5 Nisan 2024
Sabah
Kahvaltı denilince Fransa sınırlarında kahve kruvasan ile yapacaktık. Bu arada bir tespit bir de yeni edindiğim bilgiden bahsedeceğim. Fransızlar bu kruvasanı gerçekten iyi yapıyorlar ve öyle çikolata katılmasından da nefret ediyorlar (ki bu konuda çok da doğru düşünüyorlar) … Bilgiye gelince de, Fransa ile özdeş hale gelen kruvasan aslında Avusturya kökenliymiş. Daha sonraları Avusturyalı bir emekli subay Paris’te bir fırın açıp bu kruvasanı yapınca Fransızlar tarafından çok tutulmuş ve ondan sonra da olan olmuş.
Kahvaltıdan sonra çetin ve önemli bir yere yani Paul Cezanne’ın atölyesine gidecektik. Rilke’nin kitabında Cezanne’ın evinden yürüyerek atölyeye gidişini okumuştum. Böyle olunca da bunun kısa bir mesafe olacağını sanmıştım, oysa bizi çetin ve dik bir yolculuk bekliyormuş. Tabanvayla tepeye doğru gittiğimiz mesafe hiç yoksa iki kilometreden fazlaydı. Açıkcası ölçü kavramlarıma pek güvenemem ama Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’den Tünel’e olan mesafenin 3 katı kadar hem de yokuş yukarı bir yol.
CEZANNE AİLESİNİN MALİKHANESİ
Yol böyle uzun ve yokuş ama açıkçası her adımda Cezanne’la ilgili bir izle karşılaşıyorsunuz. Daha yokuşun başında Cezanne’ın doğduğu ve ailesine ait olan bir büyük yapı ile karılaşıyorsunuz. Burası şimdilerde Öğrenci Yurdu olarak kullanılıyormuş. Bohem yaşantısı ve yoksul, savruk görüntüsüyle Cezanne’ın aslında varlıklı bir aileden geldiğini anlıyoruz ve resim uğruna neleri terk ettiğini de bir güzel anlıyoruz. Tutkuların peşinde gitmenin bir bedeli oluyor yani.
CEZANNE'IN ATÖLYESİNE TIRMANIŞ
Tatlı tatlı giderken yol biraz dikleşmeye ve yokuş halini almaya başlıyor. İçinden “Yahu bu adam evinden çıkıp her gün burayı tırmanıyor mu?” diye düşünüyorum. Oysa daha yolun başındaymışız hani tırmandıkça tırmanıyoruz. Nefes nefese kalmış, dizlerimde derman kalmamışken, “iyi ki bu yolculuğu sabah erken saatlerde yapmışız” diyorum, bir de öğlen sıcağında bu yokuşu tırmansaydık, hayal bile etmek istemiyorum. Bu arada Cezanne’ın atölyesine giden yol boyunca bol yeşillikler arasında evler buraların şimdilerde zengin semti olduğunu anlıyoruz. Hey gidi Cezanne zamanında buraları taşlı tozlu, yeşillikler içinde kırsal ve fakir bölgelermiş.
Ulaşmaya çalıştığımız atölye şöyle bir şeydi. 1960'lı yıllardan kalma bir fotoğraftan iz sürüyorduk. |
Artık bu tırmanmadan gına gelmişti ve içimden, “yemişim Cezanne’ı da atölyesini” demeye bile başlama noktasındaydım. Vazgeçmekle devam etmek arasındaydım ama artık bundan sonra geri dönmek de dangalaklık olacaktı. Neyse ki biraz yürüdükten sonra fotoğraflarından tanıdığım atölye karşımdaydı. Olmuştu işte en nihayetinde varmıştım. O da ne, kırmızı kapı kapalıydı. Acaba öğle tatili mi? Diye düşünürken saatim daha 10:00’u gösteriyordu. Kapıyı yumruklayım desem, olmaz. Bu arada zili arayım dedim ve kapıda bir yazı vardı ve şöyle yazıyordu: “Müzemiz onarım ve tadilat nedeniyle 2025 yılına kadar kapalıdır.” Oturup orada haykıra haykıra ağlamak istedim. Seneye vize alıp, buraya gelebilir miydim bilinmez diyerek kapıda bir iki poz verip, durumu idare edecektim. Bir ara o duvara tırmanmayı falan aklıma getirdimse de eşim beni vazgeçirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder