6 Nisan 2024
Saat: 08:18
Sabah otelden çıkınca ara sokaklara doğru bir bakıyorum, karşıdaki eczane ve tabelası olmasa sanki tarihi bir sahne içindeyim.
Gene bizim ülkedeki betonlaşma ve gökdelen merakı aklıma geliyor. İstanbul’da tarihi mekanların olduğu yerlerde bile bir çok yerden sivilce gibi yeni binalar gözünüze patlar.
Bir of çekip kafamı ana meydana doğru çeviriyor ve yürümeye başlıyorum. İlerde bir hareketlilik var ... bunun bir pazar kuruluşu ve onun koşuşturması olduğunu anlıyorum. Bu Pazar kuruluşu hep bize özgü gibi anlatılır, öyle ki İstanbul’a gelen turistlerin bu manzaraya çok şaşırdıklarını rivayet eder dururuz. Oysa Fransızlar da bal gibi pazar kuruyorlarmış hani. Ha burada “ikizlere takke” diye bar bar bağırmıyorlar ama pazarcılar bizdekiler gibi. Burada sebze zerzavat yok daha çok giysi, çanta falan gibi şeyler satılıyor.
Ha bu arada ikinci el plak, çizgi roman ve sahaf tezgahları da bir hayli yoğunlukta giriş bölümünde arzı endam ediyor. Sahaf ve plak satıcıları aynı bizdeki gibi, tek farkları Fransızca konuşmaları. Dünya üzerinde her coğrafyada insanlar farklılaşabiliyor ama sahaf dedin mi her yerde aynı.
6 Nisan 2024
Saat: 11:47
Bir pazar yeri ve yanınızda eşiniz varsa yandınız demektir. Dört saat boyunca alışveriş etti. En sonunda pazar alışverişi bitmişti. Gene bizi ilk gelişimizde karşılayan o meydana döndük.
Ortada duran şelaleli havuzlu anıt orada tüm heybetiyle duruyordu. Üstündeki aslan heykelleri şehri korumakla görevli nöbetçiler gibiydi.
Aix - en - Provence'da sadece bu anıt yoktu. Neredeyse her köşebaşında bunun kadar büyük olmasa da irili ufaklı şelaleli heykeller mevcuttu.
Daracık bir sokağın kenarında rastladığımız bu yunuslu havuz çok hoşumuza gitti. Bu küçük çeşmeli anıta bizim gibi merakla bakan ABD'li turistler aralarında konuşurken,
"Bunun suyu içilir mi?"
diye akla ziyan bir soru soracaklardı. Amerikalıdır ne yapalım diyerek güldük. Ha bu arada Aix-en- Provence'da su çeşmeden içilebiliyor... üstelik çok sağlıklı da olduğu söyleniyor.
6 Nisan 2024
Saat: 11:56
Aix meydanından karşıya geçecek ve bir büyük ziyareti daha gerçekleştirecektik.
Bu Cezanne'ın heykeliydi ve Aix -en - Provencelı hemşehrilerini selamlıyordu. Bu heykelde Sainte Victoire'nin resmini yapmak için tepelere tırmanma hali simgeleniyordu. Bu heykele bakarken bir çok insan sarılıp fotoğraf çektiriyordu. Hatta bu heykeli gece ayazında gören bazıları da üşümesin diye kazağını verip, boynuna sarmıştı.
Avrupa'nın bir çok yerinde heykeller büyük kaidelere yapılmıyor, adeta insanlarla birlikte yaşıyor ve onlarla geziniyor.
Aix - en - Provence'de Cezanne'ın heykeli olur da Emile Zola'nın olmaz mı... Onun heykeli ise uzun ve ince piramit konumunda bir kaideye sahip. Zola biraz daha mesafeli olsa da kaidenin yükseliş konumu ve alttaki bitkilerle arkadaki evler öyle bir kompozisyon oluşturuyor ki, buda heykeli çevreyle bütünleştiriyor. Tabi bu heykeli görünce gene bizim diyarlar aklıma geliverdi. Bizde böyle bir heykel yapılsa on hatta beş yıl sonra arkadaki evler değişir başka bir şey olurdu.
Yukardaki fotoğrafta bir banka ATM'si ve bir kapı görüyorsunuz. Bu ne alaka derseniz şöyle anlatabilirim, burası Cezanne'ın babasına ait bir iş yeriymiş. Baba Cezanne bir şapkacı ve daha sonra da bankerlik yapmış. İşte burası da bankerlik yaptığı binaymış. İsterseniz sözü Rilke'ye bırakalım ve durumu "Cezanne Üzerine Mektuplar" kitabından dinleyelim:
"...ve önünde katedraliyle , hiçbir şeyden haberi olmayan şehir uzanırdı; akıllı uslu ve sade insanların şehri, oysa o, şapkacı olan babasının önceden görüp sezdiği gibi farklı birisi olmuştu. Babasının görüp sezinlediği ve kendisinin de inandığı gibi bir bohem olmuştu. Bohemlerin sefalet içinde olduklarını ve o halde öldüklerini bilen bu baba oğlu için çalışmayı kafasına koymuş ve bir çeşit banker olmuştu. "
Bu arada Cezanne'ın o güzelim şapkalarının sebebi de babasını şapkacı olmasıymış demekki. Bir de bu baba en sevdiğim banker oldu ha, onu da söylemeden geçmeyeyim.
Bu arada, "be adam, topu topu 4 günlük bir gezi yaptın Cezanne'dan başka bir şey anlatmadın ve bir tomar da şey yazdın." diyerek kızıyorsanız, haklısınız. Ama sonuna geliyoruz. Bana bir iki yazı daha müsaade edin, sonra serbestsiniz.
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder