10 Ekim 2014 Cuma

Kitaplar, okumak ve hafta sonuna dair.


Blues Perişan blogunda benim yazılarım haricinde arasıra Geronimo Yalnızkartal imzasıyla yazılar görüyorsunuz. Sevgili dostum Geronimo keşke daha sık yazsa diye düşünürüm ama bunu söylemeye çekinirim. Ama galiba böylesi daha iyi oluyor, zira bir görev olarak benimserse, hele ki iş rutine dönerse keyfi de kaçar. İyisi mi böyle olsun, Geronimo içinde depreşenleri, yazıya dökme doygunluğunda bize sunsun.
Benim radyoda çaldıklarım hakkındaki anektodlar , gazetede yazdıklarımdan seçmeler, müzik dinlerken not düştüklerim, dinlerken çizdiklerim ve müzik haberlerinden yazıya döktüklerimi size aktarıyorum. Kimi zaman olur olmaz facebook ve twitter’da paylaşıp, ciddi paylaşımlara gereksiz yere girip, kafanızı ağrıtıyorum. Ancak bunların hepsi (arasıra bir iki karikatürün dışında) hep müzik üzerine oluyor. Geronimo’nun yazıları ise daha farklı, sanatsal denemelere girebiliyor. Pekala da keyifli oluyor. En azından ben keyif alıyorum.
Geronimo dostum benim bloga yazıyor ama kendi blogu da var. Aylak Adam isimli bu blogda çok keyifli yazılar, öyküler, izlenimler neler neler var. Bir ara vaktiniz olursa, bir bakın derim. Adresi işe şöyle, 
Aylak Adam blogunda Geronimo, sağ bölümdeki Blog Arşivinin altına bu yıl okuduğu kitapları yazmış. Neler yok ki onlar arasında, mesela bu yaz bana okumam için verdiği ve yaz tatili sıkıntısını bir keyife döndürmeme sebep olan Halikarnas Balıkçısı’nın “Mavi Sürgün”ü ve diğer kitapları. Kimi zaman Geronimo ile pişti olmuşuz, bu sene bende onun gibi Sait Faik konusunda aynı kitapları okumuşum. (Bu arada ben sıkıldıkça okumuş olduğum Sait Faik’leri de tekrar açıp, herhangi bir öyküsünü döne döne okumaya başlıyorum.) Geronimo, günümüz yazarlarını da takip ediyor, ben ise okumaya korkuyorum ve varsa yoksa eskiler diyorum.
Bundan üç hafta önce Cumartesi günü Geronimo’dan bir telefon geldi, “Abi, müsaitsen sana geleyim.” diyordu. Dört tane bira kapmış, kapıdaydı. Bir yandan plak dinleyip, konuştuk. Bana gelmeden önce sahafları gezmiş, elinde kitaplar anlata anlata bitiremiyor. Her kitabın sanki bir canı var(var da tabi). Bana da bir kitap hediye almıştı. Necati Cumalı’nın anılarından mürekkep yazıların ve öykülerin olduğu “Makedonya 1900” kitabını bana hediye etti. Bu kitabı okumaya tam başlayacaktım ki, bu yazıyı yazmak aklıma geldi. “Yahu” dedim, “Her Cuma insanlar tatile girerken, kitapları kaleme alsak. Okuduklarımızı, okunası kitapları yazarak, çizerek, insanlara önersek.” Aslında buna “önerme” falan gibi somurtkan bir hava katmayalım. O gün Geronimo bana geldiğinde 5 saat müzik dinledik, içtik (bu çay da olabilirdi, bira muhabbetin bahanesi) ama hep kitaplardan konuştuk. Dostumu bilmem ama benim için son günlerdeki en unutulmaz muhabbet buydu.
Şimdi gelelim sözün özüne… Bundan böyle Cuma akşama doğru blog içeriğimiz kitaplar üzerine olacak, kimi zaman okuduğum bir kitap kimi zaman bir yazar hakkında ya yazı ya da çizim ya da hepsi birden olacak. Buna Geronimo da katılırsa hafta sonuna yayılırız, artık çocukluk oyunlarından, sinemalara, tiyatrolara kadar gideriz belki de.
Sait Faik’in dediği gibi, “Yazmasak”, Okumasak delirebilirdik.
Birazdan sevgili dostum Geronimo’nun bana hediye ettiği Necati Cumalı kitabını okumaya başlayacağım.
Şimdilik iyi günler

Aptülika

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...