7 Ağustos 2024 Çarşamba

Ünal Vanii: "İyi ki seninle yollarımız 1979 senesinde kesişmiş."



"İyi ki seninle yollarımız 1979 senesinde kesişmiş."

Ünal Vanii, birinci ölüm yıldönümünde Erkin Koray'a böyle sesleniyor.

Dile kolay yarım asırlık bir dostluk ve bu dünyaya veda edene kadar da Erkin Koray'ın grubunda kimi zaman bas gitarist kimi zaman da gitarist olarak kalmak.  

Ünal Vanii, 44 yıllık Erkin Koray yoldaşlığını birinci ölüm yıldönümünde 7 Ağustos'ta yayımladığı "Özlüyorum" isimli şarkısıyla anlamlandırdı. 


Geçen yıl bugün o kötü haberi aldığımda elim kolum bağlanmış gibiydi. Öyle ki onu son yolculuğuna uğurlamak, ona bir gül sunmak bile benim için olanaksızlaşmıştı. Aklımda o okyanusu aşıp, oradan bir toprak avuçlayıp koklamak bile vardı ama bunu da ertelemek gerekirdi (bu da uzun bir süre alacağa benzer - hatta hiç olmayacak gibi). 

Böyle bir yıl geçti işte, sanki ondan sonra felç olmuş gibiydik, dilsize dönmüştük. İşte bugün o bitkisel hayattan çıkmış gibiyiz. Kısacası bir yıl sonra Erkin Abi'nin sonsuzlukta olduğunu kavrayacaktık. 

Dün gece bu duygularla saatlerin 00:00'ı göstermesini bekliyordum. Belki toprağa eğilip, bir gül sunamadık ona ama bir yıl sonra son görevimizi yazıp, çizerek yapacaktık, hem de nefes alıp verdiğimiz her gün her saat. 

İşte bu duygular içindeyken 6 Temmuz'dan 7'sine geçtiğimiz saatlerde Ünal Abi'nin "Özlüyorum" şarkısı yayına girecekti. Hissettiklerim öyle güzel anlatılmıştı ki, defalarca kaç sefer dinlediğimi ben bile bilmiyorum. 


Söz & Müzik : Ünal Vanii

Vokal : Ünal Vanii

Akustik Gitar: Bora Özçoban

Lead Gitar : Bora Özçoban

Perdesiz Bas Gitar: Bora Özçoban

Aranje, Kayıt, Miks : Bora Özçoban

Mastering : Bora Özçoban

Produktion:BDG Studyo

Klip:Gültekin Vural

Kapak : Aptulika





Ünal Vanii, parçayı sosyal medyasından paylaşırken şu notu da düşmeyi ihmal etmemiş: 

"Lütfen Emoji ve Kalp Atmayın bol bol paylaşın YouTube da yorum yapın daha  çok desteklersiniz 🤘🤘🤘"


Ünal Vanii'ye ve enstrüman katkısından dolayı Bora Özçoban'a selamlarımı sunarım. Ayrıca bu güzel ve anlamlı çalışmaya beni de kattıkları için minnettarım. 

Yazıyı Ünal Abi'nin sözüne katkı yaparak bitireyim:

İyi ki Erkin Koray'ın müziği ile 9 yaşında tanışıp, rock dinlemişim. 

Aptulika




6 Ağustos 2024 Salı

25. YILINDA “DEVLERİN NEFESİ”



25. YILINDA “DEVLERİN NEFESİ”


“Bir gün geçti aradan, bin yıl geçti sandım”



7 Ağustos 2023 tarihi müzikseverlerin dağarcığına “kara tarih” olarak kazınacaktı. Ülkemizin en yetkin müzisyenlerinden, efsane mertebesini yaşarken edinmiş büyük isim ERKİN KORAY uzun yıllardır yaşadığı Kanada’da vefat edecekti o gün. Dahası, cenazesi vasiyeti üzerine orada defnedilecek, biz severlerinin üzüntüsü daha da katlanacaktı… Yazıyı yazmaya başladığımda tarih 7 Haziran 2024’tü. Tam 10 ay geçmiş ama sanki zaman durmuş, geçen o 10 ay hiç yaşanmamış gibi. 2023 yılı malum, hepimizin üstünden bir silindir gibi geçti. Oysa ben 40 küsür yıldır 2023’e kurulmuştum. Barış Manço’nun o çok sevdiğimiz albümü “2023” yol göstericim olmuş, şifrelerimde, nicklerimde hep kullandığım rakam 2023 olmuştur. Mesleğimden de bu yıl içinde emekli olup her emeklinin hayalinde olduğu gibi Ege’ye yerleşmeyi planlıyordum, olmadı tabii ki. Onca yaşanan olumsuzluğa bir de Erkin Baba’nın vedası eklenince koskoca yıl sise dumana büründü nazarımda. Zaman geçtikçe de Erkin Baba’nın yokluğu daha da koymaya başlıyor, inanamıyorsun. Ve bu yokluğun ağırlığı altında eziliyorsun. İyi ki miras bıraktığı şarkıları, albümleri var. Yoksa sığınacak neyimiz kalırdı ki başka? Yazıyı yazdığım an itibariyle son stüdyo albümünü 25 yıl önce çıkarmış Baba. Ötesi (şu an için) yok! Son albümünün bu özel yıldönümünde, hem 90’ların Erkin Koray’ını hem de albümün incelemesini yazı konusu edindim ve şu an okuduğunuz satırları size ulaştıran blog sahibi sayın Elçioğlu’nun da Baba’nın vefatının birinci yıldönümünü atlamayacağını varsayarak oturdum klavye başına. Buyurun hadi! 


“Hep tek başımıza…”

Pek verimli geç(ir)mediği iddia edilen 80’leri 6 albümle kapatmıştı Erkin Koray. 10 yıl içinde 6 albüm güzel bir rakam; hele o dönemdeki ülke şartlarının ve müzik piyasasının durumu göz önüne alındığında. “Benden Sana”, İlla ki”, “Ceylan”, “Gaddar”, “Çukulatam Benim” ve “Hay Yam Yam” albümleri müzik kalite olarak 70’ler Erkin Koray’ını mumla aratsa da, sözel ve beste manasında pek çok güzel şarkıya ev sahipliği yaptıkları kesin. Grup müziğinin ilk temsilcilerinden olan sanatçının, bu dönemde “self yapımların” etkisine girdiğine şahitlik ediyoruz. Albümlerin demolarında tüm enstrümanları kendi çalan Koray, bunu albümlerine ve bir zaman sonra da sahnesine yansıtmada beis görmemişti. 90’ları karşıladığı ilk albümü “Tamam Artık” bu minvalde hazırlanmış olup, sadece Çetin Akdeniz isimli yetenekli ve genç müzisyen bağlamasıyla eşlik etmişti. Bir yıl sonra piyasaya çıkan “Tek Başına Konser” albümü de ismiyle müsemma bir özellik taşıyordu. Ama 1957’den beri sahnelerde olan bir sanatçının tek bir “live” albümünün olması da ayrıca önemliydi. Kariyerinin en sağlam albümlerinden “Gün Ola Harman Ola”da işler değişiyor ve branşlarında en yetkin isimlerle nefis bir albüme imza atıyordu Erkin Baba. Ülke rock tarihinde kırılma noktası olarak kabul edilen 1996 yılı, usta ve genç kuşak isimlere yeni kapılar açmış, müzik tarihimize de altın yıl olarak kazınmıştır. Oğlum “Koray” da bu yıl doğmuş, benim de altın yılım olmuştu bir nevi. Albüm, yapımcı firma Mega Müziğin, kapağından promosyonuna titiz çalışması sonucu geniş kitlelere ulaşır, Baba’ya ödül üstüne ödül getirir. Albümü yeni bir grupla kotarmasına rağmen tek başına konserler serisi devam eder. Ama grup olayına kapıları da açık bırakır. Bu bağlamda dönemin genç ama etkin isimlerini etrafında tutar. Kronik’ten Tolga Soyhan ve Özer Sarısakal, Refleks’ten Murat Net gibi isimlerin yanı sıra Whisky’den Alpay A. Şalt ve Serdar Çokuslu’yla da yakın mesai içersindedir. Tüm bu oluşumların harmanlanıp, eski/yeni kuşak müzisyenlerle grup konusunda noktayı koyacağı dönem 2000’ler olacaktır. Hatta standart trio olarak bas gitarda Ahmet Güvenç, ikinci gitarda (kimi zaman bas gitara geçse de) Ünal Vani olmak üzere, uzun soluklu bir grupla 15 yıl sahne alacaktır. Yazımın konusu gereği bu döneme girmeyip “Devlerin Nefesi”ni ensemizde hissedelim artık.


“Bir bildiğin vardı ki… Sitem”

Albümlerinde mümkün mertebe kendi yazdığı söz ve müzikleri ve dahi aranjmanları yeğleyen Erkin Koray 1990 yılı albümü “Tamam Artık”ta yepyeni bestelerinin yan sıra, geçmiş ile bir köprü kurma bağlamında daha önce seslendirdiği birkaç şarkıyı da yeniden aranje edip söylemiş; “Öyle Bir Geçer Zaman ki” ile bugünlere de ışık tutmuştu. Aynı köprüyü 1988 yılı albümü “Dünden Yarına” ile İlhan İrem de kurmuş, kariyerinin en sağlam albümlerinden birine imza atmıştı. Kendi isteği midir yoksa yapımcı firmanın “dayatması mıdır”, “Devlerin Nefesi” albümünde de kendi deyişiyle “o zamanlar geri planda kalmış, zamanı gelmemiş güzellerim var benim” diye tanımladığı şarkılara el atarak yeniden düzenlemiştir. Ki Erkin Baba’ya “zorla(mayla)” bir şey yaptırmanın imkansız olduğunu cümle alem bilir. Albüm, dört şarkı dışında (“Çöpçüler” hariç) tamamı 70’lerdeki şarkılardan oluşmaktadır. Bir çoğu “B yüzü” olan şarkılar “kemik üçlünün” elinde taş gibi düzenlemelerle karşımıza çıkmaktadır. 70’lerin ortalarından beri hiç kopmadığı “yoldaşı” Ahmet Güvenç bas gitarda, Whisky grubunun ve memleket davulunun bel kemiklerinden Alpay A. Şalt davulda Erkin Koray’a eşlik eden isimlerdir. Erkin Koray albümde vokal ve tüm gitarları çalmanın dışında klavye performansları ve düzenlemelere imza atmıştır. Ayrıca “Züleyha”da geri vokallerde o dönem Erkin Koray’ın menajerliğini de yürüten Fırat Parlak ve 70’lerin ikinci yarısından itibaren Almanya yıllarında kendi grubuyla Erkin Koray’ın çalışmalarında yanında yer alan ve o günlerden bugüne kadar yanından hiç ayrılmayan Ünal Vani yer almaktadır.




1989 yılı itibariyle “kaldığı yerden devam” kararıyla; önce efsanevi Moda konseri, ardından da nefis bir albümle dönüşünü müjdeleyen Erkin Koray kariyerinin ilk ve tek film müziği teklifine de kayıtsız kalmayacak ve 1990 yapımı “Abuk Sabuk 1 Film” filminin müziklerine imza atacaktır. Daha filmin ilk sahnelerinde, o bilindik “erkin-i hicazkar makamından” üç cümleden oluşan, daha önce hiç duymadığımız kısa bir şarkı duyarız:

Bir bildiğin vardı ki,

Getirdin beni dünyaya.

Sonra bıraktın yaya...


Her iki düzenlemede de klavye başroldedir. Albüm versiyonu daha derli toplu olup, gök gürültüsüyle açılıp belli belirsiz bir ezan sesi ile biter. Birbuçuk dakikalık bu “intro” alışılagelmiş düzenlemelerinden ayrı bir yerdedir Baba’nın.


“Yıllardır hep akıntıya çeke çeke küreği de… Memurum Ben”

Albümün tek sözlü yeni bestesi “Memurum Ben”in ilginç bir oluşum öyküsü var; albüm kapağında Erkin Koray’ın düştüğü notu aynen aktarıyorum:


“Her ne kadar – başka kaynaklardan aldığım şarkı sözlerinin çoğunda olduğu gibi – bu sözlerin en azından yarısı bana ait olsa bile, Mecidiyeköy’de bizim Mustafa’nın lokantasında, mübarek elleriyle yaptığı nefis Tekirdağ Köfteleri’ni yerken, bu sözleri elime tutuşturup kaybolan Türkiye Cumhuriyeti’nin o çilekeş memuruna, bu güzel şiiri için sonsuz saygılarımı ve teşekkürlerimi sunduğumu burada ifade etmek isterim. Çünkü ben, “Memurum” adında bir şarkı yapmaya kalksam da, sözlerine böyle başlayamam. Bunu olsa olsa bir “Memur” yazar…

“Gönlüm çekse de yağlı böreği, Aşmaya kudretim yetmez bütçeyi…”

Şu güzelliğe bak… Bu tüyo (!) bana yeter… Arkasını ben getiririm. O ayrı… Adını bilmediğim ve seni de, bir yerde karşılaşsam tanıyamayacağım için, “söz” yerine şimdilik kendi adımı yazıyorum. Her ne kadar “Al şunu…” deyip gözden kaybolmakla, bir şey talep etmediğini ifade etmiş oldun – ki zaten Yüce Devletimizden de hiçbir zaman fazla birşey talep etmedin ama, telif hakların bende mahfuzdur.

Ne zaman ortaya çıkarsan, gelip benden alabilirsin, saygı değer Memurum.”



Son derece sağlam gitar ve davul partisyonlarıyla, sözü ve düzenlemesiyle taş gibi rock şarkısına imza atmıştır Erkin Koray. Sokaktaki vatandaşın isyanı rock’ın isyanıyla buluşmuş, bugün de devam eden geçim sorununa 25 yıl öncesinden parmak basmıştır. 


“Gökte ne ay var, ne de bir yıldız… Sen Yoksun Diye”


1972 yılında çıkan 45’liği “Goca Dünya”nın diğer yüzünde yer alan bir şarkıyken, tuhaftır ki (Orhan Gencebay’ın elektro bağlama performasına rağmen) kafa şarkıdan daha çok ilgi görür “Sen Yoksun Diye”. Kitabında bahsettiği üzere; “Sen Yoksun Diye”nin aranjmanına kafa yorarken Neşe Karaböcek’in “Goca Dünya”yı patlatması 45’liğin önünü kesse de B yüzü şarkısının yükselişi devam etmiştir. Daha çok Müslüm Gürses’in seslendirdiği şarkıların bestecisi olarak bilinen Burhan Bilgin’e aittir şarkı. “Devlerin Nefesi”ndeki düzenleme, 45’likteki düzenlemeye sadık kalınarak kotarılmış. Ne eksiği var ne de fazlası…


“Her aklıma gelince sen… Aşk Oyunu”

Kendisinden beklenen çıkışı yaptığı 45’liği “Kızları da Alın Asker”nin diğer yüzünde yer alan şarkısı. Kim yurt dışı basımı kasetlere adını veren “Neden Böyle” ile olarak da bilinen şarkı bu albümde “Synthesizer” ağırlıklı bir düzenlemeyle yer almış. Şarkı gibi, albümün genelinde aynı ağırlığı hissetmek olası zaten.


“Meşk oyunu bunun adı… Meşk Oyunu”

“Aşk Oyunu”nun devamı niteliğinde, Erkin Koray’ın tek başına performe ettiği enstrümantal bir şarkı. “Çetin Ceviz”deki  saz-gitar atışmasındaki sazın yerini bu sefer klavye almış; mantık aynı. Erkin Koray’ın 90’lardaki belirgin “octave” içerikli gitar tonuna has örnek bu şarkı diyebiliriz.


“Sus! Konuşuyor Krallar… Krallar”

70’lerin başında “Şaşkın” ve “Fesuphanallah” arasına sıkıştırdığı en sert ritimli şarkılarından “Krallar” da bu albümde yer alan “güzellerden”. Sözlerini, aynı zamanda ilk versiyonda davulları çalan Nihat Örerel’le birlikte kotaran Koray, bu düzenlemede Alpay Şalt’ın sert tuşelerine emanet etmiş şarkıyı. Sondaki uzun davul solosu (nedendir) yeni düzenlemede yok. Albümün genelinde Alpay’ın bir tık daha yumuşak çalımı söz konusu zaten.


“Beni kimden sorarsın… Çöpçüler”

Söz ve bestesi Ali Toprak’a ait olmasına rağmen Erkin Koray’ın üstüne bir ceket gibi şarkıdır “Çöpçüler”. 1985’te ilk kez seslendirdiği şarkı o günden bugüne Baba’yı sırtlamış, adeta ölümsüz kılmıştır. Haliyle geri planda kalmış bir şarkı da değil. Plak şirketlerinin “bu olmazsa olmaz” diye direttiği köşe başı şarkılardan olan “Çöpçüler” konserlerinde icra ettiği gibi, sert bir aranjeye sahip bu albümde. 




“Bir yaralı ceylanım… Allahaşkına”

1996’daki çıkışının ardından yeni dalga rock gruplarının “Babayı” sahiplenme misyonuyla birlikte, geçmişte yaptığı şarkıları gerek albümlerinde gerekse sahnelerinde yeniden yorumlama babında “Allahaşkına” şarkısı da keşfedilmiş, gittikçe tanınan bir şarkı olmuştu. Erkin Koray da bu şarkıyı yeni albümüne almakta beis görmemiş, orijinal düzenlemeyi aşmadan yorumlamıştır.


“Senden başka kimse yok içimde… Seni Her Gördüğümde”

Konserlerde geri dönüşüm alan şarkılardan biri de elbette “İnan ki”. Bir çok sanatçı tarafından bu isimle seslendirilip albümlere alınan şarkı 70’lerdeki ruhuna sadık kalınarak aranje edilmiş.


“Anzila’ya gitme ha!... Züleyha”

Zamanında arka planda kalmış bir Erkin Koray şarkısı. TER adını verdiği kısa ömürlü grubuyla plak yaptığı şarkı, dönemindeki aranjeyi aşamasa da albümde “iyi ki yer almış” dedirtiyor.


“Çın çın çınlıyor… Devlerin Nefesi”

Albüme adını veren oldukça uzun bir şiir, Erkin Koray’ın tiyatral anlatımıyla lirik bir şölene dönüşmüş. Öyle ki, anlatılanı yaşıyorsunuz resmen. 


“i3 ve Ben”

Albüm tek başına performe ettiği enstrümantal bir şarkıyla sonlanıyor. Adından da anlaşılacağı üzere; tek başına konserlerinde nimetlerinden sonuna kadar faydalandığı KORG’un İ3 modelinin şimşek, helikopter ve bilimum efektleri üzerine attığı (kimi zaman çift) gitar sololarıyla oluşturduğu bir şarkı.


Albüme genel bir bakış

1996 yılında, son derece titiz bir çalışma sonucu piyasaya çıkan “Gün Ola Harman Ola” albümü sonrası Erkin Koray’ın yapacakları merakla bekleniyordu. Tamamı yeni bestelerdi, gitar ve diğer enstrümanların icrası üst seviyedeydi çünkü. Yeni albüme kadar geçen süreyi tek başına konserlere ayıran Koray, plak şirketlerinin yoğun talebi karşısında eski ve güzel ama gözden kaçmış şarkılara el atmaya karar verir. Bu minvalde evinde, kendi stüdyosunda yaptığı paket kayıtları Ahmet Güvenç ve Alpay Şalt ile yeniden ele alıp bir önceki albümün kaydedildiği Stüdyo Spectrum’da kayıtları yapar. Albüm için anlaştığı şirket, Mega Müzik olmaz bu sefer; ADA Müzik’te karar kılınır. 2006’da piyasaya çıkan kendi kitabında belirttiği üzere bu firmayla sorunlar vardır. Noter tasdikli muvafakatnamedeki imza kendisine ait değildir. Daha doğrusu oradaki imza bir “imza” değildir. Yine kitabında yazdığı üzere, hayranlarına hatıra olsun diye attığı “imzanın” aynısı noter onaylı belgeye atılmıştır. Ama resmiyette kullandığı imza değildir. Ama sonuç onun aleyhine işler. Bir ters durum da; “Memurum Ben” şarkısına çekilen kliptir. Muhtemelen ADA Müziği “kurtaran” da bu klip olacaktır. Çok hassas ve karışık bir durum. Üstüne “şu haklı, bu haksız” şeklinde yorum yapmak haddimiz değil. Öyle ya da böyle; albüm piyasaya çıkmıştır.


Albümün kartoneti nefistir. Kendi el yazısıyla hayranlarına genel bir ithafı da vardır. (Bugünlerde ikinci el satış sitelerinde “Erkin Koraydan ıslak imzalı son albümü” şeklinde binli rakamlarda satışa sunulmaktadır albüm. Halbuki her kartonette olan bir baskıdır bu, ıslak ya da kuru söz konusu değildir) Ayrıca kartonette, alışagelmişin dışında “Erkin Koray’dan Vecizeler” kısmı var ki, “hah tamam, işte bu erkin baba!” diyeceğiniz bir tarzda. 



Kadro bu sefer kalabalık değil; eski(meyen) dost Ahmet Güvenç ve hep güvendiği isimlerden Alpay Şalt kendisine eşlik ediyor. Alpay’ın ne kadar sert tuşeli bir davulcu olduğu, en ağır şarkılarda bile sertliğinden taviz verdiğini cümle alem bilir. Yalnız bu albümde sanki Baba, Alpayı biraz frenlemiş gibi.Ya da albümün miksinden kaynaklı, bilemedim. Alpay Şalt ve Erkin Koray’ın birliktelikleri bu albümle sınırlı kalmamış, bir çok konser ve provada hatta tv programında kendisine eşliği devam etmiştir. Albümde tek bir şarkıda vokaliyle eşlik eden diğer isimler ise Ünal Vani ve Fırat Parlak’tır. Ünal Vani, Erkin Koray’ın uzun sürecek yurt dışı seyahatinde onunla müzik çalışmalarına start veren isimlerdendir. Grubu Toprak ile kendisine eşlik ederken Baba’yla kurduğu dostluk, kardeşlik kıvamına gelmiş ve “ölümüne kadar” dedikleri cinsten bir birlikteliğe sahne olmuştur. Fırat Parlak ise başarılı bir radyocuyken bir uçak yolcuğu esnasında yan yana düştüğü Erkin Koray’ın dikkatini ve güvenini kazanmış, sahne amirliğinden menajerliğe uzanan uzun bir yolda birlikte yürümüşlerdir. Albüm piyasaya çıktığında Şebek HMF’de yayınlanması için yazdığım albümün kritiğini Aptülkadir Elçioğlu’na yollamıştım. Sağolsun, noktasına virgülüne dokunmadan o yazımı yayınlamıştı, Temmuz 1999 sayısında… İlginçtir, 1999 yılı, Türk Rock Tarihini start veren “sac ayağının” diğer ikisinin de son albümlerinin yayınlandığı yıl olmuştur; Barış Manço “Mançoloji”, Cem Karaca “Bindik Bir Alamete” tıpkı Erkin Koray’ın olduğu gibi,  bu yıl içinde piyasaya çıkan son albümleri olur.  



Albümsüz geçen 25 yıl

“Devlerin Nefesi” Erkin Koray’ın son stüdyo albümü. 1999 yılında piyasaya çıktı, an itibariyle üzerinden 25 yıl geçmiş durumda. Üretken ve vefatına kadar sahnelerde olan bir sanatçı açısından yeni bir albüm için oldukça uzun bir süre. Takip eden yıllarda, birçok röportajında yeni albümünün bitmek üzere olduğunu ya da bittiğini belirtiyor, Unkapanı piyasasında bu albümü çıkarmayı düşünmediğini de ekliyordu. Ve dahi takip eden yıllarda plaklara olan ilgi had safhaya ulaşmış, plak enflasyonunun yarattığı kimi olumsuz dalgadan etkilenen isimlerin başında Erkin Koray ve Cem Karaca gelir olmuştu. Bu olumsuz gelişmeler Koray’ı yeni bir albümü piyasaya vermesini ertelemiş, nihayetinde kayıtları bittiği halde yeni albüm “başka bahara” kalmıştır. 2016 yılı geldiğinde İzmir’de başlayıp Adapazarı’nda sonlanacak bir konser serisi ise Erkin Koray’ın kariyerindeki son konserleri olarak tarihe geçecektir. İstanbul seyircisi bunu hissetmiş olacak ki, son konserin gerçekleştiği DOROCK XL’yi tepeleme doldurmuş, Baba’nın şanına yakışır bir uğurlama söz konusu olmuştu. 2016 yılından 2023’teki vefatına kadar önce ABD sonra da Kanada’yı mesken edindi. Kanada’da müzik çalışmalarına devam etti. Son stüdyo albümünü de orada tamamladı. Biz hayranlarına da onun bir şarkısında dediği ve her zaman olduğu gibi “Bekle”mek düşüyor…



ÜNAL VANİİ ile Erkin Koray'ı Konuştuk.



  1970'li yıllarda Erkin Koray için hep "grup müziği" yapar denilirdi. Öyle ki zaten "Yeraltı Dörtlüsü" grubu da unutulmaz efsaneler arasındaki yerini her daim korur. Erkin Koray, Barış Manço ve Cem Karaca ile anılan üçlü Türkiye'de rock'ın öncü isimleri olarak yerini almıştır. Ama Erkin Koray o üçlüden aynı zamanda gitarist olmasıyla da ayrılır. Bu yüzden de Erkin Koray tek başına değil bir  grupla akla gelirdi. 
1980'lerin sonlarına doğru Erkin Koray'ı sahnede görebilecektik. Bu hem onun uzun seyahatlerinden dönmesi hem de benim (ve kuşağımın) yaşımın artık yetişkin bir genç haline gelmesiyle alakalıydı. İşte Taksim Sıraselviler'deki Bilsak 5. Kat programlarıyla onu her hafta dinleme imkanı bulabiliyorduk. 
Evet her şey güzeldi ama... bir ama'sı vardı. O gecelerde Erkin Koray sahnede tek başına ve önünde bir klavye vardı. Oysa içimizden sahnede arkasında davulu, basgitarıyla bir grup olsaydı diyorduk, ancak yapacak bir şey yoktu. İçimizde bir tedirginlikle, "Acaba gitarı hiç çalmayacak mı?" diye evhamlanıyorduk. Yok o kadar da değildi, yan da duran gitar arada ele alınıyor ve çalınıyordu. İşte o zaman da keyfimize diyecek yoktu hani. 
Bilsak 5. Kat kapandı daha sonra rock bar dönemi geldi Erkin Koray gene tek başına devam edecekti. Bir ara Moda Sineması konserinde onu grupla gördük ama devamı gelmedi. Hatta 1990'ların başında Galatasaray Lisesi'nde verdiği konserde tek başınaydı ve bu isimle de kaset olarak yayınlanmıştı. 
Yani yeni bir dönemde Erkin Koray'la buluşmuştuk ama o eskilerde hatıralardan dinlediğimiz ya da eski Hey dergilerindeki fotoğraflardan bakıp iç geçirdiğimiz tekmili birden rock grubuyla Erkin Koray'ı konserlerde izleyemiyorduk. Ancak 2000'li yıllara geldiğimizde Erkin Koray'ı grubuyla konserlere çıkarken görecektik. İşte bu dönemin izlerini bulabileceğimiz ve son dönemine kadar kimi zaman bas gitarist kimi zaman ikinci gitarist olarak yanında bulunan Ünal Vanii ile buluşup bu serüveni bir dinleyelim dedim. 26 Eylül 2023'te onunla buluştuk ve bu röportajı yaptım. Bu arada o zamana kadar da Erkin Koray'la ilgili Ünal Vanii ile ilk söyleşi yapan da benmişim... Usta müzisyenin bu kadar uzun yıllar yanında bulunan, konserden konsere koşan bir elemana Erkin Koray'ı sorup iki üç kelam almayı akıl edemeyen necip medyamıza da yakışır demekten başka söz bulamıyorum doğrusu. 
Aşağıda okuyacağınız röportajı 26 Eylül 2023'te yaptığımı üst paragrafta belirttim. Erkin Koray'ın ölümünden bir ay sonra yaptığım bu söyleşiyi neden bir yıl sonra yayınlıyorum? Bunun nedeni ise ölümünden sonra trollerin olur olmaz saygısız sözler etmesiydi. İşte bu kırgınlık ve kızgınlıktan dolayı bu röportajı yayınlamakta geciktim. En sonunda da ölümünün birinci yıldönümünde yayınlamaya karar verdim. 
Ünal Vanii ile yapılan bu söyleşi Erkin Koray'la ilgili bir çok konuya açıklık getirecek. Ancak bu röportajda Ünal Abi'nin "Aptul bunları yazma... yani off the record" dediği bölümler buradaki kadar var.  Söz verdiğim gibi o bölümlere burada yer vermeyeceğim ama Erkin abi kızmakta ve buralardan çekip gitmek de çok da haksız değilmiş. Bu bölümleri yazmayacağım, siz de işi uzatıp, yok şöyle böyle demeyin. 

Bu uzun girizgahtan sonra Ünal Vanii ile yaptığımız söyleşiye yer veriyorum. 

Aptulika






Erkin Koray'ın her daim aralıklarla yurtdışı gezilerine çıkıp kaybolması ve tekrar ülkeye dönüp yeniliklerle karşımıza çıkması meşhurdur.  İşte 1980'lere gelinirken Erkin Koray, "felsefe seyahati" diye gazete ve dergilere tanımladığı uzun gezilerine başlamıştı. İşte o gezilerde 1979'da Almanya'da Ünal Vanii ile Erkin Koray tanışıklığı başlamış. Şimdi sözü Ünal Abi'ye bırakalım:

ÜNAL VANİİ: "Sene 1979, Kasım ayıydı. Almanya'da bir barda çalıyorduk. Programın ortasında bir ara vermiştik ki, bize Erkin Koray'ın orada bulunduğunu ve bizimle programdan sonra görüşmek istediğini söylediler.  İlk tanışmamız böyle oldu. Programdan sonra oturduk, konuştuk... bizi çok beğendiğini söyledi."



  Erkin Abi'nin en dikkat ettiği konu geri vokallerdi, işin güzel tarafı  grupta üçümüz de vokal yapabiliyorduk. Cüneyt  de davul çalıp, vokal yapabiliyordu. Erkin Abi'nin en sevdiği olay buydu, "Arkadan üç sesli vokaller yapalım." dedi. 




- Ünal Abi, siz o zamanlar Almanya'da yaşıyordunuz. Barda çaldığınız grupta Türkler var mıydı?
Ü.V: Gitarda rahmetli ağabeyim Cüneyt Vanii, klavyede Atilla Sevimlier, davulda Aykan Büyükyürek ve bas gitarda da  ben vardım. Yani hepimiz Almanya'da yaşayan Türklerdik. O gece Erkin Koray'la tanıştık ve bir hafta sonrası da birlikte çalışmak için bize teklif getirdi, ancak grubu biraz kalabalık buldu. Erkin Abi, hiç bir zaman kalabalık grubu sevmedi, bunu o zaman çözdüm. Bu arada ağabeyim Cüneyt de benim gibi davuldan başlamıştı, bunu öğrenen Erkin Abi, onu davula geçirdi. Ben basgitardayım, Atilla klavyede, Erkin Abi de gitar ve vokalde olacaktı. Bizim biraderin evinin altında stüdyo gibi bir yerimiz vardı, böylece provaları yapmaya başladık. 



 


GRUP TOPRAK 

Provalara başladık. Erkin Abi'nin en dikkat ettiği konu geri vokallerdi, işin güzel tarafı bizim Grup Toprak'ta üçümüz de vokal yapıyorduk.

- Grubun ismi Toprak mıydı?
Toprak ismini bizim klavyeci Atilla bulmuştu. Erkin Abi de, "A çok güzel" dedi ve isim öyle kaldı. 
Grupta üçümüz de vokal yapabiliyorduk. Cüneyt  de davul çalıp, vokal yapabiliyordu. Erkin Abi'nin en sevdiği olay buydu, "Arkadan üç sesli vokaller yapalım." dedi. Böylece çalışmalara başladık. 
Ondan sonra çeşitli yerlerde çıktık çaldık. Kimi zaman kulüp ve barlarda kimi zaman da Türk Geceleri'nde program yaptık, konserler verdik. Bu açıkcası bir buçuk sene sürdü. Sonra bir gün Erkin Koray, "Çocuklar, ben Türkiye'ye dönüyorum." dedi. 



  Erkin Abi prova yapmayı pek sevmezdi. Oturalım bir "Şaşkın" çalalım onu sevmiyordu. "Yahu şimdi üstat" der ve "ikibin seksen sekizinci defa 'Şaşkın'ı çalacağız." sitemiyle devam ederdi. Yani o bunu sevmiyordu. Ama grupla bir araya gelip, stüdyoda bir parçaya başlayıp, doğaçlamalar yapmayı seviyordu. Ama konser var, konserden önce oturalım bir prova yapalım... Şu parçaları geçelim falan, o bunu sevmiyordu. 


EFSANE ŞAN TİYATROSU KONSERİ


Türkiye'ye döndü, bizim Toprak grubu da böylece sona erdi, derken bir gün beni evden telefonla aradı ve "Şan Tiyatrosu'nda konser vereceğim, senin basta olmanı istiyorum gelir misin?" dedi. Tamam dedim ve Almanya'dan kalkıp hemen Türkiye'ye geldim. 
O zaman Erkin Koray Mecidiyeköy'de annesiyle, rahmetli Vecihe Teyze ile yaşıyordu. Orada buluşuyoruz ve tabi konser için hazırlanmamız ve prova yapmamız gerekiyor. Ekip zaten hazırlanmış durumda. İşte ben bas gitardayım, kardeşi Korkut Koray davulda, yeğeni Tayla Koray klavyede olacak, tabiki Erkin abi de gitar vokalde. Yani her şey tamam, tek eksiğimiz prova . Prova ne zaman yaparız diye soruyorum, "Ünal bakarız..." deyip geçiştiriyordu. Sözün özü Erkin Abi prova yapmayı pek sevmezdi.

 


- Erkin Koray prova yapmayı sevmez miydi? Oysa Yeraltı Dörtlüsü döneminde stüdyoya girip, 16 - 17 saat jam Session yaptıkları söylenirdi.

O prova değil bak şimdi Aptul. O başka. Erkin Koray, oturalım bir "Şaşkın" çalalım onu sevmiyordu. "Yahu şimdi üstat" der ve "ikibin seksen sekizinci defa 'Şaşkın'ı çalacağız." sitemiyle devam ederdi. Yani o bunu sevmiyordu. Ama grupla bir araya gelip, stüdyoda bir parçaya başlayıp, doğaçlamalar yapmayı seviyordu. Ama konser var, konserden önce oturalım bir prova yapalım... Şu parçaları geçelim falan, o bunu sevmiyordu. Prova çok nadirdi yani. Hep yeni birisi gruba geldiği zaman prova yapılıyordu. Son yıllarda da genelde hep davulcular yenilendi, onları adapte etmek için prova yapıldı. 

 


- Neyse biz gene o 1984 yılına ve efsanevi öneme sahip Şan Tiyatrosu (1)konserine dönelim. 

Konsere üç gün kala üç gün boyunca durmaksızın prova yaptık. Böylece Şan konserine çıktık. Orada arka arkaya iki günde dört konser verdik. Cumartesi ve Pazar hem matine hem suare (2) olarak 4 konser. Bu konser çok ses getirdi. Bütün biletler günler önceden satılmıştı ve dört konserin her biri ağzına kadar doluydu.

- Şan Tiyatrosu konserinde çok arabesk çalındı diye bir rivayet vardır. 

Nerden çıkarıyorlar onu...Konsere Scorpions ile başladık. Steppenwolf'tan, Rolling Stones'a, Ted Nugent'tan Elvis'e kadar sıkı rock performansıyla başladık. (3)- (dipnotta playlistten örnekleri görebilirsiniz. )

Erkin Koray üçlü (trio) çalmayı seviyordu...En sevdiği grup formatı buydu.  


- Bu konserden sonra devamı geldi mi?

 Benim Erkin Abi'yle beraberliğim 1986 yılına kadar sürdü. Bu grupla ise son konserimizi Şan  konserinden 7 ay sonra Suadiye'de Kulüp Reşat'ta   verecektik. O konserin ön grupları olarak da Denge ve Almanya'dan gelen Türk Rock grubu Sarmaşıklar vardı.   Onlardan sonra da biz çıktık. Kadro olarak davulda rahmetli Sedat Avcı, bas gitarda ben ve elektro gitar ile vokalde Erkin Abi yer alıyordu. Erkin Koray üçlü (trio) çalmayı seviyordu...En sevdiği grup formatı buydu.  

1985 yılında Erkin Abi'nin "Ceylan" albümü kaset olarak çıkmıştı. Orada benim de 3 parçam yer aldı. ( Gözlerim Her Yerde Aradı, Anlamadım, Bir Gün Geçti Aradan)

 


"BEN ALMANYA'YA DÖNÜYORUM, ERKİN ABİ."

Daha sonrası konserler olmadı ve Erkin Abi'ye, "Ben Almanya'ya dönüyorum." dedim.  1986 yılındaydık ve 1994'de kadar da Almanya'daydım. Fakat bu zaman zarfında Erkin Koray iki kere Almanya'ya geldi görüştük. İşte o gelişlerinde de kendi aramızda çalıştık, Jam Session'lar yaptık. Ama bunlar kendi aramızda oluyordu, hiçbir yerde çalmıyorduk, stüdyoya girip doğaçlamalarla takılıyorduk. 

 
  Yani Erkin Abi'nin bana çok büyük katkısı oldu. Yani Erkin Abi, benim hem müzik hocam , hem arkadaşım, hem abim, hem de patronumdu. Ben bu duygular içinde olarak yaşadığımdan , bizim anlaşmamız farklıydı. 


- Erkin Abi için eski grup arkadaşlarıyla hep küs olduğu anlatılır...

Erkin Abi zor insandı.

 


- Ama sizle anlaşabiliyordu. 

Eh ben de yengeç burcuyum. İkimiz de yengeç burcuyduk. Bir de bizim muhabbetimiz farklıydı. Yani önemli olan onu anlayabilmek, onun da seni anlaması... ondan kaynaklanıyordu. Biz çok farklı takılıyorduk çünkü. Bir de şu var; onunla birlikte çalıştım, yakınında bulundum ama aramızda bir mesafe vardı. Hep bir saygı çerçevesi vardı. O Erkin Abi, ben Ünal'dım yani. Çünkü müziği ben ondan öğrendim sayılır. 1979'a kadar biz çalıyor, ediyorduk da ; Erkin Abi ile çalıştıktan sonra ben bas gitarın ne olduğunu doğru dürüst anladım yani. Onun bana verdiği tavsiyelerle, "Ünal, bak şurda şöyle yapsan" diye. Yani Erkin Abi'nin çok büyük katkısı oldu. Yani Erkin Abi, benim hem müzik hocam , hem arkadaşım, hem abim, hem de patronumdu. Ben bu duygular içinde olarak yaşadığımdan , bizim anlaşmamız farklıydı. 

 


KLAVYE İLE TEK BAŞINA DÖNEMİ

- Biz onu 1970'lerin başında grup müziği yaparken bilirken, 80'lerin sonuna doğru Bilsak'ta onu tek başına klavye önünde görüp şaşıracaktık. 

O durum şimdi şundan kaynaklanıyordu: Bir, provaları sevmediğinden. Bir de Erkin Abi'nin çaldığı o klavyedeki ritimlerin hepsini kendi yazmıştır. Onlar piyasada her klavyede görülen ritimler değildir. Hepsini teker teker yazmıştır yani... basından tut, gitar alt yapılarına kadar hepsini kendi yazmıştır.  

- Titizliği de vardı...

Her şeyi en ince detayına kadar gören, bilen bir yapısı vardı. 

Erkin Abi'nin o klavye döneminde şöyle bir açıklaması vardı: "Bıktım be Ünal..." der ve devam ederdi, " Davulcu geliyor, sorun var. Basçı geliyor, sorun var. Gitarcı geliyor, sorun var. Hep bir sorun yaşıyoruz. Böyle tek başına en güzeli, çıkıyorum çalıyorum. Kafam rahat, kimseye muhtaç değilim. Kimseye bu akşam konser var, gelir misin... gelmez misin demiyorum." Yani Erkin Abi bunu çok sevdi ve o dönemde öyle takıldı. 


- O dönem boyunca Erkin Koray'ı grupla birlikte görmedik, daha sonra grupla sahneye çıktığında da yanında hep siz vardınız.

Şimdi ben 1986'da Almanya'ya gittim ama bizim bağımız hiç kopmadı, hep görüştük. Sonra ben 1994'te Türkiye'ye dönüş yaptım. Fakat Erkin Abi o sıralar klavye ile tek başına başlamıştı. Ortaköy'de bir yerde çalıyordu ve bir gece ben oraya gittim. Orada bir kaç kere beraber de çaldık. Fakat zaman içinde insanların hayatları değişiyor; ben de o dönem ticarete falan atılmıştım, yani o süreçte müzik ikinci planda kalmıştı. Ama dedim ya, hiç bağımız kopmadı yani, benim ev Beşiktaş'taydı, bize gelirdi. Bir yerlerde oturur içerdik, sonra saat üç gibi bizim eve giderdik. Ben o evde babamla yaşıyordum. Erkin Abi ile babam çok iyi anlaşırdı, öyle ki biz gelince babam da uyanır, bize katılırdı ve rakıya devam ederdik. Yani öyle bir muhabbetimiz vardı. 
Erkin Abi'nin o klavye döneminde şöyle bir açıklaması vardı: "Bıktım be Ünal..." der ve devam ederdi, " Davulcu geliyor, sorun var. Basçı geliyor, sorun var. Gitarcı geliyor, sorun var. Hep bir sorun yaşıyoruz. Böyle tek başına en güzeli, çıkıyorum çalıyorum. Kafam rahat, kimseye muhtaç değilim. Kimseye bu akşam konser var, gelir misin... gelmez misin demiyorum." Yani Erkin Abi bunu çok sevdi ve o dönemde öyle takıldı. 

 



MİLENYUM VE YENİDEN GRUP MÜZİĞİNE DÖNÜŞ

1999 yılında ben kendi grubumu kurmuş ve kendi parçalarımı yapıyordum. Provalarımızdan birine Erkin Abi geldi. Provadan sonra bana, "Ünal, ben tekrar grupla çalışmak istiyorum." dedikten sonra, "Ne diyorsun, gelir misin?" diye sordu. Benim birinci tercihim her zaman  onunla müzik yapmaktı, tereddütsüz kabul edecektim. 

Böylece başladık ve ilk konseri de 2000'de Milenyum Gecesi'nde verdik. Erkin Abi gitar ve vokalde, ben bas gitarda, davullarda da Alpay Şalt'tan oluşan bir trio olarak The Marmara'nın altındaki mekanda sahneye çıkmıştık. O gecede Teoman, Cem Karaca ve Erkin Koray sahneye çıkıp konser verecekti. O gece ikibin kişilik mekan dört bin kişi ile tıka basa dolmuştu. İşte ilk orada yeniden grup olarak başladık, ondan sonra da aralıksız devam ettik. 

Üçlü olarak grup iyidi ama Alpay sadece bizle değil bir çok projede ve grupta da çalıyordu. Erkin Abi'nin de bir huyu vardır; bir elemanının başka gruplarda da çalmasını istemez. "Eğer çalıyorsa da birinci tercihi ben olmalıyım." derdi. Böyle olunca da Alpay'la bağlarımız koptu. 
Alpay'la olmayınca, Erkin Abi," Ünal, şimdi ne yapacağız biliyor musun? Ben gene klavye- gitar, sen bas gitar ve geri vokalleri yapacaksın, yani biz ikimiz çıkacağız sahneye."dedi. 2000 yılının içinde de böyle çıktık. Rahmetli Engin Yörükoğlu'nun mekanı Jazz Stop'ta belirli zaman aralıklarında devamlı çaldık.

 Erkin Abi ile bir yere gittiğimizde, kalabalık arasından birini bana gösterir, "Bak bu kesin davulcudur. "derdi, o tanımadığımız kişi hakikaten de davulcu çıkardı. 

Daha sonra gene Erkin Abi'den bir değişiklik önerisi gelecekti. Bana "Sen ritim gitar geç, yalnızca bir başçı alalım ve üç kişi çıkalım sahneye" diye yeni bir kombinasyon yapacaktı. Şimdi ismi hatırıma gelmiyor ama bir basçı arkadaşı aldık ve  bu kadroyla 4 - 6 konsere çıktık.

- Davul gene yok...

Evet... Üçlüyüz ama gene davul yok. Davulcu konusunda hep sıkıntı olmuştu zaten. Davulcu karekteri diğer enstruman çalanlara göre hakikaten farklıdır. Erkin Abi ile bir yere gittiğimizde, kalabalık arasından birini bana gösterir, "Bak bu kesin davulcudur. "derdi, o tanımadığımız kişi hakikaten de davulcu çıkardı. 

Grubumuzun yeni formatında iki gitar, klavye ve bas olacaktı ama davul olmayacaktı. Şimdi adı neydi diye düşünüyorum ama aklıma bir türlü gelmiyor ama işte o basçı arkadaşla bu şekilde devam ettik. Daha sonra bir gün bizi Fermantasyon diye bir yere davet ettiler. Esasında Erkin Abi, böyle davetlere pek gitmezdi. O mekanda yer alan grupta bizim bas gitarist de çalıyordu. Grupta davulda Murat Hiçdönmez yer alıyordu. Orada grubu dinlerken ben Erkin Abi'ye, "Bak bu çocuk fena değil" dedim. Bu arada davulcuları da hep ben bulmuşumdur. Erkin Abi de "Tamam" dedi ve biz program sonrası Murat ile konuşup gruba alacaktık. 
Murat Hiçdönmez - davul
Emre Güngörmüş - klavye
Erkin Koray - gitar ve vokal
Ünal Vanii - bas gitar
Bu kadroyla dört kişilik bir grup olmuştuk. Bu kadroyla Erkin Abi bizi alarak İzmir'e götürdü ve orada bir ay kalıp, provalar yapıp, ısınacaktık. O bir aylık İzmir macerası da ayrıdır hani... o bir ay boyunca sadece bir gün prova yaptık. 



BOSTANCI KONSERİNDE ALTI KİŞİLİK GRUP

İzmir maceramızdan sonra İstanbul'a geldik ve Moğollar ile birlikte Erkin Koray'ın vereceği bir Bostancı Gösteri Merkezi konseri vardı. O konsere hazırlanırken Erkin Abi, "Ünal, sen bu konserde gitara geç ve oraya kalabalık çıkalım. Ahmet (Güvenç) basa geçsin, bir de Cahit (Kukul)'i çağırayım... o da seninle birlikte gitar çalsın. Orada kalabalık kadroyla olalım." dedi. Emre, Ahmet, Murat, Cahit ve ben toplamda 6 kişilik bir grup olacaktık. Provalar için de Alper Tema'nın stüdyosunu seçmiştik. Sonra ben bir gün stüdyoya bir bakayım diye gitmiştim. Kapıdan girdiğimde bir baktım ki Alper davul çalıyor. Erkin Abi de  o sıralar bizim davulcumuz olan Murat Hiçdönmez'den pek memnun değildi. Hatta Erkin Abi'nin sıdkı öyle sıyrılmıştı ki,"yahu gene üçlü hale mi dönelim" diye içinden geçiriyordu. İşte o sıra Erkin Abi'ye stüdyoda davul çalarken bulduğum Alper'i önerdim ve fena değil dedim. Erkin Abi de Alper'i dinleyice gruba aldı. Ondan sonra da uzun bir dönem Alper'le çalışacaktık. Bostancı konserine 6 kişi olarak davulda Alper'le çıktık. Hatta üçlü olarak katıldığımız Blues Festival'lerinde de davulda Alper olacaktı. 

 






50. YIL KONSERİ

Çok güzel ve uyumlu bir hale gelmiştik ama o sırada benim Almanya'ya gitmem gerekiyordu. Gitmesem orada oturma iznimi kaybedebilirdim. Böylece apar topar Almanya'ya gittim. Bir kaç ay sonra Erkin Abi beni telefonla aradı, "Ünal nerdesin. 50. yıl konserim olacak... mutlaka gelmelisin". Gelmem imkansız gibiydi, hem orada yeni bir işe girmiştim hem de orada bulunmamı gerektiren bir sağlık problemi yaşıyordum ve tedavi işlemlerim başlamıştı, dolayısıyla İstanbul'a gelmem mümkün değildi. Böyle olunca da Erkin Abi, o konser için Ahmet Güvenç'i alacaktı. Davulda Alper, klavyede Emre, gitarda Cahit Kukul, bas gitarda Ahmet Güvenç'ten oluşan kadrosuyla Erkin Koray'ın 50. yıl konserine çıkacaklardı. O konserde Duman grubu ve Özlem Tekin de konuk olmuşlardı. 

2011'in Şubat ayında bypass ameliyatı olmuş evde yatıyordum. Mayıs ayının başlarıydı herhalde, bir telefon gelecekti, "Üstat, sen hala yatacak mısın?"... Arayan Erkin Abi'ydi. Ben ne kadar daha nekahet dönemindeyim falan desem de, "Bırak şu yatmayı, hadi toparlan konsere gidiyoruz." diye devam etti. Ben nasıl falan desem de, Erkin Abi, "Gidiyoruz" dedikten sonra, "Aydın Çine'de konser var, al gitarını gel." diye ekledi. 

 

Daha sonra işlerimi hale yola koyduktan sonra Almanya'dan döndüm. Erkin Abi, "Şimdi ben Ahmet'le çalıyorum, ona ayıp olmasın. Sen bu sefer grupta ikinci gitar olarak yerini al."dedi, ve bir dönem böyle çaldık. Sonra Ahmet, Kurtalan Ekspres grubunu tekrar canlandırmaya karar verdi ve böylece ben tekrar bas gitara geçtim. 2009 yılından 2010'a kadar öyle çaldık. Ancak bu da kısa sürecekti, çünkü benim bypass ameliyatı olmam gerekiyordu. Böylece Ahmet Güvenç gruba tekrar dahil oldu.

 


7 KARDİYALOG NEZARETİNDE AYDIN KONSERİ
2011'in Şubat ayında bypass ameliyatı olmuş evde yatıyordum. Mayıs ayının başlarıydı herhalde, bir telefon gelecekti, "Üstat, sen hala yatacak mısın?"... Arayan Erkin Abi'ydi. Ben ne kadar daha nekahet dönemindeyim falan desem de, "Bırak şu yatmayı, hadi toparlan konsere gidiyoruz." diye devam etti. Ben nasıl falan desem de, Erkin Abi, "Gidiyoruz" dedikten sonra, "Aydın Çine'de konser var, al gitarını gel." diye ekledi. 

Ameliyattan iki ay sonra konser için yataktan kalktım. Hiç unutamıyorum o anları, 2011'in Mayıs ayıydı her halde, Aydın Çine'ye konsere gittik. Davulda Alper var bas gitarda ben varım yani üç kişilik bir kadro olarak sahnedeyiz. O gün benim dönüm noktamdı diyebilirim. O konserde izleyiciler arasında İzmir'den gelen yedi kardiyalog vardı. Her şarkı arasında aşağıdan, "Ünal Abi, merak etme rahat ol. Biz yedi kardiyalog buradayız." diye bağırıyorlardı. Aydın konserini sağ salim bitirmiştim, devamı da geldi ve bir daha hiç durmadan devamlı çaldık, yani artık hep beraberdik. 

  Erkin Abi, İzmir'in dışında bir yerde villa kiralamıştı ve biz orada üç hafta takılacaktık. Orada jam session'lar falan yaptık. Her halde Yeraltı Dörtlüsü'nden sonra ilk defa böylesi sıkı bir çalışma ve birliktelik olmuştu. Üç hafta aynı mekanın içinde gece üçte kalkıp, gitarların başına geçip böyle takıldık yani. 

- Kadro da tam oturdu galiba.

Kadro oturmuştu oturmasına ana gene davulcu sorunu yaşanacaktı, bu seferki davulcu arayışımıza Ahmet (Güvenç) eskilerden Sefa Ulaştır'ı getirerek son verecekti. Rahmeti Sefa gruba katılınca tam gaz devam ettik. İlk konserimizi Taksim Ghetto'da vererek başladık. 

Bir süre sonra Ahmet gene gruptan ayrıldı ve ben her zaman olduğu gibi gitarı bırakıp bas gitara geçecektim. Erkin Abi o sıra bana, " Sana hep söylüyorum, ne kadar az adam o kadar rahat. Gel gene  biz üçlü çalalım... Sefa, sen ve ben." diyecekti. Tamam dedik ve İzmir'e gittik. Erkin Abi, İzmir'in dışında bir yerde villa kiralamıştı ve biz orada üç hafta takılacaktık. Orada jam session'lar falan yaptık. Ondan sonra verdiğimiz konserler de en iyilerinden olacaktı. Çünkü hakkaten çok sıkı çalıştık yani. Her halde Yeraltı Dörtlüsü'nden sonra ilk defa böylesi sıkı bir çalışma ve birliktelik olmuştu. Üç hafta aynı mekanın içinde gece üçte kalkıp, gitarların başına geçip böyle takıldık yani. O dönem Sefa, ben ve Erkin Abi... bu kadroyla harika konserler verdik.
2013'te Sefa Ulaştır, Kurtalan Ekspres'in davuluna geçecekti ve bizde davula Alper Tema'yı alacaktık. 

 2015'e kadar hep çaldık. 2015'te arka arkaya 4 konser verdik ama Erkin Abi Kanada'ya gitmeye karar verdi. 


- Kanada'ya gidip yeni projeler geliştirecekti. Planları neydi?

Kızıp gitti. Her şey yolunda giderken birden 15 Temmuz oldu ve onca planlanmış konser iptal oldu. Kaç konserimiz iptal oldu hatırlamıyorum bile. Bundan önce de Gezi eylemleri olmuştu, konserler iptal. Soma maden faciası hep iptaller yaşayacaktık. Sonra 15 Tmmuz, gene konserler iptal. Erkin Abi, "Ülkede bir şey oluyor, bizim konserlerimiz iptal. Biz nasıl yaşayacağız yahu!" diyecekti. Sonuçta biz müzik yaparak yaşayan insanlarız. Biz bundan para kazanıyoruz. Varolma sebebimiz bu yani. Sonuçta Erkin Koray tek başına yaşamıyordu ki, ekibi vardı, ekibine de bakıyordu. Ben vardım, davulcu vardı, ondan sonra güvenlikler vardı. Bir ekiptik yani. Adam bir ekibe bakıyordu. O da sonuçta bir patrondu yani. 


Bir gün geldi ve  Erkin Abi, Bu nasıl olacak ben anlamıyorum. Böyle olacak gibi deil, ben Kanada'ya gidiyorum." dedi. Ona "Ne kadar kalacaksın?" diye sorduğumda, "Vallahi bilemiyorum. Ben Kanada'ya gidiyorum işte." diyecekti. "Damla da Kaanada'da zaten diye de ekleyecekti. 


- Kanada'ya gittikten sonra bağlantınız sürdü mü?

Bağlantımız Whats App yolula sürü. Orada kayıtlar yaptığını söylüyordu ve benden de üç şarkı aldı. Onları kaydetti mi etmedi mi tam bilmiyorum. Daha sonra gene benden bir beste istedi ve "Üstat, müthiş bir parça oldu." demişti. Ancak onu da "Bu ülkeye yeni parçalatr yepeceğız, onları da çalıp, yağmalayacaklar." dedi. Bunları Damla yayınlayacak mı, yayınlamayacak mı, hiç bir fikrim yok. 


*** 



 


(1)İstanbul Taksim Elmadağ'da bulunup sonrada bir yangında kül olan Şan Tiyatrosu'nda verilen efsanevi konser.  Konserle ilgili fotografları alttaki linkten bulabilirsiniz.

(2) Eskiden konserler matine ve suare yapılırdı. Gündüz yapılana matine  (mesela saat: 15.30 gibi) , gece yapılana suare( saat 20:30 gibi) . 

(3) 7 - 8 Nisan 1984 yılında Şan Tiyatrosu'nda yapılan konserde Scorpions'tan "Animal Magnetism" ile açılan konserde Lynyrd Skynyrd'dan"Same Old Blues", Steppen Wolf'tan "Born To Be Wild", Rolling Stones'dan "What A Shame", Fats Domino'dan " Bluebery Hill", Elvis Presley'dan "Sit Right Down And Cry", Johnny Cash'den   "I Walk The Line", Sam The Sham'den "Wooly Bully, Elvis Presley'den "Bossa Nova Baby", Payolas'dan "Eyes Of A Stranger, Ted Nugent'dan "Sneak Sneeking Cowboys"... Konserin ilk bölümünde bu parçalar bu sırada çalınıyor ve ara veriliyor. Konserin ikinci bölümünde ise "Şaşkın, Fesupanallah diye devam ediyor. İkinci yarıda yeni çıkan "İllaki" albümünden parçalara ağırlık veriliyor. 
  
 

4 Ağustos 2024 Pazar

1. Ölüm Yıldönümünde ERKİN KORAY'a Saygı: ÖZLÜYORUM


Erkin Koray'ın son anlarına kadar grubunda bas gitarist olarak kalan, değişmez elemanı Ünal Vanii yeni şarkısını 7 Ağustos 2024, Çarşamba günü çıkartmaya hazırlanıyor. 


Erkin Koray'ın ölümünün ardından bir iki ay sonra beni arayıp, "Aptul, bu parçama kapağı senin yapmanı isterim." dediğinde, kelimenin tam anlamıyla dünyanın en mutlu insanı ben olmuştum.  

Ünal Abi bir şarkı yaptı ve bu güzelliğe beni de ortak etti. Aslında şarkının ismi o kadar doğru ki, ben de ÖZLÜYORUM. 

7 Ağustos'ta yani ERKİN ABİ'siz geçen bir yılın sonunda Ünal Vanii'nin "Özlüyorum" şarkısını bekliyoruz. 

Aptulika



 

2 Ağustos 2024 Cuma

"Yaşadım Diyebilmek İçin" yani Genco Erkal

 



Tiyatromuzun önemli sanatçılarından Genco Erkal'ı bu hafta kaybettik. Onun anısına sahnelerdeki serüvenine fotoğraf karelerinden bir yolculukla yer verelim dedim. 

Yolculuğumuza bir başlayalım bakalım...


1960 

Kenter Tiyatrosu'nda Çöl Faresi oyunundan bir kare. Soldan sağa sırasıyla Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Sadri Alışık, Turgut Boralı, Genco Erkal. 




Bir Delinin Hatıra Defteri, 1965 

Nikolay Gogol'un yazdığı tiyatro eseri. Tek kişilik bu tiyatro oyununu günümüzde Erdal Beşikçioğlu da başarıyla sahnelemiştir ama bundan 60 yıl önce Genco Erkal'ın oyunculuğu ile zirveye çıkmış ve bu güne kadar unutulmamıştır.  






Yıl 1969 ve Dostlar Tiyatrosu Kuruluyor
Ülkemizdeki Epik Tiyatro'nun önemli temsilcisi olan Dostlar Tiyatrosu kuruluyor ve  emekten yana politik tiyatronun kapıları açılıyor. 
Dostlar Tiyatrosu'nun ilk oyunu da Ha-Me-Ka-Ha-Ha-Pe ismini taşıyor. İlk olarak 15 Ekim 1969'da sahnelenen oyunda sırasıyla Şevket Altuğ, Genco Erkal, Arif Erkin, Halit Akçatepe, Mehmet Akan, önde ise Bilge Şen yer almakta. 




1969 - 1970 Sezonu İkinci Oyun

Yönetmenliğini Genco Erkal'ın yaptığı Anthony Newley-Leslie Bricusse'ın yazdığı tiyatro oyunu "Durdurun Dünyayı İnecek Var"

 




Üçüncü Oyun, Politik Tiyatro'nun Başyapıtı 

 Dostlar Tiyatrosu'nun üçüncü oyunu ise "Rosenbergler Ölmemeli"olacaktı. ABD'li bilim insanı karı koca   casusluk suçlamasıyla ölüme mahkum olmuştur.  Gerçek hayattan gelen bu oyunu 1969 - 1970 sezonunda Dostlar Tiyatrosu'nda  Şevket Altuğ, Genco Erkal, Arif Erkin, Bilge Şen, Mehmet Akan, Ayla Algan oynamıştı. 



1971
Brechtçi Epik Tiyatro'nun Ülkemizdeki Örneklerinden  

Beyoğlu Küçük Sahnede  1971 - 1972 sezonu Vasıf Öngören'in yazdığı ülkemizin ilk epik tiyatro örnelerinden biri olan "Asiye Nasıl Kurtulur?" sahnelenecekti. Zeliha Berksoy, Elif Türkan Çölok 'un yer aldığı bir sahne. 





1971

Küba Devrimi Sahnede

1971 yılında, Küba Devrimi'ni anlatan bir oyun  Dostlar Tiyatrosu'nda sahnelenecekti. Genco Erkal bu oyunu yıllar sonra şu sözlerle açıklayacaktı: 

"Geldik Küba Devrimine. Domuzlar Körfezi çıkarması ve Havana Duruşması. 12 Mart cuntasının ilk işi bu oyunu yasaklamak oldu."

 Fotoğraftaki oyuncular ise: Ayberk Çölok, Jale Altuğ, Umur Bugay, Metin Tekin, Genco Erkal, Zeki Yurtbaşı, Öcal San, Deniz Çakır."






Aslan Asker Şvayk

 1971-1972 sezonunda  Aslan Asker Şvayk'ı sahnelemişlerdi. Bu öyle kolay bir şey değildi, zira o denem 12 Mart faşizmi yaşanıyordu ve    antimilitarist bir oyuna yer vermek yürek isterdi.  İsmail Altınocağı ve Mehmet Akan oyundan bir karede görülmekte. Fotoğrafta sağ yanda görünen Mehmet Akan'ı vakti zamanının Bizimkiler dizisindeki apartman yönetici karekteriyle hatırlamışsınızdır herhalde. 



1972 

Fotoğrafta  Sevil Üstekin, Macit Koper, Mehmet Güzelbeyoğlu, Öcal San, Genco Erkal, Zeliha Berksoy yer alıyor. Oyun ise Mehmet Akan'ın Bertolt Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi adlı oyunundan uyarladığı Feleknaz Hatun ile Gülizar Kızın Analık Davası...




1973 - Karikatürden Tiyatroya

Karikatür sanatçımız Turhan Selçuk'un çizgi romanı Abdülcanbaz Genco Erkal tarafından tiyatro sahnesine taşınmıştı.  Oynayanlar ise şöyle sıralanıyordu:  Macit Koper, Ulvi Alacakaptan, Zihni Küçümen, Ahmet Mekin, Süleyman Tınaz, Erdoğan Tuncel...





1974 

  Aziz Nesin'in kaleme aldığı Azizname oyunu 1974 yılında sahnelenmişti.   Mehmet Akan, Genco Erkal, Macit Koper, Cevza Şipal'ın yer aldığı oyun o dönemin unutulmazlarındandı. 







1976 ve tiyatro sahnesinden işçi sınıfıyla meydanlara


1976 yılında yapılan 1 Mayıs'ta Taksim meydanı boydan boya dolmuştu. İşte o İçi Bayramı'nda Genco Erkal kürsüden şiir okuyacaktı. 




1978
1977 yılında ilk kez Dostlar Tiyatrosu'nde Bilgesu Eranus'un "İkili Oyun"unu izlemiştim. Bir yıl sonra da "Brecht Kabere"yi izlemeye gitmiştim.  Bu arada Zeliha Berksoy'a aşık olmuştum, hangi oyunu olursa seyretmek için tiyatroya koşuyordum. Bu dönemde tabii aralarında bir şeyler olabilir diye Genco Erkal'a ufaktan ufağa kıl olmaya bile başlamıştım. 




1980 

Ve 12 Eylül darbesi olmuştu ve bu seferde Genco Erkal'ın sahnesi sıkıyönetim mahkemeleri olacaktı. Genco Erkal'ı Tarık Akan ile birlikte yargılanırken görmekteyiz. 

 



Kafkas Tebeşir Dairesi, 1980

12 Eylül darbesi günleri de Dostlar Tiyatrosu durmadı. Politik epik tiyatronun öncüsü Brecht'in Kafkas Tebeşir Dairesi sahnelendi. 






1981

Genco Erkal tiyatronun dışında ilk defa sinemadada oynayacaktı. Ali Özgentürk'ün yönettiği "At" filminde izlemek için bu sefer sinemaya koşacaktık.  


1982

Ardından "Faize Hücum" filmi geldi. Zeki Ökten'in yönettiği bu filmde harika bir oyunculuğu vardı.   



1988 

Üçüncü filmi Ferid Edgü'nün romanından uyarlanan "Hakkari'de Bir Mevsim"di. Onu izlememiştim ama bu fil de ses getirecekti. Genco Erkal topu topu üç filmde oynadı ama hepsinde de ödül aldı. 





1983 Galileo Galilei
Bertolt Brecht'in eseri 1983 - 1984 sezonunda oynamıştı. Bu oyunda müzikleri Bulutsuzluk Özlemi'nden Nejat Yavaşoğulları yapmıştı.  O oyunların hepsinde Nejat da sahneye çıkıyordu. İnanılmaz güzel bir oyundu. İzlemeye gitmiştim. Bu arada Bulutsuzluk öncesi Nejat'ı ilk defa orda görmüş ve dinlemiştim. 








1999 - Can
Can Yücel'in yaşamı ve şiirlerinden uyarlanan oyun.




2000  - Oyuncu
Tankred Dorst'un yazdığı oyun.




2001 - Yarışma


2002 - Yaşasın Savaş


2007 - Sivas '93


2008 - Marx'ın Dönüşü 





Ve yaşamının her anı tiyatro ile dolu bir insan... Genco Erkal'a özetin özeti bizimkisi. Hepsini anlatmaya ne sayfalarımız yeter ne de zamanımız. 







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...