Nobel ödüllü yazarlara pek meyil etmemişimdir. Bu ödülü alan
sadece iki yazarı okumuş ve sevmişimdir. Bunlardan biri John Steinback’tir ki,
okuduktan sonra Nobel ödüllü olduğunu öğrenecektim. İlk gençlik yıllarımda, “ona
niye bu ödülü verdiler? ” diye düşünmekten kendimi alamayacaktım. Steinback
ödüle gerek olmayacak denli iyi bir romancıydı ve okunması için de böylesi bir
şeye gerek yoktu bence. Komik ama o zaman öyle düşünürdüm. (hala düşünüyorum ya
o da ayrı mesele)
Bu ödülü alanlardan kitaplığımda her zaman yeri olan ikinci
isim Gabriel Garcia Marquez’di. Onu bulabilmem için Nobel ödülü gerekliydi.
80’lere doğru onun “Yüzyıllık Yalnızlık” kitabını alıp, okuduğumda Kolombiya
gibi bilmediğim bir yerin bize ne kadar yakın olduğunu anlayacaktım. Sonra
“Kırmızı Pazartesi” romanı bu ilgimi kamçılayacaktı.
Kitaplarını okudukça Marquez’in de “Nobel” denilen ödülü
alması beni şaşırtırdı. Ama iyi ki almıştı. Almıştı ve ben bu diyarda Kolombiya
denilen o diyarlardaki adamı tanımıştım.
Gece vakti haberlerde “Gabriel Garcia Marquez, tedavi
gördüğü hastanede 87 yaşında hayata veda etti.” diyor ve “Nobel ödüllü
Kolombiyalı yazar bir süredir zatürre tedavisi görüyordu.” kelamı da eklenmeden
edemiyordu. O ne Kolombiyalı idi benim için ne de nobelli. Marquez benim için
Arjantin’li, Bolivyalı, Şilili,Meksikalı, Fatihli, Kuruçeşmeli, Arnavutköylü
bizim mahalleli idi.
Onun nobel aldığı günlerde kitabını Fransızcaya çevirmek
istemişler. Marquez bir şart koymuş. Şartı söyleymiş: “Yayıneviniz en az 10
Latin Amerikalı yazarın eserini yayınlarsa benim kitabımı çevirebilirsiniz.”
Ne bileyim ben Marquez amcayı çok severdim. Benim için nobel
ödülü almayacak kadar iyi bir yazardı.
Güle güle Aratacalı güzel insan. Gittiğin yerde Steinback’e
de bizden selamlar götür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder