Beyaz tenli siyahi gitarist
Çizim Aptülika bluesperisan@gmail.com |
ABD’de beyaz müzisyenlerin
blues müziğine girişi, Avrupalı’lardan çok sonra olacaktı. 60’larda İngiltere
başta olmak üzere Avrupalı gençler ABD’de çıkan siyah insanın müziğine tutku ve
hayranlıkla sarılırken, birçok blues müzisyeni de çıkartacaklardı. ABD’de ise
hala ırkcı tabular hükmünü sürüyordu. İşte bunu bozan üç beyaz tüm aşağılanmalara
rağmen siyahlarla aynı sahneye çıkmak cesaretini göstermekle kalmayarak bizzat
onların müziğini yapacaklardı. Bunların isimleri armonikacı Paul Butterfield, gitarist Elvin Bishop ve gitarist Mike Bloomfield’di.
İngiltere blues ustalarını
çoktan çıkarmış; Alexis Korner, Eric
Clapton, Jimmy Page, Jeff Beck gibi gitaristler siyah insanın müziğini
Avrupa’dan dillendiriyorlardı. İşte ABD’deki bu sessizlikte Mike Bloomfield denilen asi beyaz adam
blues gitar tınılarını dökecekti.
1943 yazında Yahudi kökenli
bir ailenin çocuğu olarak Chicago’da
dünyaya gelmişti, Michael Bloomfield.
Ailesi dindar olduğu için oğlunun müzik yapmasını istemiyordu ama Bloomfield
küçük yaşlarda edindiği gitarla müziğe başladı. O siyahların arasında bir
gettoda siyahların müziğine tutkun bir gençti artık. Sanatçı o günkü seçimini,
“Siyah insanlar bu ülkede beyazlardan
müzdarip, Yahudi halkı ise o zaman her taraftan müzdaripti. Bu acılar içinde
benim için de blues dayanak noktam oluyordu.” sözleriyle tanımlayacaktı.
“Doğu – Batı”
The
Paul Butterfield Blues Band ile 1965yılında Chicago Blues tarzındaki ilk albümlerini yaptılar. Beyazlardan
oluşan bir grubun blues yapması ABD’de de bir hayli şaşkınlık yaratırken bir
yıl sonra bunu ikinci albüm “East –
West” takip edecekti. İlk albümün aksine bu seferki çalışma özgün besteleri
de kapsıyordu. Caz, saykodelik rock ve
blues birleşimi olan bu albümde bir parça yeni bir bakışı da sunuyordu.
Albümle aynı ismi taşıyan “East – West”,
Doğu ile Batı’yı blues süzgecinde birleştiriyordu. Bu Miles Davis’in 1959’da “Kind Of Blue” albümünde
gerçekleştirdiği Doğu makamsal müziğinin cazdaki yansımasının devamı gibiydi. Mike Bloomfield’ın bu bestesinde Hint Raga müziğinin kaynaşması grubun
orgcusu Mark Naftalin’in klavyesiyle hayat buluyordu. Müzik tarihinin bu
başyapıtı bizde de etkili olmuştu. Erkin
Koray’ın klavye ile “Tek Başına” konserler verdiği 80 sonu ile 90 arası
dönemde bu sound oldukça hissedilecekti.
Newport Caz Festivali ve Fillmore’da
tarihi konserler veren The Paul
Butterfield Blues Band’in ardından Mike Bloomfield’ı 1967’de The Electric Flag isimli kendi grubuyla
bulacaktık. Bu grup 2 yıl sürdü ve “The
Trip”, “Along Time Coming” isimli albümleri yaptı. 1968’de Al
Kooper ve Stephan Stills ile
birlikte “Super Sessions” adındaki
tarihi albümü yapacaklardı. “jam Sessions” (doğaçlamalar) doruğa çıktığı bu
harika çalışmadan sonra Bloomfield solo albümler yapacaktı.
Şöhretten kaçan adam
Kusursuz gitar tekniği ve
siyahi sanatçılara has duygusal tonları yakalayabilen Mike Bloomfield, birçok müzik yazarına göre İngiltere’den çıkan
Eric Clapton’a karşı ABD’nin cevabı gibiydi. Bloomfield’in bu övgüleri hak
etmesi 37 yıllık bir ömürle sınırlı olduğu düşünülürse önemi daha iyi
anlaşılacaktır.
Bloomfield’ın
1977 yılında yaptığı “If You Love This
Blues Play’em As You Plaese” bir çok otoriteye göre gitaristler için ders
niteliğinde bir çalışma olacaktı. Böylesi bir yeteneğe sahip olmasına rağmen
sanatçı, müzik sanayinin idol kavramına uzak bir kişiliğe sahipti. Dinleyicinin
alıştırıldığı “star” kavramından
nefret ediyor ve onu biçimlendirdiğini hissediyordu. Bu da onu konserlerden
nefret eder hale bile getirdi. Bloomfield
bu durumu su sözlerle açıklıyordu: “
İnsanlar sahnedeyken seni idol olarak görürler ve tapınırlar. Bu tehlikelidir.
Çünkü bu dinleyicinin seni kalıplamasına neden olur ve kendin gibi değil,
verilen imaja göre hareket edersin.” Bu yüzden Bloomfield 70’lerin sonuna
doğru turnelerden uzak durdu. Basından, dinleyiciden uzak, kendi halinde
yaşamayı tercih ediyordu. Ancak turnelerin ona yüklediği stres, uykusuzluk
problemi yaratmıştı. Bu yüzden sadece uyuyabilmek için aldığı uyuşturucular
onun ölümüne neden olacaktı.
“Blues benim bir parçam”
ABD’de ırk ayrımına tepkiyi
ilk beyaz blues gitaristi olarak veren Michael Bloomfield, “Blues
sadece notalardan ibaret değildir. O çevremizi saran herşeyin toplamıdır.
Onunla kişisel bir bağım var ve o benim bir parçam. “ sözleriyle bakışını
net olarak ortaya koyacaktı.
Michael Bloomfield’ın 33. ölüm yıldönümünde çıkan “From
His Head To His Heart To Hands” albümü 3 CD ve 1 belgesel DVD’den oluşan
kelimenin tam anlamıyla bir antoloji. Bu çalışmaya seçilen parçaların daha önce
yayınlanmamış kayıtları da barındırıyor olmasının yanısıra sunumuyla da gerçek anlamda bir ciddiyet resmi geçidi. İlk
CD’de sanatçının yayınlanmamış stüdyo kayıtları ve “Jam Sessions”larından
oluşuyor. Stüdyo ortamının da hissedildiği bu çalışmanın ardından ikinci CD ise
konser kayıtlarını içeriyor.
Muddy Waters, Janis Joplin ve Bob Dylan’ın gitaristi
“From His Head To His Heart To Hands”in üçüncü bölümü ise Bloomfield’ın çaldığı ünlü
isimlerle yaptıkları yer alıyor. Muddy
Waters’ın “Fathers And Sons” ve Janis Joplin’in ilk solo albümünde
gitarı üstlenen Bloomfield’ın bu
isimlerle yaptığı çok özel kayıtlarını bu seçkide bulabiliyoruz. Mike
Bloomfield 1965 yılında Bob Dylan’ın
unutulmaz albümü “Highway 61 Revisited”de
de çalmıştı. Bu albümde yer alan Dylan klasiği “Like A Rolling Stone” parçasındaki sert gitar sololarına imza atan
Bloomfield’den başkası değildi. Bugünlerde çıkan “From His Head To His Heart To Hands”de de hem Bob Dylan’lı bir
konser kaydı hem de “Like A Rolling Stone”ın enstrümantal yorumu yer alıyor.
Mike Bloomfield
60’lı yılların müziğinde rock gitarının önemli bir figürüydü. Ama asıl önemlisi
ABD’de beyazların siyahlarla birlikte blues yapmasına vesile olan öncü
ve insan yürekli bir gitaristti.
Yazı ve çizim Aptülika
Yazı ve çizim Aptülika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder