27 Ekim 2020 Salı

Çeyrek Asrında BaBa Zula : Hayvan Gibi!



BaBa Zula yeni albümü "Hayvan Gibi" ile ilgili ufak çaplı detay bilgileri aktararak yazıya başlayalım. 

Albüm Artone Stüdyoları'nda 22 ile 23 Ağustos 2019 arasında analog olarak kaydedilmiş. 

2 Ekim 2020 tarihinde de Gül Baba Records etiketiyle plak olarak piyasaya çıkmış.  



Şimdi de Baba Zula elemanlarının "Hayvan Gibi" albümündeki konumlanışlarına bir bakalım:

Osman Murat Ertel: Elektrik Saz, Vokal

Mehmet Levent Akman: Kaşık, Zil, Elektronik

Ümit Adakale: Darbuka, Elektronik Kick Davul

Periklis Tsoukala: Bariton Elektrik Ud, Vokal


Grubun resmi internet sitesinde tarzlarına  ‘Psychedelic Istanbul Rock ’n Roll’ demişler ki... bence bu albümü dinledikten sonra en iyi tanımın bu olduğuna ben de kaniyim. 


***


Bu genel bilgilendirmeden sonra şimdi koltuklarımıza yayılıp, albümün bende bıraktığı izleri okumaya başlayın derim. Haydi buyrun bakalım.

Zen sonrasında Baba Zula'nın kurulmasından bu yana 25 yıl olmuş ve "Hayvan Gibi" albümü de 25. yılın abidevi bir kutlaması diyebiliriz. Bu 25 yıl içinde BaBa Zula müziğine çok sıkı fıkı yaklaşmış biri değildim hani. Bu yaklaşım 2000'lerin ortalarına doğru biraz değişmeye başlayacak ve grubun yaptıklarına biraz kulak kabartır olacaktım. Son altı, yedi yıldır ise bazı parçalarına kulaklarım daha bir gidecekti ama beliri bir mesafe her daim olacaktı. Hani baştan sona bir albümü dinlemekten ziyade bazı seçmeler yaparak dinlemekten öteye geçmemişti. Ancak 2 Ekim tarihinde yayınlanan bu albümü aynı gün ilk dinlemeye başlamamla birlikte adeta yapışıverdim ve bu ana kadar da tek başına bir parçayı dinlemektense baştan sona dinlemeden edemiyorum. 

Peki buna sebep ne olaydı ki?  

Öncelikle bu albüm, kayda girildiği anda bir seferde çalınıp, bitmiş. Yani keselim, yeniden çalalım gibi değil, bir "Jam Session" havasında , bol doğaçlamalarla konser gibi kaydedilmiş. İşte burada da benim en büyük 25 yıllık yanılgım ortaya çıkıyor. BaBa Zula'yı albümlerden takip etmek yerine konserlerde tadına varmak gerekirmiş. Bunun için çeyrek asırlık bir ömürde saçları ağırtmaya gerek yokmuş hani. En azından bundan sonra açığı BaBa Zula konserlerine giderek kapayacağım. 

BaBa Zula'yı daha yeni mi keşfettim?

Elbette BaBA Zula'yı yeni değil, Zen zamanlarından beridir biliyorum ama yanılgım, onları kayıt halinde dinlememden kaynaklanmış. Oysa onları doğaçlamalarla dolu konserlerde izlemekmiş önemli olan; işte ben bunu kaçırmışım. Bir de tabiki, o geçmişin "Sıkı (?) Rocker"lığı BaBa Zula müziğine duhul etmemize engel omuş hani. 

BaBa Zula'ın çeyrek asrını kutladığı "Hayvan Gibi" albümü capcanlı kaydı ve muhteşem doğaçlamalarıyla harika ve de zihin açıcı bir albüm olmuş. Grubun geçen yıllar içinde bol konser vermesi ve bu yolda yurtdışında en fazla konser veren rock grubu olması sebebiyle de dünyada yapılan müziğin içinde olmuşlar. Bu da benim penceremden başlıbaşına bir artı puanı oluşturuyor. Umarım bu ülkemizde rock adına bulaşıcı bir etki yapar. 

Neyse bütün bunlardan sonra son söz olarak: bu albüme ilgisiz kalmayın derim.



Unutmadan bir dipnotu da Baba Zula elemanı Murat Ertel'e sunayım. Bir çizgi roman kahramanını ve bir karikatür ustamızı Rock başyapıtına döndürmeleri için onlara gecikmiş bir teşekkür borçluyum. BaBa Zula "Abdülcanbaz" parçasıyla hem Turhan Selçuk hem de unutulmaz çizgi romanı rock müziğine taşımıştı.


***

Albümde yer alan parçaları da Birgün gazetesinden bir alıntıyla yapalım. Birgün gazetesi BaBa Zula'nın elemanı Levent Akman ile çok güzel bir röportaj yapmıştı. O röportajda Akman albümde yer alan parçaları tek tek şöyle anlatıyor:

 "Küçük Kurbağa: Murat Ertel’in oğlu Eren Devran doğmadan önce ona yaptığı bir parça

Sıpa: Koca gözlü bir eşek yavrusunun ovalarda hoplayıp zıplaması

Kelebekler Kuşlar: Murat Ertel’in Aşık Nesimi’nin Kah çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi. Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni mısralarından etkilenip bestelediği bir parça.

4 Nal: Ümit Adakale’nin güzel bir Darbuka solosu

Tavus Havası: 1996 yılında Derviş Zaim’in Tabutta Rövaşata filmi için yaptığımız müziklerin bu film ile özdeşleşen parçası

Çöl Aslanları: Antoine De Saint-Exupery’nin Küçük Prens kitabının bir çocuk oyunu olarak tiyatroya uyarlandığı eser için yaptığımız parçalardan biri."


                                              ***


25. yılında "Hayvan Gibi" ile bizde BABA ZULA'ya nice yıllar dileyelim. 


Aptulika




23 Ekim 2020 Cuma

Patron'dan mektup var.


 

Bu gece evde müzik dinleyeyim diye son yılların alışkanlığı olan malum müzik dinleme sitesine girdim. Artık fiziki materyellerden dinlemiyoruz müziği, bu sitelerde albümleri kütüphanede dondurup dinliyoruz. Ben de naftalinlediğim albümleri dinliyorum, açıkcası yeni çıkan albüm falan da baktığım yok. Zaten ortada ne dergi ne radyo programı ne de başka bir haltım var. Hoş blogda yazmak isteğim falan da kalmadı. Müzik adına yazmayı da çizmeyi de bıraktım artık (desemde tam inanmayın gene yazıyor, çiziyorsam da suya atıyorum) 

Ancak bu gece içimde bir dürtü, "yahu yeni çıkan albüm yok mu acaba" dedi ve gene bu müzik dinleme sitesinde "New Releases" bölümüne baktım ki, bir tanıdığa rast geldim. Bruce Springsteen yeni albümünü tam da bugün çıkartmış. Albümün adının "Letter To You"olduğunu bilerek, dinlemeye başladım. Parçalar birbiri ardına akarken yazmaya başladım. Ancak bu albümle ilgili bilgilerin olduğu bir yazı olmayacak, zaten bunlarla artık kimse ilgilenmiyor. Onların dışında kritik de yapmayacağım... Albümü dinlediğim şu anlarda Bruce Springsteen'in son yıllarda benim üzerimde artan duygusunu anlatacağım. Siz bu yazıyı okurken hatta tıkladığınızda da ne reklam alacağız ne de boyumuz tavana erecek ama ben bundan keyif alacağım.

Bruce Springsteen'a böylesi ilgi ve yakınlık duymam için yaşımın ellilerin üzerine çıkması gerekiyormuş demekki. 

"Patron" lakaplı ustayı ilk kez seksenlerin ortamında "Born In The USA" ile tanımıştım. Sonuçta yeri göğü inleten bu liste başı parçasının ilgilensen de ilgilenmesen de bilmemek mümkün değildi hani. Açıkcası her zaman sevmişimdir ama işin işinde USA olunca biraz da kıllanırdım hani, ne de olsa Amerikan emperyalizminin karşı cephesindeydim. Hoş şarkı da öyle Amerikaya methiyeler düzen bir şey de değilmiş hani. O yıllardan kalan diğer ayrıcalıklı parçası ise "I am on Fire" olmuştu ama gene de Bruce Aga ile çok sıkı fıkı olmamıştım hani. Taa ki, iki binli yılların içine gitdiğimizde 11 Eylül yani "İkiz Kuleler" travmasından sonra yaptığı albüm ile Bruce Springteen'in bir ozan olduğunu anlamıştım ve ilgi pencerelerim yekpare açılmıştı. Ondan sonra çıkan her albümünü merakla bekler olmuştum. 

Her yeni Bruce albümü bir öncekine yeni bir tuğla ekliyor ama tekrar etmiyordu. Ve bu yeni albüme yani "Letter To You"ya bakıyorum... gene her albümde olduğu gibi yepyeni söyleyebilecek bir sözü var...

Demek ki "PATRON" olmak boşuna değilmiş!

Siz iyisi mi, benin dediklerimi de boşverin ama kulağınızı Bruce Springsteen'e verin. Burada inanın hayat var. Tanıdığımız ama özlediğimiz bir hayat... ama geçmişe özlem ya da nostalji değil çünkü yeni sözlerimiz var... yalansız ve piyasa kaygılarımızın dışında yaşamın ta kendisi gibi. Nefes alıyoruz ve yaşıyoruz demekki. 

Bruce Sprinsteen öyle bir mektup göndermiş ki, uzun zamandır fatura yerine mektup gönderen postacıyı da özlemiştik hani. Tam bunu yazdığımda da müzik sitesinin reklam spotu da girdi hani ama bu yazıya ve bloga reklam hiç bir zaman girmeyecek hatta istesek bile. 

APTULİKA


  

                                      


                                                                                    

18 Ekim 2020 Pazar

Beybonlar mı? O da ne ki?



Altı yıl önce yazın Gümüşlük'e gitmiştik. Oraya gidilince Gümüşlük Akademi'ye de uğramamak olmazdı. Bu güzel sanat ortamını var eden usta edebiyatçımız Latife Tekin akşama da bize güzel bir sofra kurdu ve masada rakı da olunca muhabbet kaçınılmazdı. O geceki konuşmada 1970'lerin İstanbul'u ve tabi ilk gençlik hatta çocukluk dönemlerimizin kaybolmuş mekanları da vardı. Bu yerlerden biri de Beşiktaş'ın Şeref Stadı ve meşhur havuzuydu. Şimdi birine kalkıp oraları anlatsak bize kesin deli diye bakarlardı. Bu yazıyı yazarken de öyle bakıldığını biliyorum. Deniz kenarında çimsiz taş zemin üzerinde bir antreman sahası ve yanında da bir havuz yani bir nevi halk plajı. İşte bizim Latife çocuklukla genç kızlık arası oraya gidermiş. O günlere ait anıları anlatırken benim de unuttuğum bir şeyi hatırlatacaktı. O dönem yazlık açık hava sinemalarında film başlamadan önce bir grup çıkar ufak bir konser verirdi. Bu alışkanlık Şeref Stadının yanındaki havuzda da sürerdi. İşte o günlerde Latife, orada sahneye çıkan bir grubu dinlemek için sahneye yaklaşırken abisine yakalanmasını anlatıyordu. "Biz evden kaçıp, havuza gitmiştik, orada tam Beybonlar çalarken abime yakalandım." der demez masadakilerin aklında "Beybonlar mı! O da ne?" sorusu geçerken ben Şeref Stadından sonra bir diğer arkeolojik kazının da gerçekleşmesinden neredeyse havalar zıplayacaktım. O kadar zamandır Beybonlar dediğimde herkesin bana "o ne ki?" yollu bakışından, ben de kendimden şüphe etmeye başlamıştım. 

Açıkcası Beybonlar'ı, Latife gibi o dönemlerde dinlememiştim ama Hey dergisinde gördüğüm bu grubun ismi hafızama fena halde kazınmıştı. Bundan 15 yıl kadar önce de grubun 1972'de çıkan tek plağının kaydını da aziz dostum Selçuk sayesinde bulmuştum. Hatta Selçuk bu grubun o tek plağını  imzalatmak için grup elemanlarının yaşadıkları semte gidiyor. Grubun elemanlarından birinin müdavimi olduğu kahveye giriyor ve orada kağıt oynayan grup elemanlarından birine plağı uzatıyor ve imza istiyor. Bunu gören eleman ise plağı eline alıp, kahvedekilere sallayarak, "Aha işte bizim yıllar önce yaptığımız plak. Size anlattığımda bana inanmıyor, palavra atıyorum sanıyordunuz. Alın bu da size kapak olsun!" Ben size Selçuk'un anlattığını naklettim ama bizim Deve Selçuk'u tanıyanlar çok iyi bilir, kendisi inanılmaz bir arşivci, ayaklı müzik kütüphanesidir ve eski, bilinmeyen grup elemanlarını bulur ve imzasını alır. 

Alışık olmadığımız rock grup ismiyle Beybonlar, 1969 yılında kurulmuş ve 1972 Ekim'inde de ilk plağı olan "Gelin Ayşe/ Ninni" plağını çıkartmış.  Bas gitarda Müjdat İrevül, vokalde Bora Ulaştır ve orgda da Tayfun Ulaştır'ın yer aldığı Beybonlar'ın davulunda ise küçük kardeşleri Sefa yer alıyordu. Küçük kardeşin 12 yaşında olduğunu da söylersem nasıl bir yetenekle karşı karşıya olduğumuzu anlayabilirsiniz. O tek plağı dinlediğimizde de davulun ne denli önde ve önemli olduğunu daha iyi anlarsınız hani. Bu vaka dünyanın başka bir ülkesinde olsa yer yerinden oynar ama bizde ise bir elin parmaklarından az kişinin hatırasında kalan  bir plak olur.

Beybonlar tek plakta kalan ve çok tanınmayan bir grup olsa da grubun 12 yaşındaki davulcusu Türk rock tarihinin en usta bagetlerinden biri olacaktı. Bu isim Sefa Ulaştır'dı. Bu büyük ustayı 18 Ekim 2020, pazar günü kaybettik. Bugün Beybonlar'ı çok az insan biliyor ama sanatçının 15 - 16 yaşında yer aldığı Cem Karaca'nın en önemli eserlerinden biri olan "Tamirci Çırağı", "Mutlaka Yavrum/Kavga" 45'liğindeki performansı ve devamında gelen Cem Karaca  Dervişan grubundaki çalışmalarıyla rock tarihimizin unutulmaz isimlerinde biri olarak günümüze kadar çalışmalarını sürdürecekti. 




 

6 Ekim 2020 Salı

Eddie Van Halen hayata veda etti.



6 Ekim yani bugünü tamamlamaya yakın gelen bir haber ile Van Halen grubunun gitaristi Eddie Van Halen'in aramızdan ayrıldığını söylüyordu. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Hiç ama hiç sanmam... Hollandalı bu güzel insanın bizden ayrılması mümkün değil,  O gitar mucidi ve virtüözü yarım asırlık  Van Halen plaklarında her daim yaşayacak. Ancak biz gene de haberi verelim:

Van Halen'i elli yıl boyunca yöneten efsanevi gitar mucidi ve virtüöz Eddie Van Halen ,  kanserle uzunca  bir süre süren mücadelesinin ardından bugün yani 6 Ekim 2020, Salı günü 65 yaşında hayata veda etti.  

Oğlu Wolfgang Van Halen , “Bunu yazmak zorunda olduğuma inanamıyorum ama babam Edward Lodewijk Van Halen bu sabah kanserle uzun ve çetin mücadelesini kaybetti” diye yazdı. O, isteyebileceğim en iyi babaydı. Onunla sahnede ve dışında paylaştığım her an bir armağandı. Kalbim kırık ve bu kaybın üstesinden asla gelemeyeceğimi sanmıyorum. "



 

28 Eylül 2020 Pazartesi

Bir kavanoz turşu ile yitirilen hayallere tekrar dönüş



26 Eylül 2020, Cumartesi günü BASAD Kafe'de " Türkiye'de Rock Müziği ve Kenardakiler" söyleşisinde   Murat Beşer,  Sabahattin Taşdöğen ve Tarkan Çakır ile birlikte yerimi aldım. Açık konuşmak gerekirse istemeye istemeye, söz verdiğim için gitmiştim... çünkü bu tip söyleşilerde hep aynı şeyler tekrarlanır ve hep eski anılardan bahsedilir. Hani neredeyse sizi bir kapalı kutuya koymuşlar gibi hissedersiniz kendinizi. Oysa ben (tabi diğer katılımcı arkadaşlarım da) hala üretiyorum ve yeni projelerden bahsetmek isterim. Dolayısıyla "Türkiye'de Rock" konulu söyleşilere bundan sonra katılmayacağımı bildirecektim. 

Bu düşüncelerle söyleşiye katılmak için yola koyulduğumda Bakırköy'e vardığımda bir anda pırıl pırıl, capcanlı bir semtle karşılaştım. Kimse bana kızmasın ama Bakırköy, sanat ve kültür açısından Kadıköy'e fark atacak gibi. Böyle bir görüntüyle karşılaştığımda içimden "Yahu boşver şimdi söyleşiyi falan gezin gönlünce" dedim ister istemez. Neyse yapmadım tabiki ve söyleşinin yapılacağı Basad'a doğru gittim. Bir bahçe ile sizi karşılayan bir eski bina yoğun bir emek ve sevgiyle harika yere dönüşüvermiş. Kapıdan adımınızı attığınızda sanatla bütünleşiyorsunuz. Bu arada Bakırköy yetiştirdiği sanatçılarla meşhurdur ve burada her sanatçının anısını hissediyorsunuz. Hani sanki orada bir kapıdan Altan Erbulak çıkacak, Cem Karaca ilerde bir masada çay içiyor gibi, size uzun boyu ile Tarık Akan karşılıyor gibi. Basad, Bakırköylü sanatçılar adına kurulmuş bir dernek ama lafta kalırcasına değil yaşayan, yaşamayan tüm Bakırköylü sanatçıları kucaklayan bir dernek. 

Söyleşi saati geldi ve yerlerimizi aldık. Gelirken ayağım geri geri gidiyordu ama söyleşi başlayınca hiç bitmesin dedim. Sadece eski günlerden ve rock'tan bahsedilmedi. Sanattan da konuştuk, projelerden de. Bir ara Basad'ın bir rock müzesi oluşturma tasarısını da duydum. Tarkan ve ben bu söyleşinin isminde yer alan "Kenardakiler" lafına biraz bozulduk ve bunun için sitem etmekten de kaçınmadık hani.  Sonra o kenardaki ibaresini sadece rock değil, resim, heykel, tiyatro, opera yani çağdaş ne varsa o olduğunu kavradık. İşte Basad yani Kadıköylü sanatçılar bu aydınlanmayı taçlandırıyordu... hem de sadece bugün değil, Cumhuriyet tarihi boyunca. Bu Bakırköy'de bir şey var dostlar, güzel şeylere karşı umudum tekrar alevlendi. Açık söylemek gerekirse, Basad'ın yeni bir etkinlik davetini iple çekiyorum hani.

Peki böyle güzel ve umut arttırıcı bir etkinliğin haberinin görseline neden böyle bir fotoğraf (sanki Can grubunun 1970'lerdeki efsane albümü "Ege Bamyasi" albümünün kapağı gibi) koydum derseniz açıklayayım. Söyleşi bitmişti ve yerlerimizden kalkıyorduk, bu sırada Basad temsilcilerinin teşekkür konuşmasında katılımcılara yani bizlere plaket falan gibi bir şey verileceği duyulur gibi oldu. İçimden bir "eyvah" çektim. Kırmızı kadifeden bir plaket bekliyordum ki, evimin içi onlarla dolu, hadi bakalım bir yenisi daha  dedim ama bozuntuya vermedim. İşte bu sıra beni şaşırtan bu resimdeki şirin mi şirin kavanoz verildi. İlk anda bunu bir reçel kavanozu sandım, oysa ki turşu imiş. İtiraf edeyim ki bu çok hoşuma gitti.. eh hani bizim dörtlüden rakı ile en yakın olan benim ve bu bana özel bir meze olabilir diye içimden geçirdim. Hani bir Anadolu kentine gittiğinizde oraya özel bir şey verilir bunun bir anlamı olur ama Bakırköy'ün turşusu meşhur falan da değil ki. Oysa olayın aslı şöyle imiş. Basad binasının yanında bizim söyleşi yaptığımız kafe sahnesinin yanında ufak bir toprak parçasını yeşillendirmişler. Bu koronavirüs karantinası günlerinde de o bir avuç toprak içini ekmişler. İşte oradan çıkan ürün de bize plaket yerine verilen bir kavanoz turşu olmuş. Bundan güzel şey olur mu yahu!

Basad'a sonsuz teşekkür ederim. Kaybettiğimi sandığım hayallerimi ve en önemlisi İstanbulumu tekrar canlandırdı. En yakın zamanda beni gene davet etmelerini iple çekiyorum.  

Aptulika

28 Eylül 2020

saat 01.19







6 Ağustos 2020 Perşembe

Deep Purple'ın yeni albümü bugün çıktı: "Whoosh!"


Deep Purple'ın yeni albümü "Whoosh!"un çıkış tarihi olarak geçen yılın sonunda 12 Haziran olarak duyurulmuştu. Ancak araya Koronavirüs salgını ve akabinde de karantina günleri girince bu tarih iki ay ötelenecekti. 
Ve bugün beklenen an geldi...  7 Ağustos 2020 yani bugün Deep Purple'in yeni albümü "Whoosh!", earMusic etiketiyle çıktı. Alice Cooper, Pink Floyd gibi efsanelerin albümlerinden de tanıdığımız  Bob Ezrin'in prodüktörlüğünde yapılan albümde 13 parça yer alıyor.  

 
1. "Throw My Bones" 3:38
2. "Drop the Weapon" 4:23
3. "We're All the Same in the Dark" 3:44
4. "Nothing at All" 4:42
5. "No Need to Shout" 3:30
6. "Step by Step" 3:34
7. "What the What" 3:32
8. "The Long Way Around" 5:39
9. "The Power of the Moon" 4:08
10. "Remission Possible" 1:38
11. "Man Alive" 5:35
12. "And the Address" 3:35
13. "Dancing in My Sleep" 3:51

ve tabi son dönem değişmez kadrosuyla Deep Purple:
Ian Gillan – vokal
Steve Morse – gitar
Roger Glover – bas
Ian Paice – davul
Don Airey – keyboards

 Whoosh! Standart CD, Dijital Albüm, Sınırlı Sürüm CD + DVD Mediabook (1 saatlik “Konuşmada Roger Glover ve Bob Ezrin” özelliği ve ilk kez Hellfest 2017'deki tam canlı performans dahil) sunulacak video) ve bir vinil 2LP + DVD sürümü olarak piyasya bugün çıkmış durumda.

Yeni albümü böylece duyurduktan sonra albümle ilgili bir analiz yazı yazacağımı da belirterek, yeni albümden bir video ile sizleri başbaşa bırakayım. 


4 Ağustos 2020 Salı

Gitaresk'te Peter Green, Jak Kohen'in sözleriyle anılacak!

  
Jak Kohen'in Sözleriyle Peter Green

Geçtiğimiz günlerde British Blues'un dev ismi Peter Green'i kaybetmiştik. Fleetwood Mac'in kuruluşunda yer alan ve efsane albümlerinde gitarıyla blues rock başyapıtlarına imza atan Peter Green bu gece Açık Radyo'da yayınlanan Gitaresk programında özel bir yayınla anılacak. 

Meral Akman'ın hazırlayıp, sunduğu Gitaresk'te gene yakın dönemde kaybettiğimiz ve bu programın da mimarı olan Jak Kohen'in sözleriyle Peter Green anlatılacak. Yani bu geceki programda Peter Green ve Jak Kohen anısına muhteşem bir program bizleri bekliyor. Bu arada Gitaresk programının yapımcısı olan Meral Akman'ın Jak Kohen için kaleme aldığı bir yazıyı da bu hafta bluesperisan.blogspot 'ta okuyabileceksiniz.

Meral Akman, 
"Bu gece Gitaresk'de saygı ve özlemle Peter Green'i Jak Baba'nın sözleriyle anacağız." 
diyor. 

Bize de bu gece saat 21.00'de Açık Radyo'da Gitaresk'i 
adresinden dinlemek düşüyor.

Bu özel programı kaçırmayın derim. 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...