7 Şubat 2019 Perşembe

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 90



Haruki Murukami‘nin radyo programı çalma listesi 


Murukami’yi  tanımayanınız var mı ?   Bugüne dek iki kitabını okudum ve de bu sayfalarda da paylaşmıştım sanırım (Koşmasaydım Yazamadım’ı).   Japonya’nın dünya edebiyatına armağan ettiği ve aynı zamanda çok satan, popüler konular ve içerikleri ile  günümüz modern  insanının ve yaşamının  bam teline, duygulara, olaylar ve örgüler üzerinden etkileyici biçimde dokunan bir yazar, kendileri. Aynı zamanda hem okuduğum  kitaplarından anladığım, hem de referanslarına da bakıldığında  hayatında  müziğin ve sporun (özellikle koşmak hem de maraton)  da eksik olmadığı takdire şayan bir kişiliktir, kendisi.   Edebiyat ile müziğin iç içe geçmiş bir ilişkisi ve yakınlığı hiç şüphesiz şaşılacak şey değil hatta beklenecek bir durum olsa da yine de  her zaman kitaplarda yoğun rastlanamayabilir. Bu yüzden özellikle  günümüz popüler müzik türlerini (Rock ,blues , pop, klasik ama hepsinden öte jazz )  kitaplarına ve hikaye ya da konularının içine önemli bir unsur olarak katan yazarlar bu anlamda ilgi çekici ve sıcak gelir bana. Murukami’de  onlardan biri hatta belki de bu işi kullananlar açısından başta gelenlerden.  

Ben de bu yazıda  onun bir kitabını tanıtmak yerine 2018 Ağustos ayında ülkesinde katıldığı bir radyo programında değindiği bazı konu başlıklarını ve daha önemlisi programda ki kendi seçkisi çalma listesini paylaşmak istedim .

Ayrıca  da ilave bir görsel ile de  hangi kitabında hangi müzisyenler ya da parçaların geçtiği  bir çemberi de ilave olarak ekledim. (Byfuss’dan  alıntıdır) Keyifli okumalar ve de dinlemler dileklerimle.

“Müzikte ya da kurguda – yazıda -  en temel şey ritimdir. Tarzınızın iyi, doğal, sabit bir ritimde olması gerekiyor, yoksa insanlar çalışmalarınızı okumaya devam etmeyecek. Ritmi müzikten - ve özellikle de cazdan - öğrendim. Daha sonra melodi gelir. Bu, edebiyatta, kelimelerin ritimle eşleşmesi için uygun düzenleme anlamına gelir. Kelimelerin ritmine uyması düzgün ve güzel ise, daha fazla bir şey isteyemezsiniz. Sıradaki uyum kelimeleri destekleyen içsel zihinsel seslerdir. Sonra en sevdiğim kısım geliyor: Özgür doğaçlama. Bazı özel kanallardan, hikaye içerden özgürce gelir. Tek yapmam gereken durumu akışa bırakmak ve o akışa girmektir. ”


Program :  Murakami Radyo  
Radyo : Tokyo FM 
Tarih : 5 Ağustos 2018 Pazar 
Yer : Japonya

Radyo  en çok satan Japon yazar Haruki Murakami, yazarlığı, koşması ve de müzik üzerinde konuşup, en sevdiği şarkılar paylaşımını  içeren özel bir radyo programına ev sahipliği yapıtı. 

“ Roman yazmakta,  müzikte ve koşarken olduğu gibi ritimle ilgilidir ...” 


Murakami, bir romancı olarak hayatının en önemli iki unsuru olan temaları: Koşmak ve müzik olarak ifade etti.  Elli beş dakika süren programda  Murakami, geniş arşivinden, rock ve jazz ağırlıklı olmak üzere  dokuz şarkı çaldı, şarkıların ardındaki hikayeleri paylaşarak ve koşma ve yazma hakkında konuştu.
Murakami, önceleri yazar olma niyetinde olmadığını,  üniversiteyi bitirdikten sonra Tokyo'da bir caz bar işletmeye başladığını (Kitaplarında bu süreç geçer ) ve müziğin bu nedenle kendisi ve tarzının ortaya çıkmasında çok önemli olduğunu ifade etti .
Kyoto yerlisi olan Murakami, ne zaman yazar olmaya karar verdiğinin kesin olarak hatırlamaktadır: 1 Nisan 1978'de saat 1: 30'da  Tokyo'daki Jingu Stadyumu'ndaki bir beyzbol maçını izlerken. Murakami’nin ilk romanı “Hear the Wind Sing – Rüzgarın Şarkısını Dinle ” 1979’da çıktı. 1987’deki romantik romanı “Norwegian Wood – İmkansızın Şarkısı ” adından da anlaşılacağı üzere ki  bir Beatles parçasından esinlenmiştir, bu kitap onu  bir edebiyat yıldızı olarak tanımlayan ilk çok satış yapan kitabı oldu. En çok satanlar arasında “1Q84”, “Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları” ve son romanı “Killing Commendatore” var. 

Murakami, romancı olduktan kısa bir süre sonra koşmaya başladı,   30'dan fazla maratonu tamamlayarak ciddi bir koşucu oldu. Fiziksel gücünü korumak için çalıştığını söyledi. “Yazarken, fiziksel yeteneğiniz çok önemlidir” , “Bütün gün oturuyorsun ve yazmaya devam ediyorsun , bu yüzden birçok insan bana inanmasa bile, bu sırada çok fazla enerji birikir” . Ayrıca  Rock müziği de koşmak için her zamanki öncelikli tercihi olduğunu ifade etti .  Bir de  ilham algısı üzerine  “Birlikte söyleyebileceğiniz şarkıları, ideal olarak size cesaret verenleri” diyerek müziğin önemine vurgusunu yaptı. Müzik, öykülerinde önemli motifler olarak hizmet etmiş  ve konuyla ilgili kitaplarda yazmış , müzik kitaplarda hep var olmuştur .
Murakami’nin öykülerindeki kahramanlar çoğu zaman kederli, karanlık veya fantastik ortamlarda kendi öz kimliklerini arayan genç erkeklerdir. Ancak Murakami, Pazar günkü “Murakami Radyosu”  programında kısa öykülerinde ve denemelerinde olduğu gibi iyimser ve komikti.


Ve Murakami’nin  Çalma Listesi :
Pazar günkü programda  Murakami, ilk olarak caz piyanisti ( 1) Ray Bryant tarafından bestelenen Donald Fagen’in “Madison Time” isimli parçasını çaldı. İkinci olarak ilk romanında da etkisi olan ve favori gruplarında  olan( 2)  Brian Wilson ‘dan ( Beach Boys ) “Heigh-Ho/Whistle While You Work/Yo Ho (A Pirate’s Life for Me)” ‘ı çaldı .  Diğer parçalarda sırası ile :  ( 3) King Pleasure “DB Blues”, (4) Eric Burdon and  Animals  “Sky Pilot”, (5)  Joey Ramone ( Ramones)  “What a wonderful world “  , (6)  George Harrison “Between The Devil & The Deep Blue Sea”, (7)  Ben Sidran “Knockin' On Heaven's Door”, (8) Hall & Oates  “Love Train ”ve son olarak da bir The Doors yorumlamsı olarak  ( 9) Helmut Zacharias ‘ın seslendirdiği “ Light My Fire “

Murakami, ayrıca program yalnızca yerli dinleyiciler için olmasına rağmen, yurtdışında da  olmak üzere önceden gönderilen 2 binden fazla kişi arasından seçtiği birkaç soruyu aldı. Kendi cenazesi için hangi müziği isteyeceğini sorduğunda buna net yanıt vermedi ve  “Sessizce gitmeyi tercih ederim” dedi. Bir kedi ya da müziksiz hayat arasında seçim yapmasını istedi, buna da  pişman olacağını söyleyerek cevap vermedi. Mahrem , mahremiyet arayışı , nükleer enerji, küresel barış gibi  çeşitli konularda da görüşlerini paylaşarak programı tamamladı .



6 Şubat 2019 Çarşamba

Dadal Skull ya da Dr. Skull hakkında 3 yazı - 3



Üçüncü yazı: Nasıl bitti? 



Soru yanlış. 
Bitmedi. 
Bitmiş olsaydı 24 Ocak gecesini yaşamazdık. 
Razor’un ( kendilerine de binlerce teşekkür ederim, yakın zamanda tanışmayı ümit ediyorum bu yeni nesil canavarlarla) bir büyük katkısı da bir şekilde sağlama yapmamıza fırsat vermeleri idi. 
Enteresan bir durumdur, bazen cover dinleyerek sevdiğiniz grubu ya da müzisyeni yeniden farklı bir yerden yakalarsınız. Tarihte yapılmış en iyi tribute albümü olduğu konusunda ısrar ettiğim “Where the Pyramid meets the eye” olsun, “Tower of Song” olsun “Step Right Up” olsun şarkıların iyi yorumlandıkça güzelleştiğini, çeşitlendiğini ve renklendiğini söylerler bize. Onları dinleriz ve kaynağa yeniden dönme ihtiyacı hissederiz. İşte böyle bir kafayla Razor’ın Dr.Skull coverlarını dinlerken  ortadan ikiye bölündüm ve kendi kendime içimden konuşmaya başladım ( bazı riskler nedeniyle açıktan yapamıyorum bu tür konuşmaları ) 

dadal 1 - “olm bu şarkılar acayip iyiymiş ya la, süpermiş”

dadal 2 -  “ lan salak, kaç senedir dinliyorsun ya manyak gibi, yeni mi anladın” 

dadal 1 -  “ olm ben onları bildik güzel şarkılar diye normal bir şekilde dinliyordum” 

dadal 2 -  “ lan abuk subuk konuşma, anormal olacak halleri yoktu ya”

dadal 1 - “ya öyle değil be, hiç başkasından dinlememiştim işte, çok sevdim”

dadal 2 -  “ ee dinledin bak, hem adamlar süper de çaldı”

dadal 1 -  “işte olm, yeniden farkettim, farkına vardım”

dadal 2 -  “ yeni mi farkına vardın, salaksın” 

dadal 1 -  “ sus be, pis”



Sevgili okurlar, yavaş yavaş yazının sonunda geliyoruz. O gece, 24 Ocak gecesi çalıp söyleme ve bağırıp çağırma faslı bitip de imza kuyruğu oluştuğunda fonda da Dr.Skull parçaları çalıyordu doğal olarak. İlk iki albümden sonra hep üvey evlat muamelesi yaptığım Hershey Yolunda’dan parçaları dinlerken birden bu parçaların en fena ve ağır şekilde aslında 1990’ları değil de bugünü anlattığını hissettim. O dönem dinlediğimde bana fazla distopik gelen şarkı sözleri şimdi dinlendiğinde günlük hayattan alınmış kesitler gibiydi sanki. Aklımda “taa o zamandan bugünleri hissedip mi yazdılar” gibi ürkütücü düşünceler raks etmeye başladı birden. Sonra dedim ki kendime “dur bakalım, o belki de ayrı bir yazının konusudur.”


Sevgiyle kalın.                     

5 Şubat 2019 Salı

Dadal Skull ya da Dr. Skull hakkında 3 yazı - 2




İkinci Yazı: Nasıl Gelişti?



Özeti baştan yapalım, 
gayet güzel gelişti, 
süper gelişti, 
fantastik gelişti. 
Bir düş gibi gelişti. 
Her sorana “oradaydım olm” dedirtip kıskanma krizi yarattığım konserler mesela, 2 yıl arayla gelen iki kaset ve televizyon programları. 
Hepsi oldu. 
Peki olmayan neydi? 
Dr.Skull açısından bir eksiklik yoktu, bir hata ya da kabahat de. Bunun böyle olduğunu 25 sene sonra yaşayıp gördük zaten. Vizyonsuz yapımcılar, yeni renklenmiş ve kanallanmış ama çok heyecansız bir devlet televizyonu ve belki rock’ın bir alt kültür olarak pasaj önlerine sıkışıp kalması. Bu aşamada sosyoloji okuyan birisi daha derin tahliller yapabilir, oysa ben 24 Ocak gecesi bir anda gelip kafama üşüşen ve fırıldak gibi dönmeye başlayan anılarımı yazmaya niyetliyim. 

Evet, lafı bilerek uzatıyorum sanki, tartışalım diyene de saygım sonsuz ama benim için 1987-1992 yılları kesinlikle Dr. Skull yıllarıdır. Özellikle de konserler ve çoğunda bulunduğum provalar, oralardaki neşe ve eğlence. Şamata ve haylazlık…Hababam sınıfının rock hali. Konserlerin tümünün böyle 6-7 kamera ile kaydedilmemiş olması gerçekten çok yazık, böyle durumlarda sadece kendi bellek kayıtlarımıza başvurabiliyoruz çünkü. Ama sesleri duymak isteyenler ve o coşkuyu merak edenler için söylemek isterim ki bazı ses kayıtları mevcuttur, ileride setlere mi eklenir yoksa ayrı konser cd/plakları mı basılır bilemem. Basılsın mı diye sorarsanız, tek oyum var, gider “evet”e yapıştırırım.

Konserler, konserler, konserler…Fatih,  Aykut, Özdemir (bilinen en canavar Dr.Skull arşivcisi Tolga da var mıydı ki ilk ekipte, yoksa sonra mı katılmıştı )…bazı aksaklıkların olduğu bir konserden sonra (hangisiydi bilmiyorum) Baştepe ve Alper’in de önünde “ yahu, bu iş böyle gitmez, gitmemeli” diyoruz, “ekip kurmalıyız” diye atılıyoruz. Kuruyoruz da. Kuruyoruz evet ama ne nasıl yapılır bilmiyoruz, hepimiz farklı okullarda öğrenciyiz, kimimiz tıpta, kimimiz odtü’de ve Ankara’nın diğer okullarındayız. Kafamızda bölük pörçük fikirler, “şunu şöyle yapalım, bunu böyle yapalım…” Bir yerlerde buluşup notlar tutarak birbirimizi gece yarıları telefonla arayarak yavaş yavaş oluşturuyoruz sahne ekibini.  Yedek gitarlar, kablolar, güvenlik, görsel tasarımlar, slaytlar (Aptülika’nın ilk slaytı arkaya yansıyınca salonda kocaman bir VUUUU sesi…ve bizde biz başarmışlık hissi) konser kayıtları…hepsinden birileri sorumlu oluyor ve erkenden konser salonuna ( M Salonu) gidip sahne kurmaya başlıyoruz, göğsümüzde kimlik kartları, öyle giren çıkan belli değil durumları yok yani. Birisi duman makinesi de getiriyor ( nereden gelmişti ki o makine? ) ışıklar, ses efektleri, uvertürle konser açış…ecnebi diyarlarda ne varsa elimizden geldiğince taklit ediyoruz, kısmen tutturuyoruz  ve zaten canavar olan müziğe bir de görsellik ekleniyor, neticesinde M Salonuna günde iki konseri ful dolduracak seyirci gelmeye başlıyor. O efsane konserler başlıyor. 
Dr.Skull sadece M salonunda çalmıyor elbette, odtü festivali var, Bursa’ya bir rock şenliğine gidiyorlar, İstanbul konserleri oluyor, başka sinema konserleri var ( maalesef Ankara dışı hiçbir konserde eşlik edemiyorum ekibe) ama işte konserlerde enerji arttıkça artıyor, bir konserde Alper davulun ride ya da crash zilini kapıp seyircinin önüne geliyor ve zile vurdukça seyirciyi delirtiyor, biz deliren seyirciyi zapt etmekte güçlük çekiyoruz ama bu hareket de sonradan Dr.Skull konserlerinin değişmezlerinden biri oluyor. 

1989 Ankara A Bar

1989 yazında benim ızdırap kum saatim doluyor, oflaya puflaya okuduğum okulum bitiyor ve mecburi hizmete Ankara dışına gidiyorum. O yoğun koşuşturmanın yerini haberdar olununca hafta sonu otobüsle gelinip terminalden taksiyle ucu ucuna yetişilen konserler alıyor, bu arada afacanlar bir barda da sahne almaya başlıyorlar. Yeni yeni açılmaya başlanan ve yazılmamış bir kural gibi klasik rock ve blues çalınan Ankara barlar ortamında  sanırım ilk kez heavy metal ve punk çalınmaya başlanıyor. Bin kişinin karşısında nasıl canavar gibilerse 20 kişinin karşısında da öyleler, bir de belki de bar diye repertuarı da iyice serbest bırakıyorlar, geliyor Maiden’lar gidiyor Judaslar, araya Sex Pistols ve o pek sevilen  ayıpçı şarkılarıyla Dead Kennedys de karışıyor. Sanki Hendrix ve Kinks’den de yorumlar oluyor gibi kalmış bu arada aklımda, olmuştur kesin, repertuar o derece zengin. Bar ortamları konserlerden biraz  farklı,  seyirci laf atıyor, şakalar gırla gidiyor ve sonra bir bakmışsınız Alper ya da Baştepe elinde birası sizinle barda laflıyor.

A Bar 1990

Evet, sevgili okurlar, 1991 Ankara’ya dönüş yılım ama izdivaç, hem çok uzak hem de acayip yorucu bir işyeri, çok lazımmış gibi yeniden tahsile başlamak ve küçük ama sevimli bir rock grubu kurmak gibi bir sürü işe birden kalkışıyorum (nedense?). Konser ekiplerinde yokum çoğu zaman, yetişip izliyorum sadece A Bar konserleri.  Ama konserler yine o canavar konserler. Kurduğumuz cep model rock grubunun diğer 3 elemanı da Skull tayfası ile ya okul ya da semt arkadaşı, o yüzden görüştüğümüz zamanlarda laf dönüp dolaşıp yine Dr.Skull’a geliyor. Büyük hayalimiz müziğimizi epey  geliştirip bir konser için bile olsa Dr.Skull’a ön grup çıkmak. Olmuyor, olamıyor.

 Ve 1992 yılında Rools 4 Fools geliyor güm diye. Bana göre başyapıttır, hiç tartışmam. Bir bahçede rakılar ve biralar eşiğinde takıyoruz teybe ve uçuyoruz. Hepsi bildiğimiz, konserlerde defalarca dinlediğimiz parçalar aslında ama yine de uçuyoruz. “Olm soloya baksana lan” “ Baştepe değil mi bu, yok olm Ersöz la bu, onun tonu baksana” “ooo Alperi görüyon mu canavar yine” “ çift kros mu çalmış, yok yahu değil…yok yok çift kros”  “Alper caz davulcusu gibi la burda (bunu ben demiştim)” Böyle konuşmalar eşliğinde iki tur dinliyoruz Rools’u ve akşam oluyor sonra, kafalarda binlerce tınıyla evlere dağılıyoruz.  Ve sonra, kısa bir süre sonra Baştepe ile karşılaşıyoruz sokakta ve diyor ki bana “Ben”….”Amerika’ya gidiyorum”. Susuyorum ve sigaramdan derin bir nefes çekiyorum.


Yarın 
Üçüncü yazı: Nasıl bitti? 

4 Şubat 2019 Pazartesi

Dadal Skull ya da Dr. Skull hakkında 3 yazı - 1

Serap,  Murat Bastepe ve Dadal Günçe.  1983 yazı Ankara Fen Lisesi bahçesi


30 yıl öncesinin Dr Skull konserlerinin unutulmaz insanı Dadal Günçe. O unutulmaz günleri ondan iyi kim anlatır dedik ama o 30 yılın da öncesine götürdü bizi. Dadal bize üç bölüm halinde Dr Skull'lı yılları anlatacak. Dadal Günçe bu yazıdan sonra da Blues Perişan'da yazılarıyla bizlerle birlikte olacak.


Ersöz ve Dadal  1983 yazı



Giriş:
Evet, gittik gördük ve zamandan çaldık. Olmasını istediğimiz ama bir daha olamayacak diye açık gizli birbirimizi korkuttuğumuz şey oldu, onca seneden sonra Dr.Skull dirildi ve 2+1 lik bile olsa şahane bir konserde kendisini gösterdi. Nasrettin Hocayı biraz tersine çevirip soralım biz de: Öldüğüne inanıyorsunuz da dirildiğine neden inanmıyorsunuz?

İlk yazı: Nasıl başladı? 
 Gariban rockçıların cebine göz diken menajerlerin kurdurduğu proje grupları saymazsak bütün rock gruplarının kuruluş  hikayesi neredeyse aynıdır: Birkaç çocuk çok sevdikleri başka rockçılara öykünüp grup kurarlar. Başlangıçta sadece umut, heves ve heyecan vardır.  Dr. Skull'ın hikayesi belki ta en başından biraz  farklılık arz ediyor olabilir, çünkü seneler geçtikçe hissettim ki bu afacanlar esasen o dönemin pek sevilen rock ve metal gruplarına değil muhtemelen bilmeden kendi geleceklerine öykünüyorlarmış. Onları o yıllarda o denli enerjik ve özgün yapan ve neredeyse 30 sene sonra da hala izleyiciyi ateşlemeyi başaran şeyin bu geleceğe fırlatılan taş olduğunu düşünüyorum. O taş onca sene havada dolaştıktan sonra 24 Ocak gecesi İstanbul'da yere düştü işte. Düşünce de epey bir ses çıkarttı. 


Dadal, Baştepe ve Ersöz 1983 Dadal'ın ev 

Birkaç çocuk demiştik, çocuk evet...14-15 yaşlarında çocuklar neticede.  
Daha da mı ufaktılar yoksa? 
Tam maceranın başında şans bana da yardım ediyor, o çocuklardan biriyle komşu oluyorum. 
Evimiz Ankara'da Ortadoğu Sitesinde. Eski Türkiye'ye ait bir yaşam tarzı, evler ve hayatlar birbirine benziyor, bir garip eşitlik var. Site sakinlerinin çoğu ODTÜ'de hoca, çalışan ya da öğrenci. Sokağın ortasındaki 5 katlılarda ben oturuyorum, başındaki bahçeli evlerden birinde de Murat Baştepe oturuyor. (Burada kendi sözümü kesmem lazım, grubun iki gitaristi de soyadlarıyla anılırlar, sadece grup içi bir hadise değil bu,  Ankara Fen Lisesi'nde okudukları dönemde çok fazla Murat olmasından kaynaklanan bir durum daha ziyade). Evet, Baştepe ve ablası Serap (ki o da hem doktordur ve hem de sağlam bir klasik gitarcıdır, onun macerası da apayrı bir yazının konusudur.) ellerinde gitarlarla sokak başında görünmeye başlayınca çabuk kaynaşıyoruz. Benim de elimde uyduruk bir gitar  var o yıllarda, sokaklarda öyle dolaşıp hava atmayı pek seviyorum. Ama aramızda ciddi bir fark da var, ben sadece tıngırdatırken Baştepe kardeşler ciddi ciddi çalıyorlar. 



Ve zaman işliyor, ben liseyi bitiriyorum, Baştepe'ler abla kardeş Ankara Fen Lisesindeler artık, o yıllarda henüz yasak edilmemiş bir Milliyet Liselerarası Müzik yarışması var, lise grubuyla oraya katılıyorlar. Canavar gibi bir repertuarları var ama sanırım hak ettikleri dereceyi alamıyorlar (kim alıyor ki).
 Yaz zamanları ayrı bir eğlence başlıyor hayatımızda, okullar bitip henüz tatile gidilemediği dönemlerde elimizde gitar amfi davul ne varsa Baştepelerin bahçeye yığıp aklımıza geleni çalmaya çalışıyoruz. Dr. Skull yok henüz, hatta galiba Skull bile yok ama eli kulağında. Ve bir yaz sonu diğer gitarist (Murat) Ersöz ile tanışıyorum, onlara gidip evde çalıyoruz hatta. O sene Skull başlıyor ufak ufak, konser haberleri geliyor, gidebildiğime gidiyorum, eziyetli bir üniversite hayatım var ve bazıları kaçıyor istemeden. Sonra...sırayla Alper, iki Murat ve Musti Hacettepe Tıp'lı oluyorlar ve ilk perde açılıyor. İşin fenası ilk Dr.Skull konserimi de hatırlamıyorum, muhtemelen M Salonu  konserlerinden biriydi.


İkinci Yazı: Nasıl Gelişti?
Yarın 

"En sevdiğiniz Led Zeppelin şarkısı" Anketi Sonuçları



 Blues Perişan blog'da yaptığımız "En sevdiğiniz Led Zeppelin şarkısı" anketi sonuçlandı.  Ankete katılan bütün herkesin arasından çektiğimiz kura ile 4 kişi  Led Zeppelin elemanlarının  4 orijinal çiziminden birini kazandı. 

Kazanan isimler ve kazandıkları çizimler ise şöyle sıralanıyor:


Robert Plant  - İlke Keskin


*


John Paul Jones  - Canan Baza




John Bonham  - Necdet Turan


*




Jimmy Page  - Kemal Kor

Kazanan isimler bluesperisan@gmail.com adresine mail atıp, adreslerini gönderirlerse orijinal çizimler adreslerine gönderilecek. Katılan herkese sonsuz teşekkürler.

Ve şimdi de "En sevdiğiniz Led Zeppelin şarkısı" Anketinin sonuçlarını yayınlayalım. En alt sıradan birinci sıraya doğru yayınlıyoruz. Ankete 523 kişi katıldı. Parçaların yanında aldıkları oyu da görebilirsiniz.




"En sevdiğiniz Led Zeppelin şarkısı"

15. In My Time Of Dying (2)

      The Ocean (2)

      Good Times Bad Times (2)

      When The Levee Breaks (2)




14. Dazed Of My Love (3)

      The Battle Of Evermore (3)



13. D'yer Mak'er (4)

         Rock'n Roll (4)



12. Ayırım yapamam... Bütün parçaları (8)
      


11. Ramble On (9)

      The Rain Song(9)  



10. Babe I'm Gonna Leave You (10)
   


9. Going To California (12)



8. No Quarter  (30)



7. Archiles Last Stand  (36)

       


6. Black Dog  (35)



5. Immigrant Song  (38)



4. Since I've Been I Love  (55)



3. Kashmir  (62)



2. Whole Lotta Love (64)



1. Stairway To Heaven (83)



Sonuçlar bu şekilde oldu. Bundan sonra her ay bir anket yapacağız. Şubat ayını da Deep Purple'a ayıracağız. Önümüzdeki günlerde Deep Purple anketinin ayrıntılarını da duyuracağız. 

3 Şubat 2019 Pazar

Dadal Skull


Bu haftaki yazımızın görseli 30 yıl öncesinin bir konserinin sonrasında çekilmiş bir fotoğraf. Dr. Skull'ın ODTÜ Stad'ında verdiği konserinin sonrasında verilmiş güzel bir poz. 

Haftayı bu resimle açmamızın sebebi de Blue Perişan blogumuza yeni bir yazarın katılıyor olması. Bu fotoğrafı çeken Dadal Günçe hazırladığı ilk yazısıyla bizleri o günlere hatta daha da öncelere götürecek. Daha lise yıllarından beri grup elemanlarıyla bir arada olan Dadal hazırladığı 3 bölümlük yazı ile bizleri Dr Skull'lı yıllara götürecek. O Dr Skull'ın elemanı olmasa da grubun başlangıcından öncesimden bu güne kadar her daim onlarlaydı. Ona bir anlamda Dadal Skull da diyebiliriz.  

En Sevdiğiniz LED ZEPPELIN Şarkısı Anketi sonuçlandı. Katılan herkese teşekkürler. Sonuçları ve orijinal çizim kazananları bu hafta   yayınlayacağım. 
Bundan böyle her ay bir anket yapacağız. Bu ayın anketi Deep Purple üzerine olacak diye şimdiden duyuralım. 

Evet yeni bir haftaya başlıyoruz.

Aptulika

3 ŞUBAT MÜZİĞİN ÖLDÜĞÜ GÜN






Müziğin öldüğü gün Buddy Holly'nin öldüğü gün için tanımlanıyor aslında.

Şimdi o güne bundan tam 60 yıl öncesine gidelim ve 3 Şubat 1959'a birlikte tanıklık yapalım.

7 Eylül 1936'da doğan Buddy Holly' 1950'lerin  en yenilikçi isimlerinden birisi olarak kabul ediliyordu.  O rock'n' roll'un tonunu herkese göre ayarlamıştı. Holly, "That Will Be The Day" ve "Peggy Sue" gibi klasiklerin sahibiydi; Ed Sullivan Show'a çıkmıştı. Ayrıca İngiltere ve Avustralya'da turne yapmıştı.

1959 yılının Ocak ayının sonlarındaysa 'Winter Dance Party' adlı turneye çıktı. Oldukça sert kış koşullarında gerçekleşiyordu bu turne ve turnede 'La Bamba' isimli şarkısıyla tanınan Richie Walens ve J.P. Big Bopper Richardson da vardı. 

Yolculuk yaptıkları otobüs ısıtmalı değildi, devamlı bozuluyordu ve çok üşüyorlardı.  Green Bay Wisconsin'den turnenin  bir sonraki ayağı Moorhead, Minasota'ya üç yüz mil yolculuk yapmak için küçük bir uçak kiralamaya karar verdiler. 

Üçü uçağa bindiklerinde saat sabahın birini geçiyordu. Hava saatte 35 mil esen rüzgarla ve hafif bir karla eksi 18 dereceydi ve henüz 21 yaşında olan pilotun uçuş sertifikası yoktu. 

3 Şubat 1959'da içinde Buddy Holly, Richie Walens, J. P. Richardson ve pilotun bulunduğu uçak düşüyor; İçindeki herkes ölüyordu. 

Öldüklerinde Buddy Holly 22, Richie Walens 17 ve Big Bopper ise 28 yaşındaydı.

Bu olaydan  tam 12 yıl sonra sonra 1971'de  Don McLean bu olayla ilgili öyle bir şarkı yazmıştı ki, bu şarkıda o günden bugüne efsane olarak dillerde dolaşıyor.

Şarkı, olayda düşen uçaktan ismini alıyor ve ismi American Pie.
Rock tarihinin en özel şarkılarından biri bu şarkı.




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...