İlkokula 1968 yılında başlamıştım. O yıllarda üniversiteli abilerimiz o yıla "kuşak" damgasını vururlarken olanların farkında değildim. Elinde kitaplarıyla, parkalarıyla üniversiteye giden abiler benim için "filinta" idi. Büyüyünce ben de onlar gibi İspanyol paça pantolon, favorili, sinek kaydı traşlı ama bol bıyıklı olacaktım. Onlara duyduğum hayranlık yüzünden üniversiteye gitmeyi o zamanlardan aklıma koyacaktım. Bu yüzden üniversiteye kadar okudum ama sigaraya da alıştım ilerleyen yaşlarda. Çünkü onların kaldıkları öğrenci evleri kapıdan adım attığınızda yoğun bir nikotin kokusuyla kaplı olurdu.
Biraz daha büyümüştüm ama gene ilkokul yıllarındaydım ve radyoda duyduğum bir şarkı hafızama yerleşmişti. Yıllar biraz daha ilerlemişti, plak ve müzikle biraz daha haşır neşirim...bir arkadaşımın evinde babasının plaklarına imrenerek bakıyorum. Çoğu Türk müziği... bir iki Frank Pourcel, James Last gibi pop orkestraları... ve neredeyse pikabı olan herkesin evinde gördüğüm Werner Muller Orkestrası... meşhur kemancı Darvaş'ın plakları gibi gidiyordu sıralama. Bunlar arasında bir plak vardı ki, kapağında o çocukluğumdaki gibi iki üniversiteli abi vardı. Biri sanki İTÜ'de, diğeri de İstanbul Üniversitesi'nde okuyordu. İkisi arkalarına heyecanla bakarak, iki yanı ağaçlıklı hafif yokuş olan bir yolu tırmanıyorlardı. Eh ilkokul bitmiş Boğaziçi Üniversitesi'nin Bebek'ten tırmanılan yolunu biliyorum artık. Tabi hayal gücüm hemen, bu iki üniversiteli Boğaziçi Üniversitesi'ndeki arkadaşlarına yarın yapılacak yürüyüşte dağıtılacak bildirileri götürüyorlar diye yapıştırıyor.
Plağı elime alıp kapağa bakarken arkadaşımdan bu plağı çalmasını istiyorum. Plak dönmeye başlıyor ve o yıllar önce radyoda duyduğum şarkı odayı dolduruyor. "Hello darkness, my old friend..." diye başlayan bu melodi ortamı tümüyle kaplıyor. "Sound of Silence" isimli bu parça ile yıllar önce radyodan kulağıma kazınmıştı ve onu söyleyen ikili yani Simon and Garfunkel'le bu şekilde tanışacaktım. İnsanların "gürültülü" dediği müzikleri dinlemeye başlamıştım ama "Sessizliğin Sesi" de yaşamıma girecekti böylece. İkilinin yaptığı parçaları da merak içinde dinlerken aynı zamanda pikabımda Deep Purple da dönüyordu.
Lise bitmiş ve üniversiteye girdiğimde artık Simon & Garfunkel eski bir hatıraydı. Bir gün TRT televizyonunda ikilinin konseri yayınlanınca "Sessizliğin Sesi" tekrar canlanacaktı. Bu grubun Central Park'ta verdiği konserin naklen yayınıydı. 1982 tarihindeki bu konseri sanki oradaymışım gibi izlediğimi hatırlarım ve bugüne kadar da aynı etkiyi duyarım.
Oysa ki o televizyonda izlediğim konser ikilinin yollarının ayrılmaya başladığı zamanlarda verilen son konsermiş. Tabi ben bunu bilmeden onların eski albümlerini toplayıp, dinlemekle meşguldüm. 1986 yılına gelindiğinde ise grubun dağıldığını ancak anlayacaktım. Paul Simon o yıl solo albümüyle ortalığı inletiyordu. "Graceland" isimli bu albüm ortalığı sarmış radyoda, televizyonda her yerde o çalıyordu. Albümden çıkan "You Can Call Me Al", hayatımıza yeni duhül eden video klip ile de televizyonda bol bol çıkıyordu.
Seksenlerin ortasında Paul Simon fırtına gibi esiyordu ama o ikili zamanlarındaki "Sessizliğin Sesi"nin yerinde yeller esiyordu. Diğer yandan Art Garfunkel de yoluna solo olarak devam ediyordu ama benim gönlüm hep Simon & Garfunkel istiyordu. Paul Simon'a küsmüş ve dinlemez olmuştum. Hele o "You Can Call Me Al" parçası yok muydu ... fena halde gıcık oluyordum. Bu yazıyı yazarken bir daha dinleyeyim dedimse de gene ısınamadım hatta daha da dayanılmaz buldum. (Bu parça seksenlerin nitelikli pop çalışmalarından biri olabilir ama kimse kusura bakmasın ne yapalım ki bu benim yargım.)
Aptulika
Simon and Garfunkel - The Sound of Silence (1966)
Simon & Garfunkel - Mrs. Robinson
( Central Park konserinden)
1982
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder