahmut Makal’ın “Bizim Köy”ü ilgimi çekmişti ama
o da roman değil, anı ve araştırma türünden bir kitaptı. Nazım Hikmet’in “Türk
Köylüsü” şiiri hoşuma giderdi ama köy romanı ile hep mesafem olacaktı. Ha bu arada Orhan Kemal’in köyü bana çekici
gelirdi, o da ayrı mesele.
Belki de kent çocuğu olmam sebebiyle köyü anlatan romanlara
ısınamıyordum. Üç sene öncesi bir sahafta karşıma bir anda Fakir Baykurt’un
bilmediğim bir kitabı çıkmaz mı? Hadi oğlum kır zincirini dedim ve aldım
kitabı. Kitabın ismi “Efkar Tepesi”ydi ve daha önceden böyle bir kitabını da
duymamıştım. Kapakta Fakir Baykurt ismini görmesem, hem bu isim hem de kapak
resminden dolayı onun eseri olduğunu anlamazdım. Kapakta köye giden bir şehirlinin, bir köylü kızına aşık olmuş ama başlık parasını toplayamadığı için kavuşamamış
halini anlatan gibisinden bir resim yer alıyordu.
Uzun yıllar sonra barış imzalayacaktım ya oturdum ve kitabı
açtım. Açıkcası bunca yıl sonraki bu buluşmadan korkmuyor değildim hani. İlk
sayfayı çevirmemle okumaya başlamam bir oldu. Kitapı öyle bir okumaya
başlamıştım ki ayrılamıyordum.
Sözün özü, Fakir Baykurt’un bu kitabı köyü anlattığı bir romanı
değildi. Yazarın öğretmenlik yaptığı köylerdeki anılarından oluşuyordu. Karşı
devrimin başladığı Demokrat Parti yılları yani 50’lili yılların köyleri ve bir
öğretmenin izlenimleri. O kadar yıl öncesinin anıları beni öylesine alıp
götürdü ki sanki bugünün Türkiyesi ve sorunları anlatılıyor gibiydi. Bu kitabı
herkese tavsiye etmek isterim ama bugün bu kitabın ne baskısı var ne de
esamesi. Ben bir sahafta buldum ama bulabilene aşkolsun.
Fakir Baykurt, Köy Enstitüleri’nden yetişmiş bir aydın
olarak 1950’li yıllarda köy öğretmenliği yapmış ve izlenimlerini “Efkar Tepesi”
isimli kitabında toparlamış. Kitabın isminin “Efkar Tepesi” olmasını da yazarın
kaleminden dinleyelim:
“Türkiye’nin uzak köşelerinden birinde Şavşat’ta bir tepe
vardır. Adı ‘Efkar Tepesi’dir. Bu tepeden bakınca bütün Türkiye resim gibi
insanın önüne serilir. Bir yan alabildiğine yeşil, yeşil, yeşil!..Bir yan
bilemeyeceğiniz kadar yoksul ve geri. Varlıklar içinde yokluk, olanaklar içinde
kısır kısır döngüler… Korkunç bir çelişkidir bu!..”
Fakir Baykurt bu izlenimleri Demokrat Parti’nin son
yıllarında toplamış ve yazıya dökmüş. O gün yaptığı tespitler bugün de
güncelliğini koruyor. Ne diyelim bir
kitap ve bugün okunması gereken ama yerinde yeller esiyor.
Ben böyle dedim ama yazıyı yazarken bir de internete bakayım
dedim. Bir de ne göreyim bu kitap geçen sene Literatür Yayıncılık tarafından yeniden
basılmış. Şimdi sizlere yayınevinin tanıtım bültenindeki yazıyı buraya aktarıp, ardından da yayının linkini
vereceğim. Artık alır okur musunuz ya da okumaz mısınız o da size kalmış.
Literatür Yayıncılık’ın kitabı tanıtım bülteni şöyle:
“Fakir Baykurt, öykülerinde köy yaşamının sertliği,
yoksulluk, cahillik, taassup, batıl inanç, sömürü gibi sorunları ele alarak
köylünün maddi ve manevi dünyasını toplumsalcı ve gerçekçi bir bakıştan
işliyor. Gözlemlerden, canlı tanıklıklardan yola çıkan yazar, günlük konuşma
dilini öyküye taşıyarak zaman zaman mizahi bir dil kullanıyor; bürokrasinin
çarkları arasında sıkışan ama içinde de bir umudu barındıran "sıradan
insanı", yaşadığı yerin atmosferiyle birlikte çarpıcı bir biçimde
betimliyor.
İlk basımı 1960'da yapılan Efkâr Tepesi'ni yeniden okurla
buluşturuyoruz: Fakir Baykurt, Efkâr Tepesi'nde, 1959-1960 arasında çeşitli
yayın organlarında çıkan yazılarını toplamış. Bu yazılar gerçeklerden yola
çıkan bir anlatı aslında. Partizanlık, din sömürüsü, köyün yoksulluğu, köylünün
cahilliği, okur-yazarlık, kız çocuklarının okula gönderilmemesi gibi konular
çarpıcı bir biçimde ele alınıyor. Kuşkusuz ki okur bugünle bağ kuracaktır
kitabı okuduğunda…
Yollarımız, sokaklarımız, yazın tozdan, kışı çamurdan
geçilmiyor. Martta nisanda pabucumuzu kurtarıp bir evden bir eve gidemiyoruz.
Evlerimiz, eriyen karla, yağan yağmurla su içinde. Damlarımızdan,
tavanlarımızdan sular eleniyor. Kilimi keçeyi ıslatmamak için oraya buraya
çanak diziyoruz. Okullarımız da akıyor! Okullar aktıkça, çocukların öksürüğü
artıyor. Hâlâ köylerimizin okul davası, kasabalarımızın hamam davası, helâ
davası çözülmemiştir. Dört yıl önce Kızılay parasıyla temeli atılan hamamın
tamamlanması, gene Kızılay'ın yapacağı yardıma bağlıdır. Epeyden beri de, okul
çocuklarımızı, Sam Amca'nın süt tozuna alıştırmaya çalışıyoruz. Çiftçilerimiz,
Toprak Ürünleri Ofisi'nin doksana mal edip otuza sattığı buğdayı gözlüyorlar.
Bakımsız topraklarımızda ekinler, üçer karıştan fazla boy atmıyor.
Söylevlerimizde, demeçlerimizde barajdan geçilmiyor ama bir yıl yağmur
yağmasın, yiyecek buğdaya muhtaç kalıyoruz. Yememiz yeme değil, yatmamız yatma
değil. Gıda işi, mesken işi, su işi, başlı başına birer sorun. Bunlar böyle
önümüzde serilip dururken, biz de "Yattı kalkmaz, uzattı çekmez"
sözündeki gibi, yatmışız bir görülmemiş uykuya; öyle bir uyku, öyle bir uyku,
uyandırabilene aşk olsun! Korkunç bir yangeldimcilik!
-Ne Kadar İlerledik?- “
Şimdi de kitabın linki:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder