Alexis Korner
Rolling Stones kariyerlerinin başında
dinledikleri ve söyledikleri Chicago Blues parçalarından oluşan 26. stüdyo
albümü "Blue and Lonesome"u geçtiğimiz senenin son ayında çıkardı. Elli beş
senelik grup Mick Jagger`ın dediğine göre ilk defa hücum kayıt ile stüdyoda
canlı kayıt bir albüm çıkardı.
“Daha önce böyle bir albüm kaydetmemiştik.
İlk albümümüzde bile üst üste kayıtlar vardı”
Keith Richards da müziğe başlama sebeplerinin
Chicago Blues olduğunu söylüyor.
“1962'de Londra'da müziğe Chicago Blues
çalarak başladık. Bu şan, şöhret isteyenler için doğru bir yol değildi”
Albüm çıktığında kariyerlerinin ilk döneminde
onlara kanat geren, O dönemlerde İngiltere'deki, büyük bir ihtimalle de Kuzey
Amerika dışındaki ilk blues klübünü, ilk blues bandosunu kuran Alexis Korner’ı
hatırladım.
12 - 13 yaşlarında rock müzik dinleyen benim gibi birinin müzik üzerine kalem
oynatabilmesinin sebeplerinden biri de Alexis Korner. 80'lerde rock müziğin
abc' sini öğrenmeye aç ben ve benim gibi
yüzlerce akranımın kendilerini eğitebilmeleri o zamanlardaki kısır kaynaklarla
olmaktaydı.
TRT 3'te Sebla Özveren ve Yavuz Aydar
tarafından yayınlanan Stüdyo FM'in rock tarihinin atalarını tafsilatları ile
verdiği seri programlardan birinde dinlemiştim kendisini. Dinleyicilerin
talepleri ile belirlenen rock müziğin kilometre taşlarının çalındığı programların
belki de birincisiydi isminin alfabetik üstünlüğü nedeniyle.
Korner, her ne kadar tüm bir rhythm &
blues, (RnBdeğil!!) blues-rock geleneğini (en azından İngiltere'dekini) sadece
ona mal etmek uygun olmasa da adadaki skiffle rönesansını inşa eden Lonnie
Donegan ve bluescu kardeşleri Cyril Davis, Graham Bond ile birlikte 60ların
İngiliz blues-rock patlamasının en önemli figürlerinden biri. Ve diğerlerinin
(Davis , Bond) çok erken ölümleri nedeniyle daha ön planda değerlendirilen,
Rolling Stone dergisinde 1971'de yayınlanan makalesinde Andrew Bailey'in
herkese mal olmuş deyimiyle “hepimizin babası” Alexis Korner bu yazımın konusu.
Anne Anadolu kökenli Rum, baba Avusturya
kökenli Yahudi. Paris doğumlu, çocukluğu Kuzey Afrika, İsviçre ve Fransa'da
geçiyor. Bir gün Akdeniz'de plajdayken savaşın başladığını duyup, bir yılı
geçmeden İtalyan denizaltısıyla kovalama oynayan bir gemi ile ailece
İngiltere'ye kaçıyorlar.
Annesi öldüğünde anne tarafından akrabaları bu
işleri bırakıp, aile mesleği olan gemicilik işine girmesi için zorluyorlar onu.
Tam bu aralar bir plak hayatında bir dönüm noktası oluyor. BBC'deki bir
söyleşisinde blues'a gönlünü Jimmy Yancey'in ‘’ Slow and Easy’’ si sayesinde
kaptırdığını, klasik müzik eğitimi almasını isteyen babası tarafından bu “yoz”
müziklerin evdeki piyano'da çalınamayacağını söylemesi ile de ilk müzikal
baskının en yakınından geldiğini söylüyor.
BBC'deki bir radyo programında 1940larda
İngiltere'de gençlere bakışı da göz önüne sermekte Alexis Korner;
“O zamanlarda 12 ila 18 yaş arasındakilerin
toplumda hiç bir yeri yoktu. Yemeğe biri geldiğinde size masada yer bile
ayırmazlardı. Sevilip, okşanacak kadar küçük, çalışacak kadar da büyük
değilseniz kimse sizinle ilgilenmezdi. Varolamazdınız. , bir şeyler öğrenmek
için şanslı olmalıydınız. Artık bunlar kalmadı. 13 yaşımdaki beni mikroskop
altında inceleme imkanınız olsaydı çökmüş, bitmiş olduğumu görürdünüz."
Paris'te askerliğini yaparken orada bulunan
Ledbelly gibi Amerikalı bluescuları seyretmesi içindeki alevi körükledi. 1950'lerde
Skiffle diye tabir edilen cazın folk ile harmanlandığı tarz Britanya'da tekrar
canlanınca Chris Barber'ın önderliğinde ve onun caz grubu ile mandolin çalarak
sahnelere adım atmış oldu. İlk plağı 1954'de Ken Colyer's Jazzmen / Ken
Colyer's Skiffle Group adı ile yayınlanan Back To The Delta albümüydü.
50'lerin ortasında Cyril Davis'in işlettiği
London Skiffle Club'unda takılmakta ve zaman zaman sahneye konuk
olmaktayken, Cyril Davis'in “Artık
bıktım bu Skiffle şeylerinden hadi gel burayı beraber bir blues klübüne
çevirelim” demesiyle bir ikili oluşturup klübün ismini London Blues
& Barrel Club yapıyorlar. Skiffle klübü iken tıka basa klüpte blues müzik
müşterilerden rağbet görmüyor. İlk gece sadece 3 kişi geliyor. Bu arada sahnede
4 kişiler!! ;) Yine aynı radyo programında grubun elemanlarından, müzik
yaşamına Cyril Davis ile başlayan ingiliz blues müziğinin yapı taşlarından
saksofoncu Dick Heckstall-Smith, Cyril Davis'in kendisinden önce iflah olmaz
bir saksofon düşmanı olduğundan bahsediyor.
Adanın bu ilk blues klübünde ikili olarak
çalan Davis ve Korner daha önce hiç sorulmamış bir soruya da muhatap oluyorlar.
“Beyaz adam blues çalabilir mi?”
Delta blues ile hiç bir bağı olmayan Yunan, Türk, Yahudi kökenli, İngiltere'ye göçmüş bir Fransız vatandaşı ile bir ingiliz ikilinin bu soruya hazırlıklı olmadıkları kesin.
Delta blues ile hiç bir bağı olmayan Yunan, Türk, Yahudi kökenli, İngiltere'ye göçmüş bir Fransız vatandaşı ile bir ingiliz ikilinin bu soruya hazırlıklı olmadıkları kesin.
Bu müziğin mucidi siyah adamları bu klüpte
ağırlayan iki kafadardan Alexis Korner; “Muddy Waters, Memphis Slim, Sonny Terry
& Brownie McGee, Champion Jack Dupree gibi plaklarından bir şeyler
öğrendiğimiz ustalarımızla bu klüp sayesinde beraber çalma, arkadaşlık etme
imkanı bulduk. Yeryüzünde blues'u öğrenmek için en iyi hocalar onlardı o
sıralarda” diyor. “Ayrıca bizi dinlemeye gelen o zamanların
önde gelen müzik eleştirmenlerini de hiç iplemiyorduk, çünkü gerçek hocalarımız
bizi destekliyordu ve cesaretlendiriyordu”
Hemen herkes Newport festivalini 1965'te Bob
Dylan'ın ilk defa “elektriklendiği” ve yuhalandığı festival olarak hatırlar.
Ama bu işin daha da öncesi var. Muddy Waters 1958'de bu işi yapmış ve gitarını
amplifikatör aracılığı ile prize takmıştı. Bunu emir telakki eden Cyril ve
Alexis hemen kendilerini elektrik blues'a adapte etmek zorunda hissettiler.
“O zamanki caz klüplerinde amplifikatör
olmadığından istediğimiz müziği sadece kendi klübümüzde icra edebiliyorduk.”
İlk defa elektrikli Chicago Blues'unu kendi
klüpleri dışında icra edebildikleri yer yine Chris Barber sayesinde Marquee
Club oldu. Chris Barber'ın 2 seti arasında Chicago Blues çalabiliyorlardı.
Bir sonraki durak olan kendi klüpleri Ealing
Club'da artık tamamen kendi setlerini çalıyorlar ve sonradan herkesin
tanıyacağı bir çok ünlü müzisyenin müziğe başlama sebepleri oluyorlardı.
Oğlu Damien Korner o günleri hasretle anıyor;
“Evimiz
fikir sormak, dertleşmek isteyen yeni yetme müzisyenler tarafından çat kapı
uğranılan bir yerdi. Gecenin bir yarısında Brian Jones'u Phil Seaman'ı kapımızı
yumruklarken, Mutfak camını tıklatırken bulurduk. O zamanlar bunun normal
olduğunu, yuva dediğin şeyin bu olduğunu düşünürdük.”
Ealing Club'de blues zehrini alan isimler
saymakla bitmez; Art Wood ( Ronnie'nin ağabeyi) Charlie Watts (evet o!) Mick ve
Keith (evet onlar!, ki Blue Boys adı ile ilk defa orada sahneye çıkmışlar) Eric
Burdon(Animals), Dick Heckstall Smith(Colosseum), Paul Jones(Manfred Mann),
Long John Baldry, Manfred Mann, Jack Bruce, Paul Kossoff ve Andy Fraser( Free),
John McLaughlin, Steve Marriott (SmallFaces, Humble Pie), Robert Plant, Dave
Holland, Danny Thompson (Fairport Converntion).... Liste gerçekten çok uzun.
Daha sonradan kendisindeki bu yetenek avcılığı
sorulduğunda “Eminim ki bu kadar yetenekli genç müzisyenin benimle çalışmayı tercih
etmesindeki sebeplerden biri de benim R & B grubum dışında piyasada
çalışabilecekleri, haftada 2 gece sahneye çıkıp, en az bin kişiye
ulaşabilecekleri başka bir grubun bulunmamasıydı. Bu kadar kişiye ulaşmamıza
rağmen kendimizi The Tremoloes veya benzeri pop grupları gibi ünlü
hissetmezdik.” diye daha sonraları bir çok çırağının ulaşacağı rock
star mertebesi ile derdinin olmadığını söyleyecekti.
1960’ ların ikinci yarısında müzisyenliğinin
dışında bir çok dergiye blues makaleleri yazan müzisyen aynı zamanda BBC'ye
çocuk programları, eğlence ve müzik programları da yapmaktaydı. Bu radyo
programlarında biri de Top Gear'dı ve bir bölümünde o zamanlar yeni tanıtımı
yapılan Jimi Hendrix ve grubu Experience'ı ağırlarken gruba Hoochie Coochie Man
parçasında slide gitarı ile eşlik de etti.
Genç yaşta hayata veda eden ve başka bir
yazının konusu olmayı hak eden Graham Bond da Alexis Korner'ı her şeyin
başlangıcına koymakta;
“Hepimiz ondan bir çok şey öğrendik.
Şimdilerde Rhythm & Blues denilen müziği başlatan en önemli kişidir.
Gerçekten bu işin babasıdır. Motivasyonu çok yüksekti ve harika bir insandı.
Alexis Korner's Blues Incorporated benden önce Cyril Davies, Dick-Heckstall
Smith, Ginger Baker ve Jack Bruce ile kurulmuştu. Cyril ayrıldığında gruba
dahil olma şansı elde ettim.
Aynı şekilde John Mayall da kendini
kanıtlamadan ondan çok şey öğrenmiştir. 60'ların İngiltere'sini Be-bop zamanındaki
Amerika'ya benzetebiliriz. Tamamen yepyeni bir sanat akımı doğuyordu. İngiliz
ticari müzik akımını değiştirmiş kişidir Alexis Korner.
Alexis 1968 yılında kıta avrupasında
Hollandalı Cuby & The Blizzards, Danimarkalı Beefeaters grupları ile
beraber konserler verdi. Cuby & The Blizzards'ın Live in Düsseldorf
albümünde, Beefeaters'ın Meet you there albümünde yer aldı.
70'lerin başında blues ateşinin rock alevine
döndüğü dönemde Peter Thorup (Beefeaters), prodüktör Mickie Most, Donovan'ı üne
kavuşturan John Cameron ile C.C.S. (Collective Consciousness Society) isimli
bir “rock big band” kurar. Yayınladıkları ilk albümde 1968'te beraber kayıt
yaptığı fakat sonra Jimmy Page ile Led Zeppelin adıyla şöhrete kavuştukları
Whola Lotta Love'ını Kenny Wheeler, Henry Lowther gibi ustalarla Chicago ve
Blood Sweat & Tears ile yükselen brass rock tarzı ile yorumlar. Albümün bir
başka parçası ise diğer evlatları Keith Richards & Mick Jagger hiti ‘’
Satisfaction’’ olur. Yaptığı yatırımların karşılığını alır genç müzisyenlerden.
Unutmadan, Pete Townshend'ın, Mick Jagger ve
Keith Richards'ın Alexis Korner'dan kariyerleri için nasıl yardım gördüğü
konusunda güzel bir sözü var.
“Alexis Korner'ın ingiliz blues sahnesine çok
büyük tesiri vardır. Sadece Rolling Stones'u biraraya getirmesi için bile
hayatının sonuna kadar tahtırevanla taşınması gerekir”
Keith Richards o günleri şöyle hatırlıyor;
Alexis Korner tüm bu blues işlerini gerçekten
biraraya getiren kişiydi. Yıllardır caz kulüplerinde çalıyordu, çalınabilecek
tüm kulüpleri, tüm bağlantıları bilirdi. Ealing Club'ı Cyrill Davies ile
açtıklarında biz de oraya takılmaya başladık. Ya ilk gittiğimiz akşam ya da
ikincisindeydi, Alexis Korner sahneye çıktı ve “şimdi bir konuğumuz bize biraz
gitar çalacak, Cheltenham'dan geliyor, onca yolu aşıp Cheltenham'dan geliyor”
dedi.
Bir de baktık Brian (Jones) da-da-da, da-da-da
diye slide gitar ile Elmore James çalmakta Bu da nasıl bir şey? dedim. Dust My
Blues'u bitirdiğinde hemen Brian'a yanaştık. Gerçekten fantastik ve havalıydı.
Bizim kafamızdaydı. Ve sanki dünya üzerinde kimsenin çalmadığı gibi
çalmaktaydı. Onu biraz Jimmy Reed ve Chicago Blues numaralarına alıştırdık ki
hiç dinlemediği şeylerdi. Daha çok T-Bone Walker ve caz-blues'a yatkındı. Onu
Chuck Berry yönüne döndürdük. Dedik ki “ Bak hepsi aynı ..kun soyu adamım,
becerebilirsin” .
Alexis Korner da kendisine Rolling Stones için
önemli olduğu söylendiği bir programda
“Her müzikal hareketin teşviği ile müziğe
başlayan büyük müzisyenleri olmuştur.” diyerek kendisinin sadece bir katalizör
olduğunu onlara imkan sağladığını belirtmiştir.
1963'te haftasonları kulüp kulüp gezen ve müzik
dünyasına karışmak isteyen, sonraları Animals grubu ile tarihe kazınan o
zamanın tıfıl Eric Burdon'u da Alexis'in klübüne dadananlardandı.
”Newcastle'dan otostopla haftasonu için
Londra'ya gelmiş, kulüp kulüp gezip, müzik dünyasına karışmak istiyordum. Bir
akşam Alexis'in klübünde canlı müziğe ara verildiğinde yanımdaki çilli ve kısa
saçlı çocuk sahneye atladı. Mick Jagger'ı ilk kez orada dinledim.”
1972 yılında Steve Marriott (Humble Pie)
Amerika'da King Crimson ile ortak turnelerine Alexis Korner ve Peter Thorup'u
ön grup olarak davet eder. Turne sırasında sıkı fıkı olduğu King Crimson
elemanları Ian Wallace (davul), Boz Burrell (bas), Mel Collins (saks, flüt)
turne sonrasında gruptan ayrılınca Snape isimli yeni bir grubun temelleri
atılır. Gruba Ginger Baker's Air Force'da Afrika vurmalıları
çalan Gaspar Lawal ve Vinegar Joe piyanisti Tim Hinkley de katılınca grup 7 kişilik
geniş bir kumpanyaya dönüşür. 30 günlük Almanya turnesinde 200.000! kişiye
çalan grup bir önceki prodüksiyon grubu gibi aranjeli, yazılı, çizili bir müzik
değil tamamen doğaçlamaya dayalı caz esaslı blues çalmaktadır.
Saksofoncu Mel Collins anlatıyor; “Konserlerden
sonra Alexis, Steve Marriot, Boz Burrell ve ben otel barlarında buluşur ve
takılır ve çok eğlenirdik. King Crimson Alabama'da turnenin kendine ait kısmını
bitirmişti. King Crimson ile yollarımız ayrılıyordu. Alexis, Ian'a davulcuya
ihtiyaçları olduğunu onlara katılmasını teklif etti ve Ian ile beraber turneye
devam ettiler.
“Boz ve ben de turne angajmanımız bitince iki
genç kız ile birlikte bir arabaya atlayıp turne yapımcısının New Orleans'da
bize tatil için kullanmamıza izin verdiği evine gittik. Alexis 2 hafta sonra
turne dolayısıyla New Orleans'a uğradığında Boz'la beraber onları izlemeye
gittik. Sahne arkasında buluştuğumuzda Alexis grubu genişletmek istediğinden
bahsetti ve Boz'a turun son 6 haftası için onlara katılmasını teklif etti. Terk
edilmiş ve sahipsiz gibi gözüktüğümden acıdığından olacak, soyunma odasından
ayrılırken Alexis bana döndü ve bir bakış attı ve tabi ki Mel'i de yalnız
bırakamayız” dedi. Ben de gruba dahil olmuştum. Turneyi hep beraber bitirdik.
1977'de yine genç müzisyenlerle kaydettiği ‘’
The Lost’’ albumünü şimdilerde herkes tarafından tanınan bas gitarist Cliff
Williams (AC DC), davulcu Graham Broad (Roger Waters), gitarist Danny McIntosh
(Kate Bush), Jim Diamond'dan (80lerin başında "I Should Have Known Better”
single'ı ile tanınmış, başarılı bir solo kariyer yapmıştı) müteşekkil Bandits
grubu eşliğinde kaydetmişti. Albüm'de deneyimli bir gitarist daha bulunuyordu;
James Litherland. Daha önce Colosseum, Brian Auger, Long John Baldry
ve Leo Sayer gibi tanınmış müzisyenlerle çalışmıştı.
1979''da Ian Stewart, Dick Morrisey, Charlie
Watts, Jack Bruce, Chris Farlowe ile birlikte yine bir all-star band
kalkışmasına girişir. Rocket 88 adıyla kurdukları boogie woogie grubu
Hannover'de Rotation klüpteki konseri filtresiz kaydedip, yayınlarlar. Albüm
Boogie Woogie şehitleri Pete Johnson, Joe Turner, Fats Domino'nun ruhuna
düzenlenmiş ayin gibidir.
Ölümünün 10. yılındaki saygı konserlerini
düzenleyen, yakın zamanda Blues Hall Of Fame'e dahil edilen ve bir dönem grubunda
çalan gitarist Norman Beaker her zaman nazik ve iyi bir grup lideri olduğunu ve
onun 2- 3 yıllık şaşalı günler yerine uzun soluklu ve çok daha saygın bir müzik
hayatı olduğunu belirtiyor.
“Kariyerimin başlarında bana ağabeylik yaptı,
işin inceliklerini anlattı. İtalya'dan sahne teklifi aldığımda bana fiyatımı
ikiye katlayarak söylememi ve yarısını peşin almamı söylemişti.”
“Alexis çocuklarımın vaftiz babasıdır.
Vaftizden sonraki kutlama sırasında sarma cigaralığı ile kafa bi dünya
dolanırken dini bütün akrabalarım onun vaftizden büyülenip, huşu içinde
gezindiğini düşünüyordu :) “
Yine saksofoncu Dick Heckstall-Smith'e
dönersek, 1989'da yayımladığı otobiyografisi The Safest Place in the World'de;
“Görünüşte
müzik yapıyordu ama esasında ideolojik bir meselesi vardı, tıpkı bilek güreşi
gibi boğuşurdu. Fulham'daki küçük kulüp Troubador'da kerli ferli bir çok
bopçuların arasında yapayanlız bir bluescu olarak varoldu. Güçlü kişiliği ile
görünmez ve ölümcül bir silahla kuşanmıştı adeta. Bu sessiz direnci ile her
zaman neşeli ve sakindi.” diye belirtiyor.
Jethro Tull'ın kurucusu ve her şeyi Ian
Anderson 1970'de İngiliz dergisi Beat Instrumental'e verdiği röportajda ”Beatles
ve Stones'un ilk yaptıkları ile pop müziğe merak salmıştım. Oradan Jimmy Reed,
Howlin' Wolf gibi köklere atladım. Alexis Korner'ı keşfetmem beni Charles
Mingus ve Ornette Coleman'lara ulaştırdı.”
diyor.
Kariyeri boyunca bir çok albüm çıkarmasına
rağmen kayıt stüdyolarında kanal kayıtları, kayıt teknikleri, tekrar tekrar
aynı partisyonların hatasız çalınmasına çalışılması gibi uğraşlar Alexis
Korner'a beyhude geliyordu. jam session, hücum kaydı, doğaçlama ... işte bunlar
sevdiği şeylerdi.
“Küçük, berbat klüplerde çalardık.
Çalabileceğimiz yerler ancak buralardı. Bana bluescudan ziyade cazcı diye
bakarlardı. Kimse blues nedir bilmezdi ki. Öyle veya böyle bir çeşit caz çalmak
zorundaydınız. Bu kisveden hoşlanmıyordum, kendimi caz müzisyeni olarak
hissetmiyordum. Benim için hisleri yansıtmak emprovizasyondan daha önemliydi.
Eğer doğru ifadeyi, tavrı yakalayabilirsem onu değiştirmeden tekrar etmeyi yeğ
tutuyordum doğaçlama yapıp yapmadığımı önemsemeden.”
“Benim için iki tarz arasında temel bir fark
var. Bir cazcı kendisini ses temelli ifade eder, diğer cazcılardan farklı
tınlamalıdır. Ama blues'da hissettiğin doğru sesi bulduysan o seni ifade edecek
ses olacaktır. Ruh halin kişisel doğaçlama yeteneğinin önüne geçer.”
İflah olmaz bir sigara tiryakisi olan Alexis
Korner Colin Hodgkinson ile yeni albüm kayıtları sırasında fenalaşarak
hastaneye kaldırıldı. 1 Ocak 1984'de akciğer kanserine bağlı beyin tümöründen
öldüğünde 55 yaşındaydı. Ömrünün hiç bir döneminde şan, şöhret, büyük paralar,
lüks yaşam yaşamadı belki ama her zaman istediği gibi canlı, mutlu
kalabalıklarla zengin bir yaşam sürdü. Kendisinin de kabul ettiği gibi iyi bir
enstrümancı değildi ama iyi müzisyeni, iyi müziği bilirdi. Kendinden genç
yeteneklere hep kol kanat gerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder