Devam
Bu blogun benim dışımdaki tek
ve vazgeçilmez yazarı Geronimo arkadaşım burada kitap yazılarının çıkmasına
vesile oldu. Eh beni de biraz heveslendirdi. Böylece her haftaya bir kitap
tanıtımı yapar olmuştuk. Adına da “Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi’ne
Katkı” der olduk ve haftalarca yazdık. Her şey iyi giderken bir umutsuzluk
mudur nedir bilinmez, bir süre sonra içimizden yazmak gelmedi. Daha doğrusu benim
gelmedi (galiba). Kimsenin kitap okumadığı yerde biraz utandım. Hani birileri
“Bu adamlar da kendilerini ne sanıyor.” Diyebilirdi. Ne bileyim işte herşey
gibi boşa kürek çekmek gibi geldi biraz. Bununla da kalsa iyi her hafta
okuduğun bir kitabı yazmak biraz rutin olup, iş haline gelince belki de biraz
eski zevki kaçıyordu. Her neyse ben aksattım bir iki hafta sonra da yazmaz
oldum. Geronimo da bana uydu, yazmadı. Aslında yazmama kararı almadık, kimse
ilgilenmiyor diye kırılmadık. Sonra bir baktım ki umutsuzluk sadece kitapla,
neşriyatla kalmıyor, asıl konumuz blues ve rock’a da sirayet ediyordu. Öyle ki
Temmuz ve Ağustos aylarında Blues Perişan bloğundaki yazılarım da sadece
program playlistlerini aktarmaktan ibaret olmuştu. Bunu görünce küreklere gene
asıldım ve bir iki yazı eklemeye başladım. Ancak kitap yazıları yazmak pek
içimden gelmiyordu hani. Kim okurdu? Hoş okuyan var ise bir kaç tanede onlar
kalkıp “ahkam mı kesiyorsunuz” diyebilirlerdi.
Bu düşünceler içinde “Blues
Perişan Kütüphanesi’ne Katkı’ yazısı yazmadık ama sevgili dostum Geronimo ile
her hafta buluşup, bahçedeki masamıza rakıları kurup, sohbetler etmeyi de ihmal
etmedik. Bu buluşmalarda masada sadece rakı ve meze bulunmuyordu. Geronimo
gelirken elinde iki kitap oluyordu. “Abi senin ilgini çekeceğini düşündüm
okursun diye getirdim” diyordu. Bende eve gelen aşurenin kasesini komşuya geri
veriken içine muhallebi ikramı konulması gibi kendi sevdiğim iki kitabı ona
veriyordum. İlginçtir bu alışverişlerde hiç bir zaman “A ben bunu okumuştum” piştisi
olmamıştı. Tam tersine yeni keşiflere yol almıştık. Ben bu sayede Luis
Sepulveda, John Fante gibi güzelliklerle tanışacaktım. Benim Geronimo’ya
verdiğim kitaplarla o da resim ve heykel sanatımızın Ekiz ailesiyle
tanışacaktı. Ressam Rafet Ekiz’in kitabı
Geronimo’nın “Abi bu adamı tanımıyordum ama tam benlikmiş” diyecekti. Kimbilir
bu diyarlarda hala resim sergileri oluyorsa ya da kalırsa bundan sonra
sergilere de gideriz. Burada yazar mıyız bilemem. Bir de ona bulaşmayalım dimi.
Ama kim bulaşacak. Biri bulaşsa be. Sosyal paylaşım sitelerinde video dışında bir
ara ressamların yapıtlarından bazılarını paylaşır olmuştum da millet
delirdiğimi bile sanmıştı.
Bu Cuma günü yani Blues
Perişan Kütüphanemize katkı yaptığımız gün bir büyük yazarımız olan Oktay
Akbal’ı yitirince iki satır bir şey
yazma isteği uyandı içimde. Bunda bir ay önce aynı isteği Fikret Otyam’ı
yitirdiğimzide de hissettim ama sonra vazgeçtim. Kimbilir belki bu sefer de
vazgeçebilirim. Ne olur bilinmez ancak Fikret Otyam için bir çizgi olsun
çizemediğime yanarım. Bu sefer neyse ki Oktay Akbal’ın bir çizimin hazırladım
bile. En kötü ihtimal onu paylaşırım ya da gene küser kendime saklarım.
Oktay Akbal’ın çizimini bir
şekilde Cuma günü öğleden sonra İnstegram denilen akıllı telefon (biz
akıllanamadık ama telefonu akıllı ettik iyi mi) yoluyla paylaştım. Diğer
paylaşımlarda en kötü beğenme sayısı 35 iken bu paylaşım 16 beğeni aldı. Az ama
ilginç bir şey ortaya çıktı. Beğenilerden 13’ü kadınlara aitti. Üstelik bu 13
kişinin hepsinin refaransında Oktay Akbal biliniyordu. Yani biz erkekler sadece
3 kişiydik yani erkekler konu edebiyat, sanat olunca yüzde bir oluyordu. Belki
de benim takipçilerimde olay böyledir yoksa ülkemizde kitap okurluğu öyle çok
ki, her gazete her hafta boy boy kitap ekleri verir durur.
Sözü fazla uzatmayayım.
Burası bir blog da olsa internette fazla yazı okunmaz deyip, kısa keselim.
Oktay Akbal ustamız için yazmayı bir sonraki katkıya bırakalım.
Yani sözün yekünü ve de
özeti, “Blues Perişan Kütüphanesi’ne Katkı” köşemiz devam ediyor.
APTULİKA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder