Blues Perişan blogunda benim
yazılarım haricinde arasıra Geronimo Yalnızkartal imzasıyla yazılar görüyorsunuz. Sevgili dostum
Geronimo keşke daha sık yazsa diye düşünürüm ama bunu söylemeye çekinirim. Ama
galiba böylesi daha iyi oluyor, zira bir görev olarak benimserse, hele ki iş
rutine dönerse keyfi de kaçar. İyisi mi böyle olsun, Geronimo içinde depreşenleri,
yazıya dökme doygunluğunda bize sunsun.
Benim radyoda çaldıklarım
hakkındaki anektodlar , gazetede yazdıklarımdan seçmeler, müzik dinlerken not
düştüklerim, dinlerken çizdiklerim ve müzik haberlerinden yazıya döktüklerimi
size aktarıyorum. Kimi zaman olur olmaz facebook ve twitter’da paylaşıp, ciddi
paylaşımlara gereksiz yere girip, kafanızı ağrıtıyorum. Ancak bunların hepsi
(arasıra bir iki karikatürün dışında) hep müzik üzerine oluyor. Geronimo’nun
yazıları ise daha farklı, sanatsal denemelere girebiliyor. Pekala da keyifli
oluyor. En azından ben keyif alıyorum.
Geronimo dostum benim bloga
yazıyor ama kendi blogu da var. Aylak Adam
isimli bu blogda çok keyifli yazılar, öyküler, izlenimler neler neler var. Bir
ara vaktiniz olursa, bir bakın derim. Adresi işe şöyle,
Aylak Adam blogunda Geronimo,
sağ bölümdeki Blog Arşivinin
altına bu yıl okuduğu kitapları yazmış. Neler yok ki onlar arasında, mesela bu
yaz bana okumam için verdiği ve yaz tatili sıkıntısını bir keyife döndürmeme
sebep olan Halikarnas Balıkçısı’nın “Mavi Sürgün”ü
ve diğer kitapları. Kimi zaman Geronimo ile pişti olmuşuz, bu sene bende onun
gibi Sait
Faik konusunda aynı kitapları
okumuşum. (Bu arada ben sıkıldıkça okumuş olduğum Sait Faik’leri de tekrar
açıp, herhangi bir öyküsünü döne döne okumaya başlıyorum.) Geronimo, günümüz
yazarlarını da takip ediyor, ben ise okumaya korkuyorum ve varsa yoksa eskiler
diyorum.
Bundan üç hafta önce
Cumartesi günü Geronimo’dan
bir telefon geldi, “Abi, müsaitsen sana geleyim.” diyordu. Dört tane bira kapmış, kapıdaydı. Bir yandan
plak dinleyip, konuştuk. Bana gelmeden önce sahafları gezmiş, elinde kitaplar
anlata anlata bitiremiyor. Her kitabın sanki bir canı var(var da tabi). Bana da
bir kitap hediye almıştı. Necati Cumalı’nın
anılarından mürekkep yazıların ve öykülerin olduğu “Makedonya 1900” kitabını bana hediye etti. Bu kitabı okumaya tam
başlayacaktım ki, bu yazıyı yazmak aklıma geldi. “Yahu” dedim, “Her Cuma insanlar tatile girerken, kitapları kaleme
alsak. Okuduklarımızı, okunası kitapları yazarak, çizerek, insanlara önersek.” Aslında buna “önerme” falan gibi somurtkan bir hava katmayalım. O gün
Geronimo bana geldiğinde 5 saat müzik dinledik, içtik (bu çay da olabilirdi,
bira muhabbetin bahanesi) ama hep kitaplardan konuştuk. Dostumu bilmem ama
benim için son günlerdeki en unutulmaz muhabbet buydu.
Şimdi gelelim sözün özüne…
Bundan böyle Cuma akşama
doğru blog içeriğimiz kitaplar üzerine olacak, kimi zaman okuduğum bir kitap
kimi zaman bir yazar hakkında ya yazı ya da çizim ya da hepsi birden olacak. Buna
Geronimo da katılırsa hafta sonuna yayılırız, artık çocukluk oyunlarından,
sinemalara, tiyatrolara kadar gideriz belki de.
Sait Faik’in dediği gibi, “Yazmasak”,
Okumasak delirebilirdik.
Birazdan sevgili dostum
Geronimo’nun bana hediye ettiği Necati Cumalı kitabını okumaya başlayacağım.
Şimdilik iyi günler
Aptülika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder