Özdemir Asaf
‘ça
“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
Birinciliği beyaza verdiler.”
Özdemir Asaf’la ilgili bir yazıya bu şiirle başlamak
birazcık sıradan gelebilir. Hatta Asaf şiirlerine tutkun olanlar için “gına
getirici” bile olabilir… ama Özdemir Asaf denince onun şiir
serüveninin hem başlangıcı hem de finaline oturan bir özet gibidir bu şiir, en
azından benim için. Bazı bazı bunun bir şiir değil ironik bir karikatür
olduğunu hatta bir denklem olduğunu bile düşünmüşümdür. Belki bir denklem
hatta onun şiirlerini açacak bir anahtar. Denklemi çözdünüzse de bir
başka şiirinde gene şaşırtacaktır sizi. Anahtarla kapıyı açıyorsunuz ama
karşınızdaki görüntü bir önceki açıştan farklı.
Özdemir Asaf her şiirinde beni afallatmış ve
şaşırtmıştır. Diğer şairleri okurken bütünleşirsin ama Asaf şiirlerini
okurken arada bir mesafe vardır. Bu mesafe bir sahne gibidir.
O sahnede gösteri yapan bir sihirbaz (illuzyonist), sen ise bir
izleyicisindir. Seni sahneye çağırıp, gösteriye dahil etse de mesafe korunacak
ve seni abondone edip, hep şaşırtacaktır.
Benim ilk şaşırmam şiirlerinden önce olacaktı. 14 yaşlarında
falandım ve okulu kırmış hayta arkadaşlarımla
birlikte Arnavutköy ile Bebek arasında geziniyoruz. Bir ara kaçamak sigara
içmek için sırtlara çıkmıştık. Orada sigaralarımızı yaktık ve kaldırıma
oturduk. İşte o sıra uzunca bir gölge belirdi. Gölgeyi takip ederek kafamı
kaldırdığımda karşımda yarım pelerinli, geniş yakalı gömleğine eşlik
eden fularıyla zayıf uzun boylu bir adam vardı. Sonradan tutkunu olacağım Cyrano Bergerac, Don Kişot arası bir şövalye gibi bir kişiydi bu. O sanki
bir çizgi roman kahramanıydı ve o karelerden fırlayarak bizim yeknesak gerçek
hayatımıza düşmüş gibiydi. Kıyafeti garipti ama kahramanlar da öyle olurdu. O
gizemli adam gözlerimin içine “Sizi gidi haylazlar okuldan kaçıp burada
cigara mı tüttürüyorsunuz!” der gibi baktı ve sokaktan süzülerek yitip,
gitti. İşte şiirlerinden önce Özdemir
Asaf’la böyle tanışmıştım. Tanışmanın şaşkınlığı sonrasında şiirleriyle
sürüp, gidecekti. Onun şiirinde sanki bir sihirbaz izler gibiyken Akademi’ye
resim eğitimi almak için girdiğimde ise onun resim de yaptığını görecektim. O
sanki kelimeleri bir palete döküyor, sonrasında şiiri bir tablo etkisinde
gözlerimize sunuyordu. Tabi o ilk karşılaşmamdaki gibi gözleriyle de “Ne o
zibidi, şaşırdın mı!” diyordu, o tablonun bir yerine gizlenerek.
Özdemir Asaf öldükten sonra da beni şaşırtmaya devam
edecekti. 6 ay önce 1955 yapımı “Uçan Daireler İstanbul’da” filmini
internette bulup, izlediğimde bu sefer de kısa bir rolde Asaf’ı görecektim. Kısa rol dedim ama onun şiiri kısa olarak
vurucudur. Şair bakın bu durumu nasıl açıklıyor:
“Ve o seçmedir yorgun kılan. Çünkü o kadar çok deneyin, o
kadar çok karşılığı ve örneği yığılmıştır ki önüme, uzun yazmama hiç gerek
yoktur artık…. Karşımda bu birikmişlik, bana hep kısaya varmak için yorulmayı
yeğletmiştir. … önümdeki zengin yığında ben özü ancak kısa ile elde
edebilirdim.”
Özdemir Asaf bol notlar almış, günceler tutmuş ve bu
birikenler arasında “kısa”ya ulaşmış. Şairin ölümünden 7 yıl sonra çıkan bir
kitap, kısaya ulaşmadan önceki uzun serüveni gözler önüne seriyor. “Özdemir
Asaf’ça” ya da kısaya övgü niteliğinde söylersek “ ‘ça ” adını taşıyan bu kitap bir otokopi
çalışması. O da nedir derseniz, şöyle açıklayabiliriz; Özdemir Asaf’ın
ardında bıraktığı notları, özyaşam, deneme, günce türündeki yazıları. Şairin eşi evde müsvetteler halinde bulunan
bu yazıları bulmuş ve yayına hazırlayarak
kitap haline getirmiş. 1988 yılında aslına sadık kalınarak basılan bu kitap
bize şairin kısa yazımının ardında ne denli doluluk olduğunu gösteriyor. Bunlar
sanki bir ressamın eskizleri gibi. Hani Picasso’nun bir balık resmi yapmak için
yüzlerce desen çizmesi gibi. Bir heykeltraşın koca mermerin fazlalıklarını atmak için yontup heykel
oluşturması gibi.
“ ‘Ça ”daki yazılar öyle yayınlanması amacıyla
oluşmamış. Bir çoğunun başlığı bile yok. Şair bunları defterlere not almış .
Kimi deneme türünde kaleme alınmış kimi de şairin özyaşamından izler taşıyan
otoportreler (otokopi) konumunda. Kitabı okurken sevdiğiniz bir ressamın müzesini
geziyor gibi oluyorsunuz. Bir başka tanımla da bir filmin film arkası gibi bir
etkisi var.
Aptulika
Kitaptan
· “ Kasap her müşterisi için bıçağını, satırını ayrıca bilemeye
tabi tutar. Ben de her hatırlama ve taşma için bu defterle kendimi taze tutmaya
gayret göstereceğim. Aksi halde geçtiğim yollarda ayak izim kalmayacak. Nurlu
bir yola çıkarsam yolumun seyri bilinsin. Kaybolursam beni kurtarmaya gelen
bulunsun.”
· "Şiiri siz yakalayın biçimi şiir getirsin ya da kursun. Siz
biçimi kurup, şiire gel gel diyorsunuz. Bir ev, bir oda döşeyip bir kadın
aramak gibi oluyor bu. O kadın kaçar. Kadınınızı bulun. Evinizi, odanızı
beraber döşeyin.”
· “Bilim bulunan şeylerle, şeyle övünür…ken bulunmayan bir şey
vardır diye üzülen sanattır. İnsanın velisi’dir sanat”
· “ Ben önceleri hep şaka yazardım. Sonra güneşte çok kaldım,
olgunlaştım. Artık eskisi gibi küfür etmiyorum, yenisi gibi ediyorum.”
· “Bilenler asık yüzlüdür, mutsuzlar gibi dururlar. Bilmenin ne
kadar ağırlık verdiğini bilmeyenler bilmedikleri için ne kadar hafif
kaldıklarını bilmediklerinden daha çok gülerler.”
· “Hayvanların aptallıkları hayvancadır. İnsanların
aptallıkları insanca değildir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder