Blues, siyahi müzisyenlerin sesi ve tabii bir nevi çığlığı olarak başlamıştı. Bu tarza "Hüznün Müziği" de denilir ama Billie Holiday'in sesinden dinlemeye doyamadığımız "Strange Fruit" gibi klasiklerle de toplumsal konulara dünyanın dikkatini çekecek kadar da kararlı bir isyandır. Belki bu yüzden blues siyahilerden dünyaya yayılarak Avrupa'nın beyaz ezilmişleri ve ötelenmişlerinin de sesi olacaktı.
İşşte Belçika'dan bir blues müzisyeni yanına ahbap çavuşu Tom Eylenbosch'u alarak; gitar, banjo, mızıka ile tekmili birden 'Promised Land Blues' isimli akustik blues albümünü yapmışlar. Şimdi kalkıp, "Belçika mı... blues'la ne alaka" deyip fütursuzca burun kıvırmayın hemen. Guy Verlinde Aga, bu güne kadar 14 albüm yapmış ve bu yolda bir hayli harmanlanmış bir isim. Zaten "Promised Land Blues" albümünü de dinlediğinizde blues'u bir süs olarak değil de bünyesinden bir çok şey katarak yaptığını da anlayacaksınız.
Gitar, banjo, mızıka ve vokalden mütevellit bu blues albümünde piyano da renk katarken, yer yer kontrbas da katılınca tadından yenmiyor.
Guy Verlinde için blues, birkaç kelime ile mesajlar iletmesine dil oluyormuş. O insanlara müziğini ilettiğinde dans edeceklerini, hüzünleneceklerini, kahkahalarla güleceklerini ama bir o kadar da düşüneceklerini umuyor. İşte bu yüzden de yeni albümü "Promised Land Blues"da yer alan "Tears Over Gaza" ve "World Goin' Wrong" isimli iki parçada dünya ahvaline dair konulara dikkat çekiyor. Üstelik Guy, bunu laf olsun torba dolsun diye yapmıyor, oldukça samimi ve içten, bu nedenle de albümü dinlerken gelen yakarışı hemen farkediyorsunuz.
Gazze'de olanlara biz geçmişten beri (1968'li yıllardan beri) din , dil ırk ayrımı yapmadan hassasızdır. İşte bu yüzden Guy Verlinde'nin "Tears Over Gaza" şarkısını duyduğumuzda hemen ilgi odağımıza yani hedefe kilitleniniyoruz. Öyle bir şarkı oluşmuş ki, adeta o "Strange Fruit" etkisinde... Dimağ açıcı ve sorgulayıcı.
Rock dinleyen biri olarak 1960'lı ve 70'li yıllar benim için ayrıcalıklıdır ama sadece rock değil, o yılların soul yapanları da ayrıcalıklıdır.
O zamanlarından bir plakta aynı parçayı tekrar pikap iğnesini geriye alarak defalarca dinleme deliliğini yaşamak.
"Killing Me Softly"
isimli bu şarkıyı en çok da Roberta Flack'tan dinlemeye doyulmaz. 1973 yılının bu unutulmaz parçasında sol yandan harika bir bas ritmi ve sağ yandan ise kalp atışı gibi bir davul krosunun sesi ve ortada yayılan büyülü bir ses ve ötesi.
İşte bu güzelliği yaşatan ses bugün aramızdan ayrılmış ya da biz ondan uzak kalacağız.
Işıklar içinde ol Roberta Flack... çünkü sen o ses dokunuşunla hep yanıp sönen parıltılı ışıklar yaydın içimize.
Şimdi bu yazıyı yazarken de döndüre döndüre bilmem kaç kere dinliyorum o şarkıyı ama bu sefer o plaktan değil. O plak artık olmasa da "Killing My Softly" çalınca gene o ilk gençlik hayallerine dönüyorum ve devamı geliyor "Jesse", "The First Time Ever I Saw Your Face" , "Feel Like Makin' Love"...
70'lerde bir çok hit şarkıya imza atan şarkıcı ve piyanist Roberta Flack öldü. Kuzey Carolina doğumlu sanatçı 88 yaşındaydı.
Fransız davulcu Antoine Cara, orijinal bestelerden oluşan cesur yeni albümü "Status Quo" yu çıkardı. Sanatçı caz fusion alanında oldukça verimli bu çalışmasında dev isimleri de bir araya getiriyor. Caz gitarının efsanesi Mike Stern ve trompet ustası Randy Brecker gibi yıldız isimlerin yer aldığı bu çalışmada nefeslilerden oluşan bir ekiple desteklenerek funk, Latin, pop, rock ile caz tarzı hareketli bir şekilde karşımıza çıkıyor. Yenilikçi fikirler öyle güzel dağıtılmış ki, hassas dinleyicileri bile memnun ediyor ama eğlenceyi esas almak şartıyla...dinlerken dans etme tehlikesi ise kaçınılmaz.
Albüme girmeden önce biraz da olsa Antoine Cara'dan bahsedelim. Fransa'da büyüyen davulcu, klasik perküsyon eğitimi ile işe başlamış. Ardından Paris'te Amerikan Modern Müzik Okulu'nda ve 9. bölge konservatuvarında caz programında davul üzerine eğitim almış. 2006 yılında ABD'ye giden Cara, Manhattan Müzik Okulu ve New York Şehir Koleji'nde eğitim almış. Bu dönemde de bir çok grupla müzik yapmaya başlamış. 2011-12 yıllarında Serge Gainsbourg'un oğlu Lulu Gainsbourg ile birlikte turneye çıkmış. Antoine ayrıca elektronik dans müziği alanında sanatçı ve yapımcı olarak çalışmış.
"Status Quo" albümü için Antoine Cara, “Nefesliler, perküsyon, gitar ve tuşlu çalgılarla enerjik, iyi hissettiren müzik yaratmak istedim ,” diyor. Açılcası bu hedefine de ziyadesiyle ulaşmış. Albümü dinlerken usta konuk müzisyenleri bilmesek, burada yıllarca birlikte çalışan, uyumlu bir ekip var sanırız. Bu sonuçta bir davulcunun solo çalışması ama Cara bir topluluğun üyesi gibi bütünlüğün içinde kendisini ifade edebiliyor. Dokuz şarkının yedisinde davul soloları var, ama bu hiç bir zaman bütünü bozmadan gerçekleşiyor. Albümü dinlemeye başladığınızda dokuz parçayı hiç ayrılmadan bir parça gibi dinliyorsunuz.
Antoine Cara'nın elektronik dans müziği alanında da çalıştığını yazının başında belirtmiştim. Bu albümde de elektronik müzik yapımcılarının sıklıkla kullandığı teknikleri kullanılmış. Bu tip çalışmalardan kıllanan ben bile müziğe kapıldım gittim diyebilirim. Fransız basçı Kevin Reveyrand için, "Kevin inanılmaz sesini ve groove'unu, ayrıca prodüksiyon deneyimini getirdi," diyen Cara bu çalışmada tutkal görevi gören kankasının da kim olduğunu belirtiyor.
“ Bu albümün arkasındaki temel motivasyonlardan biri kendimi zorlamaktı ,” diyen Cara sözlerine şöyle devam ediyor: "Elektronik dans müziğinde yapımcı ve miks mühendisi olarak uzun yıllar çalıştıktan sonra, bu sefer bu yeteneklerimi caz ve funk türlerinde test etmek istedim. Status Quo ismi bazen bir döngüde sıkışıp kalma hissinden geliyor; kişinin güçlü bir değişim arzusu hissedebileceği bir rutin. Bu albüm, farklı bir şey deneyerek bundan kurtulmanın bir yolunu temsil ediyor. Tanıdık durumlardan uzaklaşmak, ister profesyonel ister kişisel olsun, bir ilişki gibi, genellikle zihinsel güç ve motivasyon gerektirir. Korku da birini statükoda sıkışmış halde tutan bir faktör olabilir. Benim için bu albüm, döngüyü kırmanın ve bunu aşmanın bir yolu .”
"Status Quo" albümünde anlatılacak öyle çok şey var ki...Har bir parçayı tek tek anlatmak, naliz etmek istiyor insan. Amaa buna girişirsem yazı uzar gider. Dinlemeniz şart derim. Albümde yer aalan müzisyenleri altta yazıyorum ki ne muhteşem olduğunu fak edin.
Antoine Cara, davul
Randy Brecker – trompet
Mike Stern, Oz Noy, Nazim Kri – gitaristler (ki her parçada bir fusion gitar zevki var)
Jerry Léonide – keyboards
Kevin Reveyrand – bas
Yannick Soccal – tenor saksofon
Yvonnick Prene – armonika
Gabriel Richards – alto ve soprano saksofon
Son olarak diyeceğim şu ki; çalışmada yer alan her elemanı ziyadesiyle hissediyorsunuz. Tek kötü yanı, dokuz parça içinden birine ağırlık veremiyorsunuz. Başlıyorsunuz sonuna kadar ayrılamadan dinliyorsunuz. Şu an dördüncü dinleyişten sonra "Take It Easy" i ayırabildim ve hemen oradaki gitarist kim diye baktım ve Oz Noy ismini gördüm. Tabii hemen playlistime kattım.
Antoine Cara ismiyle daha yeni karşılaştım ama statükoya meydan okuyarak statükosunu koydu.
Yeni çıkan tekli'lere bakmadan albümün çıkışını bekleyip öyle dinlemeyi alışkanlık haline getirmiştim ama bu hafta bir değişiklik yapayım dedim. Hatta oturdum bunları viski tadımı yapar gibi bir tadayım dedim. Sonra bir baktım keyifli de oluyormuş hani. Haftaya daha fazla örnek vermek için gaza da geldim... hatta alta bir de spotfy çalma listesi ekledim. Gaza geldim ama haftaya ne olur bilemem.
Bu hafta çıkan tekli'lere bakarak başlayalım.
NANAMI HARUTA - Girlies World"
Japonya'dan bir kadın caz tromboncusu. Onu bu Cuma çıkan "Girlie's World" single'i ile tanıdım. Sadece ben değil, zaten bütün dünyada onu 28 Şubat'ta çıkacak olan ilk albümüyle tanıyacak.
5 yaşında müziğe adım atan sanatçı, 13 yaşına gelince de konserler vermeye başlamış. Dinlediğim bu ilk çalışmasında da merakım arttı ve "The Vibe" isimli ilk albümünü merakla bekliyor ve 28 Şubat'ı iple çekiyorum.
MICK CLARKE - Three Time Winner
Mick Clarke ismini sevmekle sevmemek arasında bir belirsizlik içindeyimdir. Onun çiğ ve saf blues tarzı bende çoğu zaman dinleme zorluğu oluştursa da bu single kalıcı bir kulak tadı bıraktı diyebilirim. Siz benim yukarda dediklerime bakmayın, Mick Clarke'ın her hangi bir şeyi çıktığında duyarsız kalamam.
JANIVA MAGNESS - Holes
Janiva Abla bu single'ında gene kendisi gibi kadın bir blues'çı olan Sue Foley'i konuk etmiş.
Bu ortamda kadınların emeği olan işlere ihtiyacımız var... Hele bu kadın dayanışması ile olunca bir başka güzel oluyor.
MARC BROUSSARD - Carry My Name
Marc Aga'yı bir aralar dinlemiş ve çok sevmiştim. Sonra o mu arayı açtı yoksa ben mi arayıp soramadım bilinmez ama bu hafta çıkan yeni tekli özlem giderici nitelikte.
1970'leri hatırlatan ses rengi ve retro müziğiyle gene can alıcı.
Şükür kavuşturana.
POPA CHUBBY / JOE BONAMASSA - I'm Going Home
Bonamassa'nın işbirliklerine yetişmek ne mümkün... Daha Sammy Hagar'la yaptığı single'a bakarken neredeyse 30 Ocak'ta çıkan bu single'ı es geçecektik.
Bu iki gitariste denecek laf olamaz ama alttaki piyano tınısı da bana harika geldi. Bu arada Popa Chubby'nin yeni albümü "Friends" ibaresinde yani bol konuklu harika bir Pıopa Chubby albümü bizleri bekliyor gibi.
SAMANTHA FISH - Runaway
Blues rock'ın muhteşem kadın gitaristi yeni albüme hızlı adımlarla gidiyor.
Bu hafta çıkan yeni single "Runaway" de bu adımlardan biri.
Bu arada bu çıkan single radio edit imiş... yani albümde daha uzun yorumu yer alacak.
AUTOMATIC CANDY - A Tall Vent
New Yorklu Aga'lar , Ventura ve Shadows tavrını günümüz sounduyla bir güzel harmanlıyorlar. Indie görüntüsü verseler de deneyselci yanları kanımı ısınndırdı. Gözlerim üzerlerinde olacak... yoksa kulaklarım mı demem gerekirdi...bilemedim.